Born in French Catalonia in 1972. "Le théorème d'Almodovar" was his first novel published by Gallimard in January 2008, by Seix Barral (Spain) in March and then by Guanda Italy. His next book, "Mort au romantisme", a collection of short stories was published by Gallimard in 2009.
"'Love is blind.' Bu kelimeler sıcak bir ses gibi, ben açık pencere önüne geçerken dökülüveriyor. Aşkın bütün güzelliği burada. Kör olmak, karşınızdakine artık parça parça degil bütün halde bakmanızı sağlayan erdemdir çünkü aşkı olanaksız kılan, ona parçalayarak bakmaktır."
Yahu sen nasıl güzel bir kitap çıktın Almodovar Teoremi ya? Bir Almodovar filmi gibisin ve hatta daha güzelisin, çünkü içinde Almodovar'ın bizzat kendisi de var. Bayıldım sana, bayıldım!
Katalan yazar Antoni Casas Ros'un ilk romanı Almodovar Teoremi, benim de kendisiyle tanışma kitabım oldu ve bu işin tek buluşmada bitmeyeceğini, kendisiyle kesinlikle bir geleceğimiz olduğunu şimdiden söyleyebilirim. "Affetmek bazen affettiğine yakın olmayı kaldıramaz" cümlesini aldım kalbime yerleştirdim, mesela.
Yazarın gerçek yaşam öyküsünü anlatmasıyla başlıyor kitap ve sonra üstüne kurmaca ve fantezi katmanı ekleniyor. Yazar, 20 yaşındayken kız arkadaşının ölmesi ve kendisinin yüzünü tamamen yitirmesiyle sonuçlanmış bir kaza geçirmiş. Bu kısım gerçek, anlatıyı otobiyografik yapan da bu. Kitapta öyküsünü anlattıktan sonra bir gün Almodovar ile tanışması ve yönetmenin onun hayatını filme çekmeye karar vermesi ile gelişen olayları okuyoruz. Buralar kurmaca ama keşke olmasalar - keşke çeksen sahiden Almodovar!
Yüzünü yitirmiş olan Antoni, senelerce insanlardan kaçtıktan sonra Almodovar'ın kendisiyle tanıştırdığı trans kadın Lisa ile bir aşk yaşamaya başlıyor. Bu aşk hikâyesi muazzam güzel anlatılmış. Aşklarının narinliği, coşkusu, tutkusu, şiddeti... Öyle güzel ki. Bir Almodovar filmi kadar rüyamsı ve aynı anda gerçekçi, acımasız ve komik, karanlık ve rengarenk, güzel ve çirkin bir kitap bu. İşte tam da bundan ötürü bayıldım.
Güzellik / çirkinlik demişken; anlatıcımız yüzünü ve "güzelliğini" yitirdiği için bu konuda uzun uzun yazıyor ve bu bölümler kusursuz. Çok düşünürüm, ilk bakışta "güzel" diye nitelemediğimiz biri sonra bize nasıl düpedüz "güzel" gözükmeye başlar diye - buralarda çok güzel geziniyor anlatmış yazar. Daha söylenecek çok şey var ama söylemeyeyim, alın okuyun, lütfen.
Şununla bitsin: "Korkunç bir şeyi güzelliğe çevirmek için ona yeterince uzun süre bakmak yeter." 🤍
Antoni Casas Ros'un ilk okuduğum kitabı 'Enigma' idi ve beni deyim yerindeyse koltuğuma mıhlamıştı. Tek oturuşta okumuştum ve bittikten sonra bir müddet kendime gelememiştim. Yine benzer bir olayla gecemi şenlendirdi, 'Almodovar Teoremi'ni de tek nefeste okudum ve şuan oturduğum yerde düşünüp duruyorum. Canım Ros, artık seni en sevdiğim yazarlar arasında anmaktan mutluluk duyacağımı söylemek istiyorum!
'Almodovar Teoremi' Casas Ros'un otobiyografik özellikler taşıyan, en bilinen ve çıktığı sene büyük kasırgalar koparıp 2008'de İspanya'nın en iyi romanı seçilen ilk romanı. İlginç bir kültür karmasından oluşuyor Casas Ros'un kendisi: Babası Katalan, annesi İtalyan iken kendisi Fransızca yazmayı tercih ediyor. Bu romandada bahsettiği, hayatını değiştiren trafik kazasına kadar aslında yazar olmak bir isteği yok. Fakat kız arkadaşını ve 'yüz'ünü ondan olan kazadan sonra münzevileşiyor ve kendini edebiyata veriyor. Artık Picasso tablolarına benzettiği yüzü ile hayatı yeni baştan ve bu sefer alıştığından farklı yaşamanın yöntemlerini arıyor. Bu arayış onu edebiyatın kapısına getiriyor. İyi ki de yolu edebiyattan geçiyor ki bu şahane romanları bize armağan ediyor.
'Almodovar Teoremi' temelde Casas Ros'un hayatını kökünden değiştiren kazayı ve sonrasında yazmaya nasıl itildiğini anlatıyor. Bu kurmacada, kurmacanın ortaya çıkışı kurmacanın 'ne'liğini oluşturuyor. 'Enigma'da da okurun zihnini ezber bozan bazı yöntemlerle darma durman ediyordu Casas Ros, gerçekliği ve gerçek insanları romanının merkezine oturuyordu, burada da benzer bir numara yapıyor. Dünyanın en önemli yönetmenlerinden biri olan Pedro Almodovar'ı fantezi bir düzlemde romanına dahil ediyor; fakat bir süre sonra, Almodovar üzerinden oluşturduğu izleği, romandaki hikayenin gerçekliğini oluşturan mesele haline getiriyor. O noktada gerçekle-fantezi arasındaki çizgi silikleşiyor, bize kurmacanın keyfini sürmek kalıyor.
Almodovar'ın filmlerinde gerçeklik büyük bir absürtlük sisi içerisinde resmedilir. Özellikle seks ve ölümle ilgili trajik meseleler, onun hikayelerinde son derece gündelik meselelermiş gibi işlenir. Franco faşiszmi sonrası İspanya'nın bir nevi karşı tezidir Almodovar. Tüm renkleriyle queer kültürü, eril olan her öğeye inat, olduğundan daha parlak ve cafcaflı işlemeyi tercih eder. Kimlikler ters yüz edilir, normlar alaya alınır, karakterler özgürlüklerini eylemleriyle her sıradan anda bile göstermekten çekinmez. Toplumsal cinsiyet rolleri baştan çürük ve kokmuştur onun için. Herkes kendi cinselliğini tüm olasılıklar evreni içerisinde yaşar ve zevklenir. Bunlardan bahsettim, çünkü Casas Ros kendi otobiyografisini tam olarak Almodovar filmlerinde görmeye alışık olduğumuz yerden yeniden yazmış. Romanındaki trans karakter Lisa aslında Casas Ros'un trajik hayatına bir karşı tez olarak kendini gösteriyor. Casas Ros'un annesi ile Lisa'nın ilk karşılaşmaları, ne kadar da Almodovar'ın ilk dönem sinemasının bir parçası gibi. Casas Ros anlatısını kurarken, kitabına adını verecek kadar romanına soktuğu Almodovar'ı, dünyasıyla da selamlıyor. Bu etkileşim kimbilir, Almodovar'ı 2011'de yaptığı 'içinde Yaşadığım Deri' isimli filmi yapmaya teşvik ediyor.
Her şeyden öte bu kısacık roman yüz üzerinden, maske - kimlik ve varoluş üzerine de insanı etkileyen bir söylem yaratmayı başarıyor. Tıpkı Kobo Abe'nin 'Başkasının Yüzü' romanında olduğu gibi, yüzsüz kalmış bir bireyin, benlik savaşını bir sembol üzerinden nasıl verdiğini, kendini yeniden tanımladığı şeylerin ondan bağımsız, ona dair olan şeylerle aslen onu ne denli kimliksizleştirebileceğini de okuyoruz 'Almodovar Teoremi'nde.
Neyse bu uzar gider, ben yine çok sevdim Casas Ros'u. Elbette tavsiye ederim.
Enigma’sını çok beğendiğim Katalan yazar Antoni Casas Ros’un ilk romanıymış Almodovar Teoremi. Epey otobiyografik bir özellik içerdiği de anlaşılıyor. Zaten birinci tekil şahıstan, kendi ismiyle (Casas Ros) anlatılıyor. Başından geçen feci tecrübeyi (genç yaşında bir trafik kazasında hem sevgilisini, hem de yüzünü kaybetmesini), kitaba adını veren ünlü İspanyol yönetmen Pedro Almodovar’ın filmleştirme projesi (belki fantezisi demek daha doğru) üzerinde ilerliyor. Bu tabii sadece bir katman ya da fon. Kaza sonrası içine kapanan, yüzünün neredeyse yok olmasından ötürü toplumdan kendisini soyutlayan, mesleği matematiği uzaktan devam ettirip edebiyata yönelen, sadece gece geç vakitler dışarı çıkan, bu çıkışlarının birinde karşılaştığı Almodovar’ın kendisine “ısmarladığı” bir transseksüel fahişeyle yakınlaşan anlatıcının yaşadıklarına ve çevresine, dünyaya bakışı epey etkileyici. Anneyle ilişkileri de çok hoş (Almodovar’ın da bir anne saplantısı olduğunu ve o güzel “All About My Mother” filmini de hatırlayalım bu vesileyle). Bu arada trafik kazasına sebep olan geyikin bir aşamada kahramanlarımızın hayatına girerek anlatıya gerçeküstü bir nitelik de kazandırması ilginç bir yan unsur olmuş. Kitapta gayet cesur - özellikle sıra dışı ilişkilere sıcak bakmayanların kaldıramayabileceği - cinsellik tasvirleri var. Ama kitabın esas gücü hayata dair gözlemleri. Gerçekle fantezinin iç içe geçtiği güçlü bir roman kısaca. Çeviri (Öncel Naldemirci) fena değil. Bu kısa romanın alıntı yapılacak çok yeri var, bir tanesini aşağıya kopyalıyorum:
“... İnsan hayatını değiştirebilir mi? Bir iş ya da bir başarı hiç bilemeyeceğimiz bir yere taşır mı bizi? Kendimizden kaçmak için bir yer daha var mı?
En sonunda anladığım şey buydu: Ne olursa olsun yalnızdım, kaçmanın bir yolu yok. Yalnızlığın bana verilmesi şansına sahiptim ve keşfetmem, anlamam gereken bu yalnızlıktı. Ne daha fazlası, ne daha azı. Belki de bir gün boşluğun merkezindeki şu şenlikle nasıl karşılaşılır, anlayacağım.” (s. 101)
Her açıdan ilginç bir metin. Kısaca özetlemek gerekirse bir kaza sonucu yüzünden ciddi şekilde yaralanan ve sevgilisini kaybeden bir adamın -ki adı soyadı yazarımızın adı soyadı- yalnızlıkla dolu hayatına ortak oluyoruz. Karakterimiz hayat hikayesinin Pedro Almodovar tarafından filme çekilebileceğine dair bir fanteziye sahip ve bir şekilde bu gerçekleşiyor da. Almodovar sayesinde transseksüel bir fahişe olan Lisa’yla tanışan karakterimiz, filmin hayata geçme sürecinde uzun bir iç yolculuğa çıkıyor. Bu yolculukta güzelliğe, çirkinliğe, hayata, yalnızlığa, annelere, cinselliğe, bedenlere, ruhlara, aşka vs. dair güzel sorgulamalara tanıklık ediyoruz. Yazarın hayal ettiği gibi, her şey bir Almodovar filminde olması gerektiği gibi; renkli, yer yer gerçeküstü ama bir o kadar da buruk. Bu yüzden çok sevdim. Almodovar seven herkesin de seveceğini düşünüyorum.
Unutmanın Genel Teorisi nden sonra Almodovar Teorisi... Teorilerden teorilere gezerken sanatın bilim ile ispatına dair müthiş bir örnekle karşılaşmak... Casas Ros u okumak için nasıl bu kadar geciktim acaba. Sırada bulabildiğim tüm kitapları olacak...
Almodovar Teoremi bakış açımda yeni bir pencere açan, hayat hakkındaki aforizmalarıyla beni düşündüren ve bunu bir an bile sıkmadan yapan bir kitap oldu. Kitapta sıkıcı hiçbir bölüm yoktu ve okumaktan çok zevk aldım. Kitabın otobiyografik tarzda olması ve yazarın trajik hikayesi de bana çok dokundu. Herkesin seveceği bir kitap olmayabilir fakat herkesin okuması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum.
C'è chi muore di fame,c'è chi muore per l'assenza di uno sguardo
uno sguardo può ricomporre la miriade di frammenti sparpagliati di un'anima frantumata uno sguardo può farti ritrovare il coraggio di uno slancio verso l'ignoto una forza nuova per arrivare ,insieme, ad un'altra festa al centro del vuoto
L'ambientazione,la storia , i personaggi (quello della madre è meraviglioso)le atmosfere tutto sarebbe perfetto per un film di Almodóvar (tipo Todo sobre mi madre,dei suoi uno dei miei preferiti ) come colonna sonora, ah ,questa mi piace assai Tajabone https://m.youtube.com/watch?v=_mxIrW2...
Antoni Casas Ros'un ilk eseri Almodovar Teoremi, otobiyografik unsurlarla sembolizmin harmanlandığı kurmaca bir eser. Bir kutlamadan dönerken yaşanan trafik kazasında sevgilisini ve kendi yüzünü kaybeden Antoni Casas'ın gerçek hikayesini kaleme alma arzusuyla başlıyor kitap. En büyük arzusu, yönetmen Almodovar'ın onun hayatını filme alması olan Antoni'nin transeksüel Lisa ile tanışması ile de anlatı yavaş yavaş açılmaya başlıyor. Görmek, görülmek, bakmaktan korkmamak, kafamızda yarattığımız güzel ve çirkin algılarına dair harika bir metin. "Tarantula: İçinde yaşadığım deri" kitabını-kitabı okumamış olsam da filmi çok severim- sinemaya uyarlayan Almodovar'ın Antoni'nin öyküsünü de çok iyi uyarlayacağını düşünmeden edemedim.
Cinselliğe dair önyargıları olan homofobik bireyleri çıldırtacak kadar açık, korkusuz, özgün bir metin bu. Bir sürü cümlenin altını çize çize yıllar sonra yeniden okumak istiyorum.
"Korkunç bir şeyi güzelliğe çevirmek için ona yeterince uzun süre bakmak yeter."
okurken adeta bir almodovar filmi izliyormuşum gibi hissettiren, renkleri, sahneleri ve hatta karakterlerin yüz ifadelerini bile hayal edebildiğim harika bir kitaptı. yazarın almodovar hayranlığının boyutlarını da tahmin edebiliriz.
Οι πληροφορίες που βρίσκει κανείς, τόσο στο goodreads, όσο και αλλού, για την υπόθεση του βιβλίου κρύβουν σε μεγάλο βαθμό εκείνο ακριβώς το στοιχείο που το κάνει τόσο ξεχωριστό: δεν πρόκειται απλώς για μυθιστόρημα με αυτοβιογραφικά στοιχεία, αλλά για ένα μυθιστόρημα που μιλά για τον εαυτό του καθώς γράφεται, σε ένα λογοτεχνικό αντίστοιχο της λωρίδας του Μέμπιους. Ο αφηγητής, που μοιράζεται ονοματεπώνυμο και φριχτό παραμορφωτικό ατύχημα με τον συγγραφέα, μιλά για το πώς γράφει το βιβλίο που διαβάζουμε, το οποίο είναι το βιβλίο που γράφει. Παράλληλα, ζει, στον πραγματικό κόσμο ας πούμε, μια καθοριστική για τον ίδιο ερωτική ιστορία με μια τρανσέξουαλ, και, σε έναν κόσμο που δύσκολα πειθόμαστε ότι είναι ο πραγματικός, συναντιέται με τον σκηνοθέτη Πέδρο Αλμοδόβαρ, που αποφασίζει να κάνει τη ζωή του αφηγητή ταινία, την προετοιμασία και τα πρώτα γυρίσματα της οποίας τα παρακολουθούμε και στο βιβλίο.
Έξυπνη ιδέα, γραφή κινηματογραφική και ματιά πραγματικά αλμοδοβοριανή, αλλά δυστυχώς δεν με ενθουσίασε όσο θα μπορούσε ως σύνολο, ίσως λόγω της ίδιας της ιστορίας, ίσως λόγω των ενδοσκοπικών/φιλοσοφικών παρεκβάσεων που δεν ήταν πολύ του γούστου μου. Έχει βέβαια ορισμένες οξυδερκείς παρατηρήσεις, ιδιαίτερα γύρω από την κινηματογραφική εμπειρία, αλλά μάλλον δεν αρκούν. Σίγουρα σε αναγνώστες που τους σαγηνεύει το σύμπαν του Αλμοδόβαρ θα έχει να πει περισσότερα.
...savaşların utanmazlığı kendini ticaret haline getirmesinde. İnsanlar kesilip biçiliyor ve sonra tam bir u dönüşü ve yıkıcı adam elinde sözleşmelerle, ülkeyi yeniden kurmak isteyen sevimli bir insansever oluveriyor.
Bu toplu katliam yapmayı neredeyse bir yardımseverlik şölenine çeviren rezil ahlakçılıktan nasıl çıkılır bilemiyorum. Artık bizi hiçbir şey şaşırtmıyor. Siyasi bir komadayız, kalbimiz güçsüz. En kötüsü, buna benzer duygular bastırdığında kendimi bu soluk kalabalığın bir parçası olarak görmem.
Şahsi bir trajediden bahsederken tüm insanlığa seslenebilmeyi başarabilmiş kısa bir roman. Özellikle evde yaşayan geyik kısmında kitabın kurmaca özelliği zorlama gelse de sevdim diyebilirim. Kendime yakın bulduğum duygular ve isyanlar barındıran bir eser olduğu için puanım yüksek oldu. Herkese hitap etmeyebilir.
“Bir fimden cikip da ortadan kaybolmayi dusunmeyen biri var midir? Bir daha ailesini, arkadaslarini gormemeyi, ertesi gun calismamayi, herkesin tanidigi bir kisi olmamayi, yepyeni bir hayata baslayip sadece kendi zevkleri icin yasama riskini almayi kim duslememistir?”
Bir gece aniden yola fırlayan bir geyik, korkunç bir trafik kazası, kazada ölen bir sevgili, yok olan bir yüz, uçup giden hayaller, yalnız, düşünerek geçirilen yıllar ve aşkla, cinsellikle, edebiyatla yeniden, yepyeni bir hayat..
Ros, annesi İtalyan, babası Katalan, kendisi Fransızca kitaplar yazan bir adam(mış). Radikal Kitap sağ olsun, beni kendisinden haberdar etti. Almodovar Teoremi ile ilgili tanıtım yazısını ve romanda geçen bir bölümü heyecanla okuduktan sonra TÜYAP’tayken Sel Yayıncılık’e uğrayıp da kitabı almamak olmazdı, değil mi? Zaten Almodovar filmlerini de çok seven saplantılı bir ruhum mevcut. Kitabın ilginç ismi ve illüstrasyonları da buna eklenince aldığım gibi okumaya başladım ve çabucak bitiverdi kitap. Çok lezzetli bir çikolatanın ansızın, hiç anlamadan, bir çırpıda tükenmesi gibi.. Tadı damağımda kaldı.
Yazar, kitabında anlattığı karakterin (zaten karaktere de kendi ismini vermiş) hayatını birebir yaşamış. Kendisi bir matematikçi. Matematiğin ve fiziğin içinde sanatı, güzelliği, şiirselliği yakalamış biri. Zira her bölüm Newton’dan alıntılarla başlıklanmış. Şairlerle bir alıp veremediğim yok, diyor, ama Juarroz’a inanılmaz bir bağlılığım var. (Arjantilinli şair Juarroz’dan alıntıyla başlıyor kitap, aynı alıntıyla da son buluyor.)
Kitabın başlangıç noktası kendi yaşamı. Bir gece, mezuniyet kutlamalarından sarhoş bir şekilde dönerken arabasının önüne çıkıveren bir geyik ve ağaca çarpan bir otomobil.. Ölen sevgili.. Parçalanan bir yüz.. Dağılan, kaybolan yaşamlar.. Yüzü olmayan bir adam belgisiz bir zamirdir. Ve hayatını online matematik dersleri vererek kazanan, kimselere görünmeyen, kendini bütün ilişkilerden soyutlayan, sadece geceleri sokağa çıkan, maskeyle dolaşan bir adam. Kendini edebiyatın kederli ve güvenli kollarına bırakan Antoni Casas Ros..
Otobiyografi ile kurmacanın oldukça zekice birbirine geçtiği romanda kurgu nerede başlıyor, gerçek nerede bitiyor kestirmek güç. Ros, onu çok genç yaşta (kendi deyimiyle ölmeden önce öldüren) kaderine hem lanet okuyor, hem de onu bir şekilde sevdiğini söylemeden edemiyor. Zira yüzsüz bir insan olmak, toplumdan, normlardan, sıradan olandan soyutlanmış olmak onu bir nevi güçlendiriyor, başkalarından farklılaştırıyor, sistemin dışına itiyor ister istemez ve kendisinin de itiraf ettiği gibi; (yeni bir yüze sahip olmayı isteyip istemediğine ithafen) Neden yeniden oyuna döneyim, neden diğerleri olsun hayatımda? Hayatımı yazabilirsem bu benim tek ayrıcalığım olmayacak mı?
Almodovar Teoremi insan ruhunun çalkantılarına, insanoğlunun güzellik ve sahip olma anlayışına, sanata, estetiğe, matematiğe, tesadüflere, kadın erkek ilişkilerine ve daha pek çok şeye düzülmüş bir methiye. Öyle güzel cümleler geçiyor ki içinden romanın, bir sonraki cümleyi okumadan önce durup bir kaç uzun soluk almanız gerekebiliyor.
Yeterince uzun süre baktığımız şeyden nefret edemeyiz, onu küçük göremeyiz. Günümüzde bütün politik şiddet ve rezalet kimsenin kimseye bakmamasından kaynaklanıyor.
Kahramanımızın paramparça olmuş hayatına yıllar sonra yeni bir insan giriyor. İsmi Lisa olan bu karakter bir transseksüel. Ros’un yüzüne korkusuzca bakabilen, onunla sevişen, onu seven, hatta ona bir maske yapmaya uğraşan bir karakter bu. Ros, Lisa ile birlikte hem kadın hem de erkek bedeninin ruhunu, sınırlarını birlikte deneyimliyor. Lisa’nın ağzından yazılmış cinsel kimliklerler ile ilgili cümleler öyle doğru, öyle güzel ki..
Aşksız da olsa, canlılar arasında bazı gece alışverişleri olmalı.
Ros’un (hem yazarım hem de kitaptaki karakterin) da benim gibi Almodovar filmlerine bir düşkünlüğü var. Bu yüzden hikayesini gidip Almodovar ile paylaşıyor. (Kurgunun başladığı yer) Almodovar, bu hikayeden bir film çekmeye karar veriyor. Gizemli bir geyik, kanlı, parçalanmış yüzler, boş rolde müzik, bir transseksüel, maskeler.. Tam bir Almodovar cenneti! Kitapta filmin senaryo yazımı ve çekim aşamalarını da okuyoruz ve sanki o filmi izler gibi oluyoruz.
Kitabı okurken benim aklıma geçen yıl çekilen The Skin I Live In (İçinde Yaşadığım Deri) isimli o garip, ilginç, güzel, bir kez izleyenin sevse de sevmese de bir daha unutamayacağı Almodovar filmi geldi. Kim bilir, belki Almodovar bu kitabı gerçekten okumuştur, belki Ros ile aralarında gizli bir anlaşma vardır, belki Ros’un hikayesi Almodovar’ı gerçekten etkilemiştir. Yazar, yakalanmayı hayal eden kaçaktır diyor Ros bir bölümde. Belki yazar gerçekten kendi teoremine yakalanmıştır. Kim bilir?
Almodovar teoremini oluşturuyorum: Korkunç bir şeyi güzelliğe çevirmek için ona yeterince uzun bir süre bakmak yeter.
Çok aradım ama yazarın çekilmiş tek bir fotoğrafına dahi ulaşamadım. Gerçekten, kitapta anlattığı gibi kendi yalnızlığı (tanrısallığı) içinde yaşıyor, o noktada yazarak hayata tutunuyor olmalı.
Tüm yazarlar gibi olmaya karar verdim, son derece yalnız ama yalnızlığın kemirdiği bir insan gibi değil.
Uzun lafın kısası; alışılmadık, ilginç, sanatın, bilimin, melankolinin ve absürdlüğün güzel kıyılarında gezinen bir kitap okumak isteyenlere tavsiyemdir. Yalnız okumadan önce zihninizi açık bırakmayı unutmayın. Kitapta okuyacağınız şeyler size, yaşantınıza, karakterinize ya da/ve inançlarınıza tamamen ters düşebilir. Yine de onları da severek okuyor olacaksınız. Edebiyatın güzelliği de burada işte, değil mi, bizi ön yargılarımızdan arındırabilmesi..
Yazıyı Lisa ile Antoni arasında geçen bir diyalog ile bitirmek istiyorum.
– Ben sana ışık olmayan bir yer gösteririm. Orada yıldızları ve ayı çok güzel görüyorsun. Ben mutsuz olduğumda, hayalimde oraya giderim, saatlerce ağlarım, hatta bazen suya girer ağlarım. Deniz seviyesini bir milimetre bile yükseltmeyi hiçbir zaman başaramamışımdır. Demek ki büyük bir acı değilmiş.
– Bir damla gözyaşı bile deniz seviyesini yükseltmeye yeter. Ölçülemez ama bu bir gerçek.
Gördüğüm tek şey, mesafeli bir bilgelik, insanların çoktan kaybettiği bir asalet. Birbirimizi anlamadığımız için hafifçe sıkılıyor, sabrediyoruz. Kırılma noktalari, yaşanan travmalar hayatın gidişatını değiştiren en önemli kavşak noktaları. Antoni Casas Ros ise tam bu kavşak bir noktasından yola çıkarak, bir metin ortaya çıkarmış. Aynı zamanda yaşanan durum yazarın hayatının da kavşak noktası. Kitap otobiyografik öğeler taşıyor, kurgu ve gercek ic içe. Trafik kazası geçiren Antoni'nin yüzü kazada büyük bir hasara uğrar. Bunu dışında kız arkadaşını da bu kazada kaybeder. Kazadan sonra toplumdan kendini soyutlar ve online matematik dersleri verirken bir yandan roman yazmaya baslar. Bazı zamanlar maskeyle sokaklarda dolaşır. İnsanlardan uzaklasmasının nedeni yüzünün aldığı şekildir. İnsanların onu görünce tepkisi ne olur. Bu soruları sorar kendi kendine . Sonra hayatına Lisa girer ve beraber yaşamaya başlarlar. Lisa transeksuel bir bireydir ve Antoni 'yi oldugu gibi kabul eder. Kitapta güzellik çirkinlik, beden algısı, toplumun bize dayattığı düşünceler sorgulanırken yazarım anne ve babasıyla olan ilişkilerine de odaklanır okuyucu.Bu bakımından Michel Del Castillo'nun Gitar adlı romanında da benzettim Almodovar Teoremini. Orada da iyilik, güzellik, kötülük, çirkinlik kavramları bir cüce üzerinden sorgulanıyordu. Bunun dışında Almodovar Teoremi kitabinda Franco destekçisi bir babanın ailede yarattığı yıkım ve yıllar sonra babayla olan yüzleşme de yer alir. Roman karakteri kendi hayatının Almodovar tarafından filme çekilmesini çok ister çünkü yaşananları en iyi sinemaya aktaracak yönetmen Almodovar'dır. Metin matematikten, felsefeye, edebiyata dair konulari alırken inanç varoluş, öteki olma gibi konulara değiniyor. Kısacık olmasına ragmen derin bir okuma olduğunu söylebilirim. Bunun dışında çok cüretkar bir metin . Müstehcenlikten rahatsız oluyorsanız ona göre okuyun. Ama bence edebiyat ve sanat okuru rahatsız etmeli. Edebiyatın ve sanatın bir derdi olmalı. Bir zahmet rahatsız olun:) Ben kitabi cok sevdim bu yılın en iyilerinden . Iyi okumalar.
sanki gördüğüm çok güzel bir rüyayı romanlaştırmışlar ve Almodovar evrenindeymişim gibi hissettirdi.
"Onu affettiğimi söyledim. O an doğru söylüyordum. Onu büyük bir yükten kurtardığımı hissettim. Bu olmadan ölemeyecekti. İki gün sonra öldü ama bazı şeyleri ancak bir daha görmeyeceğimiz kişilerde affedebileceğimizi biliyordum. Affetmek bazen affettiğine yakın olmayı kaldırmaz."
"Bizi yok edecek olsa bile büyük bir tutkunun kendini göstermesi. Her büyük filmi seyrederken aldığımız risk budur. İçimize ya da hayatımızın hiçliğine akıttığımız gözyaşlarıyla karanlık salondan çıkarken artık aynı şekilde yürümüyor oluruz.
Her büyük film bizi sendeletir, iki su arasında gidip gelen yumuşakça planktonun hissettiğine çeker bizi, bir anlığına ya da sonsuza kadar. Bu hayattan kaçmak yerine bir kahraman gibi yaşayabileceğimize dair belli belirsiz bir hisle çıkarız karanlığın içinden. ... Ben her büyük filmin bizde uyandırdığı bu özgürce hareket edebilme olanağıyım. Bir filmden çıkıp da ortadan kaybolmayı düşünmeyen biri var mıdır? Bir daha ailesini, arkadaşlarını görmemeyi, ertesi gün çalışmamayı, herkesin tanıdığı bir kişi olmamayı, yepyeni bir hayata başlayıp sadece kendi zevkleri için yaşama riskini almayı kim düşlememiştir?"
Bir gece, burnundan buharlar çıkararak ormandan yola fırlayan bir geyik, korkunç bir kaza, yitirilen bir sevgili, kaybolan bir yüz… Bu hikâye acı bir sonla başlıyor. Kaderle yüzleşip evrenin matematiğiyle uğraşmayı bırakan bir adamın inzivadaki yalnızlığını anlatıyor. Bir yüze sahip olmamanın yerini başka kayıplarla değişmeye hazır bir halde çatı katındaki evinden dışarıyı izleyerek yaşıyor. Şapka ve atkı takabildiği kış gecelerinde dışarı çıkıp duvar kenarlarında dolaşıyor. Evet, katılıyoruz: Bizce de Pedro Almodovar bunun filmini yapmalıydı!
Yılın ilk yorumunda böyle yazmak istemezdim ancak kitabın konusu bana hitap etmeyince bir an önce bitsin diye hızli okudum. Kaçırdığım semboller, bağlantılar olabilir. Ben o çıkarımları yapamadim, tabi bunda bu aralar beni yormadan, uzun uzun anlatan, çok fazla gönderme yapmayan romanları okumayi sevmemin de etkisi olabilir. Kısa kitapları okuması ve sindirmesi daha zor oluyor. Kitaptaki mahrem sahneleri okurken zorlandım, hatta atladım.
2008de Ispanya'da En Iyi Roman seçilmiş. Cok begenlenler var, yorumlari okurken beklemtim de yukselmisti. Mutlaka vardir bir hikmeti ancak ben kavrayamadım.
Antonija nikada nisu upoznali ljudi iz njegove izdavacke kuce. On je briljantni 35ogodisnji matematicar koji se nakon uboge saobracajne nesrece povukao u stan s pogledom na djenovsku luku i zapoceo rad na svom prvom romanu „Almodovarova teorema“.
Ovaj neveliki roman bremenit je osecajima, cudesnim metaforama. Ros veoma krhko uplice fantaziju (lik Pedra Almodovara je plod maste) i sopstveni usud u redove romana, toplo se obavija oko citaoca, poput dzempera od fine vune.
Lascivan, britak, besraman, vrletan, dubok, opscen, setan i ubog. Nakazan a cudesno lep.
Zena u romanu, Liza, nosi nepregledna prostranstva u sebi. Ona je zena koja prodaje svoje telo ali i teskobna seoska skolarka s jabukom.
Samo Almodovara mogu zamisliti kao rezisera filma o Lizinom i Antonijevom zivotu (motiv u romanu). Samo Almodovar gradi takve zenske likove, snazne, opskurne, izmestene iz zadanih okvira, lucidne, psihoticne, nervno rastrojene, zene koje u pink Sanel kostimima voze mopede i pucaju iz pistolja.
Dopadaju mi se poredjenja i opisi u kojima je matematika efektno sredstvo izrazaja.
„... Penje se uz stepenice laganim korakom, laganim poput broja 7.“
„Ponekad sanjam da miris neke zene koju sam mimoisao u mraku neke ulicice, postaje jednacina u prostoru, da prodire u moje srce.“
Posebno mi se dopada odsustvo smrti autora. Ros je kao moderni skriptor, radja se u isto vreme s knjigom. On nosi u sebi beskrajnu riznicu strasti, osecaja, cudi, i iz nje nedri pisanje.
Antoni je muskarac nevidljivog lica, pise kao glad utrobe, kao zudnja za matematickim skladom, uzdize se iz nemoci prkosom. Izgubljen u sedefnim vecerima, slusao je plac nakaza, postao britki pisac, plahi ratnik proklet zbog svoje grotesknosti. U krahu svemira, on je krajnji i odvazan.
I zaista, „u sredistu praznine, postoji jedna druga svetkovina.“
“Mahalledeki küçük sinema salonuna gitmiştik. Eski ama hala duruyor. Koltukları biraz göçmüş. Kahramanların yaşadığı aşkı tatmanın verdiği bütün o ümitlerin, korkuların, düşlerin çok eski kokusu. Hayatımızın en sonunda ihtişamlı olma arzusu. Bizi yok edecek olsa bile büyük bir tutkunun kendini göstermesi. Her büyük filmi seyrederken aldığımız risk budur. İçimize ya da hayatımızın hiçliğine akıttığımız gözyaşlarıyla karanlık salondan çıkarken artık aynı şekilde yürümüyor oluruz. Her büyük film bizi sendeletir.”
El descubrimiento de Antoni Casas Ros, como el de muchos de los nuevos autores que he encontrado a lo largo de estos últimos años, ha sido gracias a Goodreads. Sin embargo, este ha sido de los extraños, pues no he sido capaz de encontrar el libro ni en formato digital ni nuevo de ninguna forma, por lo que mucha gente se quedará sin leer la primera novela de este autor y, sin duda, es una lástima.
La historia, está a medio camino entre la autoficción y la pura imaginativa. Y esto solo lo puedo suponer, pues muy poco se conoce de Antoni, ni su cara es pública, por así decirlo. Y esto le da un plus. El imaginar si todo lo que cuenta el libro es cierto. Si realmente Lisa existe o, si acabó está novela en Mexico con ella y su ciervo.
Y en el fondo da exactamente igual que la historia sea cierta. Que el Antoni de la novela sea o no en realidad el autor o tan solo un personaje. El libro es alucinante. Tiene mucho poso. Y se ve desde la primera página lo muy cuidado que está en cuanto a estilo literario.
Ya digo: Hay que leer más a este autor francés, sí o sí.
A destacar: Lo mucho que me alucina que alguien en menos de 150 páginas pueda meter tanto contenido, pero está claro que cuando se tienen las herramientas adecuadas se puede y de sobra. Que no hay necesidad de venderme un tocho de 600 o 700 páginas para contarme una buena historia y derrochar un léxico y estilo literario sobresaliente a espuertas.
Vay arkadaş zihne bak, hayalgücüne ve içgörülerine sağlık Ros 🤍
Bir yandan aşırı beğendim: edebiyatıyla, kurgusuyla, tespitleriyle… harika! Öte yandan önermeye korkarım. Çünkü özellikle güzelliğe ve beğenilmeye dair hassasiyetleri olan kişiler için tetikleyici olabilir gibi hissediyorum. Bir de müstehcen ögelerden herkes hoşlanır mı bilemedim. Ben kesinlikle yazarın kullandığı tüm unsurlarla kurgusunu süslediğini düşünen taraftayım, ama işte bilemedim riskli geldi önermek…
Antoni Casas Ros gerçekten de bir kaza geçirip yüzünü kaybetmiş maalesef ve kitabını bu olayın etrafında kurgulamış. Güzelliğe dair, aşka dair, hayata ve kültüründeki problemli birtakım sosyolojik unsurlara dair müthiş şeyler söylemiş bize. Altını çizdikten sonra şöyle bir durup derin nefesler aldığım öyle çok cümlesi var ki. “Affetmek bazen affettiğine yakın olmayı kaldırmaz” cümlesi gibi. Ya da “Günümüzde bütün şiddet ve politik rezalet, kimsenin kimseye bakmamasından kaynaklanıyor. Mesafeler derinleşiyor, çatlaklar içine savaş ve yıkımın girdiği uçurumlara dönüşüyor.” cümleleri gibi. Ya da Almodovar Teoremi’nin ta kendisi gibi! O kadarını söylemeyeyim, okuyacaklara spoiler olmasın.
Çok güzeldi ya. Sevmek, aşk, her şeyi yumuşacık ve pırıl pırıl görmek demek sanki. Bunun yanında tam bir tezatlık gibi dursa da tüm o parlaklığı gerçekliği bozmadan eklemek görüntüye…