Hastayken ölümden ha geldi ha gelecek diye korkuyordu sonra ölüm kapısını çalınca belki artık direnmenin hiçbir manasının olmadığının farkına vardı ve durumu kabullendi. “Ben yokum artık”
Ölüm döşeğindeyken bir yandan kendine bir yandan da ailesine acımaya başlıyor. Halbuki yakın zamana kadar eşi ve çocuklarına hep nefretle bakıyordu. Belki sağlıklı ve ondan sonra hayatlarına devam edecekleri için onları kıskanıyordu ve bu sebeple onlara öfkeliydi. Artık günlük rutinlerini devam ettiremeyecek, yarım kalan işlerini tamamlayamayacaktı. Yaşarken sahip olduklarımızın ve hayatın önemini nedense çok bilemiyoruz ya bir hastalık ya da yakın bir tanıdığımızın ölümüne şahit olunca bir sürelik farkındalık edinebiliyoruz. Yarınları planlayalım derken bugünün değerini hiç bilemiyoruz. Belki de bugünümüzü feda ederek plan yaptığımız yarın hiç gelmeyecek.
Çoğunluğun dışında daha farkında bilinçler içinse bu tür içerikler hayatın değerini bir kez daha bizlere hatırlatıyor ve kıymet bilmeye devam etmemize sebep oluyor.
İnsanın kendi hayatına dönüp bakmasını, kendini sorguya çekmesini sağlayan bir eser. Tek sefer değil belki belirli aralıklarla ömür boyu birkaç defa okunabilecek kadar değerli. Yaşamı ve sonunu her unuttuğumuzda. "'Belki de gerektigi gibi yasamadim?" diye geldi aklina. Kendi kendine, "Ama nasil olur, her seyi gerektigi gibi yaptim," dedi. Sonra yasam. ve Ölüm bilmecesinin bu biricik cözümünü, olmayacak bir seymis gibi hemen kafasindan uzaklasturmaya çalisti. "Peki, simdi istedigin nedir? Yasamak mi? Nasil yasamak?”
İvan İlyiç'in ölümü, Tolstoy'un külliyatından okuduğum ilk eser oldu. Yaşamın ne kadar değerli olduğu, ölümün ne kadar zor ve istenmeyen bir durum olsa da bir gerçek olduğunun farkına varılmasını sağlayan bir eser bu. Aynı zamanda yaşamın boş ve istenmeyen şekilde geçirilmemesi gerektiğini... Kitap bana ölümden sonra hayatın varlığını da sorgulattı, Tolstoy'un da aynı sancıları yaşamış olduğu yazılmış sonsözde.
İvan İlyiç’in Ölümü, hayatını hep dış gözlerden kendine bakarak yaşamış bir adamın ölüm döşeğindeyken ilk kez hayatına kendi gözleriyle bakmasının hikayesi bence. Hep dış seslerin söyledikleriyle, onaylarıyla hayatını şekillendirmişken o sözlerin, o onayların ne denli yapmacık, ne denli yalan olduğunu fark ediyor İvan İlyiç. Üstelik bundan büyük bir tiksinti duyuyor, fakat eğer hayatını yaşaması gerektiği gibi yaşamadığını ölüme az kalmışken fark etmişse bu pişmanlık onu nereye götürür?..
"Sahiden de bütün yasantim, özenerek kurdugum yasantim, olması gerektigi gibi degil miydi?" ölüme giden ivanın fiziksel acılarından çok ruhsal buhranları yüzüme tokat gibi vurdu. Bir de farklı bir bakış açısıyla hasta doktor ilişkisine baktım. sağlık en büyük zenginlik diyip durdum. bu zenginliğin içinde bu yaşamı yeterince iyi yaşıyor muyum?