"...Hayal kırıklığı insanı öldürmüyor yengecim! Yalnızca yaşama azmimiz bir parça eksiliyor; başka bir şey olmuyor... Bir defa daha ayağa kalkana kadar eskisi gibi gülmeye başlayana kadar günlük işlerin hengamesine tekrar dönene kadar bir vakit bocalıyoruz. Sonra yara izi gibi bir şey kalıyor... Zamanla kabuk bağlıyor. Elin hep oraya gidiyor; kaşıyorsun... İnsanın diliyle eksik dişini yoklamasına benziyor. Sonra kaşımamayı yoklamamayı öğreniyorsun." Mino'nun Siyah Gülü bir dönem romanı. 12 Eylül darbesinin fonunda yasak bir aşkı anlatırken o çalkantılı dönemin etkilediği insanların hikayelerine farklı pencereler açıyor. Sosyalist devrim mücadelesinin öncü isimlerinden olan ve idama gönderilen gençlerin acıları romandaki çeşitli karakterler üzerinden hatırlatılıyor; İzmir'in bir kasabasında bir bağ evinde yaşayan insanlardan uzakta hayatını resim yaparak dolduran Münevver'in yasak aşkının hüzünlü hikayesinde bir ailenin üç kadını birleşiyor. Hüsnü Arkan sakin sesiyle slogan atmadan kışkırtmadan yakın tarihimizin acı olaylarını bir grup insanın hikayesine katıyor yalın ve inandırıcı anlatımı romanın sahiciliğini pekiştiriyor. Hüsnü Arkan müziğiyle olduğu kadar romancılığıyla da unutulmazlar arasında.
Hüsnü Arkan 1958 yılında İzmir’in Kınık ilçesinde doğdu. 1975 yılında, Bergama Lisesi’ni bitirdi. Ankara Devlet Mühendislik ve Mimarlık Yüksek Okulu’nda üç yıl mimarlık okuduktan sonra, 9 Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu.
1985’te, kesinleşen cezası nedeniyle yurt dışına çıktı. Bir yıl Atina’da, beş yıl Hollanda’da, iki yıl Köln’de yaşadı. 1987 yılında, Amsterdam’da, arkadaşlarıyla Hezarfen adlı müzik grubunu kurup, Avrupa’nın birçok kentinde kendi şarkılarını seslendirdi. 1990’da, Şanar Yurdatapan’ın düzenlemeleriyle ilk solo albümü Bir Yalnızlık Ezgisi’ni çıkardı. Kendi şarkılarından oluşan bu albümde, şarkı sözlerinin yanı sıra, Nazım Hikmet, Can Yücel, Ülkü Tamer, Muzaffer Erdost ve Louis Aragon’un dizelerine de yer verdi.
1993’te Türkiye’ye döndü ve Ezginin Günlüğü’ne katıldı. Grubun on bir albümüne şarkılarıyla ve sesiyle katkıda bulundu. 2005 yılında Destur adlı projeyle Deli Bu Dünya albümünü çıkardı. 2010 yılına kadar yüze yakın şarkısı yayımlandı. Aynı yıl Ezginin Günlüğü’nden ayrıldı.
*
Hüsnü Arkan, Türkiye’ye döndükten sonra, bir yandan da edebiyat çalışmalarını sürdürdü. İlk romanı Ölü Kelebeklerin Dansı, 1998 yılında Metis Yayınları’ndan çıktı. Romanda, küresel adaletsizlik ve mültecilik konularını işledi.
İkinci romanı Menekşeler Atlar Oburlar’da, 12 Eylül faşizmi koşullarını, iktidar sahipliğini, bireyin iktidarla ve kaderiyle ilişkisini işledi. Bu kitap, 2001 yılında, Om Yayınları’ndan çıktı.
Üçüncü romanı Uzun Bir Yolculuğun Bittiği Yer, 2005’te Yapı Kredi Yayınlarından çıktı. 1914 Şark Savaşı’nı konu alan romanda, İstanbul’dan Orta Asya’ya uzanan geniş bir coğrafyada, yüz yıla yakın bir tarihî alanda, savaşın insan kaderiyle ilişkisini inceledi.
Aynı yıl, edebiyatçı Yiğit Bener ve Levent Mete’yle birlikte, ayda bir yenilenen iktidarsiz.com adlı internet sitesini yayınlamaya başladı. Bu sitede yetmişe yakın makalesi yayınlandı.
Yine aynı yıl, Seyhan Kitap’tan, Hiçe Doğru adlı şiir kitabı yayınlandı.
2008 yılında, Uyku adlı romanı İthaki Yayınları’ndan çıktı. İlk kitabındaki gibi fantastik öğelere yer verdiği bu romanda, karşı-ütopya kavramını ve siyasi alanla birey arasındaki ilişkileri eleştirdi.
Romanlarında ve şiirlerinde, genel olarak, adalet, ahlak ve bireyin kaderiyle ilişkisi temalarını ele aldı.
Hüsnü Arkan, müzik ve edebiyat çalışmalarını halen İstanbul’da sürdürmektedir.
Öyle beklentinizi çok yüksek tutmazsanız, kolay okunan bir dönem kitabı okudum diyebilirsiniz. Zaman sıçramaları, sürekli güncelerle anlatım beni yordu. Arkan 'ın müziğini dinlemeyi tercih ederim.
"Bundan sonra bana ait olmayan her şeye hayır diyeğim... Cennete, cehenneme, topuklu iskarpinlere, gece elbiselerine erken uyanmaya... Hayır.. Bütün abilere hayır! " Mino' m
Hüsnü Arkan'ın okuduğum ilk kitabı oldu. Şarkılarını ve sesini çok sevdiğim bir sanatçının kalemini okumak ayrı bir güzel geldi. Mino'nun Siyah Gülü 1960 ve 1980 yılları arasında İzmir'de yaşayan bir ailenin kadınlarının ağzından kesitler sunuyor. Kendine özgü kişiliğiyle bağımsız bir ressam, zamanı kocasının eve geliş ve gidiş saatleri olarak belirlemiş bir ev hanımı ve onun kızı Zehra'nın hikayesi. 80 darbesinin bu ülkede yaşayan diğer milyonlarca insan gibi yüreklere nasıl ateş düşürdüğü bir kere daha vuruyor sizi. Sebebi bile belli olmadan asılan onca genç, uyrudulmuş kılıflar, bize ne kadar uzak geliyor... Oysa hiç de değil, tam şu anda bile bu ülkenin bir yerinde birine çok büyük bir haksızlık yapılıyor. Gözlerden uzakta...
Bazen doğduğum çağı düşündüğümde her şeyin ne kadar kelimelere mahkum olduğunu görüyorum. Aşklar, dostluklar, aile bağları, her şey sözcüklere bağlı gibi. Aşk derinliklerde değil de süslü püslü cümlelerde yaşanıyor. Ve bunu öylesine kanıksamışız ki. Oysa belki de derinlerde yaşanan aşk dilsizdir. Kirletilmez sözcüklerle...
Yazarın diğer kitaplarını da bulup okurum umarım, güzel bir pazar sabahı geçirdim sayesinde.
"Şimdi yıldızları seyredeceğim ,dünyalı! Bir gün sizinle de seyrederiz .Gecenin merdivenine oturup .Hiçbir şeye sahip değilmişiz gibi . Öptüm sizi ."
Asla dünyalı olmamış bir insanın hikayesi bu . Kendi özgürlüğünün mücadelesini vermiş bir kadın , ona adeta kardeş olmuş bir can yoldaşı ve söylenmeden yaşananların hikayesi .
Geçmiş ve geçmemiş acıların anlatısı .
Hüsnü Arkan 'ın kalemi ne de güzel .
Diğer kitaplarını okumak için şimdiden sabırsızlanıyorum .
1960lardan 2000lere uzanan İzmir’de yaşayan bir ailenin hikayesi..başlarda kim kimdir, ne anlatıyorlar diye karmaşaya düşülse de sonradan taşlar yerine oturuyor. Bir çırpıda okunan bir dönem kitabı..
Bu dünyaya şöyle bir bakıp geçiyoruz, kızım. Boyun eğiyoruz, gizliyoruz, gizleniyoruz; ayağa kalkıp diklenmeye bir türlü cesaret edemiyoruz. Oysa insan dediğin, bir kaç kitap kurtarmak uğruna yok olmayı göze alabilmeli. Yaşadığımız zaman, korkunç bir düşman….
İşaret parmağımı şiddetle sıkıyor… Beni başka kim böyle tutabilir ki? Ondan başka kim, kendimi çok mühim bir kadın sanmamı sağlar? Daha nasıl alçalabilirim ki? Ben artık ben değilim. Bir bebeğin anasıyım. Korkmanın ilk defa güzel bir şey olduğunu düşündüm. Kendimden vazgeçmek gibi…
Çok farklı bir kitaptı. Hüsnü Arkan'ın kalemi de en az sesi kadar güzel. Olayları kurgusu, okuyucuya verdiği hissiyat. Benim gözümde etkisini uzun süre koruyan kitaplardan biridir.
Bir tanıdığım var, dizinin dibine oturup üniversite anılarını dinlerdim. O zamanlar, 1978ler falan işte, gencecik çocuklardan biri o da; solcu ve idealist. Derslere giriyor, çalışkan biri, kitaplar okuyor böyle Gorbacov falan, akademisyen olmak istiyor vs. O kişinin gözleri önünde hocası şişleniyor, Amfiler birtakım kişilerce boşaltılıyor, tutuklamalar oluyor, kayıplar ve kendisinden bir daha haber alınamayanlar oluyor. Deniz Gezmiş ve arkadaşları asılıyor. Binlerce haksızlık, işkence, ölüm ve kayıp... Sonra yıllar geçiyor, kişi iyi bir mevkide çalışıyor, hâlâ solcu ve idealist ama bezmis biraz da. Hala kapitalizmden nefret ediyor. Patronların umursamazligi ve açgözlüğüne lanet okuyor. Halkların kardeşliğini savunuyor ama onun halkına yapılan zulumleri unutamiyor; yıllar önce, lise yıllarında iken kendisine ırkı yüzünden hakaret eden baskın ırkın gençlerini unutamiyor. Sistemin onları savunusunu hep, affedemiyor. Nasıl unutsun? Faşizmi savunanlari nasıl affetsin?
Bu kitap bana bunları hatırlattı. Üzülüyorum. Gerçekten çok üzülüyorum. Temel insan hakları ve özgürlükleri, tam demokrasi ve mutlak eşitlik gelmiyor diye üzülüyorum. Hüsnü Arkan bunları yazdı ve ben de Nihan sayesinde bu güzel ve iç burkan kitabı okudum diye seviniyorum. Teşekkürler Nihan, teşekkürler Hüsnü Arkan. Kahrolsun Faşizm, yaşasın halkların kardeşliği!
"... Hayal kırıklığı insanı öldürmüyor yengecim! Yalnızca, yaşama azmimiz bir parça eksiliyor; başka bir şey olmuyor... Bir defa daha ayağa kalkana kadar, eskisi gibi gülmeye başlayana kadar, günlük işlerin hengâmesine tekrar dönene kadar, bir vakit bocalıyoruz. Sonra yara izi gibi bir şey kalıyor... Zamanla kabuk bağlıyor. Elin hep oraya gidiyor; kaşıyorsun... İnsanın, diliyle eksik dişini yoklamasına benziyor. Sonra kaşımamayı, yoklamamayı öğreniyorsun. Hepsi yalan tabii... İnanma! Ben daha çok gencim." Alıntı yapmak için not defterimi çıkarıyorum, beni vurduğu yerden hangi cümleyi çekip alsam ardı sıra bir sonrakini de almam gerekiyor. Not defterime geçirmeye kalksam sanırım tüm kitabı baştan başa yazarım. Bir bahar akşamı şıkır şıkır bir sofrada, çok sevdiğim bir şeyi delice özlüyor gibiyim. Uzun zamandır bir kitap beni bu kadar sarsmadı, hem de minik ayrıntılarla! Henüz yarılamadım kitabı, belki de daha erken ama bu kitap beni vuracak gibi duruyor. Şiir gibi roman!
son zamanlarda okuduğum beni en cok etkileyen roman. Birden fazla anlatıcı olması romanın en can alıcı noktası olsa gerek. hepsinin ruhuna düşüncelerine dünyasına hislerine ayrı dokunuyorsunuz. En yakın dostlarınızla geçmiş günleri anmak gibi. bir de uzun zamandır bu kadar çok aglamadım. Seksenlerin ıstırabını hic bir anlatı böyle derinden yaşatmadı.Ruhuna sağlık güzel insan sanatçı sesi kadar yazarlığı da ruhuma dokundu.
Yine keşke iyiyi bir editörün elinden geçseydi dediğim bir kitap. Dili çok güzel, ancak farklı dönemlerde farklı karakterler konuşurken aynı dil, aynı vurgular ve aynı cümle yapısını kullanınca dönemler arası geçiş zorladı beni. Roman, kadın karakterler üzerinden kurulsa da, erkeklerin düşünceleri daha iyi işlenmiş sanki:) Yine de keyifle okunan bir roman.
Hüsnü Arkan'ın şarkılarını ve sesini çok severdim, kitapları için de bu geçerli olacak sanırım bundan böyle. O kadar naif bir dili var ki, okurken çocukluğunuzu, yazlarınızı, anne kucağını özlüyorsunuz.
Üç büyük askeri darbeyi kapsayan ve neredeyse günümüze kadar uzanan bir dönem romanı Mino’nun Siyah Gülü.
Karakter, mekan betimlemeleri biraz eksik ya da yüzeysel kalmış gibi geldi bana. Okurken kendimi bir Ege kasabasında pek hissedemedim. Tam olarak Ege kokusu alamadım. Ama bu haliyle bile uzun ama çok uzun bir hikaye gibi okuduğum bu roman beni tatlı bir hüzünle sarıp sarmalamayı başardı diyebilirim.
Darbe dönemlerindeki sıkıyönetim zamanlarının ruhunu da romanda pek yakalayamadım. Sadece,sonlara doğru, 80 darbecilerinin 1960’daki darbeyi yapanlara yazdıkları mektupları okuyunca nasıl birbirlerinden farksız olduklarını düşündüm. Yapılış biçimleri ne kadar farklı olursa olsun, darbelere maruz kalanların nasıl da aynı acıları yaşadığını aklımdan geçirdim. Ancak, Bir Oya Baydar, bir Erdal Öz ya da bir Vedat Türkali romanı kadar sarsıcı bulmadım romanı.
Romanın ana karakteri Münevver (Mino), bir sevgiyi koruyup yaşatabilmek adına, sevgiliyi kendinden zaman zaman uzak tutmaya çalışmanın saçmalığını düşündürttü bana. Belki de sevgiliyle olan mesafeyi genelde erkeklerin ayarladığı algısını sorgulatmak adına kadın karaktere yakıştırılmış bu tavır sanki gereksiz bir şekilde biraz yüceltilmiş gibi geldi bana. İnsanın kendisi olması ve bencil olması arasındaki sınır o kadar belirgindi ki, neredeyse hiç kafa yormak durumunda kalmadım bu noktada.
Hüsnü Arkan’ın karakteristik sesini, şarkı sözlerini, bestelerini beğenerek dinlerim. Yazarlığını da gördüğüme sevindim.
Bu kitabı sevdiğim bir arkadaşım 'çok güzel' diyerek önermişti. . . Az çok hazırlamıştım kendimi... Ama bu kadarını beklemiyordum...Kitap bittiğinde öylece kalakaldımm! . . Sayfa yok ki altını çizmediğim bir cümlesi olsun. . . Bu kitap okunmuyor, yaşanıyor, yaşıyorsunuz her bir sayfayı... . . Tüyleriniz diken diken de oluyor, gözlerinize yaşlar da birikiyor, belli belirsiz bir tebessüm de gelip oturuyor dudaklarınıza, öfkeyle yumruklarınız da sıkılıyor... . . Hüsnü Arkan'ın okuduğum ilk kitabı. Sesi gibi sözü de çok çok güzelmiş... . . Şimdiye kadar okuduğum hiç bir kitaba benzetemiyorum. Bana hissettirdikleri tarifsiz ve bu yıl içinde okuduğum en en güzel kitap... . . Gözüm kapalı tavsiyemdir kitap severlere... . . Kitapla, aşkla...🙏💓 .
Turkiye darbelerinden cikarilabileek pek cok malzeme var. Ne yazik ki Mino'nun Siyah Gulu acemice kurgusu ile dagittigi olay ve kisileri toplayamiyor, karakterlerin gelisim ve degiismlerini yansitmiyor. Ara ara surprizler yapiyor. Yalniz bu surprizler oyle cok ki bir sure sonra onlar da siradanlasiyor. Ic ice gecmis hikayelerin hicbirinin derinligi yok. Mektuplarda kullanilan dil yazildigi donemin dilini yansitmiyor.
Hayal kırıklığı insanı öldürmüyor! Yalnızca, yaşama azmimiz bir parça eksiliyor; başka birşey olmuyor... Bir defa daha ayağa kalkana kadar,eskisi gibi gülmeye başlayana kadar,günlük işlerin hengamesine tekrar dönene kadar,bir vakit bocalıyoruz. Sonra yara izi gibi bir şey kalıyor...Zamanla kabuk bağlıyor. Elin hep oraya gidiyor;kaşıyorsun...İnsanın,diliyle eksik dişini yoklamasına benziyor. Sonra kaşımamayı, yoklamamayı öğreniyorsun...
Tıpkı sesi gibi kalemi de oldukça içten Hüsnü Arkan'ın, hüzün dolu; size hissettirmeden en derininize dokunabiliyor..
Gündelik yaşamı ve ilişkileri anlatısında temel öğe olarak alan bu romanı okurken kendinizi 60'lı yıllardan 2000'lere uzanan bir yaşanmışlığın içinde buluyorsunuz.. Bu dönemin insanın içini acıtan halleri bir ailenin kadınlarının gözünden anlatılıyor çoğunlukla; romanı farklı kılan yanlardan biri olan bu anlatım tarzı karakterler (ve tabi hikayeler) arasında geçişin sıklığını biraz daha az yapsa 5 yıldız bile yetmeyecekmiş açıkçası :)..
Mücadeleyi, inancı, haklılığını ve yenilgiyi her sayfasında net bir şekilde serpiştiren bu roman mutlaka okunmalı.. Ama küçük bir uyarı; geride derin bir hüzün bırakıyor,gerçekliği can yakıyor..
"bizim şu karnımız var ya ! konuşamayıp da sustuklarımız, içimize attıklarımız, şiştiklerimiz,şişip de istifra edemediklerimiz... işte bunlar bizi başka biri yapıyor, yabancı yapıyor..."
"İnsan sonuna kadar umutlu olabiliyor. Umut bir çare değil ama galiba çareden daha büyük bir şey"
"bundan sonra bana ait olmayan her şeye hayır diyeceğim. cennete, cehenneme, topuklu iskarpinlere, gece elbiselerine, erken uyanmaya hayır."
"sonunda şu fikre vardık ki, güçlü olmak denen şey, çaresizlikten doğuyor. ışığın, karanlığı beyaza boyaması gibi bir şey... karanlık olmazsa ışığı hissedemeyiz ki..."
Arka kapağında her ne kadar 12 Eylül dönemine vurgu yapıyor olsa da aşk romanı olarak tanımlamaya daha müsait bir kitap. Hem de yasak olanından. 12 eylül öncesi ve sonrası sürece de değinmiş ama zamanında sefai üstadın anlattığı hikayedeki gibi; vahşi ülkücü zavallı aslanı öldürdü cinsinden. Subjektiflik kötü bişi. Yine de dikkatimi çeken bir şey oldu. Zamanında eli silahlı örgütçülerin dernek evlerine girip çıktığından bahsederken, bizim de "ogün samastlarımız" vardı diyor. Hiçbir şey değilse bile sağlam bir özelleştiri. Edebi açıdan kuvvetli bir anlatımı var. Her bölüm mektuplarla ve çeşitli karakterlerin ağzından zamanda gel gitler yapılarak aktarılmış. Hem mektuplarda hem de anlatımda şiirsel bir dil kullanmış Hüsnü Arkan. Boşuna söz yazarı olmamış adam.
"İnsanın insana en çok benzediği çağ 'çocukluk' galiba."
Bu kitabı nasıl anlatabilirim ki… Bilemedim. Ruhumu okşadı desem yeridir herhâlde. Öyle naif öyle ılık bir anlatımı var ki… Duygularım arşa yükseldi resmen. Karakteri çok çok sevdim. Kendimle özdeşleştirdim. Hüsnü Arkan ne kadar yetenekli bir insan. Okuyucuyu alıp neresi olduğunu bilmediği ama güzel olduğundan muhakkak emin olduğu bir yere götürüyor…İçimde büyüyen özlem de buna eklenince varsın gerisini okuyucu düşünsün! Şu satırların güzelliğine bakın… “Şimdi yıldızları seyredeceğim, dünyalı! Bir gün sizinle de seyrederiz. Gecenin merdivenine oturup. Hiçbir şeye sahip değilmişiz gibi.” Mino’nun Siyah Gülü/ Hüsnü Arkan
Geçen yıl severek okumuştum. Hikaye okuyanı içine çekiyor, sürükleyici bir anlatımı var. Türkiye'de büyüyen herkesin kitabı okurken kendinden bir şeyler bulacağını düşünüyorum. Samimi, zaman zaman duygulandıran bizden bir hikaye okumak isterseniz tavsiye ederim.