Bundan tam on beş yıl önce, İbiş'in Rüyası hakkında yazdığım bir eleştiri yazısında, tiyatro dünyasını anlatan ne kadar az fiktif eserimiz olduğundan yakınmıştım. Sami Paşazâde Sezai'nin 'Pandomima' hikâyesinden Sait Faik'in Kumpanya'sına, Reşat Nuri'nun Son Sığınak'ından Haldun Taner'in Sersem Kocanın Kurnaz Karısı'na, hatta Pınar Kür'ün Küçük Oyuncu'suna kadar geçen bir asırlık yelpazede handiyse bir elin parmakları kadar eseri bir çırpıda sıralamakta zorlandığımı hâlâ hatırlıyorum. Sanatın dolambaçlı koridorlarını, sanatçının yaratma, oluşturma ve yorumlama çilesini problem edinmiş fiktif eserlerimizin azlığından yakınmakta haklıyım; çünkü, bu kısırlık, sanatı ve sanatçıyı sanatın ifade kapsamına alamadığımızın işareti gibi...
Writer and translator (b. 22 May 1895, İstanbul – d. 18 January 1960). After he finished Beşiktaş Secondary School, he studied at Galatasaray High School but discontinued his education.
He graduated from the Sun Education High School. He studied at Law School for some time (1913) and then educated himself.
He lived abroad for eight years in Tiflis, Berlin, Paris, Vienna, Rome and Copenhagen (1915-28). He worked as a translator at the Ministry of National Education.
He translated and wrote columns for various newspapers and journals beginning with Cumhuriyet. He traveled around many cities in Anatolia.
He published his first story, Zeynep la Courtisane (Zeynep the Courtesan), in the journal Les Oeuvres Libres in Paris (1927). He wrote many works in almost all kinds of literature except poetry in the following years. Generally, he was known for his stories, travel notes and research related to literature and history.
Selim İleri, in his novel Cemil Şevket Bey Aynalı Dolaba İki El Rovelver (Cemil Şevket Bey, the Mirrored Cupboard and Two Hand Guns), introduced the character Cemil Şevket, inspired by the personality of Nahid Sırrı Örik. His books were republished by Oğlak Publications since 1994.
WORKS:
SHORT STORY: Kırmızı ve Siyah (Red and Black, 1929), Sanatkârlar (The Artists, 1932), Eski Resimler (Old Pictures, 1933), Eve Düşen Yıldırım (Lightning That Hit the House, 1934).
NOVEL: Colere de Sultan (Anger of the Sultan, in French, 1932), Kıskanmak (To Be Jealous, 1946), Sultan Hamit Düşerken (While Sultan Hamit Fell, 1957, staged by Kemal Bekir with the name “The Fall”, 1976, adapted for the cinema, 2003), Kıskanmak (Being Jealous, 1995), Tersine Giden Yol (The Road Going in the Opposite Direction, 1995).
TRAVEL LITERATURE: Anadolu'da Yol Notları (Travel Notes in Anatolia, 1939), Bir Edirne Seyahatnamesi (A Travel Book of Edirne, 1941), Kayseri Kırşehir-Kastamonu (Kayseri Kırşehir-Kastamonu, 1955).
PLAY: Sönmeyen Ateş (The Undying Fire, 1933), Muharrir (Writer, 1934), Oyuncular (Players, 1938), Para Uğrunda (For the Sake of Money, performed at İstanbul City Theaters, 1949), Alın Yazısı (The Fate, performed at the State Theater, 1952).
ESSAY-RESEARCH: Edebiyat ve Sanat Bahisleri (Literature and Art Topics, 1932), Roman ve Hikâye (Novel and History, 1933), Tarihi Çehreler Etrafında (Around Historical Faces, 1933), Hayat ile Kitaplar (Life and Books, 1946), Yüzelli Yılın Türk Meşhurları Ansiklopedisi (Encyclopedia of Famous Turkish People of a Hundred and Fifty Years, 3 fascicles, 1953), Abdülhamid'in Haremi (The Harem of Abdülhamid, 1989), Bilinmeyen Yaşamlarıyla Saraylılar (People of the Palace and Their Untold Lives, prepared for publishing by Alpay Kabacalı, 2002).
MEMOIR: Eski Zaman Kadınları Arasında (Among the Women of Old, 1958).
Narsisist Entrikalar: Nahit Sırrı Örik’in Yapıtlarına Psikanalitik Bir Bakış kitabını okurken Yıldız Olmak Kolay Mı? romanını geçmişte okuduğumu hatırladım. 1940'lı yıllarda Selma isimli genç kızın yıldız olma mücadelesi anlatılıyor burada. Ses sanatçılarının rekabeti, sahnenin ve seyircinin gücü, hırsın insana neler yaptırabileceği, erkeklerin kadınları nasıl sömürdüğü gibi meseleleri ele alan güzel bir kitap olarak kalmış aklımda. Hatırladığım kadarıyla puanım 3,5 olurdu. Nahid Sırrı Örik eserlerini seviyorum. Anlatım dili ağdalı olsa da insan kötülüğünü zamanının ötesinde bir kavrayışla anlatıyor.
nahid sırrı örik, edebiyatımızın uzun yıllar yok sayılmış yazarlarındandır. babası abdülhamit'in çeviri bürosundandır (hani o bayıldığı polisiyeleri çevirttiği ekipten), beşiktaş'ta kadınlarla dolu bir evde büyümüştür. -hayatını anlattığı "eski zaman kadınları arasında"nın lezzeti de bambaşkadır, arada bunu ekleyeyim.- yok sayılmasının sebebi ise bariz bir homofobiklik diyebiliriz. errrkek edebiyat dünyası onu arasına almadığı gibi meyhane, kahve köşelerinde dedikodusunu yapmıştır. oysa atmosfer ve karakter yaratmada nahid sırrı pek çoğundan daha iyidir. onun romanlarındaki kötülük de, bahtsızlık da daha gerçektir. kıskançlık'taki kötülüğü anladığımız an, nahid sırrı'nın sırrına ereceğimiz andır. 20'li yaşlarımda okuduğumu bu romanı tekrar aynı zevkle okudum diyebilirim. yıldız olmak kolay mı romanındaki ana-kız hikayesi aşk-ı memnu'daki bihter'le firdevs hanımınki kadar güzeldir. kadın karakterlerini çok da sevmeyen, romanlarında iyi diyebileceğimiz kadınlara pek yer vermeyen nahid sırrı'nın bunu niye yaptığını da sezebildiğim için, ermeni kadınlara bıyıklı demesini de affediyorum. ne de olsa politik doğruculuğun adı bile olmayan yıllar...
Başrolünü Sadri Alışık’ın oynadığı bir Türk filmi gibiydi Yıldız Olmak Kolay Mı. Çok büyük şeyler vadetmeyen ama kendi dönemini (1944’te yazılmış kitap) ve dönemin toplumsal yaşamını çok güzel anlatmış bir eser. Ayrıca ünlü olma konusunun o dönemden bu döneme hiç değişmeden aynı şekilde devam ettiğini fark etmek de üzmedi değil. Kişisel hırsların kişileri getirdiği noktaları başarılı anlatan bir kitaptı. Nahid Sırrı okumaya tam gaz devam!
nahid sırrı örik’in “yıldız olmak kolay mı?” romanını okumaya başladığımda ilk fark ettiğim şey, sanki eski bir türk filmi izliyormuşum hissiydi. hatta siyah-beyaz bir yeşilçam filmi gibi… o tanıdık tını, o dönemin karakter yapıları, toplumsal beklentiler — her şey öylesine canlı ve gerçekti ki, romanın sayfaları değil, sahneleri akıyordu önümden.
roman bana iki güçlü tat bıraktı. ilki, eski istanbul’un o büyüleyici atmosferi. beşiktaş, ayasofya, taksim, sıraselviler, abbasağa yokuşu… hepsi, her gün geçtiğim ama bu kitapla eski halini yeniden keşfettiğim sokaklardı. nahid sırrı örik’in istanbul’u öyle detaylı ve duygulu ki, adeta taş merdivenlerinden çıkan ayak seslerini, sabah sisinin arasındaki sessizliği, gecenin gazino ışıklarını duyar gibi oldum. orhan pamuk’un romanlarında hissettiğim o “mekânın ruhu” burada da vardı; ama bu kez daha kederli, daha içli bir tonda.
ikincisi ise romanın türk sanat müziğiyle kurduğu bağdı. okurken tıpkı bir hicaz ya da nihavend makamının duygusunu hissettim. nahid sırrı’nın cümleleri, bir müzeyyen senar şarkısı gibi; süslü ama samimi, duygulu ama dengeli. kitabı okurken arka planda tsm dinlemek öylesine yakıştı ki, her sahne sanki kendi fon müziğini bulmuş gibiydi. yeni şarkılar öğrendim, yeni hisler tattım.
roman boyunca selma’nın hikâyesi bir yükseliş gibi başlıyor ama aslında baştan sona bir düşüşü anlatıyor. ışıklar, alkışlar, sahneler… hepsi birer yanılsama. selma, toplumun ona biçtiği rolleri giyiyor ama hiçbiri ona ait değil. o, şöhretin değil, şöhret olma arzusunun kurbanı. toplumun “ya parlayacaksın ya silineceksin” dediği bir dünyada sıkışıp kalıyor. ve o parlak sahne ışıkları yavaş yavaş sönmeye başladığında geriye sadece yalnızlık kalıyor.
nahid sırrı örik, karakterlerine ne acıyor ne de yargılıyor. onları bir tiyatro sahnesindeki oyuncular gibi sergiliyor; bazen alaycı, bazen sert ama hep insana dair. bu yüzden romanın sonunda bir melodramın değil, bir gerçeğin içinden geçiyorsun. selma’nın trajik sonu, sadece bir kadının değil, bir dönemin ruh halinin yansıması.
kitabı bitirdiğimde içimde hem bir türk filminden çıkmış gibi bir burukluk, hem de eski istanbul’un taş sokaklarında dolaşmış olmanın huzuru vardı. nahid sırrı örik’in kalemi, geçmişin nostaljisini değil, o dönemin duygusunu yaşatıyor. beşiktaş yokuşlarında yankılanan ayak sesleriyle, bir tsm ezgisinin son notasına karışan bir yalnızlık hissi bırakıyor insanda.
sonunda anlıyorsun ki: “yıldız olmak kolay değil.” çünkü yıldız olmanın bedeli, insan kalabilmenin bedelinden çok daha ağır.
Nahid Sırrı Örik'in romanlarının çoğunu okudum, hemen hemen hepsinde kadınların kötü, hırslı, cinselliğe pek meraklı, zengin avcısı karakterler olarak sunulduğunu fark ediyor ancak dönemin ruhu diyerek üzerinde durmamaya çalışıyor, hikâyeler ve anlatım iyi olduğu için çok rahatsız olmuyordum. "Yıldız Olmak Kolay mı?"da bir iki satır arasında saklanmış 'kuir' göndermeleri görünce yazarın hayatını biraz detaylı araştırdım ve küçük bir epifani yaşadım. Bugüne kadar bazı rahatsız olduğum noktalar da yerine oturuverdi. Fakir bir kızın yıldız olması konusunda yazılmış çok roman okumadım (çok da roman var mı açıkçası bilmiyorum) ancak yerli/yabancı çok film izledim. Ama yazıldığı dönem için farklı, özgün bir konusu var gibi geldi bana. Ağdalı olmayan, gerçekçi diyalogları ve olay örgüsü ile beğenerek okudum. Banu Yıldıran Genç'in de yorumunda bahsettiği gibi bir Firdevs Hanım/ Bihter esinlenmesi de var gibi. Kıskançlık duygusunu Kıskanmak romanında çok iyi anlatan yazar bu romanda da bir annenin kızını hem sevip hem kıskanmasını güzel güzel işliyor.
Nahid Sirri beyin kalemine asigim! Yildiz Olmak kolay mi da Nahid Sirri beyin diger romanlari gibi enfes bir roman. Selma bir Bihter, Hayriye hanimsa Firdevs Yoreoglu adeta. Cok cok begendim.
Klasik; sevdiğimiz okumak istediğiniz NSÖ romanı. Ancak M. Kayahan Özgül, (her kimse artık bu kişi) Önsöz'de çok büyük bir sorumsuzluk yaparak çok önemli spoiler veriyor. Hangi ukalaca bilmişlik duygusu ile insan böyle bir saygısızlık yapar ki?! Kendisi bir de kitabı "yayına hazırlayan" kişiymiş. Yazık.