1980'den sonra dünyanın çeşitli yerlerinde yeni-sömürgelerdeki askeri bürokratik diktatörlüklerin yerini sandık demokrasilerinin aldığı görüldü. Filipinler, Arjantin, Bolivya, Kore, Salvador, Guatemala, Şili benzer dönüşümler yaşadı. Sovyetler Birliği'nin çöküşüyle birlikte dünyada nihayet demokrasinin, özgürlüğün ve serbest piyasanın hakim olduğu propagandası yapıldı.
Bir makale derlemesi olan kitap bu propagandanın ne kadar doğru olduğunu sorguluyor. Adından da anlaşılacağı üzere, demokrasiye doğru gerçekleşen bu devrimsiz geçişler sonunda kurulan siyasal rejimlerin aslında "düşük yoğunluklu demokrasi" olarak adlandırılması gerektiğini söylüyor. Halk örgütleri, sendikalar, işçi hareketleri bastırıldı, mülkiyet ve bağımlılık ilişkilerine dokunulmadı ve sonuçta benimsenen ekonomi politikalarıyla toplumsal adaletsizlik daha da körüklenmiş oldu. Demokrasi donuna girmiş sermaye diktatörlüğü kaldığı yerden devam etti. Ancak düşük yoğunluklu demokrasi sayesinde halk hareketleri tasfiye edilmiş oldu.
Kitaptaki yazılar başarılı ama biraz hafif siklet. Teorik metinlerden ziyade anektodlara, tarihsel örneklere ve genel çıkarımlara yer veren, gazetecilik üslubunun ağır bastığı yazılar hepsi. 1990 sonrasında aydınlar arasında sıkça rastlanan özgüvensizlik, yönsüzlük metinlere de sızmış. Bu demokratikleşme süreçlerine ilişkin genel Marksist doğrular ifade ediliyorsa da, iş çözüm önermeye geldiğinde elle tutulur bir şey yok. Kitapta Noam Chomsky, Samir Amin, Andre Gunder Frank gibi bilinen anti-emperyalist yazarların genel durumu anlatan makalelerinin yanısıra, Guatemala, Arjantin, Filipinler ve Güney Kore örneklerini ele alan vaka çalışmaları da var.