Füruzan, 1988'de ilk kez yayımlandığında altı ay içinde iki kez basılan bu romanında, iki farklı kültürden gelen insanların Almanya'da kesişen, içiçe geçen dünyalarını serimlerken, sevginin, gittikçe daha da kararan çağımızda bile, birleştirici gücünü hala koruduğunu bir kez daha müjdeliyor.
Füruzan Yerdelen was an award-winning self-taught Turkish writer, who is highly regarded for her sensitive characterisations of the poor and her depictions of Turkish immigrants abroad.
Füruzan İlk kitabı Parasız Yatılı’yla 1972 Sait Faik Hikâye Armağanı ’nı kazandı. İlk kitaplarında kötü yola düşmüş kadın ve kızların, çöken burjuva ailelerinin, yoksulluk ve yalnızlıkla boğuşan kadın ve çocukların, yeni ortamlarda bunalan ve yurt özlemi çeken göçmenlerin dramlarına sevecenlikle yaklaştı; kişileri derinlemesine inceledi, anlatımını ayrıntılarla besledi. 12 Mart dönemini anlattığı ilk romanı Kırk Yedi’liler ile 1975 TDK Roman Ödülü’nü kazandı. 1975’te bir sanatçılar programıyla (D.A.A.D.) çağrıldığı Batı Berlin ’de bir yıl kalarak işçiler ve sanatçılarla röportajlar yaptı. Dokuz Çağdaş Türk Öykücüsü (1982, Volk und Welt Verlag) antolojisiyle Die Kinder der Türkei (1979, Kinderbuch Verlag) çocuk kitabını ise Doğu Berlin’de konuk kaldığı dönemde hazırladı. Öyküleri Fransızca, İspanyolca, Farsça, İtalyanca, Japonca, İngilizce, Rusça, Bulgarca, Boşnakça gibi dillere çevrildi: Öykülerinden yapılan bir toplam A. Saraçgil çevirisiyle 1991’de Napoli’de, Kırk Yedi’liler S. Pirvanova çevirisiyle 1986’da Bulgaristan’da, “Sevda Dolu Bir Yaz”, “Nehir” ve “İskele Parklarında” öyküleri Damian Craft çevirisiyle 2001’de Londra’da, Parasız Yatılı Elif Deniz - Pierre Vincent çevirisiyle (Pensionnaire d’état, Bleu autour yayınevi) 2010’da Fransa’da yayımlandı; toplu öykülerini ise İspanyolcaya Gül Işık çevirmekte. 2006’da 10. Ankara Öykü Günleri’nde, 2007’de Dil Derneği’nin Dil Bayramı’nda ve Antalya Öykü Günleri’nde, 2008’de 7. İzmir Öykü Günleri’nde onur ödülleri aldı. 2008 TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı’nın Onur Yazarı seçildi. 2009’da Dil Derneği İzmir şubesince Türk Diline Emek Ödülü verildi. 1988-90 yıllarında çektiği Benim Sinemalarım 1990’da Cannes Film Festivali’nin “Eleştirmenlerin 7 Günü” ve “Altın Kamera” dallarından çağrı alarak 158 film arasından seçilen 8 filmden biri olarak gösterime girdi; 1991’de ise Uluslararası İran Fecr Film Festivali’ndeki Uluslararası Jüri’den “En İyi İlk Film Jüri Özel Ödülü”nü kazandı ve Tokyo Uluslararası Film Festivali’nde seçilen “En İyi On Asya Filmi” arasında yer aldı. Oyunlaştırdığı Sevda Dolu Bir Yaz Ankara Devlet Tiyatroları’nda yaklaşık 200 kez sahnelendi (2000-2005). Öykü: Parasız Yatılı (1971), Kuşatma (1972), Benim Sinemalarım (1973), Gül Mevsimidir (uzun öykü, 1973), Gecenin Öteki Yüzü (1982), Sevda Dolu Bir Yaz (1999). Roman: Kırk Yedi’liler (1974), Berlin’in Nar Çiçeği (1988). Gezi-Röportaj: Yeni Konuklar (1977), Evsahipleri (1981), Balkan Yolcusu (1994). Oyun: Redife’ye Güzelleme (1981), Kış Gelmeden (1997). Şiir: Lodoslar Kenti (1991). Çocuk Kitabı: Die Kinder der Türkei (Türkiye Çocukları, 1979). Yaşantı: Füruzan Diye Bir Öykü (Haz.: Faruk Şüyün, 2008).
Soğuk ve karlı Ankara günlerinde battaniyenin, yorganın altında okumak için Füruzan'dan daha iyi bir yazar olabilir mi?
Füruzan, Türk Edebiyatı'ndaki favorilerimden. Okuduğum her öyküsü, her romanı, her satırı içime işliyor, boğazımda bir yumruyla beni baş başa bırakıyor. Berlin'in Nar Çiçeği, kitaplığımda okumadığım tek Füruzan kitabıydı. O'nu çok özlediğim fark edince okumak istedim. Birkaç önce bitmesin diye de hızlı okumak istemedim, yavaş yavaş okumaya gayret ettim.
Berlin'in Nar Çiçeği, İkinci Dünya Savaşı'nın acılarını yaşamış, savaştan kısa bir süre sonra savaş gazisi kocasını kaybeden, oğlu Amerika'ya göç eden, kızı ise evlenip başka bir şehre yerleşen ve yapayalnız kalan Friede ile Friede'nin oturduğu apartmana yerleşen bir Türk göçmen ailesi arasında yavaşça gelişen dostluk bağı üzerine bir roman.
Bir Türk olup, bir Alman kadınını böyle nahif bir dille anlatabilecek birkaç yazardan biri de Füruzan'dır herhalde.
Kitap 1980'lerin sonlarında kaleme alınmış; fakat göçmenler hâlâ acı çekmekte, ırkçılık ne yazık ki hâlâ dünya gündemini meşgul etmekte. Belki de değişen tek şey insanımız. Korkmaz ailesi gibi bir aile hâlâ var mı, dürüst, iyiniyetli insanlar kaldı mı, arasak bulunur mu, orası tartışılır işte.
Berlin'in Nar Çiçeği gençliğini, büyük bir savaşı, zor bir ömrü geride bırakmış; kocasını yitirmiş, yıllar içinde çocuklarından uzaklaşmış bir kadının hikayesi. Kendi küçük dairesinde insanlarla pek ilişki kurmadan, değişen Almanya'ya uyum sağlamaya çalışıyor. Yalnızlığına öyle bağlı bir kadın ki en küçük bir ilişki bile onu çok korkutuyor. Ancak yan dairesine taşınan göçmen bir ailenin ilgisine karşılık vermek durumunda kalıyor ve bu belki de hayatında verdiği en iyi kararlardan biri oluyor.
Kitap boyunca Bayan Lemmer’in geçmiş yaşantısıyla ilgili detayları öğrenirken; diğer yandan da bu göçmen ailenin hayatına girmesiyle, insanların yabancılara karşı davranışları; kendilerine yabancılaşmaları; ırkçılık meselesi; sıcak, samimi ilişkilerin azlığı gibi durumları okuyoruz. Bu romandaki karı kocanın Bayan Lemmer’in hayatına girişleri ve onu sarıp sarmalayışları, bana ‘Gecenin Öteki Yüzü’ndeki iki kardeşi hatırlattı; anneyle kızın kapılarını çalıp çıkarsız sevgilerini sunmaya çalışmışlardı.
Sevginin insan hayatını nasıl değiştireceğini gösteren; sıcak, samimi bir Füruzan romanı; ve evet epeyce de hüzünlü.
Tek kelimeyle harika. Irkçılığın en yoğun yıllarında yapayalnız bir Alman kadının ve sıcacık Türk ailenin dostluk hikayesi. Yurtdışında yaşamak lazım bu kitabı anlayıp, özümsemek icin. Almanca cümleler keşke cevrilseydi.
Berlin'in Nar Çiçeği Almancı bir ailenin dramıyla, II. Dünya Savaşı esnasında genç bir kadın olan Elfreide Schultze'nin dramını birleştiren sürükleyici bir roman. İsmini Nar Çiçeği koyduğu bebekle bağlanıyor Elfreide Almancı aileye hayatının son günlerinde... Romanın yeni Türkçe dili biraz itici ama birkaç tekrardan sonra alışmak zor değil. Romanın baskı editörü işini ciddiyetiyle yapmamış. Bariz sözcük hataları romanın doğal akışını bozuyor. Özetle Almanya'da yaşayan Türklerin, Alman toplumuna uyum sağlamakta yaşadıkları sorunları ve o sorunlara insani ve nasyonalist duygular arasında bocalayarak angaje olan Alman proleter sınıfının ilişkisini bir kurgu içinde okumak isteyenler için uygun bir roman Berlin'in Nar Çiçeği.
Hikayesi çok etkileyici ama dili Almanca'dan yapilmis kötü bir ceviri gibi.
Beni etkileyen noktası hem savas sonrası Alman toplumunun kodlarini bu kadar iyi özümsemiş olması hem de tamemen farklı bir kültür ve yas grubundan bir kadini hikayesinin merkezine koymasindaki cüreti. Ve de karakteri birçok acidan ilgi cekici ve ikna edici buldu.
Ama bili okumayi fazlasıyla zorlastirdi benim icin. Fazla ağdalı, uzun, kültürel olarak karakterlerine özüne yakin kalma cabasiyla da bir acidan eklektik.
Bu çok enteresan bir roman, kurmaca başarısı ya da edebi derinlik üzerinden değil, okurun ruh halini etkileyip değiştirebilecek kadar iyimser ve ısrarlı bir sevgi/kardeşlik manifestosu olmayı başarabildiği ve elden bırakmadığı için enteresan. Özellikle ırkçılığın dünyada tavan yaptığı bugünün bağlamında okunmalı. Füruzan’ın okuduğum ikinci kitabı. Salakmışım okumamışım bu zamana kadar sjsjsj.
Derler ki kişi kocadıkça geçmişini arar olurmuş. İnanmayın. Ben yirmilerimde geçmişimi özlemeye başlamıştım. Eğer kişi yirmilerinde ihtiyarlayabiliyorsa, bizler nasıl bir utkunun peşindeydik. - Christian Haabe
"Elfriede Schultze, kızım," diye düşünmüştü, "birgün sen de öleceksin. Elindeki tırpanıyla ölüm, kara göz oyuklarıyla boş iskeletini senden de sakınmayacak. Ölüm uçsuz bucaksızdır Elfriede Schultze. Kimse onu anlatamaz. Bu kadar umutsuzluk gerekir mi? Öleceksin, yalnız, kederli, mutsuz, tıpkı o güzel adam gibi. Ya kuşun ne yapacak? Ah! Sarah dilberim, bir bilsen." - Elfriede Lemmer
"Tanrım, günahım nedir? Beni sarıp koruyordun. Aklımı ağırlaştırıyordun. Can suyumu çekip körelterek kaderime razı olmamı sağlıyordun. Ya şimdi? İki üç kez gördüğüm bir bayın ölümüyle dalgınlığımı yıktın. Sonumu kolaylaştırma yetisini alıverdin benden. Toprak döşeğime uzanma günümden kaçmak istiyorum. Hâlâ mutluluk bekliyorum, ne ayıp. Üzülmek, sevinmek, bana göre olmaktan çıkalı nicedir. Böyle duyguları, düşünceleri nasıl alt edeyim, her şeye kadir olan tanrım. Söndür artık şu hayat ışığımı bitsin. Mutluluğu çok bekledim. Vakit yok biliyorum... Yaşlandım... Ömrüm tamamlanıyor..." - Elfriede Lemmer
-...Ama kimse derin şeylerden hoşlanmıyor. Ne Schiller, ne Kleist bu durumdan hoşnut değiller, biliyorum. Siz de aldırmayın. İnanın değmez. Kimse sözcükleri değerli bulmuyor. Çünkü dile inanılmıyor. - Christian von Haabe
Dinle, ardıç kuşu ötüyor. Sen görmedin. Gölün kuğularını bir hafta önce ölmüş bulduk. Kanatları açık, suda ağır ağır kayıyorlardı. Meğer onlar ne kadar büyük kuşlarmış... Çevremizdeki her şey ölüyor. Bilmiyorum niçin. Mutluluk bizi terk etti. - Bayan Schultze