"Adnan Bey'in sesinde gençliğinin hayıflanmış hatıralarına dönmek isteyen arzulu özleyiş vardı. Bahar sabahlarında kısrakları ovaya salan kahyanın cakalı yürüyüşünü hep hayranlıkla hissetmiş, bu kısrakların sırtında sınırsızlığın hazzını duymak istemişti. Beyaz kısrağın taze bir kız gibi ovada salındığını gözlerinin önüne getirdi. Bu kısrağın gözlerinde mor bakışlı şafakların billur kaselerini gördüğünü söylerdi.
(...)
Kısrakların zorla ahırlara konuluşunu hala içime sindirebilmiş değilim. Hürriyete susamış yelelerin nasıl savrulduğu gözlerimin önünden hiç gitmedi. Hürriyet tutkunluğumun ilk heyecanını o ovalarda şahlanan yorgun mayısın kısraklarından almıştım."
Yılmaz Karakoyunlu Yorgun Mayıs Kısrakları'nda Cumhuriyet'in kuruluş yıllarından 1960'a kadar uzanan bir dönemi romanlaştırmış. Olaylar gerçek... Karakayonlu'nun kıvrak anlatımıyla kaleme aldığı hüzünler, acılar, sevinçler de gerçek... Ya aşklar, aşklar da gerçek... Nazım Hikmet'in, Yahya Kemal'in, Adnan Menderes'in aşkları... Ve gerçek olan iki şey daha var: mahpusluklar ve idamlar...
Öğretmen bir anne ve avukat bir babanın oğlu olarak İstanbul’da doğan (1936) Yılmaz Karakoyunlu, liseyi Diyarbakır’da okudu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdikten sonra (1960) bir bankada müfettiş yardımcısı olarak çalışmaya başladı. 1963’te müfettiş oldu ve üç yıl sonra Devlet Planlama Teşkilatı’na girdi. Lisansüstü öğrenimi için ABD’ye gönderildi (1969), doktorasını İstanbul Üniversitesi’nde tamamladı. Sabancı Holding’de, Kanal D televizyonunda ve Tekstilbank’ta çalıştı. Daha sonra Anavatan Partisi’nden İstanbul milletvekili olarak TBMM’ye girdi. Tiyatro Yazarları Derneği üyesi olan Karakoyunlu, "Sabah" gazetesinde köşe yazıları da yazdı. İlk romanı "Salkım Hanım'ın Taneleri"nde İkinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul’daki ticaret sermayesinin el değiştirmesini ve bu süreçteki ahlakî ve kültürel yozlaşma ile Varlık Vergisi uygulamalarıyla güç duruma düşen azınlıkların dramını işledi. "Üç Aliler Divanı", Atatürk’e yapılan suikastı ve Cumhuriyet'in kurucu kadrolarıyla İttihatçılar arasındaki hesaplaşmayı, "Güz Sancısı"nda ise İstanbul’da 1955 yılında yaşanan 6-7 Eylül Olayları’nı romanlaştırdı.
Üçüncü kez elime aldım bitirmek niyeti ile ve büyük bir hayal kırıklığı ile sonlandı. Kitapta vaat edildiği gibi Nazım ve Yahya Kemal'e dair dişe dokunur hiçbir şey yok. Nereden çıktığımı bilmediğim, ve gidişatla bağlantısını kuramadığım karakterler, ilk kısımdaki aşırı abartılı betimlemeler, cinsiyetçi dil ve anlatım... Sadece Adnan Menderes'i anlatma hedefi ile yola çıksaydı en azından orta şekerli bir Demokrat Parti güzellemesi olarak kalırdı ama, çoğu yerde zorlama buldum.
Yine de Demokrat Parti yıllarında siyasetin yapılışı, parti içi diyaloglar konusunda; dönemin panaroması hakkında zihninde halihazırda bir resim olanlar için, boşlukları doldurabilir nitelikte.
Yakın tarihimizin önemli siyasi ve edebi karakterlerinden üçünün hikayelerini güzel bir kurgu ile ilintileyecek sürükleyici ve güzel bir romana imza atmış Karakoyunlu. Menderes, Yahya Kemal ve Nazım Hikmet’in yaşamlarından kesitlere şahit olurken sevinçleri ve üzüntülerine de ortak oluyorsunuz. Tarihi tahlil imkanı da bularak günümüzde yaşadıklarımızı anlamlandırabiliyorsunuz.
Büyük hayal kırıklığı. Aradığınız ağdalı tasvirlerden uzak, iyi anlatımlı, sürükleyici bir kitapsa tavsiye etmem. Nazim'in fikirlerinden değil sadece kadınlarından bahsedilirken Adnan Menderes ilah mertebesine yükseltiliyor. İmla hataları (hücra köy!?!), zorlayıcı tasvirler (bu hayal iri bir mangalın korlari altinda kızdırılmış demir gibi sariyordu), özne yüklem uyumsuzlukları... Kitabin bana en büyük katkısı Zurcher'in Türkiye kitabındaki ilgili bolumu tekrar okumami sağlamış olması...
osmanlının nın külleri arasından taş taş örülerek inşa edilen cumhuriyetin başlangıcından itibaren geçirdiği merhaleleri, çok partili rejime geçişin sancılarını, üç isim altında romanlaştıran muhteşem eser