Giriş: Herkes ölüyor, kardeş bacı, sevgili aşık, arkadaş dost, sırdaş yoldaş, tanıdık uzak...herkes ölüyor. Benim de sıram geldi, şimdi sıra bende."
Küçük bir defterin ilk sayfasına, yatık bir el yazısıyla şülmüş, bu satırlar, hüzün dolu bu gecede, küçük bir çıranın solgun ışığında şimdi güçlükle seçiliyor. Bir hafta önce yazılmış bu sat dar; Cizira Botan Beyi Mir. Bedirhan'ın torunu, Emin Ali Bedirhan'ın oğlu Celadet Ali Bedirhan'ın son satırları.
Gece. Temmuz'un 22'si, yıl 1951. Kader Kuyusu romanını sarıp sarmalayan ilk satırların yazıldığı bu meşum gece, bütün ağırlığıyla hükmünü kurmuş. Sıcak; yapış yapış bir sıcak. Sürgün kenti, hüzün ve keder diyarı, Bedirhan sülalesinin mezarlığı, Celadet Ali Bedirhan'ın ölüm şahidi Şam kenti yorgun, uykuya yenik düşmüş. Ağır ve yorgun gece, Şam sakinlerini uykunun derin dalgalarının içine, gömmüş. Bir yıldız kümesi, yukarılarda, gökyüzünde, doğunun kendine özgü renkleriyle, sanki Şam kentinin uykusuna nöbet durmuş...
Mehmed Uzun (1953 – October 10, 2007) was a contemporary Zaza-Kurdish writer and novelist. He was born in Siverek, Şanlıurfa Province, Turkey. Although the Kurdish language was outlawed in Turkey from 1920 to 1990, he started to write in his mother tongue. As a writer, he achieved a great deal towards shaping a modern Kurdish literary language and reviving the Kurdish tradition of storytelling. From 1977 to 2005 he lived in exile in Sweden as a political refugee. During his time in Scandinavia, he became a prolific writer, author of a dozen Kurdish language novels and essays, which have made him a founding member of modern Kurdish literature in Kurmanji dialect. In June 2005 he returned to Istanbul, Turkey. He was a member of the PEN club and the Swedish writers association. On May 29, 2006, it was revealed that Uzun had been diagnosed with cancer.[1] Following treatment at the Karolinska University Hospital of Stockholm, in Sweden he returned to Diyarbakir, Turkey, where he died, aged 54. (Wikipedia)
Mehmed Uzun'un “Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık” isimli romanı, konusu, kurgusu ve üslubuyla beni çok etkilemişti ve yazarın tüm kitaplarını okumaya karar vermiştim. “Kader Kuyusu”, Uzun'dan okuduğum ikinci roman.
Kürt Milliyetçisi olarak anılan hukukçu, dil bilimci ve siyasetçi Celadet Ali Bedirhan'ın hayat hikâyesini anlatan Kader Kuyusu ondan kalan bazı fotoğraflardan yola çıkarak kurgulanmış. Mehmed Uzun yine, sadece insanların değil dil ve edebiyatın da hikâyesini yazmış. Hatta bu romanda fotoğraf sanatına da el atarak bir parça daha zenginleştirmiş yazdıklarını. Yani hem Kürt dil ve edebiyatının, hem fotoğraf sanatının hem de Bedirhan'ın hayat hikâyesini okuyorsunuz Kader Kuyusu'nda. Bir insanın hayat hikâyesini okurken dilin ve hafızanın o hikâyedeki yeri ve önemi üzerine düşünüyorsunuz. Sadece bir insanın hayat hikâyesini değil unutmanın, fotoğrafın, hatırlamanın, anıları dile dökerek yeniden kurgulamanın romanını da okuyorsunuz. Yazarın bu romanı nasıl yazdığına şahit oluyorsunuz. Okurken sizi tatlı tatlı saran hüznün aslında bu ailenin geçmişte yaşadığı derin acıya denk düştüğünü düşünüp biraz suçlu da hissediyorsunuz.
Toplamda 16 fotoğraf bulunuyor yazarın elinde ve her bir fotoğraf belli bir zamanın, mekanın, kişilerin ve olayların aktarılmasında çağrışım tetikleyicisi oluyor. Her bir fotoğraf bir bölüm yazdıracak kadar ilham kaynağı yazar için. Geçmiş bir zamanda ya da günümüzde yaşanmış herhangi bir olay ne kadar gerçekte olduğu gibi dile dökülebilir? Dilin ve hafızanın sınırı bu soru etrafında tartışılıyor romanda bana göre.
Romanda yıllar öncesinin Kadıköy, Moda ve Galata'sıyla karşılaşmak sürpriz oldu benim için. Bazı inceleme kitaplarında adına rastladığım ama hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğim Bedirhan'ın hikâyesinin İstanbul'da başlamasını beklemiyormuşum demek ki. Ahşap Galata köprüsü üzerinde gezinmek, Moda'dan deniz manzarası seyretmek eve tıkılıp kaldığımız şu günlerde acayip iyi geldi bana. Bugünler geçip oralara gidince aynı köprüyü ya da Moda çayırını bulamayacağımı biliyorum elbette ama oraların ruhunu yakalamam daha kolay olacak diye bir his doğuyor içime. Özellikle sabahın çok erken saatlerini seçersem, başarabilirim gibi geliyor. O günlerden geriye ne, ne kadar kaldıysa artık! :-( Mehmed Uzun ve Celadet Bedirhan aklımın bir köşesinde olacaktır bir müddet. Sonra, hafıza işte, bir yere kadar...Ama neyse ki, okuduğum kitapların düşündürdükleri ve hissettirdikleri ile ilgili az çok not tutmak da bazen hafıza tazeleme konusunda yardımcı oluyor bana. Hem, daha okumayı planladığım başka Mehmed Uzun romanları var. Yazarla ilgili hafızamı taze tutmamı sağlayacak başka romanlarla buluşmak fikri de iyi geliyor düşününce.
Kader Kuyusu’nu güzel kılan diğer bir özellik de yazarın, hayat hikâyesini yazdığı kişiyi de konuşturması. Yazarın aktardığı olaylar, kişiler ve aktarma biçimi konusunda sık sık yorumlar yapan Celadet Bedirhan kimi zaman düzeltiyor yazarı kimi zaman da tamamlıyor. Yazar tamamen Bedirhan'ın yerine mi koyuyor kendini o satırlarda yoksa bir anı defterinden ya da bir röportajdan alınmış ve Celadet Bey’in ağzından gerçekten çıkmış cümlelerden mi yola çıkıyor, merak ediyor insan. Tam bu noktada, yazarın roman boyunca romanın tüm unsurlarının rollerini belirginleştirip sınırları çizmeye mi çalıştığını soruyor insan. Romanın kendisi yani içeriği ve dili, hikâyesi anlatılan kişi ve okur açısından sınırlar demek istiyorum burada. O fotoğrafların gerçek olup olmadığını, Celadet Bey'in sarf ettiği cümlelerin bir şekilde gerçek olup olmadığını merak ediyorum yine de sınırlarını kabul etmek istemeyen bir okur olarak belki de. Elimde değil! :-) Eski Türkçe öğrenmeye çalıştığım şu günlerde, biraz arşiv tarayarak romanın hangi kısımları kurgu, hangi kısımları gerçek, peşine düşsem mi acaba diye aklımdan geçiriyorum.
Celadet Bedirhan'ın fotoğrafına bakıyorum da internetten, e hiç de anlatıldığı gibi yakışıklı görünmüyor bana. :-) Bu tür biyografik romanlarda fotoğraflara neden pek yer verilmediğini şimdi daha iyi anlıyorum böylece. :-)
Yazarın dil, edebiyat, roman konusunda mesele edindiği şeyleri bir de kullanılması yasaklı olduğu için unutulmaya, kaybolmaya yüz tutmuş, hafızasını kaybetmiş bir dille, Kürtçeyle ortaya koymaya çalıştığını düşününce Kader Kuyusu'nun nasıl birbirine başarılı bir şekilde geçirilmiş çok katmanlı ve çok kıymetli bir eser olduğunu görmek hiç zor olmuyor.
Kendisi de bir çeşit sürgün hayatı yaşamış olan yazarın, kendisi gibi Kürt dili ve edebiyatını yeniden yaratıp, geliştirmeye baş koymuş Bedirhan'nın duygularını bu kadar gerçekçi aktarmasına şaşırmıyor insan tabii.
Fotoğraf ilk kullanılmaya başladığı zamanlar ne kıymetli bir ölümsüzlük aracıymış diye düşünüyor insan. Şimdi sahip olduğumuz araçlar aklıma düşünce eski insanlardan daha şanslı olduğumuzu geçiriyorum içimden. Gelecek kuşakların da bizim için aynı şeyi düşünmeyeceğini kim söyleyebilir diye soruyorum. Yazar, zaman zaman fotoğraftaki kişinin ne düşündüğünü, kızgın mı ya da üzgün mü olduğunu çıkaramadığını söylüyor. Öyle anlarda, bir video kaydından bunları çıkarmanın çok daha kolay olduğu geliyor insanın aklına. Ama ya gelecekte, kaybettiklerimize sanal olarak sarılabileceğimiz yeni bir araç icat edilirse mesela? O zaman, video kayıtlarını şimdiki haliyle takan kaç kişi olur diye geçiriyorum içimden.
Resmi tarih anlatılarında Bedirhaniler’i İngiliz işbirlikçileri, kendi halkından kopuk refah içinde yaşayan Kürt aydınlar olarak okumuştum. Bu romanda hiç de öyle görünmüyorlar. Şimdi, Kürt, Türk her iki taraftan da bir şeyler okuduğuma göre geriye, resmi olmayan, tarafsız, güvenilebilir bir kaynaktan da bir şeyler okumak kalıyor. O kaynağı bulmak ne kadar kolay, bilemiyorum.
Özellikle başlangıç bölümüyle, kendi tarihi, Osmanlı'nın, İstanbul'un, Celadet Bey’in ve fotoğrafın tarihine karışan bu romanı çoook sevdim ben! Bakmayı ve görmeyi de anlatan bu roman sizi bir başka zamanda bir başka İstanbul'da yaşatmayı o kadar iyi başarıyor ki, atlamayın bence.
Uzun’un Kürt dili ve edebiyatı için neyi başarmaya çalıştığını görmek istiyorsanız aşağıdaki videolara da göz atabilirsiniz. Uzun belgesel ona layık bir güzellikte olmamış bence ama yine de seyretmeye değer. Ayrıca, hafıza ile ilgili bir şeyler okumak isterseniz Douwe Draaisma’dan “Unutmanın Kitabı: Rüyalarımızı Neden Hemen Unuturuz, Anılarımız Neden Sürekli Değişir?” başlıklı kitabı okumanızı tavsiye ederim.
" bîra qederê " pirtûkek giranbûha di wêjeyê kurdî de
bê guman ev pirtûk encama ked , xebat û lêkolînê gelekî berfireh ku nivîsker " mehmed uzun" gihiştiye .
bûyera ku bûye mijara vê romanê ji jiyana " celadet bedirxan " hatiye hunandin
ev roman behsa 16 fotograf dike , ji dema ku celadet bedirxan ji dayik bûye li nik bîra hewşa malê can û ruh lê vedgere ta mirina wî.
celadet bedirxan neviyê mîr bedirxan mîrê cizîra botan, danerê tîpên kurdî ku ew ji bilî zimanê xwe yê kurdî bi tirkî, fransizî, erebî, û elemanî diaxivî.
her sal di 15ê gulanê kurd bi cejna zimanê kurdî aheng dikin ji ber ku di sala 1932'an de kovara yekemîn bi zimanê kurdî celadet bedirxan çap kiribû bi navê "HAWAR" û ew di vê bûyerê dibêje
kovara min "HAWAR" bû stirîheke nû ya çavên neyaran. kurdan qîmeta kovarê fahm nekiribûn û nîvcahîlên ko li der û dora me bûn dev davêtinê
lê neyaran girîngiya wê baş fahm kiribûn .ew pê gelekî eciz bûn . kovarê dengê fetisî yê kurdî bilind dikir û di warê ziman û edeba kurdî de gavên nû pêwist û girîng davêtin.
celdet bedirxan ji bilî kovara hawar du pirtûk nivisîbû
pirtûka yekemîn be zimanê fransizî bû bi navê " la question kurde , ses origines et ses causes
pirtûka duyem nameyek dirêj ji serekê komara tirkiyê mistefa kemal paşa , celadet weha gotibû:
heke hûn dixwazin girêka kurdî çare ser bikin , hingî re heq û hiqûq e . ne kuştin , qedex kirin û înkar e.
celadet bedirxan di dawiya jiana xwe de di bîrekê de wefat kir lê di dîroka kurdî de têkoşîn û berhemên wî berdewam in
çûyin bê girîn û zehmet e mîna pelekî sivik ko ba ji darê diweşîne ez ê herim bê ax û zarîn bê şîn û girîn girîn û hêstir ji bona çi? ez ê herim! mîna ba û bablîsokê mîna ax û ronahiyê jîna min li kêleka bîrekê dest pê kiribû niha jî li kêleka bîreke di xelas dibû bîr bûbû qrdera min!
Oldukça hüzünlü bir hikayenin, ustalıkla anlatıldığı bir roman Kader Kuyusu... Arka planda hiç bitmeyen savaşların, ölümlerin yer aldığı bir hayatın öyküsü...
Çi tiştekî ku li ser Bedirxanîyan be, ew li cem min pîroze. Mamosteyê mezin Mehmed Uzun pir xweş nivîsîye. Lê di cihnan de ez dibêjim ku wî hinkî dirêj kirîye. Lê roman pir hêjayî xwendinê ye.
Çapa ku min jê xwendiye: Weşanên İthaki, 2019. Di vê pirtûkê de kêfa min ji du tiştan re gelek hatiye: Bikaranîna bêjeya “bîr”ê û awayê ku Celadet bi nivîskar re dipeyive. Di destpêkê de tişt, bi devê kesê sêyemîn tên gotin. Dûvre pûntoya nivîse diguhere û ji nişkê ve Celadet Bedirxan, bi devê kesê yekemîn dest bi peyvê dike. Ew bang nivîskar (Mehmed Uzun) dike. Dema nû dest bi peyvê dike jî dibêje “herwekî ku tu dizanî” (r. 23). Carinan gotinên Celadet û nivîskar ne li dijî hev in. Nexwe Celadet dibêje “bi gotina te” (r. 34) . Lê car caran Celadet û nivîskar li hev nakin. Nexwe Celadet şerm nake û dibêje “Na, ne welê ye” (r. 121)! Celadet ji nivîskar re dibêje “tu şaş î” û bi rastî çi bûbe ji me re dibêje. Gelo têkiliya Celadet û nivîskar çawa ye? Celadet bindestê nivîskar e an nivîskar bindestê Celadet e? An jî Celadet tenê alîkarekî nivîskar e? Di rûpela 76an de Celadet dest bi peyvê dike û dibêje: “Heke te îzîn hebe, bihêle, ez bi xwe behsa wê rojê bikim”. Çima Celadet ji nivîskar destûr dixwaze? Ma pêwîst e? Ma Celadet nikare bê destûra nivîskar bipeyive? Nexwe Celadet jî lehengekî aşopî (fictional) ye? Celadet û nivîskar bi hev re dipeyivin. Lê herdu jî dizanin ku ew di romanekê de ne. Carinan qala xwendekar jî dikin. Wan hay jê heye ku xwendevanek bi xêra romanekê wan guhdar dike. Lê ew ti car bi xwendevan fêm kirin nadin ka rewşa wan çi ye? Ew ji ku dipeyivin? Di kîjan demê xwe de ne? Sermeselê di rûpela 47an de Celadet dibêje “Ew havîna ku tu niha behs dikî, mîna xewnekê tê bîra min”. Mirov dixwaze bipirse: “Gelo tu îro çend salî ye ku ew havîna nayê bîra te?” Celadetê niha bi nivîskar re dipeyive çend salî ye? Hindik maye bimire an jixwe mirî ye? Piştî mirina xwe ew çawa vejiye û bi nivîskar re dipeyive? Bi rastî ev mesela “vejîn”ê di vê romanê de pirr girîng e. Ji ber ku ev roman bixwe dixwaze Celdat û jîyana Celadet bivejîne. Bêjeya “bîr”ê jî pêwendîdarê “vejîn”ê ye. Çima “Bîra Qederê”? Wekî ku di dawiya pirtûkê de Celadet dibêje: “Tu dizanî, gotina bîrê di zimanê kurdî de tê du maneyan; yek av û kahnî, dudo heş” (r. 391). Di bîrê de av heye. Lê ew av jiberxweve dernakeve. Divê mirov alavekê bişîne hundirê bîrê û bi alîkariya wê alavê avê jê bikişîne. Bîra mirov (hişê mirov) jî bi vî awayî ye. Bûyer, di bîra mirov de hatine veşartin. Ji bo ev bûyer bên bîra mirov, alavek pêwîst e. Ji wan alavan yek, ziman e. Roman jî bi vê sedemê hatiye nivîsîn. Roman, bi zimanê Kurdî, hinek tiştên ku hatiye serê Kurdekî tîne bîra xwendevan. Roman, mîna avkişandina ji bîrê, bûyeran dikişîne û tîne ber çavan. Bi rastî, ew wan bûyeran nîne ber çavan; lê tîne bîra mirov û di wir de dihêle. Tiştên ku bûyeran bîne ber çavan, fotograf in. Sedema ku ev roman ji fotografa pêk hatiye jî ev e. Fotograf jî alaveke ku bûyeran ji bîrê dikişîne ye.
Çeviri gayet başarılı. Uzun'un kalemi okuyucu bayıyor bazen. Zorlama bir eser gibi olmuş. Belki da daha doğal olmaya çalışsaydı, edebi yönü ağır bir eser yaratmak yerine tarihi belgelere dayanan, objektif bilgiler kullansaydı çok daha kaliteli bir eser okuyabilirdik. Uzun lafın kısası; fazla romantik, fazla duygusal, baydırıcı betimlemeler kaliteyi oldukça düşürmüş. Bütün bunları bir kenara bırakırsak Kader Kuyusu ve Mehmed Uzun'un diğer eserleri can çekişen Kürt dili için can suyu niteliğinde olup, ulusumuz için çok değerlidir.