O kış hayatlarımız sarmaşık dalları gibi birbirine geçecek, bütün felaketler ve kötülükler bizi bulacaktı. Birbirimizin varlığından haberimiz yokken, hayatlarımızı var eden tesadüfler birleştirecekti bizi. Sarmaşıkların sırnaşık cılız gövdeleri gibi aşklarımız, kederlerimiz, kayıplarımız ve arzularımız birbirine dolanacaktı.
Picasso'nun yeteneğini bizzat övdüğü ve artık renkleri tanıyamayan bir ressam olan Ali Ferah ile kitapları yok satan, dünyaca ünlü, Nobelli ama artık harfleri tanıyamayan bir yazar olan Salim Abidin'in yolları bir nöroloğun muayenehanesinde kesişir. Bu kesişme, onların ve etraflarındaki herkesin hayatını, bir sarmaşık gibi, merdiven merdiven birbirine bağlamaya ve dolandırmaya başlar. Bu roman Nobel ödüllü yazarın son romanı mı yoksa hayatı onunla tanıştıktan sonra altüst olan ressam Ali Ferah'ın coşkulu anlatısı mı? Şebnem İşigüzel eşsiz bir kurguyla bu iki unutulmaz kahramanının nezdinde İstanbul'a çalışmaya gelen Rusları, yıllar sonra geri dönen eski bir âşığı, mutsuz hamile bir ev kadınını bir araya getiriyor.
Merakla okunan Sarmaşık'ın bir yerinde söylenildiği gibi “Bu ne polisiye bir roman, ne de bir cinayet romanı. Bu tesadüflerin romanı.”
Sarmaşık, içine girebileceğiniz ve orada var olabileceğiniz bir dünya vaat ediyor.
Günümüz Türkçe edebiyatın en özgün yazarlarından biri olan Şebnem İşigüzel Sarmaşık'ta muhteşem bir İstanbul kışı tasvir ediyor.
1973 yılında doğdu. İstanbul Üniversitesi’nde antropoloji okudu. İlk kitabı Hanene Ay Doğacak 1993 yılında yayımlandı. Aynı yıl Yunus Nadi Öykü Ödülü’ne değer bulundu. Sonra sırasıyla Öykümü Kim Anlatacak (öykü, 1994), Eski Dostum Kertenkele (roman, 1996), ağırlıklı olarak Radikal İki’de yayımlanan yazılarını topladığı Neşeli Kadınlar Arasında (deneme, 2000), Sarmaşık (roman, 2002), Çöplük (roman, 2004), Resmigeçit (roman, 2008), Kirpiklerimin Gölgesi (roman, 2010), Venüs (roman, 2013) ve Ağaçtaki Kız (roman, 2016) kitapları yayımlandı. 2016 yılında İletişim Yayınları tarafından yayımlanan Gözyaşı Konağı, Ada, 1876 adlı romanıyla Duygu Asena Roman Ödülü’nün sahibi oldu. Çocuklar için Annem, Kargalar ve Ben’i (2011) yazdı. Hayatını yazarak sürdüren Şebnem İşigüzel, Tamar ile Ararat’ın annesidir.
Yıllar oldu Sarmaşığı okuyalı! Resimler arasında gezdirmişti beni. Kitapların güzelliklerinden birisi budur; sizi başka sanatlarla tanıştırır üstüne bir de hikaye armağan ederek hem de. Karakterlerden Sedef'i hatırlıyorum. Sedef'in Nadya'nın ölüsü üzerine örttüğü kaşmir paltosunu. Annelerin inançsız oldukları için cennetin onlara vaat edildiğini de hatırlıyorum;çünkü annelerin cehennemde yaşadığını da. Bölüm başlıklarının kendi başlarına çok güzel olduklarını da... Kitabım çok aramama rağmen yıllardır kitaplığımdan uzakta. Kimdedir bilmiyorum umarım bir sahafa yolu düşmüştür. Kitabım yok ama ondan aklımda kalmış bir cümle var ki hatırası sabit: "Zaman etkisiz ve değişmez bir sıfır gibiydi."
Okudugum ilk Sebnem Isiguzel kitabi. Puanlama yaparken cok kararsiz kaldim 3.5 dan 4 veriyorum. Kitabin baslangici ismi gibi sizi sarip sarmalayip icine cekiyor elinizden birakamiyorsuz.
Akici ve duru bir anlatimi var. Dil akillica ve guzel kullanilmis. Karakterlerin gecmisi trajik olaylarla dolu kimi zaman huzunlenip kimi zaman da kahkaha atarak okuyorsunuz.
Yazarinda dedigi gibi bu bir tesadufler kitabi ama o kadar cok tesaduf okurken beni yordu ve suprize yer birakmadi. Ayrica sonu sanki acele gelmis toparliyayim da bitsin tarzinda yazilmis olarak buldum.Yine de keyifli ve guzel bir kitapti.
Kitaba hevesle başladım ama kısa zamanda hevesimi kaybettim. Zaten okumam uzun sürdüğü için kitap da ben de süründük. Kitapta çok ayrıntı var, bunlar zamanla bir anlam bulacak diye bekledim ama bir eşya bir insan bir olay olarak havada asılı kaldılar. Anlam bulmalı mıydı, yazarın iddiası evet tesadüfler hayatın atomlarıdır. Ama ben bu atomları bağlamada başarılı bulmadım yazarı. İkinci olarak kitapta neredeyse bütün kadınların başından bir cinsel taciz, travma geçiyor. Bu kadar detayla ve tekrar tekrar yazılması beni rahatsız etti. Bu bölümleri abartılı ve gereksiz bulduğumu söylemeliyim. Son olarak roman sayesinde birkaç ressam ve tablo tanıdım. Bana bir kapı açtı yazar. Bunun dışında benim için keyifli bir roman değildi. Ne karakterler ne de sarmaşık gibi birbirine bağlamaya çalışılan olaylar tatmin ediciydi.
Eser; değişen zaman/ anlatıcılar , tesadüfler silsilesi, yazarın kendini de hikayeye eklemesi, anlaşılma kaygısı gütmemesiyle tam bir post-modern roman!
Post-modern türüne inat modern, western ve post-empresyonist tablolarıyla yazar sanat tarihi bilgisini ustaca esere yansıtıyor.
Kapak için #arnolfinivekarısı tablosundaki aynanın yakın çekimi olabilecek en iyi seçim olmuş. Çünkü bence bu roman tesadüflerin değil yansımaların romanı! Birbirinin yansıması olan karakterlerinin aynaya, cama, tuallere ve suya yansıyan hayatlarını okuduk.
Roman boyunca sıklıkla yapılan önsemeleri, feminizm ve arapsaçı motiflerini, trajikomik anne figürünü ve çesitli sanat eserlerine göndermeleri sevdim.
Karakterlerin hayatları gibi sizi de sarmaşık misali saracak bu eseri tavsiye ederim.
Yazarın kitabın içine kendini de yerleştirmesi beni çok rahatsız etti. Anlamsız bir görünme çabası olarak geldi. Bekaret ve bekaret bozulduğunda akan kanın aşırı derecede göze sokulduğunu, abartıldığını düşünüyorum. Tecavüzün neredeyse her bölümde önümüze sunulmasını hiç saymıyorum bile. Kitapta bol bol aforizma var. Onlardan bazıları;
"Aşk kavramı bize verilen zamanın dar sınırlarından doğdu."
"Aşk kendi kendimize oynadığımız bir oyundur çoğu zaman."
"Mutsuz insanlar çabuk yorulur."
"Bir kadını bir erkek, bir insanı evlilik delirtebilir çünkü. Delirtmese de sizi ağır ağır hayattan siliyor aslında evlilik."
Değişik anlatı teknikleri arasında gidip gelen, zaman zaman dağınık bir görüntü verse de, cesur yenilikçi bir roman. Inandırıcılığın bir roman kriterleri oldugunu düşünmüyorum. Her kitap kendi evrenini yaratır ve okurunu içine girmeye davet eder. Şebnem Isiguzel özgün bir evren yaratmıs bence ve ben o evreni kabul etmekte zorlanmadim. Dilinde ve romanın genel havasında, yarım doz bir büyülü gerçekçilik var. Bana Sezgin Kaymaz romanlarini hatırlattı. Bir de hangi köşeye baksanız bir hayat sembolizmi var.. yazamayan ve Nobel isimli bir kayığı olan nobelli bir yazar, tüm gerçekleri gören bir yatalak, renkleri göremeyen bir ressam, çocuğu kaza sonucu ölünce hayatını değiştirme imkanı bulan ama bunları reddeden opera sanatcisi bir kadin... Türkiye'deki Ruslar.. gerçekten hikayelerinin anlatilmasina sevindigim bir azınlık.
Galiba Şebnem İşigüzel külliyatına yanlış bir kapıdan girdim. Roman ile ilgili söylenebilecek ilk şey, çok ustaca kurgulanmış olduğu. İkinci şey ise, çok karanlık bir kitap olduğu. Çok zor okunuyor. Ama çok zor okunması, maalesef çok karanlık olmasından değil sadece. Bundan sonrası bu kitaptan kendi adıma çıkardığım yazarlık dersleri: 1. İlginç karakter yaratmanız, romanı ilginç kılmıyor. Hatta bu romana polisiye bir hava vermeniz de ilginç kılmıyor. Eksik kalan şey, karakterlerin canlılığı. Yaşatamadığınız bir roman kişisi, bir filmde rolünü beceremeyen aktöre benziyor. Geriye kalan her şeyi, senaryo, çekim, görüntü yönetmenliği vs. anlamsızlaştırıyor. 2. Söylemeye gerek yok, dil ve anlatı romanın özü. Bir romancı sözcük tercihlerini sorgulamalı, okuruna güvenmeli, uzun tahliller ve açıklamalar konusunda hassas olmalı. 3. Yazarın karakter olarak dahil olmasının bir işlevi olmalı. Burada Şebnem İşigüzel'in dahil olması çok yerinde, ama eğer karakterler hayat bulmuş olsaydı... Bu olmayınca yazarın dahil olması sakil duruyor, sanki metnin inandırıcılığını arttırmak için konmuş gibi. Öyle değil aslında, eğer karakterler işlerini iyi yapsa, müthiş olacak bir katkı. 4. Okura tahlil yapma; sahneyi kur, karakteri o durumun içine bırak ve tahlili okurun zihnine devret. Yazarın okurla el ele verip karakteri masaya yatırması, karakterin bir denek, romanın ise bir laboratuvar raporu gibi algılanmasına neden oluyor. Bu da 'canlılık' ilkesini doğrudan öldürüyor. 5. Yukarıdaki dört maddeye aykırı hareket edeceksen, çok büyük bir risk alıyorsun, sonunda okuyucu ben bunu neden okudum, diye soracak. Bu sorunun bir yanıtı olmalı. Sorun metnin karanlık olması değil. Son derece karanlık, ama bir o kadar da 'dönüştürücü' kitaplar da okudum. İnsan bedeninin idealize edildiği dönemi aşalı çok oldu, artık bedene ait hiçbir şey yabancı değil. Ruhsal olarak sakat bırakılmış insanlar da değil sorun, bir çok romanda bu türden karakter var. Bir kitabı bitirdiğinizde kendinizi dönüşmüş hissedebilirsiniz. Ya da iyi zaman geçirdiğinizi düşünürsünüz, çünkü düşünsel olarak okuduğunuz şey ilginçtir. Belki yeni bilgiler öğrenirsiniz. Bu hoşunuza gider. Farklı bakış açılarını tanımış olursunuz. Bir şizofrenin dünyasına girersiniz, gerçekliği yeniden sorgularsınız, sonuçta bunun da dönüştürücü etkisi vardır. Ya da çok saçma olsa bile çok eğlencelidir, karakterler olağanüstü ilginçtir, derinliklidir, canlıdır vs. vs. Neticide, saatlerinizi harcadığınız bir kitabı elinizden bıraktığınızda kendinize "bu neydi şimdi?" diye soruyorsanız, yazar açısından bir sorun var demektir.
Artık renkleri ayırt edemeyen bir ressam ile harfleri ayırt edemeyen Nobel ödüllü bir yazarın ilginç karşılaşması anlatılıyor ve tabii sarmaşık gibi birbirlerine sarılan hayatları ki bu karşılaşmalarının sebepleri tesadüflerin sisleri içinde bırakılmıştır ayrıca yazar sık sık da hikayeyi anlattıktan sonra siz böyle biliyorsunuz ama aslında öyle olmadı diyerek kuşkuya düşmemize sebep olmuştur. Fazlası ile tesadüflerle dolu bir şekilde bir araya gelen kahramanlarımız iç içe geçen hayatları çerçevesinde kısa bir süre yaşıyorlar ama özellikle çok tekdüze bir hayatı olan saf karakterimiz ressamımızın da kabul ettiği gibi bu süre bir ömre bedel oluyor. Bu yumak gibi olmuş hayatlar yaşanırken kim kimin sebebi oluyor, hangi tesadüf kimleri ayırıyor ya da birleştiriyor şaşırıyorsunuz. Neyse ki bu kadar karmaşık bir olay örgüsüne basit ve kendini seri bir şekilde okutan bir dili var da okumak çok yorucu olmadı. Şebnem işigüzel yine farklılığını konuşturmuş bence.
Sarmaşık gibi birbirine dolanan hayatlar anlatılırken, hangi karakterin nerden, yeniden karşınıza çıkacağı sürpriz.
Ali Ferah bir sanat yolculuğu yaptırdı. O an anlatılanı anlayabilmek için bahsi geçen tabloya bakmak gerekiyor. Böylece ressamlar ve tabloları hakkında da bilgi sahibi oldum ister istemez.
Ali Ferah’ın kafasında bazı an’ların resmini yapıp isim verdiği kısımlar ilham verici, eğlenceli. Ali Ferah’ı çok sevdim; “Dünya bana tekinsiz geldi mi erkenden yatarım”, “Herkesi hakettiği kadar severim” diyor.
“İnsan kendisini, kendisi hakkında hissettikleri ve düşündükleriyle yaratır.” Ali Ferah’a katılmamak mümkün değil.
Irkçı olduğunu düşündüğüm yazarın vasat kitabı. Olur olmadık, Türklere laf sokma çabası tam bir pespayelik. En basitinden, kitaplarında Türkler için söylediklerini Kürtler için söylemiş olsaydı İletişim yayınları bu kitabı asla basmazdı. Ülkemizde ırkçı olarak nitelendirilemeyen tek kesim Türklerden nefret eden kesim. İkiyüzlülük. Türkler kimseyi sevmez önermesi de hayli ucuz bir genelleme. Sanırım ününü buna borçlu.
Sarmaşık 2002 yılında tam ihtiyacım olan zamanda karşıma çıktı. O zamandan beri ara ara alır okurum. Sanatla içiçe geçmiş hüznü de muzip anlatımı ile eğlence ile içiçe geçirmiş bir eser. Seviyorum merkez!
Oldukça ilginç, iyi yazılmış, okuru (beni) içine çeken bir roman. Sonu beni yeterince tatmin etmedi ama, sanki hızla toparlanmış hissi verdi bana. Bu yorumun yeni okurları etkileyebileceğini düşünerek spoiler olarak işaretliyorum.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Neden bilmiyorum inatla bu yazarı sevmeye çalışıyorum. Her kitaba bu kez olacak galiba diye başlıyorum ama finalde olmuyor. Sanki yazar da yazarken bi gayretle başlıyor da devamında sıkılıyor gibi geliyor bana. Neyse denemeye devam.
Şebnem İşigüzel iyi bir taktik izliyor ve okuyucuya bu kadar da tesadüf olmaz artık deme fırsatı bırakmadan bunu kendi yapıyor. Bu her ne kadar zekice bir hamle olsa da bazı şeyler yerine oturmuyor. Özellikle hikayedeki tüm kadınların başından benzer istismar olaylarının geçmiş olması bir yerden sonra fazla zorlama geliyor. Keşke yazar kitabın sarkan yanlarını biraz budayıp bazı karakterleri daha derin işleseymiş. Yine de kitap bana ikinci bir Şebnem İşigüzel romanı okuma hevesi verdi ki bu şimdilik benim için yeterli.
Kitapta adı geçen Jean-Leon Gerome resmini bulamazsanız The Sorrow of Akhbar olarak aratın, benim gibi meraktan çatlamayın :)