“Uzunun teki geldi bir ara, yanında da bakara makara söylenen bir güdük.Bunlar doğru cennete yürüyorlar el ele.Hop, dedi zebaniler, sizi cehenneme alalım.Neden, diye afalladı uzun.Ey zebaniler, diyerek efelenmeye kalktı.Yediğiniz kul hakkı buradan Hades’e yol alır, saray mı sandınız burayı, diye kestirip attı zebaniler.İttire kaktıra uzunla yancısını aldılar cehenneme.”
Kısa ama çok eğlenceli bir hikaye. Kitapta mevcut düzene ince giydirmeler de var. Sorgudaki bazı kişilerin edebiyata düşkün olması da ironik olmuş. Fuat Sevimay aynı zamanda iyi bir çevirmenmiş. YouTube'da bir sürü söyleşisine denk geldim. Bundan sonra tereddüt etmeden okuyacağım yazarlar arasına girdi kendisi. "...Kürdan ölmüş mü, ölmemiş mi siz karar verin. İnsan bazen yaşarken ölüyor, kimi zaman da ölüyken yaşıyor..."
Anarşık Fuat Sevimay’la tanışma kitabımdı. Ki kendileriyle yüz yüze tanışma fırsatını daha önce yakalamak da beni mutlu eden bir durum. Zarif ve içten biriydi, kalemi de insanda gücünü samimiyetten alan bir etki bırakıyor. Kürdan’ın başına gelenleri farklı gözlerden takip etmek hayli eğlenceliydi. Jargona hakimiyetiyle ve kıvrak kalemiyle yazar, bizlere sıkılma payı bırakmadan bir yaşamı sunuyordu. Kitabın hamuruna pey bir yergi karıştırılmıştı. Bunu yaparken dikte eden bir tarafı da yoktu.
Eh bunun yanı sıra kurgunun arka planında toplumun gerçeklerini görebildiğimiz, sıkça karşılaştığımız ve sindiremediğimiz birçok olayın gölgesi de seyir ediyordu. Özellikle Kürdan’ın kendini tanımladığı kısımdaki tiradı tüm kitabı özetler nitelikteydi. Gönül rahatlığıyla herkese önerebileceğim bir kitaptı. Babam şöyle bir karıştırmak için eline aldığında gözleri parlayarak “Ne kadar akıcı bir dili var yahu,” dediğinde bundan emin oldum.
Türk edebiyatında argonun bu kadar yerinde, kararında, düzeyli ve eğlenceli kullanıldığını hiç görmemiştim. İzmir’de geçen hikayede, kadersiz bir hayata doğmuş Kürdan’nın zihni sinir niteliğinde, eğlenceli çıkış yolu bulma girişimi…
Yazarla tanışma kitabım oldu. Esprili dilini, canlı karakterini ve göndermeli anlatımını çok sevdim. İnternetten yazarın aynı zamanda çevirmen olduğunu, hem İtalyanca’dan hem de ingilizce’den çeviri yaptığını hatta geçen sene James Joyce‘un Ulysses’sini Türkçe okuyanlara kazandırdığını öğrendim. Diğer kitaplarını da okuma niyetindeyim.
Anarşık, bir polis soruşturması sırasında aynı olayın farklı kişilerin ağzından anlatıldığı, tek oturuşta bitirilen kitaplardan. Yazarın üslubu çok eğlenceli. Aslında kitabı biraz Ümit Ünal’ın 9 adlı filmine benzettim ama yazar dramı değil mizahı tercih etmiş, çok da iyi yapmış. Keşke biraz daha uzun olsaymış.
Yazardan daha önce Gör Bağır’ı okumuş ve cümlelerindeki inceliğe hayran kalmıştım. Ne yazık ki bu kitabı beklentilerimi karşılamadı. Belki 10 sene önce okusam daha çok beğenirdim. Bu vesile ile bir kez daha polisiye ve komedi birleşiminden artık zevk almadığımı fark ettim.
Mahmut Rahvan, namı değer Kürdan, yağlı saçları kafasına yapışık, avurtları çıkık, gözleri pörtlek, edebiyata düşkün pezemenk Selo'nun ifadesiyle "Raskolnikov'un sünmüşü, Aylak Adam'ın çirkini, Sahtegi'nin gençliği misali sarsak bir adem", kürdan gibi sıskacık bir adam. Öldü mü, öldürüldü mü, yaşıyor mu, o kısımlar biraz karışık. Konuyu aydınlatmaya çalışan Basmahane Karakolunda görevli memur, üç beş aydır Kürdan'ın hayatına giren insanlarla bir soruşturma yürütüyor. Orası da karışık, yani anlatılanlar. Karanlıkta filin ne olduğunu el yordamıyla anlamaya çalışanlar gibi her tanık başka bir Kürdan anlatıyor. Kimi ardından sövüyor, kimi göz yaşı döküyor, kimi hem sövüyor hem ağlıyor, iyi bilirdik diyeni de var, kötü bilirdik diyeni de. Parçaları birleştirmek, bu gizemi çözmek de memur beye kalıyor.
Fuat Sevimay kısa ama çok eğlenceli bir hikaye anlatmış. Yarattığı karakterler şehrin en dış mahallelerine ait ama acayip renkli, her biri kendi nevi şahsına münhasır kişiler. Sanayideki Usta, yardımcısı Çukur, edebiyat aşığı, pezemenk Selo, tesadüfen sevgili, sermaye Nermin, gönül adamı kamyoncu Servet, imam efendi, emlak mafyası Durmuş ve bir kaç kişi daha. Ve tabi tüm bu ifadeleri kayıt altına alan, dolayısıyla hikayenin bize ulaşmasını sağlayan polis memuru arkadaş. Arkadaş diyorum çünkü ismini bilmiyorum. Bazı karakterleri isimsiz geçmiş Fuat Sevimay. Polis memuru da onlardan biri.
AnarŞık çok keyifli bir okuma oldu. Hastası oldum hem karakterlerinin, hem hikayenin hem her karakterin kendine has dilinin, anlatımının hem de satır aralarına sinsice saklanan, muktedirlere itinayla atılan minik minik taşlarının. Öyle ki, yetmedi, ertesi gün bir daha okudum AnarŞık'ı. İkinci tur daha bir keyifli oldu sanki. İlk okumada gözümden kaçanları yakaladım.
genel olarak sevdim, puan düşüklüğü sebebi ise benim beklentim daha farklıydı. o yüzden biraz hayal kırıklığı oldu bende. ama genel olarak kitap güzeldi, 1-2 saat içerisinde merak ede ede bitirdim. en çok "gayriihtiyari selo" karakterini sevdim :)
Akira Kurosawa’nın Rashomon filmiyle zirve halini gördüğümüz, nesnel gerçeğin farklı perspektiflerden anlatıldığı ve kararın okuyucuya/izleyiciye bırakıldığı “soruşturma” diyebileceğim yazın alt türünün, İzmir’in kenar mahallelerini mekan belleyen, düzeyinde argoyu sonuna kadar, adeta ders niteliğinde kullanan güzide bir örneği Anarşık. Yazarı Fuat Sevimay’la ilk defa bu novellada tanıştım ve takip etmeye kani oldum. Hafif, kolay okunur anlatımı ve Göztepe’li karakterleri kitabı sevmemde etken oldu. Karakterlerin seslerinin birbirine benzemesini bir miktar yadırgadım bir de popüler göndermelerini daha ince yapabileceğini düşündüm. En çok güldüğüm kısmı ise kısaltmalarını kafada canlandırmak zor olmayan siyasi parti isimleri oldu, İnkılapçı Tutucular Partisi ile Gelişen ve Özgürleşen Toplum Partisi. Bir oturuşta bitebilecek ve sizi neşelendirebilecek bu güzel kitabı öneriyorum.
Anarşık, Kapalıçarşı’dan sonra okuduğum ikinci Fuat Sevimay kitabı. İncecik, bir çırpıda okunup gider bir metin. Kapalıçarşı’daki anlatım biçimini biraz Benim Adım Kırmızı’ya benzetmiştim, hoşuma gitmişti ama sanki Anarşık’ı daha çok beğendim; daha çok bizden, doğal akıp giden bir dili var. Bir meslektaşı olarak çevirilerini de takip ettiğim Sevimay’ın en sevdiğim yanı kullandığı sözcüklerin çeşitliliği. Bunun çevirmenlikle bir alakası olmalı diye düşünüyorum 🙂 Her kitabında yeni yeni sözcükler öğreniyorum. Üstelik bir kısmının tam anlamını öğrenmek için bayağı uğraşmak gerekiyor. Örneğin bu kitapta geçen “mugassıl” sözcüğü; metni okurken ne olduğu anlaşılıyor ama tam anlamını öğrenmek istediğimde ve yanlışlıkla “mugassil” yazarak aramalar yaptığımda karşıma hiçbir sonuç çıkmadı. Biraz da yöresel bir kullanım sanırım (sözcüğün anlamını yazmayacağım, aratırsınız 😃 ). Bakalım bir sonraki kitapta neler öğreneceğim.
Diyorsanız ki bir kitap okuyayım hem kısa olsun hem sürükleyici olsun hem de okurken keyif alayım. İşte size öneri: Fuat Sevimay’dan ANARŞIK. Son zamanlarda okuduğum keyifli uzun öykülerden biri. Sanırım uzun öykülere novella deniyor ama biz yine bildiğim kelimelerden şaşmayalım.
Her şey bir cuma namazı sonrası amirin çayını içmeye gelen imamın ısrarı sonucu başlıyor ama olay örgüsünde biz bunu sonradan öğreniyoruz. İmam cenaze namazını kıldırdığı maktulün naaşında bir gariplik seziyor ve amire mezarın açılması yönünde karar aldırıyor.
Hani Attila İlhan’ın Cinayet Saati şiirinde Deli Cafer, İsmail, Tayfur ve şaşı adlı kişi dört kişi vardı. Bu kitapta da o misal. Maktul Mahmut’un yani herkesin ona seslendiği lakabıyla Kürdan’ın ilişkide ve iletişimde olduğu kişiler bir bir ifadeye çağrılıyor. Olayları dokuz kişinin ağzından dinliyoruz. Bir de yazılan tutanaktan yaptığımız çıkarımı sayarsak etti bize on.
Herkes Kürdan’la nasıl tanıştıklarından başlayıp, kendince olayı aktarıyor. Her ayrı karakter üzerinden Kürdan’ı tanırken aslında olayı aktaranları da tanıyoruz. Karakterlerin bazısını sevip, bazısına üzülürken, bazısına bizden uzak olsun diyoruz. Bu da hikayeye hoş bir hava katıyor. Biz de anlatılanlardan kimmiş bu Kürdan, ne yaparmış, nerede yaşarmış, kimle kalırmış, ne yer, ne içermiş bunları öğreniyoruz.
Kürdan lakabı nereden geliyor? Kara kuru, zayıf biri olmasından. Fakir, kendi halinde, etliye sütlüye karışmayan biri ya da karışmayan biriydi. Ta ki yolu sanayiye düşene kadar. Merak yüzünden sorduğu bir soru başına olmadık dertler açıyor. Kendisi böyle birisi. Dinleyeyim, öğreneyim zira hayat tecrübesidir diye soruyor bu soruları. Ama cevap olarak terslenişi, buna içerleyişi ve ertesi gün intikam almak için tekrar sanayiye gidişi bu hikayenin başlangıcını oluşturuyor. Sonra işler hepten karışıyor. Oto tamircisiyle arkadaş olmaları, Nermin’le sevgili olmaları, kamyoncuyla yaşan durumlar falan hep birbiriyle bağlantılı.
Bir de hikaye bir noktada bir süreliğine fantastik bir hal alıyor. Hikayenin tamamı gibi burası da trajikomik. Bu fantastik kısım Kürdan’ın yaşamını ve olay örgüsünü düşününce hiç sırıtmıyor. Zaten bizim Kürdan’ın yaşamına da böyle fantastik bir durum yakışırdı.
Uzun lafın kısası diyeceğim ama pek uzun laflar da etmedim. Yaklaşık iki saatte bitirdiğim bir kitaptı ve elimden hiç bırakmadan, bir oturuşta okudum. Bence bu bile başlı başına övgüyü hak eder bir durum. Farklı e-ticaret sitelerinde farklı fiyatlarda olsa da ortalama 10 TL’ye ömrünüzden iki saati kaliteli geçirmenizi vesile olacak bir kitap diyebilirim. Okuyun, pişman olmazsınız. https://dediydidersiniz.wordpress.com...
Kitabın tamamı bir sorgu odasında geçiyor ve sizde camın arkasından izleyen bir polis memuru gibi olaylara şahit oluyorsunuz.
Kitabın en sevdiğim kısımları ilk olarak komiserin noktasız virgülsüz yazdığı rapordu. İkincisi yine komiserin masasındaki kayınbiraderinin fotoğrafıydı. Evet kim masasına kayınbiraderinin fotoğrafını koyar ki? Neyse yorumumuza kayınbiraderi karıştırmayalım. Üçüncüsü yine komiserin sürülmesi ve usta, kürdan, nermin ve pezevengi selo'nun -ki artık pezevengi değil çünkü nermin bu işleri bırakmış ayrıca selo da yerli kadınlardan bıkmış dünyaya açılcakmış- komiseri ziyaret etmesi. Ve son olarak komiserin parantez içinde konuşmayı bırakması.
Yerli yerinde hicivleri ve komedisiyle keyifli bir okumaydı benim için.
- Uzunun teki geldi bir ara yanında da bakara makara söylenen bir güdük. Bunlar doğru cennete yürüyorlar el ele. Hooop dedi zebaniler, sizi cehenneme alalım. Neden diye afalladı uzun 'Eyyyy zebanilerrrr' diyerek efelenmeye kalktı. Yediğiniz kul hakkı buradan Hades'e yol alır saray mı sandınız burayı diye kestirip attı zebaniler. İttire kaktıra uzunla yancısını aldılar cehenneme.
Anarşık Fuat Sevimay’la tanışma kitabımdı. Ki kendileriyle yüz yüze tanışma fırsatını daha önce yakalamak da beni mutlu eden bir durum. Zarif ve içten biriydi, kalemi de insanda gücünü samimiyetten alan bir etki bırakıyor. Kürdan’ın başına gelenleri farklı gözlerden takip etmek hayli eğlenceliydi. Jargona hakimiyetiyle ve kıvrak kalemiyle yazar, bizlere sıkılma payı bırakmadan bir yaşamı sunuyordu. Kitabın hamuruna pey bir yergi karıştırılmıştı. Bunu yaparken dikte eden bir tarafı da yoktu.
Eh bunun yanı sıra kurgunun arka planında toplumun gerçeklerini görebildiğimiz, sıkça karşılaştığımız ve sindiremediğimiz birçok olayın gölgesi de seyir ediyordu. Özellikle Kürdan’ın kendini tanımladığı kısımdaki tiradı tüm kitabı özetler nitelikteydi. Gönül rahatlığıyla herkese önerebileceğim bir kitaptı. Bir arkadaşım şöyle bir karıştırmak için eline aldığında gözleri parlayarak “Ne kadar akıcı bir dili var yahu,” dediğinde bundan emin oldum.
Yeni keşfettiğim yazar Fuat Sevimay'ın Anarşık'ı farklı tarzıyla kalbimi çaldı. Ortadan kaybolan, cenazesi yapılan ama ölüp ölmediği konusunda şüpheye düşülen Kürdan lakaplı Mahmut'un şüpheli ölüm hikayesine karşı polisin Kürdan'ın çevresindeki herkesi sorguya almasıyla biz de bu sorgu anlarını, ifadelerini okuyoruz ve bu ifadeler o kadar eğlenceli ve ilginç ki kitabı 2 saat içinde yalayıp yuttum. Açıkçası bu kadar seveceğimi düşünmemiştim ama kitaba bayıldım. Yazarın dili ve üslubunu aşırı sevdim ve hemen yeni kitabı Kapalıçarşı'yı sipariş ettim. Yeni bir yerli yazar keşfetmek isteyenlere Anarşık'ı kesinlikle tavsiye ediyorum.
İzmir’in kenar mahallelerinden yükselen, matrak ama hüzünlü bir koro gibi… Her biri kendi “Kürdan”ını anlatan karakterler arasında gezdikçe, hem gülüyor hem de toplumun gölgede kalan yüzüne bakıyorsunuz. Fuat Sevimay’ın dili esprili, samimi ve zekice siyasi dokundurmalarla dolu. Tam sahnelenmeye ne müsait bir metin diye düşünürken zaten tiyatro sahnesi için uyarlandığını öğrendim. Okurken hikaye, karakterler, sahneler sanki film izler gibi gözünüzün önünde canlanıyor. Okuduğum ilk Fuat Sevimay kitabıydı. Bundan sonra sık sık okuma radarıma girecek gibi.
Hayatımın bir kaç yılını İzmir'de gecirdigimden belki hikaye bana çok tanıdık geldi. Kitap bittiğinde "kürdan" ne kadar gerçek bir insan dedim kendi kendime. Kendi gerçekliğimi sorgulayarak okudum aslında. İyiligimi, etik anlayışımı sorgulayarak... İnsan sınanmadan neler yapacağı bilinmez derler ya bir kez daha ben de buna ikna oldum. Başına kötü bir şey gelmeden iyi kalmak kolay ya da zorbalıkla yüzyüze gelmeden adaletli olduğunu savunmak kolay...
Fuat Sevimay’la tanıştığım ilk kitabı oldu. Kitap, İzmir’de gerçekleşen bir cinayetin karakol tutanakları aracılıyla karakterler arasındaki konuşmaları içeriyor. Yazarımız, her bir karakteri o kadar ustalıkla işlemiş ki, toplum içerisindeki yerleri ile davranışları, konuşmaları arasında ince nüanslar oluşturmuş. Samimi bir dille yazılmış, okurken karakterlerle birebir konuşuyor gibi hissediyorsunuz. Tek kelimeyle harikaydı. Diğer kitaplarını da bir an önce okuyacağım.
Fuat Sevimay'ı Kapalıçarşı ile tanışmıştım ve sevmiştim. Ama bu kitapla çok çok sevdim.
Anarşık, bir ölümün peşinde, ölünün çeperindeki karakterlerin dile geldiği, sarman bir öykü. Böyle suya düşen taş gibi, dalga dalga ama her bir dalga birbirine eş. Çok tatlı, neşeli, muzip bi öykü.
Kitapta çok güzel göz kırpmalar var. Parkta, bir bankta denk geldiği uzun İhsan özellikle gönlümü çeldi:)