Romanlarında Anadolu insanının gerçek dünyasını destansı boyutlara taşıyan, yaşanmış ve yaşanan gerçeği mitlerin, efsanelerin evreninde çoğaltan Yaşar Kemal, sadece bir romancı ve halkbilimci değil, gazetelerimizde modern röportaj yazarlığının da kurucusudur. Onun, her biri yayımlandığı dönemde olay yaratan röportajlarında gerçek, hayat buldu ve okuyucuyu sarstı.
Bu Diyar Baştanbaşa dörtlüsünün üçüncü kitabı Peri Bacaları bir İstanbul çocuğunun gözünden Anadolu köylerine uzanır, süngercilere varır, Van Gölü’ne, Çukurova’ya uğrar, doğaya misafir olur. Peri Bacaları Yaşar Kemal’in sözcüklerinde periler diyarına dönüşür.
“Dersin ki Asyanın bozkırından çadırlarını alıp, atlarına binip, devesini, koyununu, keçisini, malını toplayıp Anadoluya bir periler kavmi geldi. Her biri bir taşa dokundu, nakış oldu. Tuttuğu taş nakış oldu. Sonra kümbet oldu, cami, kervansaray, han oldu... Kafan bir an periler üstüne çalışmışsa bu böyledir. Çaresiz.” Yaşar Kemal
“Ortaya konan bu müthiş hakikatler karşısında ne söyleyeceğimi şaşırdım. İçimden taşanları, kalemime gelenleri yazmamak için kendimi zorlayarak susuyorum ve şahsen hiç tanımadığım bu cesur ve dürüst kalem arkadaşımı alnından öpmekle iktifa ediyorum.” Hüseyin Cahit Yalçın, Ulus, 6 Eylül 1953
“Yaşar Kemal’in sanat çalışmalarında erişilmez bir doruk.” Tarık Dursun K., Milliyet, 11 Mart 1971
Yaşar Kemal, asıl adı Kemal Sadık Gökçeli. Van Gölü’ne yakın Ernis (bugün Ünseli) köyünden olan ailesinin Birinci Dünya Savaşı’ndaki Rus işgali yüzünden uzun bir göç süreci sonunda yerleştiği Osmaniye’nin Kadirli ilçesine bağlı Hemite köyünde 1926’da doğdu. Doğum yılı bazı biyografilerde 1923 olarak geçer.
Ortaokulu son sınıf öğrencisiyken terk ettikten sonra ırgat kâtipliği, ırgatbaşılık, öğretmen vekilliği, kütüphane memurluğu, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptı. 1940’lı yılların başlarında Pertev Naili Boratav, Abidin Dino ve Arif Dino gibi sol eğilimli sanatçı ve yazarlarla ilişki kurdu; 17 yaşındayken siyasi nedenlerle ilk tutukluluk deneyimini yaşadı. 1943’te bir folklor derlemesi olan ilk kitabı Ağıtlar’ı yayımladı. Askerliğini yaptıktan sonra 1946’da gittiği İstanbul’da Fransızlara ait Havagazı Şirketi’nde gaz kontrol memuru olarak çalıştı. 1948’de Kadirli’ye döndü, bir süre yine çeltik tarlalarında kontrolörlük, daha sonra arzuhalcilik yaptı. 1950’de Komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla tutuklandı, Kozan cezaevinde yattı. 1951’de salıverildikten sonra İstanbul’a gitti, 1951-63 arasında Cumhuriyet gazetesinde Yaşar Kemal imzası ile fıkra ve röportaj yazarı olarak çalıştı. Bu arada 1952’de ilk öykü kitabı Sarı Sıcak’ı, 1955’te ise bugüne dek kırktan fazla dile çevrilen romanı İnce Memed’i yayımladı. 1962’de girdiği Türkiye İşçi Partisi’nde genel yönetim kurulu üyeliği, merkez yürütme kurulu üyeliği görevlerinde bulundu. Yazıları ve siyasi etkinlikleri dolayısıyla birçok kez kovuşturmaya uğradı. 1967’de haftalık siyasi dergi Ant’ın kurucuları arasında yer aldı. 1973’te Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kuruluşuna katıldı ve 1974-75 arasında ilk genel başkanlığını üstlendi. 1988’de kurulan PEN Yazarlar Derneği’nin de ilk başkanı oldu. 1995’te Der Spiegel’deki bir yazısı nedeniyle İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandı, aklandı. Aynı yıl bu kez Index on Censorhip’teki yazısı nedeniyle 1 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûm edildiyse de cezası ertelendi.
Şaşırtıcı imgelemi, insan ruhunun derinliklerini kavrayışı, anlatımının şiirselliğiyle yalnızca Türk romanının değil dünya edebiyatının da önde gelen isimlerinden biri olan Yaşar Kemal’in yapıtları kırkı aşkın dile çevrilmiştir. Yaşar Kemal, Türkiye’de aldığı çok sayıda ödülün yanı sıra yurtdışında aralarında Uluslararası Cino del Duca ödülü, Légion d’Honneur nişanı Commandeur payesi, Fransız Kültür Bakanlığı Commandeur des Arts et des Lettres nişanı, Premi Internacional Catalunya, Fransa Cumhuriyeti tarafından Légion d’Honneur Grand Officier rütbesi, Alman Kitapçılar Birliği Frankfurt Kitap Fuarı Barış Ödülü’nün de bulunduğu yirmiyi aşkın ödül, ikisi yurtdışında beşi Türkiye’de olmak üzere, yedi fahri doktorluk payesi aldı. 28 Şubat 2015 tarihinde vefat etti.
Yaşar Kemal was born as Kemal Sadık Gökçeli in 1926 in the Hemite village of Kadirli, Osmaniye, where his family, originally from the village of Ernis (present-day Ünseli) near Lake Van, had settled after a long period of immigration caused by the Russian occupation during World War I. With his amazing imagination, grasp of the inner depths of the human soul, and lyrical narrative, Yaşar Kemal became one of the leading name not only of Turkish literature, but of world literature as well. Translated into more than forty languages, Yaşar Kemal is the recipient of many awards in Turkey and more than twenty international awards including Prix mondial Cino del Duca, Commandeur de la Légion d'Honneur de France, Commandeur des Arts et des Lettres of the French Ministry of Culture, Grand Officier de la Légion d'Honneur de France, Premi Internacional Cataluña, Peace Prize of the German Book Trade, as well as seven honorary doctorates—five in Turkey and two abroad. The last award Kemal received was the Bjørnson Prize given by the Norwegian Academy of Literature and Freedom of Expression (Bjørnson Academy) on November 9, 2. Yaşar Kemal died in İstanbul on February 28, 2015.
Güzel, ama serinin diğer kitaplarına göre daha zor okunuyor, hatta daha açık söylemek gerekirse, biraz sıkıcı. Serinin ilk iki kitabını çok başarılı bulmuştum. Son kitabı da okuyup seriyi tamamlamak için sabırsızlanıyorum.
Tüm yazarlar bir yana, Yaşar Kemal bir yana benim için. O hep ayrı bir yerde. Hem tüm kitaplarını bir an önce okumak istiyor hem de çabucak tüketmekten korktuğum için kendimi durduruyorum. Elimdeki tüm Yaşar Kemal kitapları 93-94 basım, Toros Yayınlarından. Bu Diyar Baştanbaşa serisi Toros Yayınlarından Peri Bacaları, Denizler Kurudu, Nuhun Gemisi, Bir Bulut Kaynıyor olarak çıkmışken YKY'de Nuhun Gemisi, Yanan Ormanlarda Elli Gün, Peri Bacaları, Bir Bulut Kaynıyor olarak basılmış. Ben Toros Yayınlarına göre okuyorum. Yaşar Kemal gazeteci olarak Anadolu'nun pek çok şehrini geziyor. Diyarbakır, Van, Adana, Kayseri, Sivas, Bitlis, Gaziantep... Peri Bacaları'na dönüp bakınca kitabı kendi kafamda üç bölüme ayırdığımı gördüm. İlk bölüm daha çok Doğu Anadolu illeri anlatılıyor. Her şey kasvetli ve buhranlı. Hala hiç değişmemiş Türkiye gerçeklerini, insanların inancını, geleneğini göreneğini anlatıyor, bu ülke için insanının ne kadar değersiz olduğunu yüzünüze çarpıp size bunu hatırlatıyor. İnsanın değeri yok. Hayvanlardan farklı bir muamele görmüyorlar. Bakımsızlık, iş bilmezlik... Topraklar ağaların elinde. Makineler yeni yeni gelmiş, ağalar köylüleri kovuyor. Köylüler hayatta kalmak zorunda; toprakları alınmış, ağanın yanından kovulmuş başka köylere göçüyorlar fakat orada da barındırılmıyorlar. "Yer gök toz" diyor Yaşar Kemal. Toz toprak içinde boz bulanık yaşıyor insanlar. Ulaşım zorlu ve kısıtlı olduğundan dünyadan kopmuş vaziyetteler. Yaşar Kemal sayfalar boyunca okul, üniversite, yol diyor. Eğitim. İnsanların bu durumdan kurtulması, kendilerini kurtarması için eğitim.
"'Van' dedi, 'Van bir mahpushanedir, üç ayda bir, bir gazete yüzü görmediğimiz olur. Hasret kalırım dünyaya. Güya koyun memleketi burası. Git kasaba, al bir kilo et, vur duvara yapışır. Sakız gibi... Kışın Rahva yokuşunu kar basar. Ne giden, ne gelen... Gelirken gördüğünüz o Rahva düzünde telgraf direklerinin tepesine basa basa yürürsünüz. İşte böyle. Sebze yüzü göremezsiniz. Ağustosta domates. Ye de iflah ol. Bazı günler okuldan eve gidilmez. Gece kahveden giderken kurtlar gelir önünüze. Şehir kurtlarla dolar. Kurtlar mahallelerden köpekleri kaçırır. Doğu batı yok, yurt bir bütündür, diyorlar. Bunu diyenler gelsinler, Vanda bir yıl yaşasınlar da öyle söylesinler o sözleri. Van mahpushanelikten kurtarıldığı, yani Vana yol yapıldığı zaman, doğu batı farkı aradan kalkacaktır.' "
İkinci kısım ise efsunlu. Peri Bacalarını anlatırken destanlar, masallar giriyor işin içine. İnsanların bilmedikleri, anlamlandıramadıkları şeyler hakkında ne kadar kolay masallar yaratıp bunlara kolaylıkla inanarak sıkı sıkıya bağlı kaldıklarına, yaşamlarını bu yarattıkları hikayelere göre düzenlediklerine yeniden hayret ediyorsunuz. Son kısımda ise sadece Erol Günaydın geliyor aklıma. Yaşar Kemal ile birlikte Doğu ekspresine binip öğretmenlik yapacağı köye gidiyorlar. Çok başka bu bölüm. Hem Erol Günaydın, hem de onun gözünden bu iller. Onun o şaşkınlığının, uyum sürecinin anlatıldığı bölümler kısa da olsa çok değerli.
Yaşar Kemal bulunduğu yerler, insanlar, destanlar kadar yollardan, o yolculuklarda gördüğü insanlardan da bahsediyor kitap boyunca. Vapurlar, otobüsler hiçbir zaman vaktinde gelmiyor, sefere çıkmıyor. İnsanlar sefil, hayvanlarıyla aynı yerde yolculuk yapıyorlar, öylece bekliyorlar saatlerce, günlerce... Herkes o kadar kanıksamış ki bu lakaytlığı kimse bu durumdan şikayet etmiyor. Aksine şükrediyor; "Otobüs 6 saat sonra kalktı, vapur bir gün sonra geldi ama geldi. Ya hiç gelmeseydi?" Otobüse otobüs, vapura vapur demeye bin şahit gerek. Şükretmenin iyi olduğu söylenir bize hep. Her olumsuzlukta pozitif yanı görüp "Öyle deme, şükret", derler. Herkes şükretmeyi tembihler de kimse neye şükredilip neye isyan edilmesi gerektiğini bir türlü düşünmez, düşünmediği için de bunun ayrımına varamaz. Fazla şükrettiğimiz için bu durumda değil miyiz sizce de? Tüm yol boyunca Yaşar Kemal'in seyahat ettiği ortamı hissedip anlıyorsunuz okurken. O tiskindirici kokuyu alıp insan sıcağının nemini hissedebiliyorsunuz. Kısacık bir kitap. Neler düşündürüp hissettiriyor, nelere gözünü açıyor insanın. Yaşar Kemal benim için en özel yazar olmasın da ne olsun?
Üçüncü kitap Peri Bacaları'nda Çukurova'dan başlıyoruz yolculuğumuza. Sonra Urfa'dan Nevşehir'e, Muğla'dan Van'a Anadolu'yu bir baştan bir başa geçiyoruz. Halk güldüğünü ağladığını anlatıyor, Yaşar Kemal yazıyor, biz okuyoruz. İçim sıcacık oluyor, memleketimizin insanları çok güzel. =)
Bu diyar baştanbaşa serisi benim favori serilerimden. Yaşar Kemalin röportajlarını okumaya bayılıyorum. Bu kocaman ülkenin her köşesi hikayelerle dolu ve bunları okumak acayip bi şekilde Yaşar Kemalin de dilinin etkisiyle sizi o yöreye ait hissettiriyor. Bir önceki kitaptan kalan köylerde sanayileşme hikayeleri burada da devam ediyor. Traktörlerin hayata karışmasını takip ediyoruz. Süngercilerin yaşamına ortak oluyoruz. Bir anda peri bacalarında peri efsaneleri dinliyoruz. Sabahçı kahvesindeyiz, köylerinde iş kalmayınca çalışmak için istanbula gelen insanlarla beraberiz. Ve kitaptaki favori bölümüm, -İstanbul Çocuğunun Gözüyle Anadolu Köyleri-. Subay öğretmen olarak doğunun köylerinde çalışmaya giden istanbul çocuklarının peşindeyiz. HA Rİ KA!
"Bu Diyar Baştan Baştan" serisinin üçüncü cildinde, büyük yazarımızın 50'lerin sonu - 60'ların başı dönemi Anadolu izlenimlerini, Kapadokya'yı, Bodrum, Marmaris, Bozburun'u, sünger avcılarını, İstanbul'daki ilk gecekonducuların hikayelerini okuyoruz. Kitabın son bölümündeyse üç büyük tiyatro sanatçımızın askerliklerini yaparken başlarından geçenler ve aydınların Anadolu köylüsü ve doğasıyla olan maceraları var.
Bir solukta okudum... Nevşehir'le başladığımız yolculuğumuz, Bodrum ve Bozburun'daki süngercilerle sohbete, Van Gölü'nün bakir güzelliklerini keşfetmeye vardı... An geldi İstanbul'un sabahçı kahvelerinde demli çay eşliğinde sohbetlere yancı oldum, an geldi Anadolu'dan taşı toprağı altın diye İstanbul'a gelenlerin dertlerini dinledim...En çok Anadolu'ya askerlik görevini yapmaya gidenlerin yolculuk ve öğretmenlikleri süresince yaşadıklarını okumayı sevdim...
Yokluğu görmesemde iliklerimde hissettim. Dünyanın gördüğünden ibaret olduğunu sanan insanların bu bakir coğrafyada sudan çıkmış balık gibi hissedişlerini paylaştım...
Yaşar Kemal'in edebi eserlerini, kendine has üslubunu oldum olası severim. Gördüm ki Bu Diyar Baştanbaşa serisi ile de nefis bir iş çıkarmış.
Bu Diyar Baştanbaşa serisinin 3.kitabı ve beni en çok etkileyeni.. zaten Yaşar Kemal okuyup da bir şekilde etkisi altında kalmayan okuyucu var mı?
Özellikle dalgıç ve süngercilerin hayatını aktardığı kısım bende bir adım öne çıktı. Herkese tavsiye edeceğim bir başka Yaşar Kemal eseri. Ne kadar büyük bir insan olduğunu hayatı boyunca yapmış olduğu bu halk, toprak röportajlarında (ki bence bunların her biri bir hayat paylaşımları) kanıtlıyor.. Değerini her zaman bilmemiz ve övünmemiz gereken kendi toprağımızın yazarı..
Türkiye’nin yedi bölgesinden çarpıcı insan manzaraları sürüyor bu kitapta. Bir yanda Van Gölü’nde güneşin doğuşuna şahit olmak, diğer yanda Ceylanpınar Ovası’nda günü sonlandırmak isteğine kapılmamanız işten değil. İstanbul bölümleri zaten bilindik hikaye; ancak Bodrum’un o dönemki halini hayal etmeye çalıştıkça epey hayıflandım yine.
Yaşar Kemal ne güzel yazıyor ne büyük yazarmış derdim de sebebini bilmezdim. Oysa ki herkesin yaşadığı hayatı fiilen yaşayıp hissetmiş sindirmiş ve her dilden konuşur olmuş. O yüzden büyük yazardan öte bilge bir adam olmuş.
Memleketin bilinmeyen köşelerini Yaşar Kemal’in betimlemeleriyle oturduğumu yerden gezmek büyük bir ayrıcalık. Yaşar Kemal’den mutlaka okunması gereken bir seri.