Karlı bir kış günü, Ankara'dan İstanbul’a giden bir trenin yemek vagonu. Birbirini tanımayan üç kişi; bankacı Ersin, radyo programcısı Selda ve yemekli vagonun garsonu Bünyamin. Kapak Kızı, işte bu üç kişinin romanı. Ama aynı zamanda orada olmayan bir başkasının; bir dergide çıplak fotoğrafları yayınlanan Ayın Kızı Şebnem’in. Trenin saatlerce yolda kaldığı, bir yolcunun öldüğü bu uzun yolculukta, roman kahramanları, birbirleriyle, Şebnem'in fotoğrafları aracılığıyla yüzleşirler. Ancak bu zihinsel yüzleşme giderek kimin kimi yargıladığı belli olmayan bir hesaplaşmaya dönüşür. Ayfer Tunç, ilk kez 1992 yılında yayınladığı Kapak Kızı'nı 'zemin aynı zemin, inşa aynı inşa' olmak kaydıyla yeniden yazdı. Roman, bedensel çıplaklığı, kahramanlarını farklı nedenlerle sarsan bir travma olarak ele alıyor. Aile, hayat, aşk, kıskançlık, güzellik ve ahlak kavramlarını, alışılmış yorumların tuzağına düşmeden işliyor. Bunaltıdan ikiyüzlülüğe, anıların masumiyetinden yaşamın gerçeklerine uzanan soruların kuşattığı bu roman, aslında bütün soruları içeren tek bir soru soruyor: Kim daha çıplak?
Erenköy Kız Lisesi'nin ardından İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Üniversite yıllarında çeşitli edebiyat ve kültür dergilerine yazılar yazmaya başladı. Edebiyat üzerine ilk yazılarını 1983 yılından itibaren çeşitli dergilerde yayımladı. 1989 yılında gazeteciliğe başladı. Sokak dergisinde, Güneş ve Yeni Yüzyıl gazetelerinde çalıştı. 1989 yılında "Saklı" başlıklı öyküsüyle Cumhuriyet gazetesinin verdiği Yunus Nadi Öykü Ödülü'nü kazandı. 1999-2004 yılları arasında Yapı Kredi Yayınları'nda yayın yönetmeni olarak çalıştı. 2001 yılında yayımlanan Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek başlıklı yapıtı, 2003 yılında altı Balkan ülkesinin katılımıyla düzenlenen Balkanika Ödülü'nü kazandı ve altı Balkan diline çevrilmesine karar verildi. 2003 yılında Sait Faik'in öykülerinden hareketle yazdığı Havada Bulut başlıklı senaryosu filme çekildi ve TRT'de gösterildi. Aliye ve Binbir Gece dizilerinin senaryo ekibinde yer aldı.
Eserleri
* 1989 - Saklı, Cem Yayınları, 1989, Öykü * 1992 - Kapak Kızı, Simavi Yayınları, 1992, Roman * 1995 - İkiyüzlü Cinsellik, Altın Kitaplar, 1995, Araştırma (Oya Ayman ile) * 1996 - Mağara Arkadaşları, Yapı Kredi Yayınları, 1996, Öykü (ISBN 978-975-3635-16-5) * 2000 - Aziz Bey Hadisesi, Yapı Kredi Yayınları, 2002, Öykü (ISBN 978-975-3635-68-4) * 2001 - Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek, Yapı Kredi Yayınları, 2004, Yaşantı (ISBN 978-975-0806-63-8) * 2003 - Taş - Kağıt - Makas, Yapı Kredi Yayınları, 2004, Öykü (ISBN 978-975-0806-85-8) * 2006 - Evvelotel, Can Yayınları, 2006, Öykü (ISBN 978-975-0706-30-1) * 2007 - Ömür Diyorlar Buna, Can Yayınları, 2007, Yaşam Dizisi (ISBN 978-975-0707-77-3) * 2009 - Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi, Can Yayınları, 2009, Roman Dizisi (ISBN 978-975-0710-24-7) * 2010 - Yeşil Peri Gecesi, Can Yayınları, 2010, Roman Dizisi (ISBN 978-975-0712-18-0) * 2011 - Suzan Defter, Can Yayınları, 2011, Roman Dizisi (ISBN 978-975-0712-97-5) * 2014 - Dünya Ağrısı, Can Yayınları, 2014, Roman Dizisi (ISBN 978-975-0719-28-8) * 2018 - Âşıklar Delidir ya da Yazı Tura, Can Yayınları, 2018, Roman Dizisi (ISBN 978-975-0736-80-3) * 2020 - Osman, Can Yayınları, 2020, Roman (ISBN 978-975-0745-52-2)
Senaryo Düş, Gerçek, Bir de Sinema (1995) Usta (2008) 72. Koğuş (2011)
Ankara’dan İstanbul’a giden bir trenin yemekli vagonunda, hayatları bir dergi kapağının ekseninde kesişen üç yabancının aile, özgürlük, zaman ve duvarlara-bağlara dair iç sorgulamalarının, yüzleşmelerinin toplamı kitap. Açıkcası en başında hikayeye dahil olmakta zorlandım, biraz mesafeli-soğuk bir yanı vardı ancak ilerledikçe, hiçbir şekilde kendisiyle karşılaşmasak da hikayenin merkezinde oturan “kapak kızı”nın hikayesi okurunu çekmeye başlıyor. Ütopik tarzdaki rastlantılar sizi çok rahatsız etmiyorsa; Selda’nın kabuğunu kırıp atmayı isteyip, Ersin’in egosunu ve manasızlığını sorgulayarak, keyifle okuyabileceğiniz kitaplardan. Bir de evet ben de Osman’ı çok merak edip serinin başına dönüp gelenlerdenim, sırada Yeşil Peri Gecesi var. Son olarak, bir zamanlar o yemekli vagonlarda tren yolculuklarını yapmışlar için güzel bir nostalji ve özlem sebebi.
Kapak Kızı aslında Yeşil Peri Gecesi'ni yazmak için artçı kitap gibi biraz. Yeşil Peri Gecesi'ni okumayacaksanız bu kitabı tek başına okumak çok anlamlı değil. Kitap tek başına güzel ama Yeşil Peri Gecesi her şeyi tamamlıyor.
Kapak Kızı'nı okurken Şebnem'i trajik bir olay sonucu darmadağın olan hayatı yüzünden çevresinden intikam almak isteyen sıradan bir kadın olarak düşünmüştüm. Yeşil Peri Gecesi'nde hayatımda okuduğum içgörüsü, farkındalığı en yüksek karakter olarak karşıma çıktı.
Her iki kitap da kurgu ve yazınsal olarak çok iyi. Ayfer Tunç Türk edebiyatının en önemli yazarlarından biri kanımca. Karşılıklı oturup muhabbet edeceksin ertesi gün de öleceksin deseler kabul ederim, öyle seviyorum kendisini.
Her iki kitap da inanılmaz güzel, etkiyi pekiştirmek için önce Kapak Kızı'nı sonra Yeşil Peri Gecesi'ni okuyun.
Ayfer Tunç'un 1992'de yayınladığı, ancak 2004'de yeniden yazdığı ilk romanı Kapak Kızı, daha sonra yolları bir şekilde kesişen üç karakterin hayatlarını, karlı bir gecedeki bir tren yolculuğu fonunda ve herzamanki etkileyici üslubuyla anlatıyor. Kitabın ana teması yaşama cesareti. Risk almayıp güvenli ama sıradan, mutluluk getirmeyen, tutkusuz bir hayatı tercih eden karakterlerin, kendilerinden çok farklı bir yol seçen kapak kızının da bunu yüzlerine çarpmasıyla zayıflıklarını idrak edip, yaptıkları tercih altında ezilmeleri, yazarın deyimiyle hayat tembeli olan, hayatları hayallerini bastıran kişilerin dramı anlatılan. Burada ikincil karakter olan kapak kızının hikayesinin anlatıldığını ve bu romanı tamamlayıcı nitelikte olduğunu anladığım Yeşil Peri Gecesi'ni de ilk fırsatta okumak isterim.
Her ne kadar yeniden yazmış olsa da Yazar'ın yetkin dönemlerinde yazdıklarını bilince, yok aynı tadı vermiyor. Hatta okuma sürecimde 3 yıldızlık diye düşünerek okudum ama Ayfer Tunç işte yetkin olsa da olmasa da vazgeçilmez. Dünya Ağrısı, Aşıklar Delidir gibi metinleri yazmış birinden beklentiyle okuyunca gerçekten sönük kalıyor.
Ama Osman'ı okumak heyecanıyla Yeşil Peri Gecesi'ne koşarak geçiyorum :)
Ayfer Tunç’tan okuduğum 5’inci kitap oldu ‘Kapak Kızı’. Karakter çözümlemesini başarılı, olay örgüsünü biraz zayıf buldum. Elimdeki 7. baskının arka kapağında tren yolculuğunun İstanbul’dan Ankara’ya yapıldığının yazılmış olması ise 260 sayfa boyunca kendimden şüphe ettirdi. ‘Kapak Kızı’ en az sevdiğim Ayfer Tunç kitabı olsa da yazarın tüm kitaplarında olduğu gibi yine elimden bırakamadım, bir solukta okudum. Aşırı akıcıydı. Şebnem’in ‘Yeşil Peri Gecesi’ndeki hikâyesini çoookça merak ediyorum.
Birtakım hayatlar için zihnimizde kalıplaşmış birtakım fikirler var. Şu şöyledir, bu böyledir çünkü biz öyle inanırız toplum öyle inanır. Bir durup bakana kadar da birtakım yargılarımızın ne kadar “benmerkezci” olduğunu görmeyiz. Kapak Kızı’nda bu önyargılarımızın benmerkezci oluşu ele alınmış. Muhteşem edebi üslubuyla da bize sunulmuş.
Birtakım tabuları yıkmayı hepimiz istiyoruz, hepimiz korkuyoruz, yıkınca da hepimiz rahatlıyoruz. Ne tuhaf değil mi?
Okuduğum ilk Ayfer Tunç kitabı. Kesinlikle ilk ve tek olarak kalmayacak. Bu kitap bir üçlemenin ilk kitabıymış sanırım. Diğerlerini okumayı sabırsızlıkla bekliyorum. Kurgunun, edebi dilin ve bakış açısının kalitesi kitabı tam bir şölen haline getirmiş.
"Kapak Kızı" yaşamaktan korkmak üzerine yazılmış güçlü bir metin. Üç ana karakteri de cesaret etmek/doğru olanı yapmak / arzusunu yaşamak konularında kafaları karışık karakterler. İçlerinden geleni yaşamak ile "etraftan nasıl görünür/algılanır" kaygısıyla yaşamak arasındaki dağlar gibi farka dikkat çekiyor ve karakterlerin özellikle iki tanesini çarpıcı bir "üçüncü perde"de çarpıştırıyor roman. Bir yan tema olarak "kadının güzelliği"nin avantajının yanısıra sosyal yapı içinde oluşturduğu dezavantaja da değiniyor. Şebnem'in güzelliği tıpkı Yeşil Peri Gecesi"nde daha etraflıca anlatıldığı gibi sadece başkaları için bir yüzleşme değildir, bizzat kendisi için de adeta 'harcanarak' tüketilmesi gereken bir lanettir. Toplumun erkek ya da kadın farketmeyen bireylerinin riyakarlığına değinen ve bunu bir anne-kızın güzelliğiyle başlayarak anlatan roman bazen akrabalık ilişkilerinde biraz fazla laf kalabalığı yapıyor gibi dursa da oldukça akıcı. Ben devam kitapları olan Yeşil Peri Gecesi ve Osman'dan sonra okuduğum için bir tekrar duygusu yaşadım ama yazıldığı sırayla okunduğunda bu anlamda bu kısımlar daha engebesiz algılanabilir. Ayfer Tunç'un 2004'te tekrar üzerinden geçtiği metni okuduğumu da belirtmeliyim. O zaman şu cümleyi de rahatça kurabilirim artık: Tunç' un bu üçlemesi bence 2000'lerin Türkiye edebiyatının en güçlü eserlerinden birini oluşturuyor.
Bir yazarın kitaplarını sırayla okumaya başlayınca temalarını anlamaya başlıyorsunuz. İlk kitap olarak kurgusu, konuyu dağıtması ve sonra toparlaması ilgiyi ayakta tutuyor. Bazı yönleriyle darmadağın sonlara doğru ise iyi bir kapanış yaptığını düşünüyorum. Dağınık karakterleri bir arada tutmak için mekan seçimi(Trendeki Yabancılar) ekonomik olmuş, konuyu dağıtmamış ve bu sahnelerde diyaloğa yaslanmış. Özellikle son sayfalardaki karakterlerin çözülüşü çok iyiydi. İçinde en sevdiğim karakterler Bünyamin ve Cennet'ti. Bünyamin'in iş arkadaşlarıyla olan atışmaları, çekişmeleri akıcı bölümlerdi ama kitabın ana karakterleri Ersin, Selda ve Şebnem'in hikayesiyle bir bağı yoktu. Orhan Kemal karakterleri gibi kitaptan bağımsız okudum. Bu karakterler sonlara doğru belirsizleşti. Yazılacak çok şey var ama Tunç'un kadın karakterleri, erkek karakterlere göre iki boyutlu kalıyor. Erkekler terapi görürken kadınlar dinleyen, izleyen ya da kayıplara karışan yardımcı oyuncular olarak hayatına devam ediyor. ''Pervasız'' Şebnem mesela, Kapak kızı olarak kaldı kitapta. Yeşil Peri Gecesi'nde daha detaylı anlatılmış sanırım.
‘Yazarlar sıradan sandığımız insanları evirip çevirirler, başka bir gözle bakarak onlardan yeni insanlar yaratırlar. Bu yeni gözle biçimlenmiş insanlar, artık bizim için sıradan değildirler, birer kahramandırlar. Gerçek hayatta da gizli bir elin onları alıp yeniden biçimlendirmesini isteriz. Bir el, deriz, bizi de biçimlese, biz de kendi hayatımızın kahramanı olsak. O el, kendi elimizdir oysa’ . Bir derginin kapak fotoğrafına baktığınızda sadece fotoğrafı değil; ötesini de gördüğünüzü düşünün. O fotoğrafın öznesini, çekim aşamalarını, ışığı, gölgeyi. Bu ay kapakta Şebnem var. Şebnem çok güzel. Öyle güzel ki, ona bakmak canımızı yakıyor.. Fotoğrafa her bakan başka bir şey hissediyor. Sanat eseriymişçesine. Kiminin geçmişinin yaralarını kanatıyor Şebnem kiminin korkakça yaşamasını yüzüne vuruyor. Şebnem bizim vicdanımız, sesini duymaya çalıştıkça sesi açmaktan ziyade kıstığımız. Şebnem tam da bizim gözlerimizin önünde ama aranıp duruyoruz onu.. . Suzan Defter ile tanıdığım Ayfer Tunç’un kalemine, yazarın üçlemesi ile devam etmek istedim. Sanıyorum ki iyi de yaptım! . Kapak Kızı’nda tesadüfler bir araya gelip; bir tren yolculuğuna çıkıyor sanki. Sonraki durağım Yeşil Peri Gecesi. Aklımda cevaplanmamış sorular ve Şebnem var. Aklımdaki Şebnem, bir okulun bahçesinde kitap okuyor.. . Utku Lomlu kapak tasarımıyla ~
Osman’ı ve Yeşil Peri Gecesi’ni okumak için Kapak Kızı’ndan başlamalıydım. Ve bu kitap Ayfer Tunç’un ‘en iyi’ lerinden birisi değildi... bu bilgiler ile okumaya niyet ettiysem de kızımın bana hediyesi olan bu kitabı çok sevdim.
Ahlaki değerlerin aile kavramı içerisinde nasıl ikiyüzlü bir hale geldiğini içiçe geçmiş insan hikayelerinin ortak noktası ‘Kapak Kızı Şebnem’ ile vurucu bir şekilde anlatıyor kitap.
“...şimdi anne babasının sevgisiyle sarıp sarmalandığını sandığı evin şaşmayan bir saatten, bir içtima alanından, işe yaramayan bir dizi güvenlik uyarısından ibaret olduğunu görüyor; musibetsiz nasihatlerle donanmış kişiliğinin hayatın karşısında aciz kaldığını anlıyordu.”
“...sizi kendine ne yaptığı değil, asıl size ne yaptığı sarsmış galiba.”
İyi ki Ayfer Tunç'un ilk okuduğum romanı değildi. Yoksa diğerlerini okumak için isteğim olmazdı ve çok şey kaçırırdım. Ben önce Yeşil Peri Gecesini okudum çok çok sevdim, konusunu, kurgusunu, dilini her şeyini. Sonra Bir Deliler Evi, Dünya Ağrısı, Aşıklar Delidir. Hepsini de çok sevdim. Kapak Kızı'nı da seveceğimden emindim ama bir şekilde içine giremedim ve zar zor bitirdim. Okumasam da olurmuş diyebilirim.
Bu kitapta Şebnem'i ancak diğerlerinin gözünden, yani ucundan kıyısından tanımaya çalışıyoruz. Tanımadığınız biri hakkında 200 sayfa atılıp tutulunca da haliyle ortada bir gizem oluşuyor. Bu gizemi oluşturması açısından başarılı bir giriş kitabı olarak gördüm.
Uzun süredir çeviri eserler okuduğum için olsa gerek, yazarın diline alışmam biraz zaman aldı. Ancak alıştıktan sonra romandan büyük keyif aldım.
Birçok Ayfer Tunç severi kızdıracak belki söyleyeceklerim ama gerçekten ikna olmadım ben bu kitaba.
Öncelikle bir trende, hatta tek bir vagonda geçmesine rağmen, etrafın nasıl gözüktüğünü yeterince sindiremedim. Anladığım kadarıyla Ayfer Tunç çevre, ortam, etraf tasvirlerindense kişi tasvirlerinde kuvvetli bulunuyor ama bu kadar küçük bir ortamı, üstelik bizim kuşağın kaçırdığı bu ortamı okuyarak deneyimleyebilmek isterdim. Hani bir de gece, dışarıda kardan başka gözüken bir şey yokken bu küçücük yemekli vagonun da "kitabın bir karakteri" olmasını bekledim.
İkinci konu Selda ve Ersin'in karşılaşmalarının yeterince inandırıcı olmaması. Hadi bu karşılaşma oldu (Ersin iş için Ankara'daydı tamam, Selda'nın Ankara treninde ne işi var?), ama karşılaşmanın en önemli diyaloğu olan ikisinin de Şebnem'i tanıdıklarını keşfetme anı atlanmış. Tam da orayı okumak isterdim. Madem diyaloglara ve kişi tasvirlerine odaklanılmış, bu kısmın pas geçilmesi büyük eksik benim gözümde. Selda ve Ersin'in iki yabancının derin sohbetlerini de yakalayamadığını düşünüyorum açıkçası. Yapay bir melankoli tadı aldım okurken.
Seriyi ve diğer Ayfer Tunç kitaplarını okumaya devam edeceğim. Yapay melankoli diye bahsettiğim kısmı Dünya Ağrısı'nda da almıştım. Umarım diğer kitaplarda olmaz bu.
Çok kalabalık, çok sesli bir roman...Bu açıdan hoşuma gitti. Üç kişinin iç sesini bölümler itibariyle duyuyoruz ancak aile, akrabalık, arkadaşlık ilişkileri yoluyla pek çok yan karakter de dahil olmuş romana.
Porno bir dergi kapağında fotoğrafları yayınlanan Şebnem, yıllar öncesinden çıkıp gelerek kahramanlarımıza kendi hayatlarını sorgulatır. Selda ve Ersin kendi hayat yollarını, korunaklı küçük burjuva aile bağları sonucu şekillendirdiklerini, bir türlü kalıplarını yırtmaya, gerçek anlamda yaşamaya cesaret edemediklerini birbirlerine itiraf ediyorlar. Şebnem'in yaptığı şeyin anlamı Ersin ve Selda için aynı değil. Selda'nın çıkarımı belki biraz daha yakın olabilir. Çünkü o da Şebnem gibi ataerkil toplum bağnazlığına az çok maruz kalmış bir kadın.
Şebnem'in niye o pozları verdiğini, kimden yada neden intikam aldığını Yeşil Peri Gecesi'nde okuyacağım. Merak ediyorum. Bu noktada Şebnem'in hayatının da tam anlamıyla kendi seçimi olmadığı, Selda'nın aile ortamında büyümüş olsaydı asla o pozları vermeyeceği gibi bir çıkarım yapabilirim.
"Cesaretle yaşamak, acıyı göze almak, riski göğüslemek" gibi klişe sözler roman kahramanlarına doğrudan söyletildiğinde aydınlanma hissi yaratmıyor. Okuma sürecinde bu his çok değerli oysa.
bazi yazarlar vardir cok sevilir sevdikleriniz de sever cok kiymetlidirler ve kiymetlilerinizden referans alirsiniz onlar hakkinda. okumak istersiniz dahasi onlari sevmek cok begenmek istersiniz. benim icin de ayfer tunc oyle-oyleydi. ama ne yazik ki ilk ayfer tunc okumam olan kapak kizi’nda resmen tepe taklak cakildim. begenmeyi cok isterdim ama ne yazik ki hic ama hic keyif almadim. kitapla verilmek istenen mesaj guzeldi fakat anlatim sekli kurgusu karakter ve olay orgusu beni hic cezbetmedi. cok üzgünüm ama buyuk umit ve heveslerle basladigim kapak kizi ne yazik ki zor bela, ite kaka, hic keyif almadan bitirebildigim bir kitap oldu. ama fakat lakin! ayfer tuncla sansimi tekrar denemek, tekrar okumak istiyorum elbette. sadece bir muddet yanasmaya cesaret edebilecegimi sanmıyorum. cunku kapak kizi beni resmen sinadi. 🙊
İliklerimize işlemiş olan, hayatımızdan ilişkilerimize her adımda bize yön veren toplumsal ve ailevi dayatmalara, ahlaksız ahlakımıza Şebnem'in attığı bir tokattı Kapak Kızı benim için..
insana dedikoduya ne kadar meraklı olduğunu kanıtlayan bir kitap. karakterlerin yaşamlarının detaylarından önce sadece birkaç kelimeyle bahsedip "acaba öğrenebilecek miyiz?" sorusunu sorduruyor, sonra da tüm olan biteni anlatıyor. her anlatıda okura haddini aştırıyor. karakter çözümlemeleri çok başarılı. bireyleri olduğumuz toplumun ve ailelerin yapısını, yargılarımızı yapılandırmasını, bunları sorgulamadan nasıl yaşadığımızı açık açık gösteriyor.
"Yağmur kasvet, kar sevinçti. Yağmurun dinişi güzeldi, karın yağışı. Kar varlığındaki mutluluğu evlere taşıyor, sobaları harlandırıyordu sanki". s. 22
"Ersin küçük şehirlerde yaşayan yabancıların mutlu olduklarını söylemelerine, böyle bir küçük şehre yerleşmeyi hararetle tavsiye etmelerine dayanamıyordu artık. Kendini orada yaşayanların yeni koydu, boğulacakmış gibi oldu. Nasıl mutlu olabildiklerini sordu kendine.
Hayattan bekledikleri çok sıradan şeylerse, haklı olabilirlerdi. Güzel bir lojmanda oturulurdu, evlenilirdi, çoluk çocuk sahibi olunurdu, iyi para kazanılırdı, ara sıra güzelliğinin ünü çabuk yayılan bir kadın geldiğinde, şehrin dışındaki pavyonlara, erkek âlemlerine gidilirdi. Şehrin göbeğinde bir ev yaptırılır ve herhalde mutlu olunurdu. Hayattan beklenen bundan ibaretse küçük şehirlerden uygunu bulunamazdı, doğru". s. 24
"Zaman geçtikçe hayat hayali bastırıyordu". s. 167
Kar, Ankara-İstanbul treni, bu trenin lokantasında görevli Bünyamin, yolculardan istifa etmeyi düşünen banka müfettişi, radyo programcısı Selda ve bu birbiriyle alakası olmayan üç kişi arasında karlı bir günde bir trende bir alaka kurduran bir erotik derginin "kapak kızı" Şebnem...
“Yazarlar sıradan sandığımız insanları evirip çevirirler, başka bir gözle bakarak onlardan yeni insanlar yaratırlar. Bu yeni gözle biçimlenmiş insanlar, artık bizim için sıradan değildirler, birer kahramandırlar. Gerçek hayatta da gizli bir elin onları alıp yeniden biçimlemesini isteriz. Bir el, deriz, bizi de biçimlese, biz de kendi hayatımızın kahramanı olsak. O el kendi elimizdir oysa” diyor Ayfer Tunç bu kitapta. Durum tam da bu. Belki de en ilginç karakter Şebnem; ancak onu da "sıradan" diyebileceğimiz insanların gözünden okuyabiliyoruz. Ayfer Tunç, bu sıradan karakterleri öyle bir biçimliyor ki kitabı elinizden düşüremiyorsunuz. Ben kitabın bir kısmını Eskişehir-Ankara treninde okudum, bu daha da mı keyif verdi bilmiyorum; ancak son birkaç ay içinde en keyif alarak okuduğum romandı. Bu romanın bir de ilginç bulduğum bir yanı var. Ayfer Tunç, ilk kez 1992 yılında yayımladığı bu romanı 2004 yılında "yeniden yazarak" yayımlamış. Sanırım ilk defa "yeniden yazılmış" bir roman okudum ve ilk haliyle mevcut hali arasında nasıl bir fark olduğunu çok merak ediyorum. Günün birinde bir sahafta ilk versiyonuna rastlarsam mutlaka onu da okumayı düşünüyorum; ama o zamana kadar sırada Yeşil Peri Gecesi ve diğer Ayfer Tunç romanları var.
Sanki bir şeyler eksik gibiydi, bilemiyorum. Sürekli her an konuya giricekmiş gibi hissettim ama sonra bir baktım kitap bitmiş. Ee ne anlattı? Bölük pörçük bir şeyler. Acaba bu kitapla başlamakla hata mı ettim, bilemedim... Ama yine de kitabı sevmedim demiyorum anlatılmak istenilen güzeldi. Fakat dediğim gibi bir şeyler eksikti. Sanırım Yeşil Peri Gecesi'ni okuyunca daha anlamlı olucak her şey ve yerine oturucak. Zaten yazardan vazgeçmeye asla niyetim yok. Diğer kitaplarını daha çok merak ediyordum aslında (bknz; yeşil peri gecesi, bir deliler evinin yalan yanlış anlatılan kısa tarihi) ama Yeşil Peri Gecesi ve kapak kızının bağlantılı kitaplar olduğunu öğrenince ve ilk Kapak Kızı'nı okumak daha iyi dendiğini görünce hemen bu kitaba koştum. Aradan biraz zaman geçsin devam edeceğim Ayfer Tunç'a. 😇😇
Romanı okurken metinde adını koyamadığım bir gariplik hissettim. Roman bittikten sonra Ayfer Tunç'un yazısı karşıma çıkınca anlam kazandı hissiyatım. Kelimeleri, cümleleri fazla hesaplı kitaplı bulmuş ya da hissetmiştim. Meğer 2004 yılında elden geçirmiş metni yazar. Bu dokunuş, metnin orijinal halini bilmesem de bana olumlu yansımadı. Ama bu romanı beğenmediğim anlamına gelmiyor. Akıcı, bazı yönlerden ilgi çekici bir roman. Lâkin metne dokunulduğu hissiyatı kadar hikâyede bir şeylerin eksik kaldığı duygusu da oluştu bende. Üçlemenin ikinci kitabıyla devam edeceğim. Belki düşüncem değişir. Değişir dediğim, Kapak Kızı daha güçlü bir roman olarak yerleşir zihnime belki. Romanda takıldığım bir şey de yemekli vagonun geçen saatler ve değişen şartlarda farklılaşması gereken atmosferinin çok güçlü yansıtılamamış olması. Ersin ve Selda kadehleri devirdikçe cümlelerinde ve vücut dillerinde de değişimi görmemiz gerekirdi diye düşünüyorum. Bunu da yeterince güçlü hissedemedim. İkinci ve üçüncü kitabı okuduktan sonra bu yoruma eklemeler yapabilirim. Şimdilik benim için Tunç'un en güçlü metinlerinden biri değil.
Ayfer Tunç, karakter yazmada usta gerçekten. Karakterleri birbirlerine bağlamada ve duygularını aktarmada çok başarılı. Bir Deliler Evi'ndeki kadar çok karakter olmasa da yine de o iç içe geçmiş karakter yumağını görüyoruz. Bu yumağın çözüldüğü yer ise bir tren yolculuğu ve 'Kapak Kızı Şebnem'. Trenlerde geçen kitapları, filmleri oldum olası sevmişimdir. Selda ile Ersin'in trendeki diyaloglarını, kendileriyle yüzleştikleri kısımları çok beğendim.
Şebnem'in başka hayatları nasıl etkilediğini gördük kitap boyunca. Şebnem'in asıl hikayesini çook merak ediyorum. Şimdi sırada Yeşil Peri Gecesi :)
"Bazen okuduğu romanda, hikâyede yer alan önemsiz bir kişiye takılırdı. Takıldığı kişinin metne girme nedeninin bir tek cümleden ibaret olduğunu görür, herkesin hayatının doğru söylenmiş bir cümleye sığabileceğini düşünürdü."
Her şeyi tersten yapan insan olarak, önce Yeşil Peri Gecesi'ni okuyup, onu çok beğenince, bu kitabı okudum. Keşke ilk bunu okusaymışım, baştan onu belirteyim ^^
Kitap akıcı, sorgulayıcı, yalın ve güzel bir dile sahip. Yolu hem bir trende hem de bir insanda kesişen bir kadın ve bir erkeğin tren yolculuğunu anlatıyor. Bir solukta okuyuveriyor insan.
Sonra da, kendi güven alanını, konforunu, nelere cesaret ettiğini ve ne konuda tembellik ettiğini düşünüyor bir süre.
Belki sizler de hatırlarsınız veya belki yaşınız küçüktür hatırlamak için. Eskiden (belki hala vardır bilemiyorum ki) büfelerde bazı gazeteler satılırdı. Bu gazetelerin kapaklarında birbirinden güzel kadınlar olurdu. Bazen çıplak bazen de yarı çıplak. Herkesin yanından, önünden geçerken kimi zaman utanarak kimi zaman da arzuyla bir göz ucuyla baktıverdiği. Herkesin hafızasında böyle bir kare mutlaka vardır. İşte o kadınlardan biri Şebnem de. Ve bir kapak kızı üzerinden değişen gelişen olaylar. O kapak kızının farklı toplumsal kesimlerden gelen insanlar üzerinde oluşturduğu etkiler. Bir tren yolculuğu boyunca yemekli vagonda tek bir kare etrafında toplanan hayatlar, bakış açıları, yargılar, çekinceler, özlemler, arzular ve daha niceleri. Ayfer Tunç bu kitabı çok seneler önce kalem almış, ardından yeni basımında yeniden gözden geçirmiş kimi yerleri. Çok da değişiklik yapmak istememiş kendisine göre çok da olgunlaşmadığını düşündüğü bu metne. Şimdi olsa daha farklı kaleme alırdım diyor. Bana kalırsa anlatım tam da bu nedenle çok gerçekçi, çok bizden. Kitabı okurken bir zamanların Yeşilçam filmlerinden birindeymişim gibi hissettim. Dönemi buram buram soludum. İnsanlara ve bakış acılarına, fikirlerine tanıklık ettim. Ama bir şeyler eksik gibi idi buna rağmen. Sanki biraz daha bir şey olmalıydı. Ama o "şey" neydi, inanın ben de bilemiyorum.
Ayfer Tunç, zamanın içinde salınmak için şehirlerin ve mekanların içinden dokunmadan sıyrılan harika bir araç bulmuş kendisine: yolculuk. Ama sıradan bir yolculuk değil, kendi anı'larını da doğuran-koruyan bir tren yolculuğu.. Radyocu Selda, Bankacı Ersin ve Garson Bünyamin.. Hayatlarını anlamlı kılmalarını sağlayan pek çok insan, akıp giden hayatta yollarını kesiştirdikleri.. En önemlisi: Şebnem. Harika bir kurgu.. Önemli bir not, 2012 yazında yayımlanan 5. baskısını okudum. Ve Tunç, bu baskısı için kitabın 'güncellenmiş' bir versiyonu olduğunu söylemiş. Kitapları ile kurduğu ilişki çok hoş. Yazılan bir metnin yayımlanmış olmasının, onun yaşayan bir organizma olmayı sürdürmediği anlamına gelmeyeceğine işaret ediyor ve bu metnin de hala yaşadığını dile getiriyor.
Yeşil peri gecesini okuduktan sonra üçlemenin ilk kitabı olduğunu öğrenmiştim ve çok üzülmüştüm bu kitaptan başlamadığıma. Şebnem'in geçmişini birbirinden bağımsız 3 karakter üzerinden anlatıyor sevgili yazarımız. Bağımsız da okunabilecek bir kitap ancak bu kitaptan başlasaydım da Yeşil Peri Gecesi hissiyatım değişmeyecekmiş onu anladım.
Yeşil Peri Gecesi’ni Kapak Kızı’ndan önce okumuştum iki sene önce. İstemeden olmuştu. Ancak anakronistik bir biçimde Kapak Kızı’nda anlatılan karakterlerin neyi neden yaptığını Yeşil Peri Gecesi sebebiyle biliyorum, belki de iyi oldu.
Bir tren vagonunda, klostrofobik bir ortamda geçen Kapak Kızı, o bıkkınlık ve bezginlik hissini atmosferiyle iyi yansıtıyor. Üç karakterin düşüncelerine gidip geliyoruz ve Şebnem’i hepsinin gözünden görüyoruz.
Belki de daha iyisini ilk önce okuduğum için Kapak Kızı’nda o kadar çarpılmadım. Bence Yeşil Peri Gecesi’nin inşaası daha iyiydi. Sırada daha yakın zamanlarda çıkan Osman var, ona ne zaman sıra gelir kimbilir.