İnsan lüks otelde tatil yapıyor diye ya da pahalı bir tekneye sahip diye değil, kendini hayata ait hissettiğinde yaşar. Denize nazır mekanlarda raconuna göre eğlendiğinde yaşamaz kimse, mevsimleri fark ettiğinde yaşar. Lüks restoranda poz vere vere yemek yerken yaşamaz insan, tavadaki menemenin dibini sıyırmak için sevdikleriyle itiştiğinde yaşar. Ev almanın, araba sahibi olmanın, araba değerinde saat takmanın, pahalı mekanlara girip çıkmanın yaşamakla alakası yok. Yaşamak dokunmakla, koklamakla, sevmekle, sonbaharla, yazla, güneşle, yağmurla, gülüp ağlamakla, anlaşmakla ve anlaşılmakla ilgili bir şey. Basit şeyler istediğinde yaşarsın, olağan akışın parçası olabildiğinde... Diğerinin adı sadece paralı olmak. Para zenginlerindir; yaşamak ise isteyen herkesin, hepimizin...
Arabesk ama keyifli bir anlatıma sahip. Bazı yerleri okuyunca içim şişse de değişik bir renk kattı bana. Diğer kitabı olan "Çirkin Kadınlar İçin Hayatta Kalma Rehberi" kitabına hemen başladım. Umarım bundan daha iyidir. "...Hayatın mesajlarını iyi oku. Kapalı kapılar ardında kendini feda etme. Unutma belki de girmekten korktuğun mağara aradığın hazineyi saklıyordur..."
İstanbul'un gökdelenlerde, plazalarda yaşanan şaşalı yüzü ile bodrum katlarında, metrobüslerde vücut bulan fakir yüzü.. Zengin olabilecekken maalesef basmakalıp işlenmiş bir hikaye, renkli insan hikâyeleri yerine odunsu karakterler. Baş karakter Ömer'in gözlemleri, ilişkileri, ihtirasları, saçma sapan fikirlerinden içim şişti.
Her aklına gelenin neden roman yazmaması gerektiğinin iyi bir örneği.
🌿" Nasıl bu kadar aptal olabiliyorsunuz, aklım almıyor! Havalı bir telefona değil, güneşe ihtiyacınız var aslında ama telefon almak için güneşsiz yerlere hapsolup kaldınız. Yeni bir elbise daha değil, temiz hava lazım size ama elbise almak için terk ettiniz, mahvettiniz havası temiz yerleri. Mutlu olabilmek için çevrenizde iyi kalpli bir gül masum ve sevecen insanlar olmalıydı ama siz mutlu olmak için çıkarcı, utanmaz, hatta zalim insanların yanına iliştiniz."
"Taşı toprağı altın İstanbul " çocukken #yesilçam filmlerinde bu sözü duyarak büyüdük . Memleketinden binbir hayalle #haydarpaşagarı nın merdivenlerinde durup umut dolu gözlerle bu büyük şehre bakan aile hala gözlerimin öne gelir ara ara . Ne umduk ne bulduk misali... Çoğu aile yutulup gitti. Her gün de yaşamak ayrı zor hale geliyor. Eskiden emekli ikramiyesi ile ev alma hayalleri kurulurdu şimdi çok zor maalesef 😔 Ceren Ceran on iki yıl emek vererek yazdığı #istanbulunbodrumkatları nda bizi Ömer ile tanıştırıyor. Ömer üniversitede işletme okuduktan de sonra iş bulup çalışmak için İstanbul'a gidiyor. Zor da olsa iş buluyor,bir arkadaşı ile aynı evi paylaşıyor. En bir apartmanın bodrum katında. Bir yerden başlamıştır hayata, çalışıp çabalayıp iyi yerlere gelecek, rezidansta oturup plazmada çalışacaktır. Azim ve çalışma ... İnsanın yükseltmesi için iki önemli faktör . Ancak bu iki faktör her yerde ise yarıyor mu? İnsan kendini ne kadar getirirlerse geliştirsin, ne kadar çalışırsa çalışsın görülmez , kimsenin kabul etmediği kast sistemini yenemiyor. Sosyal statüler farklı olsa da insanlar eşit gibi konuşulsa da iş davranışa gelince her şey çok farklı oluyor. Büyük umutlar ile bu şehre gelen Ömer de elinden gelenin en iyisini yapıyor. İşinde yükseliyor, arkadaş ediniyor hatta aşık oluyor. Yine de çarkın dişleri arasında sıkışıp kalıyor. Özne #İstanbul olsa da toplumun çoğu yerine durum aynı maalesef. Ömer ve arkadaşlarını yakından tanıdığımız kitapta İstanbul'un söyledikleri de içimi sızlattı. Bildiğimiz gerçekleri duymak daha çok etkiliyor insanı çünkü çoğu zaman durumu düzeltmek için elimizden hiçbir şey gelmiyor konuşmaktan başka.
Yaşadığımız dönemin hikayesini okumayı ne zamandır istiyordum. Edebiyat Haber’de görünce aldım kitabı, iyi ki de almışım.
Beyaz yaka gerçekliğini, sistemin insan yiyen hallerini, insanına iyi olmayı çok sayan canım ülkemizi, büyük şehrin keşmekeşini, küçük şehirlerin sıkıntısını kısaca bugünümüzü anlatıyor Ceren Ceran. Aralara giren İstanbul karakterini pek sevdim. O sitemli hallerinde pek haklı. Ve fakat bu şehre neden her seferinde oynak kötü kadın imajı veriliyor, ve hatta yazdığı gibi fahişe deniyor, anlamıyorum. Bu tanımlama yıllardan beri değişmedi, üzülüyorum. Endamlı ve güzel olmak böyle bişi mi?
Hikaye ve karakterler çok canlı anlatılsa da ama sonlara doğru akış biraz hızlı dibi gördü. Yazarın dokunmak istediği şeyi anlasam da olayların bu akışı ‘yeşilçam’ hissi verdi ve biraz zorlama oldu.
Bir de karakterler bu kadar canlı iken şehir isimlerin uydurulmasının, para birimi tercihi de akıştaki o canlı gerçekliğe ters düştü.
İyi bir editoryal destek bu kitabı başka okumamıza imkan tanırdı, yine de içinden geçtiğimiz zamanı okumak iyi oldu. Ellere sağlık.
İlk başta çok etkilenmediğimi itiraf etmeliyim. Sanırım Ömer'i fazla kompleksli buldum ama yarısından sonra gerçekten sürükleyici oldu. Ancak keşke Storytel'deki yorumları okumasaydım. Sonuna dair heyecanım daha yüksek olurdu. Yazarın ikinci kitabını satın alır mıyım emin değilim ama stroytele gelirse kesinlikle dinlerim. (edit: dinledim, bu kitabı daha çok beğendim)
Ben beğendim ya, beni aldı götürdü İstanbul'a üniversite okumak için geldiğim ilk zamanlara İstanbul'un o hallerine, aradaki kültür ve sosyo ekonomik farkları da güzel anlatmış, yani gerçekliğimizi yansıtmış nihayetinde