Jump to ratings and reviews
Rate this book

Seküler Milliyetçilik

Rate this book
Tarih, çok uzun yıllardır Türk Milliyetçiliğini dönüşmeye zorluyor. Çeteciliğin cazibesi ve İslamcı kolaycılık, Türk Milliyetçiliğinin milletteki sosyolojik dönüşümlere paralel olarak büyük bir dönüşüm ve atılım hamlesi yapmasını şimdiye dek engelledi. Fakat artık sosyoloji önüne çekilen setleri teker teker deviren bir sel gibi, karşısında hiçbir aparat, hiçbir yatak değiştirme mühendisliği dayanmıyor.

Elinizdeki kitapta, Seküler Milliyetçiliğin yıllardır savunucusu ve sözcüsü olmuş M. Bahadırhan Dinçaslan'ın bu yeni milliyetçilik için öngördüğü teorik temelleri okuyacaksınız. Fakat milletin hikayesi, son tahlilde insanın hikayesidir. Milleti ve milliyetçiliği anlamak, bütün yönleriyle insanı anlamayı gerektirir. Bu yüzden bu kitap yalnızca bir teori kitabı değil. İnsanoğlunun dürtülerini, meyillerini, genetik ve sosyal karakterini anlamak isteyenler için eşsiz bir bilgi deposu. Değinilen her konsept, paylaşılan her tespit, her biri başlı başına zevkli ve sonu gelmez yeni okumaları tetikliyor.

M. Bahadırhan Dinçaslan, 21. asrın milliyetçi aydını olma iddiasını bu kitapla kemale erdiriyor.

196 pages, Hardcover

Published March 27, 2023

5 people are currently reading
36 people want to read

About the author

M. Bahadırhan Dinçaslan

14 books17 followers

Ratings & Reviews

What do you think?
Rate this book

Friends & Following

Create a free account to discover what your friends think of this book!

Community Reviews

5 stars
29 (57%)
4 stars
18 (36%)
3 stars
2 (4%)
2 stars
1 (2%)
1 star
0 (0%)
Displaying 1 - 11 of 11 reviews
Profile Image for Ogulcan Alkan.
24 reviews1 follower
April 15, 2023
Yazarımızı birkaç yıldır bilgi birikimi ve bu birikimi aktarmadaki yeteneği sebebiyle yakından takip ediyorum. Milliyetçiliğin “hödüklerin” ideolojisi olmadığını, aksine modernizmin ana unsuru olduğunu, bir toplumu bir arada tutmada pragmatik olarak kullanılabileceğini sık sık belirtiyor. Bu kitapta da az önce ifade ettiğim fikirsel zemin çerçevesinde yazarın önermelerini okuyoruz. Yazarın kendi ifadesiyle onun milliyetçiliği “mesianik” yani sürekli kahramanlıklardan, destanlardan, olağanüstülüklerden bahseden bir tür değil. Aksine ayakları yere basan, rasyonel aklı ön plana almış bir milliyetçilik. Bu bakımdan ilgili çalışmayı değerli buluyorum.
11 reviews2 followers
June 2, 2023
Türk Milliyetçiliğinin yeniden ele alınması adına epey kıymetli bir eser. Birinci bölümde Yahudilik ve Tevrat kısmı ilgi çekici. İkinci bölümdeki ulusların düşüşü eleştirisi kurumcu ekole milliyetçiliğin penceresinden bakması açısından değerli. Üçüncü bölümde verilen dini referanslar sekülarizmin pratik gerekliliğini güzel vurgulamış. Dördüncü bölümde woke eleşitirisi ve orta sınıf vurgusu kitabı çok katmanlı bir hale getirmiş. Beşinci bölümde turancılığın rasyonel bir arka planı olduğunun hatırlatılması bence kitaptaki en önemli şeylerden biri çünkü turancı olmayanlar bir tarafa turancılar da genelde bunun farkında değil. Altıncı bölümün milliyetçilik muhafazakarlık ilişkisinden önce muhafazakarlığın ne olduğu konusunda ortalama Türkün ezberini bozabileceğini düşünüyorum. İskender Öksüz'ün yazdığı Millet ve Milliyetçilik, modern millet teorilerinin Türkçe literatüre girmesini sağlamıştı. Seküler Milliyetçilik ise bu modern teoriler ışığında Türk milliyetçiliğinin nereye oturması gerektiğine ışık tutuyor. Türkiye Türklerinin millet olma halini nasıl kaybettiği üzerinde daha çok durulabilirdi diye düşünüyorum. Kitabı biraz uzatmak uğruna gayet seküler kurucu büyüklere sahip Türkçülüğün nasıl sentez, terkip gibi açılımlara gittiği bir alt başlıkta ele alınabilirdi. Fakat böyle kitapların çok uzun olmaması önemli olduğundan bunu ciddi bir eksik olarak görmüyorum.
Profile Image for Beybulat-Noxcho.
273 reviews9 followers
July 13, 2025
Tarihe bir not: 2023 yılında, Türk milliyetçiliğinin teorisini yazma iddiasını taşıyan genç bir yazar- Gazze'de yaşanan soykırıma dair "Bir festival basıldı. Ben festival düzenlenebilen bir Ortadoğu istiyorum" İsrail mahkemelerinin Filistinli erkeklere tecavüz eden askerleri yargıladığı için övgüye değer bulunduğu bir paylaşımı geliyor. Çok ilginç. Soykırıma tek bir laf etmeyen kişi kalkıp ülkeyi ihya eden bir teori yazacak (kitap içinde kendisi ile de çelişiyor)

Hani derler ya, insan en sonunda korktuğu kişiye dönüşür. Bu kitap da, bir milliyetçi aydının, karşı çıktığı sosyalist teorisyenlere benzemesinin hikâyesi. İddia var, cüret var ve alıntılarla dolu bir kitap. Sosyalistler de sever bu işleri, binlerce sayfalık kitaplar çoğu ise hep aynı isimlerden alıntı yapıp tefsir etme işi. Yazar, milliyetçiliğin teorisini yazdığını iddia ediyor. Beklersiniz ki, bu tür bir iddia Gökalp devedişi gibi parlayan bir isim olsun — yani hayatını düşünce mücadelesiyle, devlet pratiğiyle yoğurmuş, teorisini yaşamış birisinden. Fakat burada, henüz otuz yaşını doldurmuş, herhangi bir ideolojik pratiğin içinde yer almamış bir yazarın “Ben teori yazıyorum” iddiası var. Bu deneme eğer bir fragman olsa bile başarı derim ancak ortada günlük gazete yazıları tarzında daldan dala atlayan bir yazar var.

Yazar kitabında şöyle diyor:

“Bu yeni milliyetçilik teorisi girişimine Seküler Milliyetçilik adını koymamın nedeni yalnızca sekülarizm vurgusu değil. Milliyetçiliğin esasen seküler olduğu ve 'seküler milliyetçilik' demenin 'ıslak su' demek gibi bir şey olduğu eleştirisi sık sık geliyor... Ancak benim gördüğüm dünyada milliyetçilik seküler değil.” (s.118)

Metin boyunca "teori" olarak sunulan şey aslında yazarın günü birlik ülke şikayetleri. Hani hergün okuduğumuz -bana pasaportumu verin ben bu ülkeden gitmek istiyorum - eleştirileri. Oysa bu ülkede seküler milliyetçilik dediğimiz şey, 1926'dan 1950'ye kadar zaten devlet eliyle uygulanmıştı. (dediği şey tamda uygulanan bir şey, teorisinin pratik karşılığı var) “Ben yazdım, öyleyse teoridir” mantığıyla kurulan bu metin, daha çok haftalık bir köşe yazısının uzatılmış hâlini andırıyor. Kalem yer yer kuvvetli, evet; ama iddia edilen teorik düzeyle arasında hatırı sayılır bir mesafe var.

Yazar, Türk milliyetçiliğinin dinî referanslarla dolu hâlinden yakınıyor ve öncüllerini —Arsal, Gökalp, Akçura gibi isimleri— dini referanslarından dolayı yakınıyor. Ancak bunun nedenlerine değinirken altı asırlık bir dinî mirası, tarihsel bir sosyoloji olarak değil, adeta kişisel bir rahatsızlık olduğunu görüyoruz. İslam düşüncesine dair tek örnek “Eşari-Maturidi ayrımı” karikatürize olmuş bir örnek— o da birkaç defa tekrar edilmiş. “The Lost Enlightenment” gibi bir çalışmayı yapan insan kadar kendi kültürüne hürmetin olsaydı ve onları okusaydın en azından İslam'sız bu ülkeye teori inşa etmenin manasızlığını anlardı. (İslam'ı atacaksan bu ülkeden gene hakkında bilgin olması gerekiyor)

Şu satırlar meselenin derinliğine nasıl sığ bir yerden bakıldığını özetliyor:

“İslam coğrafyasında dinden bağımsız bir düşüncenin nüvelleri ortaya çıkmadı ya da çıkar gibi olduğunda hep boğuldu.” (s.109)

Eğer siz, İslam tarihindeki tartışmaları mahalle camisindeki “oruç bozan şeyler” başlığıyla sınırlar ve öyle sanırsanız, elbette düşünsel bir ayrışma göremezsiniz. Fakat bu yorum, İslam dünyasının kelam, felsefe, mantık ve hukuk geleneğini görmezden gelmenin yada okumanın diğer adı.

Alıntılarla kurulan ilişki de oldukça zayıf. “Milletin modernizmin sonucu değil, sebebi olduğu iddia edilebilir” gibi cümleler, bağlamından kopuk halde bırakılmış. Bu tür cümlelerin teoriye katkısı değil, “bakın neler okudum” havası var. Kaynakların ezici çoğunluğu Batılı düşünürlerden oluşuyor. Türk milliyetçiliği adına yazılan bir kitapta, kaynakların neredeyse tamamının Batı’dan gelmesi, Abdullah Cevdet vol.2

Kitabın en zayıf noktası ise şüphesiz iddianın büyüklüğüyle metnin içeriği arasındaki uçurum. Bu uçurum, yer yer zekice cümlelerle kapatılmaya çalışılmış ama hemen belli oluyor: Bu bir teori kitabı değil, iyi niyetli bir deneme. Cüret var ama derinlik eksik.

Tam bu noktada meşhur fıkrayı hatırlamadan geçemeyiz. Karga uçakta düğmeye basıp hostesi çağırır, hiçbir şey istemez. “Uyuzluk olsun diye bastım” der. Hostes sinirlenir, kargayı uçaktan atar. Karga uçar, geri döner. Bunu gören eşek de aynı şeyi yapar. Hostes onu da atar. Yere çakılan eşeğe, karga bağırır: “Kanadın yoksa uyuzluk yapmayacaksın!”

Milliyetçilik gibi kaygan ve zor bir zeminde teori kuracaksanız ya sahici bir tecrübeniz, ya sağlam bir fikrî dayanağınız (okumalarınız) ya da en azından Kipling gibi usta bir üslubunuz yoksa o zaman henüz bu işlere girmenin zamanı değil.

Ama ne olursa olsun, bu kitap bir adım. Türk milliyetçileri yazmalı, tartışmalı, hata yapmalı, yanılmalı. Çünkü düşünce hareketleri, eleştiriyle büyür. Bu kitap, tüm eksiklerine rağmen, yazarının medeni cesareti ve tartışma açma arzusu sayesinde okunmayı hak ediyor.

“Bütün bu sürecin sonu İslam’ın kutsallarının yalnız birer ikona dönüşmesi ve İslamclığın sekülerleşmesidir. Evet, artık yığınların dinle ilişkisi uhrevi yahut kutsal bir zaviyeden değil, epey seküler bir zaviyeden: ihale almak, atama yaptırmak, maaş kazanmak ve korunmak için” (s.110)

Kitabın tek orjinal ve çarpıcı yorumu.


“...milletin modernizmin sonucu değil, sebebi olduğu iddia edilebilir” (s.24)

“...kalabalıklar bir araya gelince yalnızca önyargı paylaşırlar (Richardson 2016) (s.34)

“Dinler aynı zamanda birer hukuk ekolüdür. Bunlar arasında en belirgin olan da İslam’dır” (s.42)

“Din kötü olduğu için by halde değiliz, kötü insanların dini de kötü olur, ahlakı da davranışı da” (s.44)

“Soljenitsin’in Gulag Takımadaları’nda dediği gibi herkesin mottosu “Sen bugün öl bu sayede ben yarın ölebileyim” (s.70)

“Türk milliyetçiliğinin başat rolü, bu ikinci kiliseyi her çöküş anında yeniden inşa edebilecek imkanı, zekayı, birikimi ve teoriyi haiz olmaktır” (s.73)

“Yöneticinin kendinden olmasını istemek” millet olma halinin bir belgesidir, ancak tek başına yeterli de değildir” (s.79)

“Fakat günün sonunda bir devletin millet ve vatandaşlık anlayışı ister bir torağa ve onun kültürüne, ister bir şecereye ve onun kültürüne bina edilmiş olsun, yalnızca ya da büyük oranda anayasa ve devlete siyasi olarak bağlı olma fikri üzerine kurulmuş hiçbir millet yoktur (Gat 2013) (s.80)

“Afganistanlılar Taliban’ın ülkeye yeniden hakim olduğu dönemde ülkelerinden kaçtılar. Birçok insan, onları “kalıp savaşsalardı” diyerek eleştirdi. Ancak bu eleştiri haksızdır, zira kalıp savaşmaları için bir neden yok. O nedeni ancak ve ancak millet olma hali sağlar. Ortak değerleriniz, bir “hikayeniz” geleceğe dair ümidiniz varsa kalıp savaşırsınız” (s.81)

“Kültür, toplumu sevk ve idare eden bütün motivasyonları belirler” (s.87)

“yanan bir evden annenizi mi kurtarırsınız, eşinizi mi? Sorusuna ABD’liler ekseriyetle “eşimi” cevabı verirken, Tayvanlılar ekseriyetle “annemi” cevabı veriyorlar. Zira Tayvan kültüründe kolektif kimliğin önemliyken, beyaz, Avrupa kökenli ABD kültüründe bireysel kimliğin daha önemli” (s.87)

“Türk milliyetçiliği maalesef uzun bir süredir böyle bir manzara arz ediyor. Üstelik ilgiç olan, Türk milliyetçiliğinin kurucu babaları yahut öncüleri sayılabilecek Arsal, Ağaoğlu, Hüseyinzade, Çokay, Gökalp, Akçura gibi karakterlerin ekseriyetle sekülarizm savunucusu (ve çoğu zaman bilimsel düşüncenin öncüleri) olmalarına rağmen milliyetçiliğimizin ahiren dini referanslarla dolu, temelsiz, bilim karşıtı argümanlarla dolu hale gelmesidir” (s.100)

“Seküler yani dünyevi olmayan bir düşünce sistemi, doğası gereği sorun tespit edemez ve çözemez dedik” (s.101)

“Margaret Mead’e atfedilen “medeniyetin ilk alamaeti, iyileşmiş bir uyluk kemiğidir” (s.105)
“Bir türün üyeleri, doğa koşullarına maruz kaldığında ölmesi beklenen bir türdeşlerini uardımlaşarak yaşatıyorsa, orada medeniyet bailar. Fakat bir fikrin kendisi de eleştiriliyor. Medeniyet, mesela, aynı zamanda çok daha organize ve isabetli bir şekilde türdeşlerine soykırım uygulamak anlamına da geliyor. Başka eleştiriler de getirelebilir; mesela birçok sığır türü, zayıf bireyleri sürünün ortasına alan bir strateji geliştirerek, güçlü erkekleri sürünün etrafına yerleştiriyorlar. Bu sayede avcılar zayıf, “doğa şartlarına bırakıldığında yaşaması beklenmeyen” tür mensuplarını avlamakla güçlük çekiyorlar. Bu, mezkur sığırların medenileştiği anlamına mı geliyor? Cevap muhtemelen hayır” (s.105)

“Hülasa, bir ahlak tartışması yapılacaksa, bu tartışmanın zemiminin seküler olması zaruridir. Zira dini zemindeki argümanlar zaten yanlışlanamaz ve neticeleri itibariyle ele alındıklarında da, olumsuz manzaralara sebebiyet veriyorlarsa, kutsallıkları nedeniyle eleştirlemezler. Bu da bizi ikinci başlığımıza getiriyor :”Seküler Kutsallar ve Domuz Yemi” (s.108)

“İnsanoğlunun icatlarından en ilginci belki de “kutsal”dır” (s.108)

“Bize gelince, bugünün Türkiye’sinde kutsalımız yok, ikonlarımız var” (s.109)

“Fakat İslam coğrafyasında dinden bağımsız bir düşüncenin nüvelleri teşkil edecek düşünce akımları ortaya çıkmadığından, yahut çıkar gibi olduğunda hep boğulduğundan ve toprakların akıllı ve zeki adamları hep dinle meşgul olmak zorunda kaldıklarından, kutsal olanla dindışı, yani tapınakdışı olan arasındaki çizgiyi kalınlaştıracak ve nihayet ikisini birbirinden azat edecek bir kültür gelişmedi. Cenap Şahabettin’in Rusları tanımlarken “şayan-ı hürmet şeylerin hiçbirisine Türk karşısında hürmet etmemek” (s.109)

“Bütün bu sürecin sonu İslam’ın kutsallarının yalnız birer ikona dönüşmesi ve İslamclığın sekülerleşmesidir. Evet, artık yığınların dinle ilişkisi uhrevi yahut kutsal bir zaviyeden değil, epey seküler bir zaviyeden: ihale almak, atama yaptırmak, maaş kazanmak ve korunmak için” (s.110)

“Ancak duygu kavganın yakıtıdır. Hisler olmadan felsefe yapılabilir, ideoloji inşa edilebilir fakat kavga verilemez” (s.118)

“Son olarak söylemek lazım ki, bu yeni milliyetçilik teorisi girişimine Seküler Milliyetçilik adını koymamın nedeni yalnızca sekülarizm vurgusu değil. Ayırma ihtiyacı: Milliyetçiliğin esasen seküler olduğu ve seküler milliyetçilik demenin “ıslak su” demek gibi bir şey olduğu eleştirisi sık sık geliyor. Bu eleştiriyi dile getiren muarızlarımın şahitlik ettiği dünyaya ben de şahit olmak isterdim- benim gördüğüm dünyada milliyetçilik seküler değil. Yıllar (hatta asır) önceki öncü babaların çoğunun sekülerist olması, hatta din düşmanı olması bu hakikati de değiştirmiyor. Nedeni, nasılı bu kitabın konusu değil, ancak milliyetçiliğin -muarızlarımın dahi kabul ettiği gibi- seküler olması şarttır, bu da ancak bu kitapta ortaya konan emek gibi girişimlerin artması ve kabul görmesiyle mümkün olacak” (s.118)

“Milliyetçiliğin faydacı bir ideoloji olduğunu ve bu faydaları acak seküler bir zeminde, bilimsel düşüncenin hakemliğinde, insanların karşılaştıkları meselelere dair ürettikleri çözüm önerilerinin mukayesesi ve sentezi ile tespit edebileceğimizi söyledik” (s.119)

“Seküler zemin doğruyu ve faydayı tespit etmenin esastan şartıysa, hürriyet de usulden şartıdır” (s.119)

“Zira monarşi, bir millet yahut ulusunun yetenek havuzunun çok azından beslenerek yönetici seçer. Bu, emrimsel açıdan dezavantajlıdır, tek bir soydan gelen çocukların yetenekli olup olmaması ihtimaline endeskli bir yönetim zar atarak yönetilmekten farksızdır. Üstelik bu soy meşruiyetini tanıdan yahut sair diğer metafizik argümanlardan aldığı için, alaşağı edilmesi zordur” (s.120)
“Eric Hoffer’ın muhteşem tespitini anmadan geçmek olmaz: “Bir yönetim, ehliyetinin sınırlarını aştığı halde iktidarda kalabiliyorsa, o yerde ya aydın sınıf yoktur, ya da iktidardakiler ile söz ustaları arasında sıkı bir anlaşma vardır” (s.129)

“Spinoza ; fırlatılan bir taşa sorsak süphesiz kendi isteğiyle hareket ettiğini söylerdir” (s.129)

“Bir rejimin karnesi neye göre veririz? Sorusuydu. Çok uzun sürmesi mi? Refahı arttırması mı? Yahut objektif bir kriter koyamayız da “vaatlerini gerçekleştirmesi” mi diyebiliriz? Bu soruya net bir cevabım yok, ama Türk milliyetçisinin “Rejim ne içindir” sorusunu sorması gerekiyor. İdeolojisinin temeline millet koyanın, millet mensuplarının menfaatini düşünmesi gerekir demiştik. Öyleyse rejim, millete teşkik eden ferde faydalı olmalıdır. Bu faydalar yalnızca maddi açıdan ele alınamaz; dünyanın ücra bir köşesinde bir başka halkı sömürerek, öldürerek kendi ülkesine maddi fayda sağlayan bir sistem, mesela, savunulabilir mi? Savunulursa, daha iyiye giden, daha güçlenen bir başka milletin gelip senin ülkende aynınını sana yapması karşısında hangi etik ve ideololjik temellerde karşı durabilirsin? Temel gereksinimileri devlet tarafından karşılanan ama özgür düşünmesi, seyahat etmesi, rejime karşı çıkması engellenen bir insan, mesela, rejimden fayda sağlıyor diyebilir miyiz?
Bizim milliyetçiliğimiz de dahil olmak üzere, milliyetçi akımlardaki totaliter, kolevtivist, insanı baskılayıp devleti, soyut kavramları ilahlaştıran yönelimden tiksindiğimi ifade edebilirim. Üstelik ben, milliyetçiliğin “muhafaza etme” işlevini değil, inşa etme işlevini önemsediğim için milliyetçiyim. Milliyetçilik, basitçe etno-sembollerle inşa edilmiş bir dil kullanmak demektir ve bu dil, milletin “arzu edilen “yöne doğru gitmesini sağlar” (s.131)

“Saygı hürriyete duyulur, fikir sahibi olma hürriyetine-fikrin kendisine değil” (s.135)

“Doğu diye bir şey yok demek cüretkar ama mümkün bir ifade olurdu, Doğulu, en fazla “Batılı olmayan”ı ifade edebilir, koca bir değillikten ibarettir” (s.136)

“Son zamanlarda milliyetiliğe dair okuduğum en çarpıcı ve olumlu yorumların İsrail’den çıktığını belirtmekle yetineyim sadece. Türkiye, İsrail, Polonya gibi ülkeler, hem yeterince Batılı, hem de Batı’nın çöküşünden etkilenmeyecek kadar başka olduklarından; bunların üstüne bir de çok daha hayati tehditlerle sürekli rasyonel davranmaya zorlandıklarından, bu furyaya karşı doğacak teorilerin merkezlerine dönüşüp, milliyetçiliklerine dair geliştirdikleri yeni argümanlarla yalnız kendi ülkelerine değil, mücavir alanlara tesir eden yeni kültür merkezlerine dönüşebilirler” (s.141)

“Milliyetçilik, bu bağlamda, Woke furyasının ve onun yıkıcılığının, engelleyiciğinin karşısında yegane mevzimidir. Ancak milliyetçiliğin yarattığı uyumlu toplum ve milletin üzerinde yükseldiği kültürel değerler, aidiyetler, sosyal bağlar, Woke yıkıcılığının engelleyebilir. Bu yıkıcılığın özellikle aileyi hedef alması manidar. Woke, klasik özgürlükçü bir hareket olarak mesela eşcinsellerin evlenme hakkını savunmuyor, bunun ötesinde geçip aile kavramını tartışmaya açarak, esasen bireyin kendisini aşan özgütlüklerine karşı en sağla çekirdek örgütü ve sığınağı olan aileyi ortadan kaldırmaya çalışıyor. Bunun neticesinde doğacak toplum bellidir: Aidiyetsiz, kimliksiz, silahsız ve amaçsız sürü” (s.147)
Profile Image for Haydar Şahin.
24 reviews2 followers
June 21, 2024
Bir milliyetçi olarak kitaba yorum yaparken tarafsız olmak adına kendimi kutunun biraz dışına atmam gerekiyor.

Kitapla ilgili en büyük eleştirim demokrasi ve hürriyet kısmıyla ilgili olacak. Bahadır beye göre toplumun belirli bir zümresi yerine tamamının yetenek havuzundan yararlanılması nedeniyle demokrosi tüm marazlarına rağmen iyi bir seçenektir. Kendisine kitabın başında Türkiye'nin millet olma vasfını yitirdiğini söylediğini hatırlatır, millet olmayan bir topluluğun millet adına nasıl doğru karar verebileceğini sormak isterim. Zaten kendisi toplulukların kendi kendilerini yok etme kapasiteleri olduğunu yazdığından bu konuyla ilgili örnek vermeyi lüzumsuz buluyorum. Tam tersi taraftan bakarsak; Atatürk'ün önderlik ettiği Türk devrimine, sözüm ona milletten kopuk bir grup entellektüel tarafından teorisyenliğinin yapıldığını hatırlatmak isterim. Unutmayalım ki söz konusu demokrasi ise pratikte rasyonel zeminde davranan bilinçli toplumlardan değil yönlendilerilen ve edilgen yığınlardan bahsedebiliriz. Bazen milletin iyiliğini millete rağmen düşünmemiz gerekebilir. Bu nedenle demokrasi bir amaç değil ancak araç olabilir.

Bu kitabın nedire cevap olduğu ve nasıllara yeni kitapta değinildiğini bildiğimden bu konuda eleştirelerimi öteleyeceğim.

Bahadır bey doğa bilimleri tahsili almış olduğundan bölümlerde sık sık alıntılar ve bilimsel argümanlara yer veriliyor. Yalnız bazı bölümlerdeki alıntılar okuyucunun dikkatini dağıttığından uzunluğu daha kısa tutulabilir.

Son olarak milletçiliği bir grup badem bıyıklı sünepenin yancısı vazifesinden çıkarılıp kitapta arzıendam eylediği üzere millet için faydacı bir çizgiye çekilmesinde öncülük ettiğinden ötürü Bahadır beye teşekkür etmek isterim.
2 reviews
April 25, 2023
“Seküler Milliyetçilik 21. Yüzyılda Türk Milliyetçiliğinin Teorisi” isimli kitabı okumayı yeni tamamladım. Kitabın yazarı M. Bahadırhan DİNÇASLAN’a emeği ve ortaya çıkardığı eseri için müteşekkirim.
Esasen bambaşka bir alanda eğitim alan ve profesyonel olarak kitap üzerine düşüncelerini dile getiren bir kişi olmadığım için yazacağım değerlendirmenin “kalitesi” konusunda söz veremem, ancak bu değerlendirmenin “şurası iyi olmamış bir düzeltelim” amacıyla yazılmadığını da baştan belirtmek isterim.
Kitabın başlangıç bölümlerinde kavramsal çerçevenin oturtulmasını oldukça faydalı bulduğumu belirtmek isterim, ayrıca millet olma ve millet olmanın gerekliliği konusunda yazar oldukça derli toplu şekilde takdimde bulunuyor.
Milliyetçiliğin fayda ekseninde işlenmesi, “Bu felsefeyi bir ata yedirsem beni Ötüken’e bir günde ulaştırır mı?” sorusunu soran Türk’e verilebilecek en doğru cevap olacaktır düşüncesindeyim.
Burada faydacılık konusu bakımından, kitaba oldukça profesyonel bir değerlendirme ile yaklaşan* ve “fabrika işçilerini daha verimli hale getirmenin yolu millet değildir” diyen Sn. Uğur İsmail Aygün’e katılmadığımı da ifade etmek isterim. Millet olmanın bir unsuru da yaptığınız ve yapmadığınız işler bakımından milletinizi temsil etme bilincidir. Eylemleri doğrultusunda milletinin de değerlendirilmeye tutulacağı düşüncesi, kişi eğer milletine karşı bir sorumluluk duygusuna sahipse, o kişiyi, işini tam ve eksiksiz yapmaya teşvik eder düşüncesindeyim.
Martin Luther King’in siyahi Amerikalılara yönelik “Eğer sizden sokakları süpürmeniz istenirse Micheangelo’nun resim yaptığı, Beethoven’ın beste yaptığı veya Shakespeare’in şiir yazdığı gibi süpürün. O kadar güzel süpürün ki, gökteki ve yerdeki herkes durup, burada dünyanın en iyi çöpçüsü yaşıyormuş desin.” ifadesi işte tam olarak bu bilinci ifade eder.
Türk Milliyetçiliğinin fayda arayışında en önemli başlıklardan birisinin, milletin bir ferdinin eyleminden dolayı milletini temsil etme ve milletine karşı sorumlu olma bilincinin yaratılması olduğunu düşündüğümü de açıkça belirtmek isterim. An itibariyle Türkiye Cumhuriyeti’nin kapısına “burada her iş olduğu kadar yapılır” yazsak yeridir. Bu boş vermişlik hali, birçok negatif etkisinin yanı sıra, kendisini aynı zamanda “Türk Malı” ibaresini taşıyan ürünlerin kalite ve niteliğinin sorgulanması olarak da gösteriyor. Ürettiği malı kıymet görmeyen bir milletin refah seviyesinin artması mümkün değildir.
Kitabın devamında belki de en önemli konu başlığının sekülerlik olduğunu söylemeye gerek dahi duymuyorum. Dogmatik düşünce yapısının, rasyonel ve pragmatik düşünce yapısına zararlarının daha iyi anlaşılabilmesi için bölümün, kitabın ekinde yer alan muhafazakârlık bölümüyle beraber okunmasının faydalı olacağı düşüncesindeyim. Esasen dogmatik bir düşünce sistemine dayalı eğitim alan bireyin, daha sonra bilimsel bilgiyi temel alan bir eğitim alsa dahi, dogmatik düşünce yapısından kurtulamadığı ek bölümde başarıyla ifade edilmiştir.
Kitabın bence en önemli vurgularından birisi de hürriyetçilik ve demokrasi başlığı altında incelenen post-modernizm ve woke hareketinin yeni dönemin faşizmi olduğu tespitidir. Ancak bu bölümde woke faşizminin, alışılagelmiş devlet aygıtı merkezli faşizmden ayrıldığı ve daha ziyade toplumun dar bir kısmını oluşturan sanat eserlerini icra edenler, medya, akademi ve siyaset merkezli bir faşizm olduğu daha ayrıntılı ortaya konabilirdi düşüncesindeyim. Halen insanlar faşizm dendiğinde bunun devlet gücüne dayalı ve yöneticiler eliyle yürütülen bir sistem olduğu düşüncesindeler. Bu nedenle, devlet kolluk gücü eliyle uygulanmayan bir faşizm, faşizm olarak kabul görmüyor.
Hürriyetçilik ve demokrasi başlığı altında demokrasinin esasen çok fazla güç merkezli bir idare olması fikrine katılmakla beraber, sistemin tıkanmamasının ancak, yönetim erkinde yer alan aktörlerin milletin menfaati için ortak zeminde ve makulde buluşma bilincine sahip olmaları veya bizzat milletin bu bilince sahip olmayan kişileri yönetim erkinden uzaklaştırma bilinci ile mümkün olacağı düşüncesindeyim. Aksi halde, yasa yapıcılık ve hatta Anayasa yapıcılığı ne kadar teknokrat ve katılımcı olsa dahi başarılı olamayacaktır.
Son olarak Turancılık bahsi için bir kelam etmek gerekirse, herkes elbette soydaşlarının da müreffeh ve özgür yaşamasını ister. Ancak Arap Baharı tecrübesi daha tazeyken, ‘cehenneme giden yollar iyi niyet taşları ile döşenir’ ifadesine hürmet gösterilmesi elzemdir. Soydaşlarımız için en iyisini isterken, onları küresel güç odaklarının yeni kavga sahası olmaktan da uzak tutmak veya buna izin vermeyen stratejiler kurmanın önemine vurgu yapmak isterim. Elbette burada hiçbir şey yapmayalım sorun çıkmaz stratejisini övmüyorum, ancak Şam’da namaz kılacağız diye yola çıkıp, bölgenin insanlarına neler çektirildiğini de unutmayalım. Yanlış hesap Şam’dan dönmesin, doğru hesap Ötüken’e götürsün.

* https://www.tamgaturk.com/sekuler-mil...
Eleştirinin ilk bölümü için bknz. https://www.tamgaturk.com/sekuler-mil...

Profile Image for Zafer Avran.
161 reviews7 followers
January 22, 2025
Ele aldığı konular ve ortaya koymaya çalıştığı görüşleri ele alışı, detaylandırması ve savlarını aktarış biçimi biraz kafa karıştırıcı gibi geldi bana. Ben mi iyice odaklanamadım diyorum ama başkalarından da bu eleştiriyi görünce haksız bir eleştiri sayamayız herhalde. Bununla birlikte konu başlıklarının her biri ayrı ayrı kitaplar yazılabilecek denli kapsamlı meseleler. Ve ayrıca bu meselelerin ayrı ayrı ve birlikte mukayesesinin getireceği zorlukla birlikte bunları yalnızca teorisini anlatsanız dahi 200 sayfaya sığdırmanız imkansız. Haliyle eksik veya yüzeysel kaldığı yerler var. İşin pratiğine değinilmediği için de yalnızca bu kitabın okunması ''ne yapmalı, ne yapmamalı?'' gibi soruları cevaplamıyor haliyle. Bu sebeple 2. kitabı merak ettiğimi söyleyebilirim.
Kusurlarının yanında ufuk açıcı ve farklı okumalara vesile olabilecek bir kitap. Milliyetçilik deyince yığınların aklında canlanan ezberlerden eser yok. Beklenmedik yaklaşımlar ve mukayeselerle kafa açıp soru sordurabiliyor. Niyeti ve vizyonuyla ülkemizin sorunlarına doğru aşılamalar yapabileceğini düşündüğüm bir yönelimin taşın altına elini koyan nadir örneklerinden biri olduğu için motivasyonel bir puanlama yaptığımı belirtiyorum. Zira yazarın çok daha iyisini yazabileceğini düşünüyorum. Yine de daha doğru değerlendirme ikinci cildi bitirince yapılabilir.
Son olarak kitaba dair doğru bir beklentiyle okumaya başlamanız için sonsöz kısmını okuyarak başlamanızı tavsiye ederim.
Profile Image for Efe Can.
106 reviews
May 26, 2023
Öncelikle fikirlerimle bu kadar paralellik olan bir yazarın kitabını okumak benim için epey keyifliydi. Kitap bir seküler milliyetçilik tanımı harici bir çok ilgi çekici bilgiyi içermesi okuma keyfini arttırdığını söyleyebilirim. Seküler milliyetçiliğin anlatımını yaptığı için yazara teşekkür ederim.
Profile Image for Hüseyin Çötel.
306 reviews14 followers
February 24, 2024
Bahadirhan i begenerek takip ediyorum. Twitter, youtube kitap her yerden derdini anlatmaya bilinirlik kazanmaya calisiyor. Bakalim 10 yil sonra nasil bir konumda olcak.

Bu kitabi da bilimsel cercevede milliyetcilik neymis acaba ne diyor bu adamlar diyenler okumali. Daha derinlemesine inmek isteyenler icin de referans olarak zengin bir kitap.
6 reviews
June 1, 2023
'...Yazarın -ve dahi benim- arzuladığımız gelecek bu çözülmeyi yaşadığı halde kendi kültürel kodlarına sadık kalmayı başarmış ve etno-sembollerini kendi kültürünün içerisinden çıkarabilmiş nesiller inşa etmek şüphesiz, ancak bu dönüşümün hızına yetişebilecek bir pratik inşasında elimizi çabuk tutmak hariç gerçekçi bir çözüm maalesef henüz yok gibi gözüküyor.'

Kitap hakkındaki detaylı incelemem için:

https://www.tamgaturk.com/kitap-incel...
Profile Image for Vehbi Emiroglu.
12 reviews2 followers
July 15, 2025
Bazen konunun bir miktar dışına çıkıldığını düşünüyorum. Bunun dışında teori güzel açıklanmış.
Displaying 1 - 11 of 11 reviews

Can't find what you're looking for?

Get help and learn more about the design.