Jump to ratings and reviews
Rate this book

Kadınlar Vaizi

Rate this book
Paperback. 13,50 / 21,00 cm. In Turkish. 84 p. - Müjde kardes, müjde! Bu hoyrat erkeklerin ellerinden artik kurtuluyoruz. - Hayrola hanim ne olmus? - Ne olacak? Hukukça erkeklerden üstün oluyoruz. Bundan sonra kocalarimiz ile sen, sen; ben, ben ah neydi o çektiklerimiz. Illallah efendim. - Kim söyledi? Yanlis bir sey olmasin? - Artik bunun yanlisi manlisi yok gazete yaziyor. -Oh sükür Rabbime bugünlere de yetistik. Ah Hürmüz kardesçigim benimkinin içimde öyle hicranlari var ki daglara, kayalara anlatsam erir. Tuzla buz olur. Bugüne kadar sabir, sabir, sabir (çenesini göstererek) artik iste buraya çikti, hep yuttum. Yuttum ama verem kiligina girdim. - Biraz daha sabret yakinda onlardan tekmil hinçlarimizi çikaririz. Birisine okutup da içindekileri anlamasin diye bizim efendi bu gazeteleri benden bucak bucak sakladi. Sebebini Artik kadin, erkek hukukça bir oluyorlar. Bakalim bundan sonra sizinle nasil basa çikacagiz? dedi...

80 pages, Paperback

First published January 1, 1920

34 people want to read

About the author

Hüseyin Rahmi Gürpınar

123 books195 followers
Hüseyin Rahmi Gürpınar was a Turkish writer and politician.

Gürpınar was the son of a family close to the Ottoman court, born in Istanbul. Having lost his mother at an early age, he was sent to Crete where his father was an Ottoman civil servant, however he was soon sent back to Istanbul, where he was brought up by his aunts and grandmothers in Istanbul.

Gürpınar started writing fiction at an early age. He became a civil servant, then a writer and journalist. He later served as a member of parliament in the early years of the Turkish Republic between 1935 and 1943.



Ratings & Reviews

What do you think?
Rate this book

Friends & Following

Create a free account to discover what your friends think of this book!

Community Reviews

5 stars
17 (20%)
4 stars
28 (32%)
3 stars
33 (38%)
2 stars
6 (7%)
1 star
1 (1%)
Displaying 1 - 8 of 8 reviews
Profile Image for Ulaş Gezgin.
Author 41 books13 followers
December 20, 2020
iTürk Yazınında ‘Budunsal (Etnik) Öteki’ İmgesininii Açımlanmasına Giriş Olarak Hüseyin Rahmi Yazını ve ‘Yankesiciler’ Adlı Öykü[ Bu inceleme, 2001 yılında yazılmıştır. ]


     Hüseyin Rahmi yazını, kuşkusuz, çok zengin bir yazındır. Bu incelemede, bu yazın, parçalarına ayrıştırılacak; Hüseyin Rahmi’nin yazın anlayışı, Hüseyin Rahmi’nin yaşamından yazınını etkilemiş olaylar, Hüseyin Rahmi yazınının kaynakları ele alındıktan sonra, bu ele alınanlar doğrultusunda, Yankesiciler ( Kadınlar Vaizi içinde) adlı öyküsü incelenecektir.

    Hüseyin Rahmi, çoklukla bir doğalcı (natüralist) olarak bilinir. Ben Deli miyim? (1924) adlı romanı dolayısıyla yargılandığında, kendisini doğalcı oluşuyla savunmasına karşın, sözü edilen okula bütün bütün bağlı kalmamıştı. Lise kitaplarına da geçtiği şekliyle, en kaba bir biçimde söylersek; doğalcılık, yazını, görgül (ampirik) dünyayı gözlemlemek üzerine kurar ve konu olarak da iğrençlikleri / çarpıklıkları ele alır. Şimdi, Hüseyin Rahmi’ye geçmeden önce, soralım: Doğalcılık nasıl bir şeydir ki, yazını gözleme indirgiyor?  Ve doğalcılık tutarlı bir öğreti midir?

     Doğalcılık, olguculuğu (pozitivizm) bir yöntem olarak benimser. Aynı zamanda bir toplumsal bilimci / tarihçi olan yazar, oturduğu yerden gözlem yapar. Soralım: O zaman, bilimsel bir gözlemle yazınsal bir gözlem arasında ne gibi bir fark vardır? Doğalcının yanıtı, ‘yoktur’ olacaktır. İşte burada, sapla saman karışıyor: Yazının işlevi, bilimin işleviyle özdeşleştiriliyor. Bilimin işlevi, bildirmektir. Halbuki yazının ve genel anlamda sanatın işlevi, duydurmak olmalıdır. Birşeyler hissettirmek. Yazına doğalcılık açısından bakıldığında, bir ansiklopedinin ‘Ağrı Dağı’ maddesi ile Yaşar Kemal’in Ağrı Dağı betimlemeleri arasındaki fark ortadan kalkar; ki, bu hem ansiklopedinin pekinliğine hem de Yaşar Kemal betimlemelerinin güzelliğine yazık etmek olur.

     Doğalcılık, yukarıda görüldüğü şekliyle, bir etkinlik alanı olarak, bilim ile yazını özdeş tutuyor. Bu, doğalcılığın kendi felsefel dayanağı olan olgulucuğa da tamamen zıttır. Şöyle ki, olgucu okula göre, bilimin kendine özgü araçları vardır ve bunlarla evrensel bilgiye (‘matesis universalis’) ulaşır. Yazın ise, bu (bilimsel) yöntemi bilmeyenlerce, matematik hizmete koşulmaksızın kaleme alınır ve bu yüzden, bilgifelsefel (epistemolojik) statü açısından hamdır. Örneğin, bilimsel bir gözlem cümlesi, “A insanı, 95 kilo ağırlığında, 30 yaşındadır, saçlarında B pigmentlerinden C oranında bulunmaktadır. A insanı, dudaklarını 14 santimetre yanlara genişletti.” şeklindeyken, yazınsal bir gözlem cümlesi, “Felatun Bey, şişmanca, orta yaşlı, kumral idi. Felatun Bey, güldü(!)” şeklinde olur. Bu yazınsal cümle örneğinin, bildirimsellik açısından, daha kusurlu olduğu açıktır. Ama aynı örneğin, duygulandırımsallık açısından güçlü olduğu görülür. Okurun kafasında, bir Felatun Bey resmi uyanır. Yazının yapmak istediği şey de budur. Doğalcılığın bu şekilde, nasıl ölü doğmuş bir bebek olduğunu anlattıktan sonra Hüseyin Rahmi’ye geri dönelim:

     Hüseyin Rahmi’nin doğalcı okula tam anlamıyla bağlı kalmadığı, yukarıda söylenmişti. Hüseyin Rahmi, romanlarında / öykülerinde, hükmü, okura bırakmaz (Levend 1964, s.47; Göçgün 1990, ss.28-9). Okurun çıkarması gereken dersi de kendi ekler, kendi görüşlerini de yazar. Böyle yapmamış olsaydı bile, biraz önce karşılaştırılan iki cümle örneğinin ışığında, yine, doğalcı olamayacaktır. Bir metinde, sıfatların kullanılmaya başlandığı yerde, öznelleşme de başlar ve tam da bu noktada, verili bir metin, salt bir betimleme olmaktan çıkar. Hüseyin Rahmi ya bu gerçeğin farkında değildir ya da bu gerçeği, piyasa kaygısıyla görmezlikten gelmiştir. En üzücü örnek olarak, ‘İki Hödüğün Seyahati’ verilebilir. Bu öyküde, Eğinliiii  iki -saf- halk çocuğunun Adalar’a gitmesini anlatan Hüseyin Rahmi, kendisinin halkçı öykücülük anlayışından beklenmedik bir şekilde, bu iki genci ‘hödük’ olarak adlandırmaktadır! Burada, halkçılığı su götürmez bir öykücünün, İstanbul beyefendisi olarak, taşra insanını ne kadar aptal gördüğü sırıtır. Hüseyin Rahmi halkçılığı, ne yazık ki, İstanbul halkıyla kısıtlı kalmıştır.iv  Birçok öyküsünde, açıkça hüküm verir. Bu duruma örnek olarak, İttihatçılar’ı yerden yere vurduğu ‘Partici’ isimli öyküsü okunabilir (Partici, Kadınlar Vaizi içinde). İttihatçılar konusunda verdiği hüküm yetmiyormuş gibi, sonda bir de öğüt vermektedir.

     Tutarlı olarak, “ben gözlemciyim” görüşünü savunması zaten olası değildir. Kişilerine, içinde sıfatlar bulunan cümleler kurdurduğunda ve bir aydın / yazar olarak bu cümleleri itirazsız bırakıp, o kısmı ya da öyküyü bitirdiğinde; yaptığı, zaten gözlemden farklı bir şey oluyor. Örneğin (Hürmüz Hanım’ın kocasının ağzından):

- Boşanma hakkı kadınlara verilse pek çabuk her ailenin altı üstüne gelir. Allahın emri, peygamberin kavlindeki hikmeti şimdi anladın mı? Ben bırakmak için evlenmedim. Durup durup da karı boşayan erkekler de ahlak ve bünyece sizin gibi zayıf, mariz, merhamet bekleyen zavallılardır. Sinirlerini yatıştır da haydi evinin işine bak... (Kocasını Boşayan Hürmüz Hanım, Kadınlar Vaizi içinde)

    Hüseyin Rahmi, bu ve benzeri satırları savunmak için, “bu benim görüşüm değil, ne duydumsa onu yazdım.” diyecektir. Sorulmalıdır: Hüseyin Rahmi, bir sürü yapıtında öğüt vermek kaydıyla, yapıtlarındaki görüşlere / olaylara müdahale ederken; burada niye susmuştur?.. O tarafsız(!) saydığı gözlemle, kendi değer yargılarını, anlattığı toplumsal kesite giydirmiştir.v

    Hüseyin Rahmi’nin yapıtlarının esin kaynağı nelerdir? Hüseyin Rahmi, küçüklüğünden itibaren anneannesinin konağında, bir sürü kadın –özellikle ihtiyar kadın- arasında büyümüştür. Onların anlattığı öykücükler ve yaptıkları dedikodular, esin kaynağı olarak önemli bir yer tutar.vi  Oturup geçmiş senelerin olaylarını düşünür (Alıntılayan: Sevengil 1944, s.60). Uzun yıllar Heybeliada’da aynı evde kaldığı eski dostu emekli albay Hulusi Bey’in anlattıkları, diğer bir esin kaynağıdır (Eti Senin Kemiği Benim, s.53). Kitaplar okuyarak esin aldığı da olmuştur. Örneğin, ‘Ben Deli miyim?’ (1924) adlı romanını, delilik üstüne kitaplar okuduktan sonra yazdığını söyler (Sevengil 1944, s.65). O’na, gizli dertlerini ağlayarak anlatan kadınlar, bir başka esin kaynağı olmuştur (a.g.y., s.114). (Ada) Vapur(u) (yolculuğu) betimlemeleri, Hüseyin Rahmi’nin gerek romanlarında gerekse öykülerinde sıklıkla yararlandığı bir arka plan işlevi görür (örneğin; Ada Vapurunda, Kadınlar Vaizi içinde; Nimetşinas, vd.). Hüseyin Rahmi’nin Heybeliada’dan İstanbul’a gidiş gelişlerini yazınsal olarak hiç kaçırmadığı anlaşılıyor. Son otuz yılındaki bir diğer esin kaynağı, yine aynı evde beraber kaldıkları Aliye Hanım ve kızıdır. Bu iki hanımın, Adalar’da olan biten hemen hemen herşeyi Hüseyin Rahmi’ye aktardığı görülüyor (Sevengil 1944, ss.20-1).vii

    Hüseyin Rahmi, Aydınlanma’nın neresindeydi? Hüseyin Rahmi, kütüphanesinde Voltaire’in tüm yapıtlarını bulundurmakla övünürdü (Tanrıkulu 1974, s.87). Batıl inançlara, bilgisizliğe yönelttiği saldırı okları çok iyi bilinir (örneğin; Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaçviii  (1911); Gulyabani (1912); Cadı (1912) vd.) Bu saldırı okları dolayısıyla, İsmet Paşa’nın övgüsünü kazanmıştır (Sevengil 1944, ss. VI-VII).ix  Tüm bunlara karşın, dindar biri olduğunu söylemektedir (Göçgün 1990, s.235). Hüseyin Rahmi, Aydınlanma’yı tamamıyla içselleştir(e)memiş bir insandır. Sık sık Allah’a gönderme yapar ve üfürükçülüğe, hurafelere karşıyken, bir yandan da doğaüstü güçlere / olaylara inanır. Ve bunu yaparken, -ilginçtir- Schopenhauer’ı tavsiye etmekten geri durmaz (bkz. Üfürükçülüğüm, ss. 39-48, Eti Senin, Kemiği Benim içinde). Bir görüşmede, “Nitekim bizde din gevşeyince, dine istinat eden (moral) de tabiat ile mahvoldu.” diyecek kadar ileri gider (Tanrıkulu 1974, s.153).x

    Hüseyin Rahmi’deki töre (ahlak) nereden gelmektedir? Sözümona nesnel bir gözlemci / öykücü için, töre’nin varlıkbilimsel (ontolojik) ve bilgifelsefel konumu ne olacaktır? Sözgelimi; töre, hangi dünyaya aittir? Bu ve benzeri sorularda, Hüseyin Rahmi’nin kuramsal zayıflığını görürüz.xi  İlginçtir; Hüseyin Rahmi, o kadar empatiyle anladığı / anlattığı eşcinsellerden tiksinir ve aynı bağlamda, Andre Gide’in gerçekçiliğinin “hayasızlık” olduğunu söyler (Göçgün 1990, ss.233-4). Bunu söyleyenin, ‘Ben Deli miyim?’ adlı kitabı dolayısıyla müstehcenlikten yargılanmış olan aynı yazar olduğuna inanmak bir hayli güçtür. O zamanlar (1943) ününün doruğunda olan Andre Gide’in adını hatırlamayıp karşısındakine sormasını (a.y.) şaşırtıcı bulmak ve yüzünü döndüğü ve arkasını yasladığı Fransız yazınındaki gelişmeleri izlemediğinin bir kanıtı saymak mümkündür. Gerçeküstücülere saldırısı ise, yazınsal yobazlık belirtileri taşır.xii

    Hüseyin Rahmi’nin romanları, töre romanlarıdır. Güldürü öğeleri, sık sık kullanılır. Ama içinde ve özellikle sonda, kesinlikle cinayet ya da intihar vardır. Acı ile biter. Alttan alta, “şunu yaparsanız mutsuz olursunuz” der. Romanlarında, şive oynamaları ve Karagöz-Hacivat’ı andıran diyaloglar vardır. Bu diyaloglar, Hüseyin Rahmi’nin hem yazınsal gücünü hem de güçsüzlüğünü oluşturur. Bu diyaloglar sayesinde en ağır yapıtlarını herkese okutabiliyor ama bu diyalogları metinle kaynaştıramıyor (Hizarcı 1953, s.9). Bu diyaloglar çıkarılsalar roman(lar)dan bir şey kaybolmaz. Roman(lar)dan bağımsız bir şekilde durmaktadırlar. Bazı yapıtlarındaki bu bağımsız bölümler konusunda, H. Fahri Ozansoy, bunları yeni baskılardan çıkarmayı önermekte ve Balzac’ın yeni baskılarında da bu yola gidildiğini belirtmektedir (Tanrıkulu 1974, s.186). Yine de, bu diyalogların, İstanbul’un çeşitli şivelerini çok iyi vermeleri açısından yazınsal değeri vardır (Hizarcı 1953, s.11). Hüseyin Rahmi’nin romanlarında teknik yetersizlikler olduğu, genel kabul gören bir olgudur. Roman akışını keserek kendi düşüncelerini sunması, doğalcılığı tam anlamıyla uygulamadığının bir göstergesidir (Bek 1998, ss. 14-5, Cadı Çarpıyor içinde, Şakavet-i Edebiyye). Romanlarına tam oturmamış felsefel parçaların varlığı, Hüseyin Rahmi’nin halkı felsefel düşüncelere alıştırma amacından çok, kendisinin bilgisini gösterme isteğinden (kaynaklanıyor) olabilir (Levend 1964, s.67).xiii  Aşkın, cinselliğin, çarpık evliliklerin / ilişkilerin yer almadığı bir romanı yok gibidir.

    Hüseyin Rahmi’nin öykülerini/romanlarını meşru kılan şey, Hüseyin Rahmi yazınının varoluşsal ifadelere (‘existential statement’) dayanmasıdır. Diğer bir deyişle, Hüseyin Rahmi bir şey söylüyorsa o şey gerçekten vardır. Hüseyin Rahmi birinden söz ediyorsa, o kişi, başka bir adla gerçekten vardır. Hüseyin Rahmi yazınının, önermelerini, evrensel doğrular olarak sunmadığı açıktır. "Bütün ‘A’lar böyledir" demez; "bu özelliklere sahip bir ‘A’ var" der. Burada durmaz; halkçı oluşu ve bir yazın piyasası için yazıyor oluşu, burada durmasını engeller. Çünkü tek bir bireyin yaşadıklarını anlatması, ne halkçılığa uyar ne para getirir. Dolayısıyla, önermesi; "bu özelliklere sahip ‘n’ sayıda / yüzlerce / binlerce ‘A’ var"a döner. Tekil haber programları gibidir. Kitleler hakkında bilgi vermekten çok, kitleleri oluşturanları odağa alır. İsimleri değiştirir; böylece, kahramanlarının özel yaşamlarına saldırmamış ve onları rencide etmemiş olur.xiv

    Hüseyin Rahmi’nin öykülerine bakıldığında, konu olarak aşka, cinselliğe ve çarpık evliliklere / ilişkilere romanlarındaki kadar sıklıkla rastlanmadığı görülür. Öykülerinde, konu artam alanı (‘range’) geniştir. Öykü konuları arasında, hayvan sevgisi ve hayvanlara duyduğu acıma da vardır (Nasıl Öldürdüler, İki Hödüğün Seyahati içinde; Kırço, Kedim Nasıl Öldü?, Gönül Ticareti içinde; Dağların Şenliği, Melek Sanmıştım Şeytanı içinde). Diğer bir öykü konusu da, kadın haklarıdır. Örneğin, ‘Kocasını Boşayan Hürmüz Hanım’ (Kadınlar Vaizi içinde) adlı öyküsünde, hukuk aile kararnamesinin yayınlanması ile kadın-erkek eşitliğinin gelişini işlemektedir. Öykülerinde; uzun konuşmalar, gereksiz ayrıntılar yoktur. Romanlarında görülen törel özelliğe, öykülerinde rastlanmaz. Öykülerinde, bir arka plan olarak çokekinliliğe (kozmopolitlik) daha az yer vardır. Hüseyin Rahmi’nin öykülerinin bir ikisi dışında (örneğin; Şeytanın Karısıxv , Namusla Açlık Meselesi içinde) hepsinde, başkahramanlar yerlidir. Romanları, hemen hemen her zaman intiharla ve/veya cinayetle biterken; öyküleri, açık uçlu veya mutlu bitebilmektedir. ‘Eti Senin Kemiği Benim, “Hikayeler-Sohbetler”’ isimli kitabı, Hüseyin Rahmi’nin kendi yaşamından sunduğu kesitlerden, öykülerden ve çeşitli konulardaki düşüncelerinden oluşmakta olup tamamen birinci tekil şahısta yazılmıştır. ‘Namusla Açlık Meselesi’ (1933) ise, güldürü öğesinin ve Hüseyin Rahmi yazınında sık rastlanan çokekinliliğin cılız olduğu, karamsarlığın egemen olduğu bir öykü kitabıdır. Çocukluğunun ve ilkgençliğinin geçtiği Aksaray, birçok öyküde (Arzın Yuvarlaklığına İnanmıyor, Büyük Ana, İki Hödüğün Seyahati içinde) su yüzüne çıkar. Doğalcılık akımına bağlı kalmaya çalışması, eleştirmenlerin O’nu (ya da Hüseyin Rahmi yazınını) tutarlılık düzleminde eleştirebileceği zemini ortadan kaldırmıştır. Adeta, “Siz benim dediklerimin tutarlılığına niye bakıyorsunuz; ben ne gördüysem yazdım; beni eleştirebileceğiniz tek ölçüt, (görgül) dünyanın benim yazdığım gibi olup olmadığıdır.” demektedir. Öte yandan, konu seçimiyle “Ah, görün bakın dünya ne halde. Öyle iyi bir dünyada yaşamıyoruz” demekte ve sıklıkla güldürü öğeleri kullanmasına karşın, okura karamsarlığı salık vermektedir. Bunda, gerek İstanbul konak yaşamının yozlaşmışlığının gerekse yurtdışında gerçekleşen dünya savaşlarının usdışılığı ve Hüseyin Rahmi’nin Nietzsche tutkusunun büyük payı vardı.

    Hüseyin Rahmi, çokekinliliğin yaşamın demirbaşı olduğu bir dönemde (1864-1944) yaşamıştır. Ermeni bir lalayla (Agop) (Sevengil 1944, s.30), Arap bir dadıyla (Eti Benim Kemiği Senin, s.21) büyümüştü. Ev uşağı Laz’dı (a.g.y., s.31). II. Abdülhamid yönetimince sansüre uğratılıp, yazar olmaktansa memur olması istenen Hüseyin Rahmi, o dönem tüm çalışanlarının Ermeni olduğu Tercüme Odası’nda göreve başlar (1893). Bir görüşmesinde, ‘Keğork’xvi  Bey’le olan bir anısını anlatır. Hüseyin Rahmi ile Ermeni çalışanlar, ilk başlarda anlaşamamış, daha sonra kaynaşmışlardır (Tanrıkulu 1974, ss.151-2).xvii  Bu çokekinlilikten, yazınsal olarak bir hayli faydalanmıştır. ‘Mürebbiye’ adlı romanını yazarken, yakınlarda oturan bir Rum mürebbiyenin öyküsünden esinlendiği bilinmektedir (Sevengil 1944, s.61). Romanları, çokekinli bir dünyaya ayna tutar. Örneğin, ‘Şık’ (1888) adlı romanında Ermeni külhanbeylerine, ‘Cehennemlik’te (1924) Doktor Alimyan tiplemesine rastlanır. ‘Efsuncu Baba’da (1924) Ermeniler’i, ‘Şeytan İşi’nde (1933) çokekinli Samatya’yı, ‘Kesikbaş’ta (1942) Levantenler’i işler. Öykülerinde ise, çokekinliliğin unsurlarına yer yer rastlanır: ‘Benim Babam Kimdir’ adlı öykü de (Gönül Ticareti içinde), cami önüne bırakılan çocuğun kundağına konulan yazının “Türk çocuğudur” (a.g.y., s.185) şeklinde başlaması bile, Hüseyin Rahmi’deki çokekinlilik açısından önemli bir ipucu veri
Profile Image for hümeyra .
234 reviews3 followers
January 24, 2024
dinlemesi cok keyifli bol hicivli gayet guzel bir kitap huseyin rahmi yapmis yapacagini ama yine de ilk hikayede bizim mahalleyi anlatmasi hos degildi
Profile Image for Anılbey.
91 reviews1 follower
May 7, 2023
İlk iki hikaye inanılmaz. İlki Kadınlar Vaizi ikincisi Bravo Hayrullah. Bravo Hayrullah harika. Hem komik hem de gördüğüm/duyduğum belki de en iyi betimlemeleri içeriyor.
Profile Image for güzin tekeş.
257 reviews11 followers
January 26, 2022
Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın toplumsal çarpıklıkları hicvettiği ilk öykü kitabı. Din bezirganlığı, ırkçılık, dedikoduculuk, rüşvetçilik gibi pek çok toplumsal sorundan bahseden kitap bir çırpıda okunup bitiyor.
Profile Image for İlhanCa.
901 reviews6 followers
April 17, 2021
Yine bir hicivlerle dolu hikayeler kitabı Gürpınar'dan..
Profile Image for Huseyin.
31 reviews
November 5, 2025
Kadınların da boşanma hakkını elde ettiği dönemden çokça örnek barındıran hikayeler içerir.
Displaying 1 - 8 of 8 reviews

Can't find what you're looking for?

Get help and learn more about the design.