"Ona bakıyorum. Susuyor. Önüne bakıyor. Çocukluğundan beri bu oyunu oynar: Gözetlenme oyununu.Önceleri belki bir suçluluk duygusuydu bu: Kendisine dikilen göz Tanrının, anasının, büyüklerden birinin, sevmediği birinin gözü olur, kınardı o anda yaptığını. Adı konmadan yaşanırdı bu suçluluk. Şimdi ise gerçekten bir oyun: kimi dakikayı, 'bakan, gören varmış gibi yaşamak'... Karasu kendi kendinden birşeyler anlatır, gözetlenme oyunu da o sıra oynanır. Bakan göz o anlatılanı dinlemektedir. Nasıl gözse!...İşte bundan ötürü bakıyorum ona, baktığımı biliyor, susuyor, önüne bakıyor. Ne düşündüğünü bildiğimi biliyor."
Bilge Karasu (1930–1995) was born in Istanbul and became the pre-eminent Turkish modernist writer. Besides short stories and novels he was also a well-known translator. A graduate of the philosophy department of the Faculty of Letters of Istanbul University, Mr. Karasu worked in the foreign broadcast department of Radio Ankara until a Rockefeller University scholarship made it possible for him to continue his studies in Europe. After returning to Turkey, he went to work at Hacettepe University, where he lectured in philosophy. In 1963, Mr. Karasu won the Turkish Language Institute’s Translation Award with Olen Adam, for a translation of D. H. Lawrence’s The Man Who Died. By that time, he had begun to experiment with new forms of expression in his collection of stories entitled Troya’da Olum Vardi (Death in Troy). He won the Sait Faik Story Award eight years later with Uzun Surmus Bir Gundu Aksami (Evening of a Long Day). By the beginning of the 1980s, he had tried an abstract form of expression in Gocmus Kediler Bahcesi (The Garden of Departed Cats) and incorporated other forms of art into his writing. He attempted different uses of form and content in works he styled "texts" rather than "stories." His other works include Kismet Bufessi (Kiosk of Destiny), a collection of short stories; and Kilavuz (The Guide).
Kitap, okumak, okuyucu, anlamak, hayvanları sevmek, hayvan-insan ilişkisi gibi günlük yaşama ilişkin konuları işleyen denemelerin yeraldığı bir kitap. Bilge Karasu aldığı felsefe eğitimini çok zarif yansıtıyor denemelerine, soruyor, yol gösteriyor. Okuyucuyu serbest bırakıyor ama ona pencereler açıyor. Özgün bir yazar, dili, seçtiği kelimeler ve kullanış şekilleriyle diğer yazarlardan hemen ayrılıyor. Bazı kullandığı kelimeler öz Türkçe veya üretmece olduğu için (örneğin; benzetlenme, küçükseme, hem herbilmek, duruk, inanca, artyetişim ) okuyucuyu tedirgin edebiliyor ancak bunu da biçim ve ses uyumlarıyla en aza indirmeyi başarıyor. Öykücü ve roman yazarlığı yönü daha iyi mi ne ?
bazı kitapları okursun ve senden hiçbir şey istemez. ne hayranlık, ne de anlayış. yalnızca oradadır; sessizce, dingin, kendi halinde. tıpkı uyuyan uysal bir kedi gibi. o sessizlikte bir şeyler olur yine de, zaman yavaşlar mesela. ve ne olduğunu tam bilmeden, anlamadan bize iyi geldiğini hissederiz. sanırım ne kitapsız ne kedisiz için düşündüklerim bunlar.
Usta yazar Bilge Karasu'nun kitaplar, roman sanatı, iletişim, yenilik, dostluk, evcil hayvanlar gibi çeşitli konulardaki denemelerini içeren, kısa ama yoğun bir kitap. Ben en çok Ne Kitaplı Ne Kitapsız ve Bir Hayvanla Yaşamak başlıklı denemelerini sevdim. Kitabın adından etkilenip alanlar biraz hayalkırıklığına uğrayabilirler. Elinize alacağınız ciddi bir felsefe kitabı, uyarmış olayım.
İlk defa okuyorum Bilge Karasu'yu. Sanırım kurgusal metinlerini okumadan bir karar vermemem lazım. O sebeple yorum yapmaktan şimdilik kaçınıyor, yakın bir zamanda Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı'nı okuduktan sonra bu yorumu güncellemeyi umut ediyorum. :)
Turkce'ye cok guzel kelimeler kazandirmis insandir. "Onasma", "usuyitik" gibi kelimeler vardir bu kitabinda da. Bilge Karasu bu deneme kitabinda okuyucuya kalbini aciyor, korkularini, endiselerini, politik yonunu ve yalnizligini paylasiyor bizlerle. Kitabin bitisi ise baslangic tadinda:
"Bir adamı anlatmak: Sayfalar, kitaplar, şeritler dolusu; ya da birkaç tümce, birkaç çizgi... Ne biri yeter, ne öbürü. Belki ikisi de gevezelik. Okuyan karar verir; elbet, kendi hesabına."
Konyaaltı sahilinde fonda rüzgar, önümde müthiş engin deniz ve kulağımda sevdiğim nağmeler bile bu kitabın ne demek istediğini anlamamda yardımcı olmadı. Özimge, yapıntı ve almaç gibi zorlama Türkçe kelimeler de anlatımı daha da anlaşılması zor hale getirmiş. Seninle tanıştığımıza sevinemedim Bilge Karasu, üzgünüm.
Bilge'ciğim İtalo'cuğumdan bahsetmiş bir yazısında. Böyle çok sevdiğim kişilerin, çok sevdiğim başka kişilerden bahsetmesi aşırı rahatlatıcı bir şey benim için. Kendimi birbirini uzaktan uzağa seven bir ailenin parçası hissediyorum.
'' Çok sevdiğiniz, birlikte yaşadığınız, onsuz bir yaşamı düşünemeyeceğiniz ölçüde yaşamınızda yer etmiş kişiler, varlıklar da sizi bezdirir arada bir; içinizin bir kuytularında onlardan kurtulmak istersiniz. O kişinin, o varlığın ölümünü bile geçirirsiniz aklınızdan, getirirsiniz gözünüzün önüne ( tepkinin ilkelliği apaçık değil mi?). Kendinizi ne kadar bağlı duyduğunuzun bir kanıtı değil midir zaten bu çılgınlık? Çılgınca şeyler düşündüğünüzü de bilirsiniz, (suçluluk duygularından falan söz etmiyorum). Çünkü bilirsiniz ki onsuzluk, sizin de -en azından bir parça- ölümünüzdür. Düpedüz. Evet, ölenlerin ardından yaşandığını, ölenle ölünmediğini herkes bir gün öğrenir. Ama eksilerek, azalarak, sakatlanarak, bir yeri koparak yaşandığını... ''
Uzun zamandir okumayi bekledigim, Bilge Karasu ile tanisma kitabim. Elbette sebep kitabin basligi.
Yazmak, okumak, iliskiler, hayvanlar ve baska seyler uzerine denemelerden olusan bu kitabi sevdim ama fazlaca dip not, parantez ici cumle ve tirnak isaretli kelimelerin kullanimi acikcasi beni okurken yordu. Bazen anlatmak istediklerimizi dupeduz yazsak daha saglikli oluyor sanki.
Bazi yerlerde kavramlarin, inanclarin eskiligine takildi zihnim (metinler 80li yillarda yazilmis), bazen de ayni eski zaman yasanmisliklarinin bugun bile gecerli oldugunu gorup sasirdim.
Bazı kitaplar, edebiyata ve kitaplara olan sevgimin gerekçesinin vücut bulmuş hali gibi önüme çıkınca, belki saf bir tutumdur, çok seviniyor, huzurlu hissediyorum.
Şüphesiz, zihnen akrabalık hissedeceğimiz, hayranlık duyabileceğimiz ya da sözlerinde huzur bulabileceğimiz nice insan var, pek tabii nicesi de maddi evrenin ötesine geçmiş, yitik. İşte, bazı eserler, bu istisnai insanların sesine zihnimizde yeniden can katarak, maddesel olarak gerçekleşmesi imkânsız olan karşılaşmaları mümkün kılabiliyor.
Bir kitapa verilebilecek en nahif ve güzel isimlerden birine sahip olduğunu düşündüğüm "Ne Kitapsız Ne Kedisiz", hayatını bu düsturla yaşamış, hem sağlam bir okur, hem de özel bir yazar olan, rahmetli Bilge Karasu'nun 80'li yıllarda kaleme aldığı enfes denemeleri bir araya getiren çok güzel bir kitap.
Bu sayfada, daha önce "Gece" ve "Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı" kitaplarına yer ayırdığım Bilge Karasu'ya, yazar olarak verdiğim önem bazılarının mâlumudur. "Ne Kitapsız Ne Kedisiz", Karasu'nun düşünce dünyasına, hassasiyetlerine ve önemli gördüklerine araladığı kapıyla ona dönük bilgiyi derinleştirirken sevgiyi de pekiştiriyor.
Yazarlık, okurluk, yenilik, dostluk, hayvanlar, iletişim ve yaşam kavramlarıyla ilgili denemelerin yer aldığı eser, zihinsel açıdan zenginleştirdiği gibi, duygusal açıdan da doyurucu, samimi ve zeki metinler içeriyor.
Bir şekilde yazan, okuyan, hayata, doğaya ve iç dünyaya duyarlı herkesin büyük zevk alarak okuyacağına inandığım "Ne Kitapsız Ne Kedisiz", deneme türüyle sıcak bir tanışma yapmak isteyen okurlar için de hoş bir fırsat.
Normal yorumlamalarımdan farklı ve ziyadesiyle öznel sözler kullandığımın farkındayım. Diyelim ki, bu paylaşımım rahmetli Karasu'ya olan sevgi ve saygımı ifade etmek istediğim bir methiye, ona olan hayranlığımın ilanı olsun.
Karasu'nun zihnine, "Karasu tarzı", düşünsel bir yolculuk vadeden "Ne Kitapsız Ne Kedisiz"i, Türkçe'nin ve imlânın sunduğu imkânların hakkıyla kullanıldığı metinlerden hoşlananlar başta olmak üzere tüm yazar, okur ve kediseverlere öneririm.
*Daha önce çok deneme okumadım eğer okursam da bu kitap hakkında düşüncelerim değişirse puanı güncelleyeceğim inşallah. Bilge Karasu'dan okuduğum ilk kitap. Kitabın içinde çok yerde dipnot, tırnak işareti, parantez var. Kendisinin de dediği gibi çokça düzeltme yapmış içinde ve bu işaretleyicilerde bunun yansıması olmuş bence..Ama bu kadar çok (işaretleme denebilir sanırım) işaretlemeyi anlaşılmamaktan mı yapmış,yoksa kendisi mi demek istediğini mi anlatamamış , anlatmak istediğini tam olarak belli etmeye mi çalışmış ya da ben demek istediğini mi anlayamadım.? :) Bazı yerlerde bön bön baktım kitaba. Tam hah anladım diyorum. Sonraki cümlede yeniden soru işaretleri doluşuyor beynime.
okur kitap arar ama kitabın da okuru bulduğunu ben çok gördüm. açıklanabilir bir şey söylemiyorum belki, ama ‘rastlantılar’ın çoğu, açıklayamadığımız için rastlantı görünmez mi?”
Daha önce ödüllü çevirisi Ölen Adam’ı okumuş ve çok başarılı bulmuş olduğum bu yazarın başyapıtı sayılabilecek olan eseri Ne Kitapsız Ne Kedisiz’i okuduktan sonra başta bu kitabı yıllar önce okumamış olduğum için bir üzüntü duydum.
Çevirisinin bu kadar başarılı olmasının nedeninin iyi bir yazar olmasına bağlıyordum ancak bu kitabı okuyunca neden başarılı bir çevirmen olduğunu da anladım. Bilgi Karasu’nun özellikle de metinlere bakış açısı çeviribilim kuramlarıyla bağdaşıyor. Yazar daha önce çeviribilim okumaları yapmış mı yoksa bu çıkarımları gözlemlerine mi dayanıyor bilemiyorum. Bu yazar okurlar için bir el kitabı niteliğinde olduğu gibi bence çevirmenler için de bir el kitabı olmalı. Bu kadar bu kitabın çeviri ile bağlantısından bahsediyorum; yazar direkt olarak çeviriden bahsetmiyor. Metinlere bakış açısından bahsediyor. Bu da bana benzerliğiyle çeviribilim kuramlarını anımsatıyor. Sanırım bir çevirmen olarak yazarın metinlere bakış açısını çeviribilimle bağdaştırıyorum.
Onun dışında gerek hayvanlar konusunda gerek ilişkiler üzerine yazılarıyla da bana farklı bakış açıları kazandırdığını ve bu konular hakkındaki görüşlerimi gözden geçirdiğimi söylemeliyim.
Kitabın son bölümünün, yani 50 yaş üzerine kısmının üslubunu da Böyle Buyurdu Zerdüşt’e benzettiğimi de söylemesem olmazdı. Ayrıca yazarın öztürkçeci üslubunun da eserine ayrı bir tatlılık kattığını da belirtmem gerekiyor.
Kesinlikle bu kitabı okumuş olmaktan çok mutlu oldum. Hatta keşke daha önce okumuş olsaydım diye düşünerek de üzüldüm.
Ne başladığımı bildim ne bitirdiğimi.. Bir aydınlandım, bir kafam karıştı. Ama 1000 sayfa okusam herhangi bir yazardan şu 100 sayfa kadar yormazdı herhalde beni. Ama değdi..
Yazarla ilk defa tanıştım ancak kendisinin insani yönünü çok sevdim. Bu kitabı, deneme kitabı olduğunu bilmeden satın aldım ama kitap, yine de hoşuma gitti. Yazarın öykülerini de okumayı çok isterim.
Kitapla ilgili tek uyarım şu olacak; özellikle sokak hayvanlarını benim gibi çok seven insanlar, kitabı okurken bazı yerlerde geçen travmatik bilgilere psikolojik olarak kendilerini hazırlasınlar. Ne yazık ki ülkemizde 1980'lerde yaşanmış acı bir gerçekten bahsediyor yazar. O kısımları okurken ağlamıştım.
Elbette kitabın kapağındaki tekir kedi de çok şirin.
''Okun/a/mayan kitap, ölü bir nesnedir, bir yüktür. Ne yazık ki okunmuş kitapların birçoğu da zamanla böyle bir ölü yük olmaya adaydır. İster tozdan ister güneşten (kimi zaman da bir kedinin aşırı ilgi ya da sevgisinden) korumak için pek çoğunu kapılı, kapalı dolaplara doldurduğuma göre kitaplarımı, malımı sergilemek gibi bir merakım da yok..." sf 10
" İnsanlar, şehirlerde rahat etmek için dirim ortaklarını teker teker yok etmenin ne kadar ilkel bir "çözüm" olduğunu, iş işten geçmeden anlayabilecekler mi? " 1987 'de yazdığı Cinayetin Azı Çoğu denemesinde sormuş Bilge Karasu? 2021'den cevap: Anlayamadılar!
" Başka sorun kalmadı mı? " her zaman etkili, rağbet gören , ucuzca bir silahtır. Çok daha önemli sorunlar hep vardır, her zaman bulunur. Ama sorunların bölümlenmesi ille "önemli, çok önemli, az, daha az önemli" diyerek mi yapılmalı? Öksüz sorunlar irdelenmeyecek, yetim davalar savunulmayacak mıdır hiç? (Cinayetin Azı Çoğu)
"Kitap pek güzel de, okur da olmalı: Ne okumak gerektiğini, gerekebileceğini durmaksızın araştıran, öğrenmeye çalışan, biraz olsun öğrendiğini düşünebilecek hale gelmiş okur... Okumasını bilen, gerçi, okuyarak öğrenmiştir; her okuyanın (hatta 'yazanın' demeli okumasını öğrendiği ise hiç söylenemez. (Ne Kitaplı Ne Kitapsız)
Kısa ama çok dolu bir kitabı Bilge Karasu'nun. Benzeri birçok kısımlarını not alarak, yavaş ama sindirerek okudum lakin bir kaçını anlamakta epey zorlandığımı itiraf etmeliyim. Daha evvel Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı kitabını okumuştum ama Türkçe'ye bizzat kendisinin kazandırdığı kelimelere rastladığımı hatırlamıyorum açıkçası. Bu eserinde az sayılamayacak miktarda kullanmış ve sanırım zaman zaman anlamayı zorlaştırmaya katkısı da oluyor. Dipnota yer vermeyip sık ve uzun arasöz ve parantezlerini kullanması dağılmadan okumak için biraz fazla çaba gerektirdi. Ama kolay okunmayan ve çok şey anlatan/katan kitapları severiz değil mi :)
Bilge Karasu zarif bir yazar. Kendine söylediklerinde bile kendini incitmekten korkarcasına temkinli. Bir ilkbahar mevsiminde, yüzlerce güneşmişcesine parlayan bir denizin kenarında, önünden insan kalabalıkları geçerken; dostluğa, kitaplara, hayvanlara dair dinlemiş gibi okumuş bulundum Karasu’yu.
“-Serendipity; aranmakta olmayan değerli/hoşlanılır bir şeyin insanın karşısına çıkıvermesi…
-“Kötülüğe” karşı bir şeyler yapmağa çoğumuz istekliyizdir. Yersiz iyilikler daha mı az kötü?
-Yaşamımızın “müze”sini, genellikle, “inanç”larımızı ayrı raflara, dostluklarımızı ayrı raflara yerleştirerek kurmağa çalışır gibiyizdir. Oysa, daha baştan, hepsini bir güzel karıştırırız biribirine…
-Kendisini kendisinden başka kimse beklemiyorsa da…
-İşte bundan ötürü bakıyorum ona. Baktığımı biliyor, susuyor, önüne bakıyor. Ne düşündüğünü bildiğimi biliyor.”
*Şu “usuyitik” ne de güzel bir kelime, ilk kez duyduğum, tam da önünden insan kalabalıkları geçerken; İstanbul manzarasına karşı kitap okuyan kendisi ile bu aralar onaşamayan kişiyi tarif edecek. “Bizim baktığımız kadar bize bakıldığı, gördüğümüz kadar görüldüğümüz yanılgısından, geç, güç sıyrılacaklar” zümresine aday kendileri.
bazı kitaplarla ilgili yorum yapmak sanki benim harcım değilmiş gibi geliyor kendimi imposter sendromuna kafa veya anlamadığım bir geleneğe bok atmış gibi hissediyorum ama yazarın değindiği konulara değinme şekli okuru öyle kaşları çatık bir halde bırakıyor ki elimde değil, tüm bunların çok daha sade ve vurucu bir şekilde ifade edilebileceğini düşünüyorum ben. AMA BU BENİM DÜŞÜNCEM.
((yoksa attention spanim dikey medya tükete tükete bir kuşunkisi kadar mı kaldı??? o da olabilir???))
sadece son deneme ve kapaktaki kedi için iki yıldız veriyorum.
Denemeler. Önceki kedilerden başladım . Vakit buldukça ; kitaplarla ve yazmakla ilgili yazıları okudum. Öyle hızlı okunacak yazılar değil, cümlelerin açıklandığı yerler var. Altını çizerek ve geriye dönüp konunun ya da paragrafın başından okuyup, bütünlük sağlamak gerekebilir. Bir hoca hassasiyetiyle konularını anlatması, özel ders hissi verdi. :)"
"Oysa hiç kimse, kendini zaten içinde bulduğu 'dünya'ların, çevrelerin dışından gelen biriyle ilişki kurmak zorunda değildir. Böyle bir ilişkiyi, onu göze alan kurar; böyle bir ilişkiye, onu göze alan girer. 'Eve kedi aldık' deyimi bir 'cahillik' belirtisidir. Bu cahillikten zamanla kurtulursanız, ne mutlu size! Yok, sürdürürseniz... Yaşamınızın hangi başka ilişkisinde 'cahillik' saygın bir durum olarak görülür, söyler misiniz? Genellikle, öğrenilen bir şeydir: 'Cahillik'in cezası hemen gelir bulur sizi!"
Bilge Karasu'nun Türkçeyi kusursuz bir hakimiyetle kullanması, okuyucu için aslında zorlu bir yolculuk anlamına geliyor zira böyle bir kusursuzluğa alışık olmayan okuyucu için meşakketli, sabır isteyen ve titiz bir süreç. Metin içerisinde öylesine etkileyici cümleler var ki dikkatli okuyucu, zıpkın yemiş gibi oluyor ve kitabı bir süreliğine kenara bırakıp kendine gelmek için soluklanmak istiyor.
Bilge Karasu ile tanışmak için sanırım en doğru kitabını seçtim, bu yüzden kendimi çok şanslı hissediyorum. Yazmaya ve hayvan dostlarımıza ilişkin birkaç denemeden oluşan "Ne Kitapsız Ne Kedisiz", altını çizmeye doyamadığım bir kitap oldu. İçimden geçenleri bir üstadın kaleminden okumak, bambaşka bir haz verdi bana. Mutlaka okuyun derim, tavsiyemdir. =)
Sade ve ozenli turkcesi ile kaleme aldigi kisa metinlerinde Bilge KARASU, edebiyat lezzeti ve yer yer one cikan felsefe bilesenini ustaca ve samimice kullanarak 'okuma yasantisi' dedigi/diyebilecegimiz surece arkadasca katkida bulunuyor.
Bu kitap tıpkı çetin bir ceviz gibi. Anlaması güç ama anlayana leziz hayat dersleri veriyor. Bazı sayfaları onun deyişiyle kendi imgelerimle anlamaya çalışsam da onun bize iletmeye çalıştıklarını da anlamak adına birden fazla kez okudum. Karmaşık gelen ama okudukça iplik yumağı gibi çözülen bir kitap. Özellikle son bölüm olan "Bilge Karasu Adlı Birinin 50. Yaşı Üzerine Metin Taslağı" en çok altını çizdiğim yerler oldu. Dili daha sade olabilirdi, evet fakat bu sefer de Bilge Karasu olmaz gibiydi. Okuduğumuz, okuyor olduğumuz, okuyacağımız ve oku(ya)mayacağımız kitaplar var ve bu kitap okuduğumuz kitaplardan biri olmalı bence. Çok içime işleyen bir alıntıyı da paylaşmak istiyorum:
"Bu adam farkına varmıştır ki uzunca bir süredir, yaşamağa çalıştığı, hep"şimdiki zaman"dır. Yaşadıklarının, elbet, bir son/ucudur, her insan gibi; ama kendisine dışardan bakanın, yüzünde gördüğü çöküntüyü, kendinin, içinde duyması nasıl gerekmiyorsa, kendinin kurup duracağı bir geçmişin, bu ânı yaşadığı sırada, kendisinin eteğinden çekiştirmesi gerekmez."