Bu kitap, camilerde duyulmuş bir sevincin eseri olsun, bir cami neşesiyle donanmış bulunsun isterim. Camilerin içinde geçen dakikalarımın şu fani dünyanın yabancılığını seyrelten en kıymetli anlarımın önemli bir kısmını oluşturduğunu, bu satırları yazdıkça daha iyi görüyorum. Bir cami yaptıracak param yoktu, ben de bu kitabı yazdım.” Ahmet Murat Taşı Taşırmak’ta bir mimari şaheser ve ibadethane olarak Süleymaniye Camii’ni ele alıyor. İstanbul’un çeşitli noktalarından Süleymaniye’ye farklı rotalarla, farklı yönlerden tırmanılabilmesi gibi, Ahmet Murat da Mimar Sinan’ın bu ölümsüz şaheserine kendine has ama interdisipliner yollarla yaklaşıyor. Böylece Taşı Taşırmak
1931’de Grozny’de doğdu. 1938’de ailesiyle birlikte Türkiye’ye göç etti. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Deri Hastalıkları ve Frengi Kliniği’ne asistan olarak girdi, 1962’de uzman, 1967’de doçent, 1972’de profesör oldu. 1987’den yaş haddinden emekli olduğu 1998’e kadar İstanbul Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Başkanlığını yürüttü.
Taşı Taşırmak, Ahmet Murat'ın "cami yaptıracak param yoktu, ben de bu kitabı yazdım" dediği Süleymaniye üzerine harika bir cami risalesi. Murat, Süleymaniye'nin ruhunun ve bedeninin ayrı ayrı parçalarında zuhur eden anlamlara dair keşiflerini hem manevi bir bakışla hem de sembolizm ve mimariyi anlamlandırarak sunmuş. Benim bazen dışarı çıktığımda bakıp da "göremediğim" her yerden Süleymaniye'ye gitmek için yürümüş, merdivenlerden tırmanmış, dar geçitleri aşmış ve seyr ü sülukun nihai durağı olan hakikate ulaşmış.
"Her sabah kart okutarak geçtiğimiz turnikeler, temassız alışveriş yapılan market kasaları, istediğimiz kahveyi veren otomatlar. Bütün bu mekanlar birer yer olma niteliğine sahip mi diye düşünüyorum çoğu zaman. Olmayan yerler, yer olamayanlar ya da yer-değiller. Bu yer değil'lerden adeta kayarak geçiyoruz sürtünme yok, temas yok, oraya bıraktığımız bir kişisellik yok. Biraz sonra benzeri başka yerde gerçekleşecek silikleşip sıradanlaşacak bir karşılaşma. Ya bir tarihi kişiliği olan saraylar, köprüler, camiler nedir peki ? "
İşte Süleymaniye'de saflar gerçektir, abdest için akan su, cemaatin nefesi, iç çekişleri, secdeye giderken küçük darbe sesleri gerçektir.
Fani dünyanın yabancılığını seyrelten kıymetli anlarımızın bir kısmını geçirdiğimiz camilere hiç böyle bir gözle bakamamışım. Süleymaniye'nin bahçesinde sırtımı meşe ağacına dayamışım ama dünyada dünyayı aşmanın metaforuyla hiç uğraşmamışım. Teşekkürler, Ahmet Murat...
Mekan ve bakışın ilişkisi üzerine üslubu tatlı ve düşündürdükleri zengin olan bir kitap. Ahmet Murat'ın bu ilişkiye son derece kişisel bir yerden yaklaştığı aşikar. Kitaptaki fenemenolojik mekan tasvirleri için yazar kim bilir kaç kez Süleymaniye Camii'ni soludu. Ona dışarıdan bir silüet olarak baktı, sonra ulaşılacak bir 'yer' olarak ve sonra içinde kuşatılmış olarak. Tabii bu denemede caminin kutsal-dünyevi çeperlerini de dahil ettiğimiz için ortaya bir tür mabed fenomenolojisi çıkıyor. Ancak insan deneyiminde yer edinmiş çoğu 'yer' için böyle bir deneme ortaya koymak mümkün.
Kitap şairin yazdığını her satırda hissettiğimiz, modern bir risale/denemedir. Adından başlayarak tüm sayfalarında Süleymaniye camisini çarpıcı bir şekilde ele alır. Zihnimiz caminin çok yönlü oluşuyla meşgul olurken kalbimiz fiziki mekana çekilir. Çoğu zaman anlam veremediğimiz bu tür çekimlerin kapıları kitap sayesinde aralanmıştır. Mekanın kapılarından geçmeden ayrı geçtikten sonra ayrı bir hali temaşa ederiz.
“Bir koku dükkanının bulunduğu bir sokağa girdiğimizde, kokuyu takip ederek dükkana doğru gidebiliriz. Dükkana girdikten sonra ise artık koku almamaya başlarız. Çünkü yakınlık, bir bütün olarak kavramak için ihtiyacımız olan mesafeyi elimizden almıştır.”
“Mümin mescidde, sudaki balık gibidir; münafıksa kafesteki kuş gibi.”
“Taş ve inanmış insanın işbirliği ile ortaya çıkan bu kütle, görünmezle ve kutsalla temas kurma imkanı veren bir sınırdır.”