“Gün Zileli, ‘herhangi bir ‘68’li... değil. Aydınlık hareketinin kurucu kadrosunda yer alan, 1970’ler boyunca bu hareketin önderlerinden olan, 1980’lerin ardından anarşizme yönelen bir figür. Bunca ‘kariyerin’ ve badirenin ardından, hatıratındaki sakınmasız ama dürüstlüğü gözeten tutum bilhassa değer kazanıyor. İhtilaflı olduğu ya da sonradan ihtilafa düşeceği kişilerle ilgili bahislerde soğukkanlılık gösteriyor Zileli. Karalayıcı, ‘ifşa edici’ bir üsluba asla iltifat etmiyor... Kişisel ve politik özeleştirellik bakımından geniş görüşlü; kendisine ve geçmişine mesafeli bakmaya çalışan samimi bir muhasebeyle karşı karşıyayız. Manipülatif, indirgeyici, yaşananları ereksel bir çizgisellik içinde ‘anlamlı’ kılmaya çalışan bir metin değil elinizdeki kitap. ‘İyi’ bir hatırattan bekleneceği gibi, kendisi ve hayatı üstüne gerçekten düşünen bir yazarın elinden çıkma...” Tanıl Bora
1970 yılında, DTCF’nin Felsefe Bölümü’nün 2. sınıfından ayrıldı.
1960’lı yıllarda, Yordam, Soyut gibi edebiyat dergilerinde öyküleri yayımlandı; ayrıca, Emekçi, Aydınlık, Proleter Devrimci Aydınlık dergilerinde görev aldı ve yazdı.
TİP, FKF ve Dev-Genç örgütlerinde çalıştı; son ikisinin yönetici organlarında bulundu. 1964 yılının Ağustos ayındaki ilk anti-emperyalist gösterilerde gözaltına alındı. 1966 yılındaki anti-emperyalist gösterilerden dolayı kısa süre hapis yattı. 1968 ve daha sonrasındaki öğrenci hareketlerinde yer aldı, 1969 yılında kısa süre hapis yattı.
1971-74 yılları arasında, üç yılı aşkın, Mamak Cezaevi’nde tutuklu kaldı; TÖS, Dev-Genç ve TİİKP davalarından yargılandı.
1970′li yıllarda Aydınlık, Halkın Sesi, Bora, Türkiye Gerçeği dergilerinde, daha çok teorik ve siyasi nitelikte makaleler yazdı ve TİKP’nin yöneticiliğini yaptı. 1975 yılında, Adana’da, İncirlik Üssü’ne karşı yapılan yürüyüşte tutuklandı ve kısa süre hapis yattı.
12 Eylül’den sonra, TİKP davası dolayısıyla arandı ve on yıl kaçak yaşadı. Bu yıllarda, daha çok Mehmet Gündüz takma adıyla teorik yazılar yazdı; Ufuklar, Saçak ve Sosyalist Birlik dergilerinin çıkartılmasına önayak oldu, Yapıt ve Somut dergilerinde yazdı.
1990 yılının başında yurt dışına çıkıp İngiltere’de siyasi mülteci olarak yaşamaya başladı. Bu yıllarda, roman yazdı ve İngilizceden Türkçeye kitap çevirdi. Amargi, Sosyalizmin Sorunları, Yeni Zamanlar, Birikim, Apolitika, Ateş Hırsızı, Uç, İmlasız, Bireylikler, Kitap-lık, Virgül, Köxüz, Öteki İsviçre, Açık Gazete, Özgür Üniversite, Haber Cumhuriyeti, Devrimci Demokrat gibi dergi ve internet sitelerinde ağırlıklı olarak kitap eleştirisi yazıları yayımlandı. İstanbul Özgür Üniversite’de, “Devrimi Yeniden Düşünmek” ve “Komintern ile TKP” konulu seminerler verdi.
Yazı ve röportajları, Aşk ve Devrim (www.gunzileli.net) adlı bireysel sitesinde de yayımlanmaktadır. Şu anda Yayın Kolektifi bünyesinde çalışmaktadır.
Kitapları
Bürokrasi ve Sosyalist Demokrasi (Mehmet Gündüz adıyla), 1990, Koral
Anarşizm Bir Devrim Çağrısıdır (Mine Ege ve Hasan Baku ile birlikte), 1995, Kaos
Türkiye… Sosyal Patlamaya Doğru (Ilhan Tekin’le birlikte), 1995, Kaos
Deniz Orada, 1995, Sel
Bahar ve Tipi, 1997, Telos
Yarılma, 2000, Ozan; 2002, İletişim
Havariler, 2002, İletişim
Sapak, 2003, İletişim
Ev, 2004, İletişim,
Ulusalcılık, 2007, Özgür Üniversite
Komün, 2007, Yaba
Stalinizm, 2010, Özgür Üniversite
Stalin Yargılanıyor (Oyun), 2010, Kibele
Devrimi Yeniden Düşünmek-I (Fikret Başkaya ile birlikte), 2010, Özgür Üniversite
Rejimler, Partiler, Kişiler ve “Uluslar”, 2010, Kibele Arnavutköy (1954-1964), 2010, Heyamola Benim Kahraman Köpeklerim, 2012, Özyürek Yayınevi
Yüreğe Yağan Kar (öyküler), 2012, Yaba
Çeviriler
Abel Paz, Halk Silahlanınca, 1995, Kaos, 2. Baskı, 2011, Kaos-Yayın Kolektifi
Eugenia Ginzburg, Anafora Doğru, 1996, Pencere Gilles Dauvé-François Martin, Komünist Hareketin Güneş Tutulması ve Yeniden Ortaya Çıkışı (Bora Sarayova adıyla), 1999, Sel
Eugenia Ginzburg, Anaforun İçinde, 2000, Pencere Herman Gorter, Yoldaş Lenin’e Açık Mektup (Kemal Orcan’la birlikte), 2001, Günizi
Paul Avrich, Kronstadt 1921, 2006 ,Versus
E.H. Carr, Bakunin, 2006, Versus
Jan Valtin, Karanlığın Ötesinde, 2009, Kibele
Michael Seidman, İşçiler Çalışmaya Karşı, (Emine Özkaya ile birlikte), 2010, Boğaziçi Üniversitesi Margarete Buber-Neumann, İki Diktatörlük Altında – Stalin ve Hitler’in Mahkûmu, 2012, İmge
Erica Wallach, Gece Yarısında Aydınlık, 2013, Ayrıntı.
Gün Zileli'nin kuruluşundan itibaren içinde olduğu, illegal, legal, yeniden illegal, yarı legal süreçlerinin tamamında 2. adam olarak yer aldığı Proleter Devrimci Aydınlık, Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi, Türkiye İşçi Köylü Partisi ya da kısaca Aydınlık Hareketin hikayesi bu kitap.
"Havariler" ismi 12 Mart'ta "peygamberi" öldürülen siyasetlerin, 12 Eylül'e kadar devam eden takipçileri için kullanılıyor Zileli tarafından. Aydınlık Hareketi ise "peygamber" Doğu Perinçek sağ olduğu için ilginç bir şekilde Havariler tarafından sürdürülmüyor aslında. Yani bir Havari değil Zileli... Ama hareketin reel siyaset sahnesinde attığı taklalar, yaptığı dönüşler, devrimcilikten uzaklaşıp "büyükler ligi"ne girebilmek için sağcılaşması Zileli'yi "biz ne yapıyoruz yahu" aşamasına getirmiş.
Sovyet Revizyonizmi diyerek yola çıkan hareket Maoculuk üzerinden Stalin'i savunurken Zileli giderek anti-stalinist oluyor. MDD çizgisinden yol çıkıp askeri bir darbe ile kurulacak 'sol' rejime umut bağlayan hareket içindeki Kaypakkaya'nın eleştirileri Gün Zileli'ye yıllar sonra ulaşabiliyor ilginç şekilde. Kemalizm eleştirisi onu Maoculuktan da uzaklaştırıyor...
Lakin tüm bunlara rağmen, Zileli'nin anıları, anı olmaktan dolayı da anakronik. Yani bugünün perspektifi ile geçmişe bakılarak yazılmış metinler. Bu nedenle de Aydınlık Hareketine yönelik eleştilerin tamamı, Zileli'nin 83'de muhalefete geçmesinden sonra edindiği görüşler, düşünceler ile oluşturulmuş.
Hareketin 2. adamı olan, kendisini pek yetenekli, mahir, becerikli bir siyasetçi olarak anlatmasa da hem bileğinin hakkı ile 2. adamlığı üstlenen, hem de siyasal hareketin önderi olan Perinçek ile kurduğu akrabalık bağı ile perçinleyen Zileli'nin Aydınlık Hareketine dair eleştirileri, ilginç bir şekilde, yanlış yaptığı, yanlış bir karar aldığı, yanlış bir adım attığı için Doğu Perinçek tarafından eleştirilince aklına gelen şeyler... Bu da Zileli'yi neredeyse kariyerist bir aktör olarak gösteriyor anılarında.
Eleştirilerini dile getiriyor, sert bir şekilde eleştiriliyor, geri adım atmaya zorlanıyor, parti siyasetine uyması için... hizzaya gelmesi için uyarılıyor, partiyi kuruluştaki kadar devrimci görmüyor ve bunu fırsat buldukça dile getiriyor ama bir türlü "kale"yi terketmiyor. 83'de Sivil Toplumcular (Gülay Göktürk, Metin Göktürk, Alper Görmüş, vs.) hareketi terk etmek için eleştirilerini dile getirince kaleme aldığı yanıt metninde partiyi savunup "kaleyi yıkmayalım, onarıp güçlendirip, içerden dönüştürelim" diye yazması da bu "kale"yi terketmeme haliyle ilginç şekilde örtüşüyor.
Zileli'nin geriye dönük eleştirisinin içinde sık yaptığı bir şey daha var. Özellikle bireyin toplumsal değişim süreçlerindeki rolü ile ilgili olarak kafası çok karışık gibi.
Mesela 266. sayfada 1 Mayıs öncesi tabandan aldığı izlenimleri aktaran ve aldıkları kararın yanlış olduğunu söyleyen parti yöneticilerinden birinin Merkez Komitesi'nin kararını nasıl değiştirdiğini anlatıp "Bu olay ideolojik konularda değil ama, pretiğe ilişkin kritik alanlarda, tek bir kişinin bile kararlı bir tutum takınarak gidişatı tersine çevirebileceğinin güzel bir örneğidir." dedikten sonra çok değil üç sayfa sonra 269. sayfada "zafere değil felakete yaklaşan bu arabayı durdurmaya kimsenin gücünün yetmeyeceği açıktı. Bu yüzden 'tarihte bireyin rolü'ne inanmak zordur. Bireyin topluca omuz verdiği yapılar bir kere oluştuktan sonra bireylerin tek tek iradesi beş para etmez artık." yazabiliyor.
Kitaba dair bir diğer sorun da Zileli'nin kişisel geçmişindeki ciddi dönüşüm ve kararların ilerleyen dönemlerdeki etkilerinden kaynaklanan bir kızgınlık içermesi belki de. Yıllarını omuz omuza geçirdiği arkadaşlarının, liderinin hatta karısının yani hem literal olarak hem de geniş anlamı ile ailesinin "kirli çamaşırlarını" ortalığa saçacak kadar "kızgın" durumda Zileli. Anılarını yazarken o kızgınlık ilginç şekilde Oral ve İpek Çalışlar'ın çocuğu Reşat Çalışlar'ın durduk yerde altını kirletiyor olması; ya da Doğu ve Şule Perinçek'in oğlu Mehmet Perinçek'in tüm çocukların oyuncaklarını çekiçle kıran ve ortaya konan yiyeceklerin hepsini birden ağzına atıp kimseyle paylaşmayan bir zorba olması gibi deyim yerindeyse "bel altı" vuruşlar yapabiliyor.
Her şeye rağmen Zileli'nin anıları bir siyasi hareketin gürül gürül eleştirildiği, üstelik içinden gelen, yöneticisi hatta 2. adamı olan biri tarafından, için iş yüzünü bilerek eleştirildiği bir metin olarak çok önemli bir eser.
"Böylece bütün teorik tutarsızlıkları "halletmiş" ve teorik formülasyonları selamete çıkartmıştık. Diyebilirim ki bu, benim sayemde olmuştu. Yani ben, TİİKP'nin devrimciliğinin sona erdirilmesine ve Türkiye Devleti'nin yardımcı gücü haline gelmesine yol açan muazzam önemde teslimiyetçi bir karara teorik zemin hazırlanması noktasında başrolü oynamıştım. Zaten bundan sonra TİİKP iflah olmadı. Devrimcilik dönemi bitmiş, teslimiyet, hatta Türkiye devrimci ve işçi hareketine ihanet dönemi başlamıştı." (s.149) Aferin. İyi halt yemişsin...
"Aydınlık hareketi, "üç dünya siyaseti" ve "büyük güçler platformu"na tırmanma yönelimiyle, yanlışıyla doğrusuyla egemenlerin baskı siyasetine direnen soldan ve yoksul halk yığınlarından, işçi sınıfından kopmuş, karşı saflara geçmiş, sınıf ihaneti yönünde gittikçe daha dev adımlar atmaya, gittikçe daha fazla devletin işbirlikçisi bir örgüt haline gelmeye başlamıştı." (s.264)
Üç Dünya Teorisi üzerine: "Dünyanın en berbat, en teslimiyetçi teorisini, son derece parlak bir şekilde savunmuş, ne yazık ki, hayatımın bu en parlak konuşmasını, benim için ömür boyu yüz karası olacak bir teori için yapmıştım. (s.298)
"Devrim gibi büyük bir davanın takipçileri olma iddiasıyla yola çıkan bizler, on bir yıl içinde, ruhen ufala küçüle, devrim düşmanı güçlerin bilfiil yardımcılığı görevine adaylığını koyan küçük bir siyasi güç haline gelmiştik." (s.413) "Ömrümün on beş yılı hızla geçti gözümün önünden ve o anda nasıl adım adım devrimcilikten teslimiyetçiliğe sürüklendiğimi idrak ettim... İhbarcı bir siyasete o güne kadar ortak olmuştum evet" (s.441-2)
Yediği herzeler bini geçmiş, yirmi küsur yıl sonra itiraf edip günah çıkarmakla geçmişi herkesin huzurunda temize çıkarmaya çalışmış. Solculuk, devrimcilik, komünistlik namına bu kadar, kendi anlattıkları kadarıyla, yerin dibine geçmiş birine ne dememizi bekleyebilir? (son dönem anarşistliğini bir yana koyarsak) Elbette, beni ve Marksizmi örnek almayın. Aman ne güzel!
Her işi, başkalarının iradesi, yönlendirmesi altında yaptığını söylüyor, ama bakınız bu adam, bu hareketin yıllarca organizasyondan sorumlu ikinci kişisi. "Politik dünyanın kodlarından uzak olduğunu" iddia etmesi saçma. Ayrıca teorik konularda da suçu çoğu zaman başkalarına atışı da inandırıcı değil, yine aynı şekilde bir dönem ajitasyon işlerini yürütmüş birinden söz ediyoruz. Öyle, ben suçsuzdum, filan diyemez. Yıllarca her yanlışlığı görüp, sonra yapılan kabahatleri sadece yakın partili çevresinde konuşup eleştirip, partide kalmayı sineye çekiyorlar. Ne yapalım, bunu yaptığın için madalya mı takalım?
Ne yapmaya çalıştığı ortada galiba. Anarşist ya, kendiyle birlikte bütün sol tarihini gömmeye çalışmış.
AYDINLIK'tan düzgün bir adam çıkmayacağının bir diğer kanıtı...
bi de "1979 yılının sonlarına doğru Vietnam, Kamboçya'yı işgal edip, Pol Pot'u ve Kızıl Kmerleri devirdi." (s.383) Oysa yılın başında oldu olay.
500 kusur sayfalik itiraflar butunu. Yazin sans eseri Hande'nin genclik kutuphanesinde rastladim ve elimden birakamadim.
Hayatimin 10 yilini resmi sol orgutlerde gecirmis birisi olarak dejavular yuzunden kor oldum.
Yazarin su anda anarsizan ? bir durumda olusu eskiden islenilen suclari affettirir mi bilemem.
Ama yazar da yonetiminde oldugu perincek ekibinin o zamanki suclarina ortak gibi.
Oral calislar ile birlikte bir odtulu gencin olumuyle sonuclanan olayi aciklikla itiraf edebilmesi gibi cesur yerler epeyce var.
Umarim yazarin olumunden sonra yayinlanacak daha acik itiraflari da okuma sansi bulabilir insanlar. Cunku yazilmayanlar oldukca cok gibi
Aklimda kalan beni vuran kimi kisimlari not etmek istesem edilecek gibi degil.
Kisacasi devletin 1972 83 arasi sola direkt ve indirekt mudahalelerini anlamak isteyenler icin ufuk acici bir eser olmus.
Islerin nasil da yillar boyunca hic degismedigini gormek hayret verici.
Eger resmi sol orgutlerde zorunlu hizmetini yapan omrunu curuten tanidiginiz genc bir insan varsa bu kitabi onerebilirsiniz. Ben bir zaman makinesiyle kendi gencligime bu kitabi hediye etmek isterdim.
Gün Zileli'nin samimi dili ve sürükleyici anlatımıyla, 12 Eylül'e giden süreci teslimiyetçi bir akım olan Aydınlıkçıların (bugünkü Vatan Partisi) gözünden çok güzel anlatan bir otobiyografi. Zileli, örgüt içerisindeki konumuna rağmen kendi rolünü hiç büyütmeden ve bütün hatalarını açıklıkla ortaya koyarak özeleştirel bir hayat hikayesi ortaya koyuyor. Tabii ki bu hayat hikayesi aynı zamanda hem 70'li yıllar hem de bugün sosyalist hareket açısından hiç de hayırla anılmayan bir siyasi çizginin de "hazin" hikayesi. Özellikle 77 yılına geldiğimizde Üç Dünya Teorisi'yle de beraber nasıl ihbarcı ve hain bir çizgiye savrulduklarını, darbe destekçisi ve devletçi bir sol ideolojinin nasıl yaratıldığını görebiliyorsunuz. Yazarın daha sonraki yıllarda anarşizme yönelmesiyle kendi hayatında ve sol siyasette lider kültü eleştirisine girişmesi, bunu Doğu Perinçek, Stalin, Enver Hoca gibi figürler üzerinden eleştirel bir okumaya vardırmasında her ne kadar haklı gerekçeler olsa da siyasi görüşünü salt "lider kültü" karşıtlığına sabitleyen bir yerden bakıldığında, o günlere benzer bir "siyasi miyopluğun" baki kaldığını da söyleyebiliriz.
Devrimciliğe öykünen insanların çok yakın tarihini, 2013 Gezi olaylarının içinde olan benim bugünkü yaşlarımda 68 hareketinin içinde bulunmuş (ve hala hayatta olup tivit atan) birinden okumak bir kere bence çok kıymetli. Bugünkü paranoyalar için de geçmişten bir turnusöl kağıdı. Bu özeleştirel bakışa karşı da eleştirel gözlükler takılıp okunduğunda örgütlenmeye, fikirlerin ifadesine, özgürlüğe, özgürlüğün anlamına, hatta hayatın gayesine dair geçmişten çıkarılacak birçok ders ve not tespit edilebiliyor. Samimi, çünkü tarafsız olduğunu iddia etmiyor (bence. Hatta ideolojik alanda sübjektif görüşlerin peşinden koşuyor bazen sanırım), tabi bu yüzden ben yine kendi süzgeçlerimden damıttım elbette. Zileli, kariyerizm diye tanımladığı şeye hakikaten karşı durduğu görüldüğü için, hatta 2. adamlıkta daha rahat olduğu için de söyledikleri bir tık daha zemine yakın, sade ve güvenilir.
193. sayfada kendine yaptığı en oturaklı eleştirinin ucunun belleğe dokundurulması (ama aslında tabi çok yavan bırakılması. Gerçi oradaki itiraf bile cesaret ister sonuçta.); 527-528. sayfalarda tüm kitapta anlatılanların üstüne "lider" imajının anlatımının sağını solunu düzeltmek ve bütünlük katmak, kişilerin bireysel davranışlarının, geçmişlerinin, aile yapılarının kendi hareketleri ve genel olarak hareketler içindeki önemine değinerek anlatılanlar içinde önemini bilerek veya bilmeyerek tayin ederek altını çizmesi; yine ondan bir süre önce cinsel arzulara ve sosyal kodlar karşısındaki iradei duruşumuza dokundurması da kitabın ayağını sadece ideolojik alandan ve siyasetin kendinden başka birkaç yere beraber basmasını sağlıyor. Bu açıdan sadece kişisel bakış açısıyla tarih yazmış olmaktan ziyade, nispeten okuduklarının uçlarını başka okuduklarıyla da bağlamak isteyen okura kendince iplerin uçlarını veriyor. Aslına bakarsanız ideolojiden özellikle kaçıyormuş ve yazısını basitleştiriyormuş gibi bir havası da var; ama bu da sanki kendiliğinden aslında uğraşılan şeylerin kıymetiyle ilgili bir değer tayin etmiş oluyor, kafa karıştırıyor. Yani o senelerde ne hacimde kitap okundu ve bilgi edinildi ki hareketin düşünsel/ideolojik/siyasi yanının özetini bu küçük kitapta verebildi? Belki bu da elimize tutuşturulup takip etmemiz istenen iplerin uçlarından biridir.
Bir dönemi, o dönemin fikirlerini, çıkış şartlarından filan, veya fikirleri karantinada birbirinden bağımsız değerlendirmeye çalışmak yavan kaçtığına göre, insan aynı Kundera'dan komünist ülke tasavurlarını, her ne kadar direkt kendi şahsının hatıratları halinde olmasa da ciddi biçimde içselleştirecek kadar aldığı gibi, burda da direkt hayatın kendini gerçekçi bakış açısıyla ele alan Zileli'den tam da anlattığı döneme dair müthiş bir bakış açısı ediniyor. Tabi Zileli'nin kendine çizdiği ütopik ve reelpolitikten nispeten uzak portreden aldığımız için yukarda da yazdığı gibi, bu tecrübelerin damıtılarak alınması önemli. Örneğin kişi resmi tamamlamak istiyorsa hem MHPli (ya da "sağcı") bir gencin hatıratlarını, hem de o dönemin siyasetinin ana elemanları Ecevit, Demirel gibi isimlarin o döneme dair notlarını okumalı. Belki MİT arşivlerini de. :) Kitaba bu şekilde bakabilmemi sağlayan şey kendi öz eleştirel tarafım değil kitabın kendi özeleştirel, samimi ve tarafsız olmaya çabalayan tarafı ise bir kat daha tebrik etmek gerek ama benim için ayırt etmesi zor.
İşin ilginci, eskiden daha hafif dokundurmalarım olan anarşist görüşün detayına bakmaya yüreklendirdi beni kitap. Hem bu açıdan, hem de kişisel olarak özeleştirelliği ve nedenselliği kuvvetle önde tutan Zileli'den diğer dönemlerin, yani bu kitabın önünün ve arkasının da tahlilini yazdığı kitapları da okumak istiyorum şimdi.
Gün zileli havariler'de 12 mart 1972 darbesi sonrası siyasi atmosferi kişisel anıları üzerinden ele alıyor, 80 darbesi ve sonrasının sol için yarattığı yıkımı apaçık gözler önüne seriyor. 68 kuşağının sorunlarını, sol örgütlenme ve parti anlayışını mükemmel bir anlatımla sunuyor bize. Sol'un ve işçi sınıfının 60-80 dönemi politizasyonunu, başarı ve başarızlıkları, acımasız sayılacak bir eleştiri ve özeleştiriyle okuyanların dikkatine sunuluyor. Kitabın adının öyküsünü şöyle ele alıyor yazar: 68'in enkazını devralan ve önderlerini kaybeden örgütlerin takipçileri, tıpkı isa'nın ölümünün ardından ortaya çıkan havarileri gibi, kendi sol yorumlarını kitlelere taşımaya başladılar.