Oya Baydar, 12 Eylül askeri darbesinden birkaç gün önce yurtdışına çıkmıştı. Dönemedi. On bir yıl Federal Almanya'da siyasal göçmen olarak yaşadı. Bu dönem içinde Doğu Avrupa'daki siyasal çalkantıları, dönüşümleri çok yakından, kimi kez içinden yaşadı. Sosyalizm uygulamasının ''bir modelinin'' çöküşünün yakından tanığı oldu. Berlin Duvarı'nın önce delinip sonra yıkılışını, Alman toplumunun her iki yakasındaki gelişmeleri ve sonuçlarını ''tarafsız'' değil, hem de ''taraflı'' bir gözlemci olarak izledi. Elveda Alyoşa, 1989 sonbaharında doruğa ulaşan çalkantıların yaşanması sırasında edinilmiş izlenimlerden, gözlemlerden yola çıkılarak yazılmış öykülerden oluşuyor. 1991 Sait Faik Hikaye Armağanı ile ödüllendirilen bu kitabında Oya Baydar, keder, öfke, inanç ve umutlardan örülmüş öyküleriyle, bu büyük dönüşümün yalnızca politik boyutları olmadığını da kanıtlıyor gibidir.
Elveda Alyoşa, Oya Baydar'ın 1991 Sait Faik Hikaye Armağanını kazanan kitabı. Duraklar, Vedalar, Anımsamalar ve Brandenburg Kapısında Ölüm isimli dört bölüm altında toplanmış hikayelerden oluşuyor. Siyasi nedenlerle sürgünde olan birinin - uğruna savaştığı değerlerin yıkılışını gördüğü bir dönemde - çocukluğuna, ilk gençliğine, aşklarına, arkadaşlarına ve kendisine ilişkin değerlendirmelerine tanık oluyoruz. Baydar'ın askeri rejimden sonra yurt dışında geçirdiği 12 yıllık sürgün yaşamını yansıtan bu hikayeler tür olarak denemeleri de andırıyor. Yazar bazen öfkeli, bazen umutlu, bazen kederli, bazen de isyankar bir şekilde anılarını, izlenimlerini ve gözlemlerini okurlarıyla paylaşıyor.
Genç bir kadın olarak dünyaya dair umutları olan Oya Baydar'ın yaşanmışlıklarından beslenen öykülerden oluşuyor kitap. Hiç bir hayat bu kadar acıya tanık olacak kadar acımasız olmamalı. Seksenlerde sosyalizme , devrime dair umutların üzerine çöken karanlık bulutu , o sevimsiz soğuğu net bir şekilde anlatıyor acımasız öyküleri.
Özelikle Elveda Alyoşa, Çantan Neden Ağıt Postacı, Teyzem Yaşadı mı ? ve Bir Düğün Fotoğrafı hatıraları ( öyküleri) derinden etkiledi beni. Sarıyer Edebiyat Günlerinde , imza töreninde yapıştım kendisine resmen ve abartısız bir şekilde yanından ayrılmadan bir saate yakın bir süre kendisiyle muhabbet etme şansım oldu. Öncelikle gençlerin onu okuyor olmasından çok mutlu olduğunu belirterek kitaplarını imzalamış ve özelikle bu kitabın yaşanmışlıklardan oluşan öykülerini içerdiğini söylemişti. İyi hissetiğim çok önemli anlardan biriydi.
Kitap farklı hikayelerden/iç dökümlerinden meydana geliyor. Dolayısıyla her hikaye aynı güzelliği bulmuyor. Kitap benim için; Teyzem Yaşadı mı ? Hikayesi. Ah o sessizliği teyzenin kuşaklarca çığlık. Ne kadar nİf bir sevgi aralarında. Ne kadar basit ama taş ağırlığında anlatırken seçtiği kelimeler. Yaşım gözümün ucunda okudum valla hikayeyi. Kitap bitince de dönüp yeniden okudum. Puanın çoğunu da Teyze’ye verdim zaten.
1940 doğumlu sosyalist yazar Oya Baydar'ın sürgün temalı öykü kitabı. Yazarın ilk kitabı olmasının yanında, ülkesinden ayrı kalmış, ona büyük özlem duyduğu her kelimesinden belli olan birinin yazdığı bir metin olması gerçekten insanın içinde bir yerlere dokunuyor.
Yazıldığı yılın(1991) Sait Faik Hikâye Ödülü'nün de sahibi olan kitapla, uzun yıllardır kitaplığımda okunmayı bekleyen Oya Baydar'a da başlamış oldum.
Öykülerin bazılarının kim tarafından ve/veya kime hitaben anlatıldığı her zaman net değil. Bazen eski bir arkadaşa ikinci şahıs anlatıcıyla sesleniyor yazar, arkadaşın da kim olduğunu açıklamıyor. Bazen aynı üslupla kendi geçmişine de hitap ediyor. Bu anlatım yer yer muğlaklığa ve karışıklığa sebep olmuş bence. Daha berrak ve net olmalıydı bazı noktalar.
Öykülerde genel olarak negatif, hüzünlü, bulutlu bir hava hakim. Bu durum yazarın eseri kaleme aldığı dönemdeki ruh halini de yansıtıyor olabilir. Kitap adeta anlatmak için değil de rahatlamak, deşarj olmak için kaleme alınmış gibi. Bu yüzden sürekli anlaşılayım kaygısı yok. Bu tarzı seversiniz sevmezsiniz bilemiyorum.
Yazarın tüm külliyatını, yeni kitabı da dahil olmak üzere okuduktan sonra tek okunmayan ilk kitaba dönmek de ilginç oldu. Fakat bu hüzünlü öyküleri bu kadar geciktirdiğim için yazardan özür diliyorum...
Tam 1989-90 döneminin ruh halini yansıtan, Reel Sosyalizm'in çöküşünün komünistler üzerindeki ağır ruhsal yükünün hemen her sayfada hissedildiği, 1960'lardan "Duvar"ın çöküşüne kadar geçen sürede yaşanan hayat parçaları, anılar, yarı kurgu yarı gerçek anlatılardan oluşan, son derece duygusal bir hikayeler bütünü.
Kuşkusuz hem kitabın hem hikayelerin hem de kitaptaki olay ve kişilerin üzerinden oldukça fazla zaman geçti ve aynı etki ve ruhsal yük mevcut değil. Yine de, bir dönemin militanlarının ruh hallerinin anlaşılmasının, bir kuşağın yaşadıklarının hissedilmesinin sağlanması açısından hala değer taşıyan bir eser.
Oya Baydar gayet iyi bir yazar, her cümlesini edebiyata dönüştüren bir yaratıcı. Diğer eserlerini de okuyacağım.
bir sürgüne, bir döneme ve bir kuşağın yenilmişliğine eşlik etmek gibiydi, o hüznü ve oya baydar'ın bu kitabı yazma sebebini hissediyorsunuz. bir eser çıkarmak için değil, her bir öyküde farklı birine, kendine, bir arkadaşına, bir tanıdığa ya da bir kaybına seslenmesi, içini dökmesi gibi, sanki ayakta kalabilmesi için yazması gerekmiş gibi. dostlarının değişimlerine şaşırması ama sesini çıkaramaması, kayıplarını kabullenmesi, hepsini bir nebze de biz de o yenilmişliği tattığımız için en derinden hissettim. en'leri seçmeyi hiç sevmem ama çantan neden ağır postacı? ve teyzem yaşadı mı? hikayeleri kalbimde en çok yer edinenler diyebilirim. kaybedilmiş bir devrimin yasını tutan bir sosyalistin anıları gibi biraz, kurmacalıktan çok uzak gerçekliğe çok yakın. gençlik dönemlerindeki o umutlu, heyecanlı ve atik zamanlarından sonra şimdiki hallerini okumak gerçekliğin yüzünüze çok sert bir şekilde vurması gibi. dönemin acı olaylarına da hep dokunulmuş 6-7 eylül mesela. büyük hayal kırıklıklarına ve hüzünlere hazırsanız okumanızı tavsiye ederim, günümüzü anlamak için geçmişi okumayı seviyorsanız kesin okumanızı öneririm, kendisi çok sevdiğim bir yazar gerçekten.
Anlam bütünlüğünü kurmada aşırı zorlandım. Aliye Berger'e hayranımdır. Sanırım daha çok izini görmek istedim. Kendimi Virginia Woolf kitabı okuyormuş gibi hissettim. Oya Baydar'ın emeğine sağlık. Yer yer duygulandım, yer yer gülümsedim.
İş yerinizde, üzerinde kimi zaman uykusuz da kalarak günlerce çalıştığınız bir projenin hayata geçirilmeden rafa kaldırıldığını öğrenseydiniz neler hissederdiniz? Oya Baydar böyle bir durumda hissedeceklerinizin çok daha fazlasını yazmış bu ilk öykü kitabında. Suya düşen projenin bedeli, uykusuz kalmaktan çok daha fazlası; işkencelerde, çatışmalarda kaybedilen hayatlar, sürgünlerde yarım yamalak yaşamlar.
Biraz kandırılmışlık duygusu, biraz kendi kanmışlığına hissedilen öfke ama en çok, büyük bir hayal kırıklığından kaynaklanan yoğun hüzün hakim öykülerinde bana göre. Köşe yazılarını az çok okuyorsanız, Oya Baydar'ın bugünkü çizgisine nasıl geldiğini çok net görüyorsunuz.
Öykülerin hemen hemen yarısı kurmaca olsa da yazarın kendi yaşadıklarından yola çıkılarak oluşturulmuş. Diğer öyküleri, daha çok mekan, zaman, duygu betimlemelerine yoğunlaşmış anı niteliğinde. Öyküleri anlamlandırmamda "Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk: Oya Baydar İle Nehir Söyleşi"de okuduklarım oldukça etkili oldu. Amacım benim için bir biyografi gibi olan söyleşiden yola çıkarak yazarın açıkça belirttiği ve belirtmediği duygu ve düşüncelerinin izlerini eserlerinde takip edebilmekti.
Kitaptaki bazı anlatımlar, ifade biçimleri bana pek net gelmedi, bu kısımları tekrar okumak durumunda kaldım. Yazarın ilk çalışmasından başlayarak en son yazdığı esere kadar edebi gücündeki gelişimi bir okur olarak gözlemleyip gözlemleyemediğimi görmek istediğim için bunu not aldım. Yazmaya köşe yazıları ile başlayıp sonra farklı anlatım biçimleri ve kurgunun farklı unsurlarını betimlediği öykülerle devam ederek aşama aşama ilerlediği açık yazarın.
Kitabın arka kapağındaki #12eylüldarbesi, #siyasigöçmen, #yüzyılsonusiyasiçalkantılar, #sosyalizm, #berlinduvarı ilginizi çeken sözcüklerse atlamayın Elveda Alyoşa’yı. Yaşadıklarını bu kadar güzel aktaran kaç canlı tanık kaldı ki?
Yazar bu kitabıyla Sait Faik Öykü Ödülü'nü almış. 1980 darbesinden önce yurt dışına çıkmış ve darbe olunca dönemeyip 12 yıl Almanya'da yaşamış. Kitapta yurt özlemi taşıyan, yurt dışında yaşamak zorunda kalmış insanların yalnızlığını anlatan, yaşamlarını sorgulayan 12 öykü var. ''Bir zamanlar onca inanılan kişilerin yanlış yapmış olduklarını anlamanın acısını, kendiyle hesaplaşmanın hoşnutsuzluğunu, günden güne artan aydın mutsuzluğunun bıçak yaralarını'' anlatıyor. Yabancılığın zorluğunu ''bitkiler bile kendi topraklarını ararlar gelişmek için. Ne kadar iyi toprak olsa da değiştirdin mi yerlerini, küsüverirler. Kök salamazlar bir türlü, sürgün veremezler'' diye dile getiriyor. Son öyküler iki Almanya'nın birleşmesi ve Berlin duvarının yıkılmasına ilişkin. Yazar bu duvarla birlikte yıkılan umutları, erişilmez hayalleri ve yıkıntıların altında kalan ütopyayı anlatıyor.
Gerek yazarın kendi biyografisinde gerekse de Türkiye - Avrupa sürgün ekseninin Berlin Duvarı sonrasında, tarihin alacakaranlık yıllarında, kuşaklara tanıklıklar üzerinden kaleme alınmış katmanlı öz-sorgulamala denemelerinden oluşan edebi bir anı kitabıdır.
Bunun yanı sıra Almanya göç mekana dair döneminden belgesel niteliğinde önemli notlamalar içerir:
"Gazeteler! Kimbilir hangi yük vagonunun köşesine, hangi uçak deposuna, hangi ülkenin hangi postanesinin yerlerine atılmış ya da hangi posta kutusunda, hangi postacının çantasında dolaşan bir Türkiye. Gazeteler: acılarımız, anılarımız, dostlarımız, sevgilerimiz, hasretimiz..."
Uydu yayıncılığı ve internetin olmadığı bir çağda yüreği memleketinde atan bir sürgünün Türkiye'den haftalık gelecek gazetelerle kurduğu ilişkiyi bugünden anlamak güç.
“Masal bitmesin alyoşa, korkuyorum! Masal şatoları yıkılmasın. Cadılardan, devlerden kaçarken yolunu yitiren çocuklara yollarını gösteren Yakut’tan masal yıldızları yere düşmesin, parçalanmasın!” . “Yıkıntılar arasında geçen çocukluğumun ayrılmaz parçası oldu duvarlar. Çocukluğumda, uzakları, Ufuk’ları daha iyi görmeye yaradıkları için, gençliğimde ve orta yaşımda, öte yandan, uzaklardan korudukları için sevdim onları!” . “Çocuklar doğdukça yeninin tohumları eskimin bağrında filizleniyor işte!”
Oya Baydar’ın son derece ağdalı ve tekrar eden betimlemeleri bu kadar ince kitapta bile sıkıcı olabiliyor. Geçmişe özlemin, siyasi mücadelenin getirdiği sürgün hayatın, değişen dünya koşullarında gelinen noktanın yazar içinde devasa “acabalar” yarattığını görebildiğiz, içinde öykü olmayan öykü kitabı.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Oya Baydar’ın naif ve duygusal dili en çok da satır aralarında gözüme çarptı. Kısa öykülerin kendince bir sıralamasıyla oluşan bu kitap en çok kalbi, umutları ve inançları kırılan insanların, bu kırgınlıklarla ne yapacaklarını bilemez hallerini anlatıyor. “Teyzem Yaşadı Mı?” bölümünü ayrıca sevdim, okudukça insanın kendinden de birşeyler bulduğu sıcacık ama hüzünlü bir öyküydü.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Bir dönemi yaşamış insanların bakış açılarini ve yaşamlarını yakından görüyorsunuz. Yazarın anlatımı ve dili o kadar güçlü ki okurda tat ve koku gibi duyulara da hitap ederek bir film izliyorsunuz hissi yaratıyor.
yurtdisina kaayi basarmis bir devrimci agzindan donemi okumak ve yasananlara bir devrimcinin gozunden bakmak guzeldi.. Belki de icimdeki sosyalist ruh yuzunden ben okumaya deger buldum.. betimleme sevmeyenler icin ideal bir kitap olmayabilir
Çok severek okudum. Tarif edemeyeceğim bir tınısı vardı kitabın. Uzun zamandır bu kadar keyifle okuduğum bir kitap olmadı. Kitaptaki betimlemeler müthiş, okurken yaşıyorsunuz. Bradenburg Kapısı’nda Ölüm benim favorim oldu.
annem cok severdi. genelde birbirimizin sevdigi hicbir seyden haz etmemek gibi bir huyumuz vardir, yıldızımız anca şu rafta toplanan kitaplarda buluşuyor. o yuzden tam puan vermek içimden gelmedi bi rahatsızlık hissiyle okudum
Yazmayı çok seven, on yedi yaşında sarı yapraklı defterlere yazıp Hürriyet gazetesine gönderdiği romanı tefrika edilen Oya Baydar, edebiyatı bırakıp gençliğinin büyük bir bölümünü sol siyasi hareketin mücadelesiyle, eylemlerle geçirmiş sosyalist bir kadın.
12 Eylül 1980 darbesinden hemen önce yurtdışında sürgün hayatı yaşamak zorunda kalan yazar, Berlin Duvarının yıkılışına da tanık olur. Elveda Alyoşa; kaybedenlerin, "duvarın altında kalanların" anı-öykü derlemesi...
Oya Baydar, bir röportajında otuz yıl aradan sonra edebiyata dönüş kitabı olan Elveda Alyoşa için, Can Yayınları'nın sahibi Erdal Öz'ün kitabı kendisinden habersiz yayınladığını ve 1991 Sait Faik ödülünü aldığını sonradan haber aldığını öğreniyor.
tür olarak öykü diye nitelendirmişler ama bu kitapta öykü yok, kurgu yok. Oya Baydar 80 darbesinden hemen öncesinde yurtdışına gitmiş ve darbe yüzünden geri dönememiş. Türkiye'deyken siyasi ve sosyal olarak oldukça etkinmiş ve darbe yüzünden ülkesinden ve sevdiklerinden uzak kalmak zorunda bırakılmış. Bu kitapta bu hislerini yazmış Oya Baydar. Başka bir kitabını okumadığım için dil hususunda bir karşılaştırma yapmak mümkün değil ama kurgusal bir şeyler okumayı beklerken anı okumak hoşuma gitmedi.
Bu kitap aslında tek sıfatla tarif edilebilir: Politik! Hepimizin politik görüşleri, kişisel doğruları var fakat koca bir kitap da bunun üstüne kurulmaz ki. 1991 Sait Faik Hikâye Armağanı'na layık görüldüğü için almıştım ama ödüllü diğer kitaplarla kıyaslandığında çok çok zayıf. 1-2 hikâye dışında kitabı beğenmedim ve zor okudum.
“Ben seni, sorusuz, kuşkusuz, belkisiz inanmak istediğim her şeyin, tüm doğruların sahibi olduğun için; ben seni duvarlardan bile kuşku duymadığın için sevdim” Betimlemelerle dolu anılar arasında güzel cümleler...
Bu bilmedigim gecmise ozlem bir gun gececek mi acaba ya da her seyin yapay oldugu hissi? Eskiden daha mi lezzetliydi saraplar daha mi tatliydi sohbetler, zamanla hissetmeyi mi unuttuk biz yoksa o zamanlar mi guzeldi?