Wilhelm Schmid ist ein deutscher Philosoph mit dem Schwerpunkt auf dem Gebiet der Lebenskunstphilosophie.
Nach einer Kindheit und Jugend in bäuerlicher Umgebung (seine Eltern waren Landwirte und hatten sechs Kinder), einer Lehre als Schriftsetzer und vier Jahren bei der Bundeswehr holte Wilhelm Schmid am Augsburger Bayernkolleg 1980 das Abitur nach. Von 1977 bis 1980 war er in Augsburg Vorsitzender der dortigen Jungdemokraten, der damaligen Jugendorganisation der FDP. 1980 begann er ein Studium von Philosophie und Geschichte an der Freien Universität Berlin, der Pariser Sorbonne und der Universität Tübingen, das er 1991 mit einer Doktorarbeit über Michel Foucault abschloss.
Er übernahm Lehraufträge an der Universität Leipzig (1990–1991), der Technischen Universität Berlin (1991–1992), der Pädagogischen Hochschule Erfurt (1993–1999) und der Universität Jena (1999–2000). In Erfurt habilitierte er sich im Jahr 1997 mit seiner Arbeit „Grundlegung zu einer Philosophie der Lebenskunst“. 2004 Ernennung zum außerplanmäßigen Professor an der Universität Erfurt, wo er bis zur Altersgrenze unterrichte. Gastdozent (DAAD-Kurzzeitdozenturen) an der Universität Riga/Lettland (1991–2000) und an der Staatlichen Universität Tiflis/Georgien (1997–2006). Von 1998 bis 2007 arbeitete er regelmäßig als „philosophischer Seelsorger“ am Spital Affoltern am Albis (bei Zürich). Seine Bücher erreichten bis 2018 eine Gesamtauflage von etwa 1,5 Millionen Exemplaren und wurden in zahlreiche Sprachen übersetzt.
Artık bir pazarlama stratejisine dönüşen, sıradan bir günden çıktığımız bir yolculuğa kadar hayatın her anında tek amacın mutluluğa indirgendiği anlayışa karşı yazılmış güzel bir antitez. Zira tek çaba mutluluk olunca, insan özden yani hayatın anlamından uzaklaşıyor. Oysaki mutsuzluk gibi geçici bir duygu durumu olan mutluluğu merkeze alırsak hayatı tek boyuta indirgemiş oluruz. Maneviyata göz kırparak, ruhumuzu beslediğimiz nice eserin melankolik beyinlerden çıktığının altını çizerek, kitlesel mutsuzlukların olduğu dünyada her daim bireysel mutluluk peşinden koşmanın bencilliğini vurgulayarak, mutsuzluk anlarında iç dünyamıza çekilip hayatımızın anlamına ve dünyanın geleceği için yapabileceklerimiz üzerine düşünüp kendimizi şarj etmemiz gerektiğini fısıldayarak önümüze çeşitli kapılar açıyor ve bu yollarda sorgulama yaptırıyor. Bunu yaparken de varoluşsal yalnızlıktan dolayı insanın yönünün melankoliye dönük olduğunu kabul ediyor, ancak bizi hayattan soğutacak ümitsizliklere geçit vermiyor. Hayatı kutupsallığıyla kabul eden, soluklanıp düşünmemizi sağlayan kitap daha iyi bir çeviriyle sunulsa okuma keyfi eminim daha yukarılarda olur.
Geçen gün Bostancı'da yürürken çektim bu manidar fotoğrafı. Herkesin bizden mutlu gözükmemizi istediği bir dönemde, pozitiflik naralarının atıldığı ve küçük şeylerden mutlu olmamız gerektiğini dillerinden düşürmeyen mutluluk uyuşturucularının enjekte edildiği bir zaman diliminde.
Dünya sancısının ve anlam arayışının bu kadar ötelendiği bir dönemde sokaklarımızda yanı başımızdan geçen bu insanları anlamamız gerekmez mi? Kimdir, ne yapıyor bu insanlar? Bu insanları gördüğümüz zaman mekanik tavırlarla devam ettiğimiz yürüyüşümüze nasıl bilinçli bir mutsuzluk katamıyoruz?
Fotoğrafta o kadar çok mutsuzluk var ki, çektiğim zamandan beri detayları üzerine düşünüyorum. Eğlence ve oyun dünyası arka planında, perspektif olarak müteahhit göbeklerinin altında ekmeğini kazanmaya çalışan ve bunu da hiçbir ses çıkarmadan yapmaya çalışan bir adam. Sesini çıkarsa o da biliyor ki, ona da mutlu olması gerektiğini hatırlatırlar. Daha çok beğenilmesi ve hayattan kopmaması için başka insanların duymasından hoşlanacağı şeyleri söylemesi gerektiğini öğütlerler.
Metrelerce yakınında "İhtiyaçlarına SMS yeter" cümlesi dünyanın mutsuzluklarıyla aramızın ne kadar açıldığını gösteriyor. Oysaki mutluluk ile aramızda sadece metrelerce fark var. Bizim budala vurdumduymazlığımız, kayıtsızlığımız ve yeni nesil bebelerin dilinden düşürmediği içi kof umutsuzluklarımız yüzünden o adamın arabası yavaş gidiyor. Çünkü içi ekmek dolu. Oysaki yanında onun rızk yöntemiyle mücadele etmeye çalışan bir başka modelde araba, adamın arabasının artık kabul edilmeyen ve mutsuzluk veren bir türde olduğunu söylüyor. Zaten umutsuzluk ile mutsuzluk arasında tek harf fark vardır, u harfi mutsuzluğun önüne geçip sizin bilinçli bir şekilde mutsuz olmanızı engelliyordur.
Binalar sanki adamı altına alıyor, arkeoloji basamakları gibi en arkada müteahhit kahkahaları, onun önünde lunapark ve en önde de yüzleşmemizi bekleyen dünya sancıları var. İşte, hayatın arkeolojisi bu. En öndeki katmanı anlamak için en altta kalana bakman gerekir. Eğer bir toplumda birileri mecburen mutsuzsa, birileri de mecburen mutludur.
Benim güzel ve arkamda herhangi bir araba taşımadığım hayatımda bir ergen gibi mutsuz olmaya hakkım yok. Sadece empati kurabilmek ve pek çok şeyi içselleştirebilmek için mutsuz olmayı severim. Bence Wilhelm Schmid de bunu demiş olmalı bu kitabında. Zira o adamın da içinde bulunduğu mutsuzluk ile mutluluk arasındaki uçurumun niceliği ne kadar artarsa ulaşılan şey de bir o kadar değerli olur. Nötr hayatlarımızda tanımına acı bile demeye bin şahit gereken şeyleri, kurguladığımız hiç dünyalarımızda ne kadar da bir halt zannediyoruz.
Eski Ahit'in 7. Bap, 3. cümlesinde yas tutmak gülmeyle eşdeğerdir ve bunun kalbi iyileştirdiği söylenir. Eğer ki mutsuzluklarınız sizi hayatla ilgili daha yüce bir anlam, hedef arayışına ya da evreni tanıma istencine yönlendirmiyorsa, sorunu kendinizde arayın bence. Kağıt toplayan bir adam gördüğünüzde, çöpleri karıştırıp bebeğine çocuk bezi alabilmek için gelir olabilecek herhangi bir şey arayan adam gördüğünüzde, masum oldukları halde öldürülen sayısızca insanı düşündüğünüzde bilinçli mutsuz olma kavramının bize değil de onlara daha çok yakıştığını idrak ederiz. O yüzden mutluluğun da mutsuzluğun da bilinçsiz olanı uyuşturucu gibidir. Her daim ilk deneyimde tattığın zevki aramak istersin ama bilinçsizce yaşam kaliteni düşürmekten ve endorfin yalaması olmaktan başka yaptığın bir şey yoktur.
Büyük şeylerden acı ve mutsuzluk duyarken, küçük şeylerden mutlu olmanın pek de bir değeri yoktur. Çünkü matematik bunu söyler. O mutsuzluklar, adımlarınızı attığınızda dünyanın kabul edilemezliğini ve sizin bu konuda bir şeyler yapmanız gerektiğini hatırlatmıyorsa, üzgünüm ama okuduğunuz yüzlerce kitabın hiçbir anlamı yoktur.
İşte... Bütün bu düşüncelerin küçük bir beyinden geçtiği anda Dostoyevski'nin Ivan Karamazov karakterini tasarlarken sarf ettiği o muhteşem cümle aklıma gelir ve sahne kapanır:
"Tanrıma isyan ettiğim yok, dedi. Sadece "dünyasını kabul etmiyorum".
Tanıl Bora çevirirken biraz eski ve hantal bir dil kullanmış olsa da, güzel kitap. Yıldırıcı pozitif düşünce ve mutluluk fetişizmine sakin bir karşı çıkış.
Mutsuzluk ve mutluluk, ikisi de insanlık halleridir. Mutlu olabilmenin yolunun mutsuzluktan beslendiğini düşünmek ve bunun için mutsuzluk methiyesi yazmak gerektiğini sanmıyorum. Piyasada çok sayıda bulunan kişisel gelişim kitaplarından bir kademe yukarıda bir deneme. Bu arada çeviri berbat ve yine Tanıl Bora ! Hepsi bu.
“Dinle Kucuk Adam”in devami gibi. Dinle Kucuk Adam, Allah hepinizin cezasini versin, topunuz salak ve cahilsiniz demeye calisiyordu. Bu kitapsa elbetteki cok daha romantik bir dille mutlulugun pesinden kosmayin, hedefe mutlulugu koymayin. Mutluluk amac olamaz, amac olursa hep amac kalir asla ulasamazsiniz, ulastiginiz anda daha ulastiginizi farkedemeden, tadini cikartamadan yenisini ve daha fazlasini istersiniz. Mutluluk tarifini dogru yapin. Mutluluk diye pesinden kostugunuz sey cogu zaman hazdan baska bisey degil. Haz pesindesiniz. Aslinda mutluluk huzun demektir uzuntu demektir aci cekmektir. Mutluluk bir goz kirpmasi kadar yakindir. Hayatin icindedir her yerdedir. Pesinde kosup yakalanacak sahip olunacak bisey degildir. Baskalarinda olan ama size bir turlu ugramayan bir sey degildir. Mutluysaniz mutlusunuzdur. Hepsi bu kadar iste.
Schmid's approach to the concept of unhappiness does not have scientific bases. For example, he criticizes cognitive-behavioral therapies because you can not always change someone's mood by intervening his/her beliefs and thoughts about a situation. But the contemporary scientific evidence says this is the best way to cure the mood disorders. On the other side this book has good news for melancholiacs, this is what makes this book interesting. Today's world need melancholiacs. According to the author, thanks to melancholy, people can approach to situations critical, their thinking is more realistic. Melancholy makes them sensitive for the world and the others and they are more prone to be sympathetic than "happy" people. That makes sense for me, so if you are keeping away from melancholiacs and depressives, think twice. They could be the ones to lean on and relate genuinely.
Kitabın ana fikri, Nietzsche'nin "Yaşamak için bir nedeni olan kişi, neredeyse her nasıla katlanabilir" sözüyle özetlenebilir. Günümüz insanının "neden" yani anlam eksikliğini mutlulukla doldurmaya çalışması, yanlış ve faydasız bir çaba olarak ele alınıyor. Melankoli ile depresyon arasındaki fark vurgulanıyor; melankoli derin düşünmeye ve içsel zenginliğe yönlendiren bir duygu olarak övülüyor ve melankolinin gelecekteki çağın bir yansıması olduğu belirtilerek kitap sona eriyor.
Kısa ve akıcı anlatımıyla kitaptaki fikirlere genel olarak katılıyorum.
."Mutluluk önemlidir ama anlam daha önemlidir. Hayatta tek meselenin mutluluk olduğu, modern hayattaki anlam kaybını mutlulukla ikame etmek isteyenlerin bir masalıdır; ama mutluluğun sırtına kesinlikle taşıyamayacağı bir yük yüklemiş olurlar böylece. Mutluluk hayatın güzel bir ilavesidir; mutluluktan nasibine bir şeyler düşen herkes buna minnettar olabilir ama insanlar ancak kısmen pay alabilirler ondan. Mutluluğun sınırları vardır ve hayattan haddinden fazlasını istemek anlamsızdır."
Kitaptaki derinlemesine ele alınmamakla birlikte benim kendimce pratik özetim: Spor yapın, doğada daha fazla vakit geçirin, gerçek insanlarla sohbet edin, içinize atmayın, instagramı silin ya da halusunatif mutlu hesapları silip gerçekçi hesaplar takip edin/edinin. Melankolinizi sevin, onu ana haberler sonrası yürüyüşe çıkartın; köşedeki parkta ya da güzel bir günbatımında ihtiyacını gidersin, başını okşayın, hüzünlü şarkılarla besleyin. Ama büyüyüp şımarıp, depresyona dönüşmesin sizi ısırmasın. Hadi eve dönelimm. Good boooy!
Bu kadar mutluluk üzerine kurulu bir dünyada mutsuz olmak... Her şeyin farkında olarak kendimize yapabileceğimiz en büyük iyilik aslında. Bunu tercih etmek ve uygulamak. Kendim için okudum kitabı. Hep mutlu olamayacağımı anlamam ve mutsuzluklarımla barışmak için...
İncecik bir kitap, ama benim için demir leblebi oldu. Sindire sindire okurken bazen bırakıp dakikalarca düşündüm. "İstediğimiz yerde miyiz" sorgulamaları çay sohbetlerimizin hakim konusu olduğunda çoğumuzun sorgulaması "mutlu muyum mutsuz mu" düşüncesine kadar varıyor ve tam da burası benim için çıkmaz sokak. Bir kitap kişinin hayatını ve felsefesini topyekün değiştiremez elbette ama zihnimizde yeni fikirler ve alternatif sokaklar yaratabilir. Bu kitabın böyle bir özelliği olduğunu düşünüyorum. Sonuç olarak, çağın vebası belki de mutsuzluk değil; mutsuz olduğu halde mutlu olmak için kendini zorlamak ve başaramadıkça daha mutsuz olup yapayalnız kalmak. Kitaptan hisseme düşen kafamda uçuşan sayısız fikirler oldu. Bölümlerin kısa kısa olması daha derli toplu ve kolay okunabilir bir kitap olmasını sağlamış. Ayrıca bölüm başlarındaki mutsuz insan çizimlerine bayıldım.
Mutsuzluğa övgü! Unhappiness is a part of the human condition. İlk kısımları baştan aşağı not edebilecek kadar çok sevdim, son kısımlarda ise kayboldum biraz. Tekrar okunur.
-Sadece hayatta kalmak ve ödevlerin ifası değil de mutluluk olabiliyorsa insanın meselesi, bu büyük bir kazanımdır. Peki ama MUTLULUĞUN KENDİSİ ÖDEV HALİNE GELDİYSE? ...Ne kadar çok insan, sırf mutlu olmaları gerektiğine inandıkları için mutsuz oluyor acaba? ...MUTLULUK DİKTATÖRLÜĞÜ tehdidi, mutsuz olmaya pek alan bırakmıyor. ...Mutsuzlar öyle bir sindirilirler ki, durumları hakkında konuşmaya hatta düşünmeye bile cesaret edemez olurlar. ...Mutsuz kişi, MODERN VEBA'ya yakalanmış demektir, cüzzamlı gibi davranılır ona, insanlar ondan uzak durmayı tercih ederler.
-Niyetim mutluluğun insan hayatındaki her türlü anlamını inkar etmek değil ki...mutlaklaşmakta olan anlamını GÖRELİLEŞTİRMEK, sadece. Mutluluk önemlidir ama ANLAM daha önemlidir.
-...adeta bir DİN ile karşı karşıyasınızdır: POZİTİF DÜŞÜNMEK, yirmi otuz yıl içinde Batı kültürünü fethetmiştir. Peki ama her şeyde daima sadece pozitif olanı göreceğim diye kendini kasmak niye? Neden her günümüz pozitif olsun? Hayatın başka zamanları da vardır, pozitif olanın kıymetini onlar sayesinde bilirsiniz.
-Keyfi yerinde olmak mecburi olursa, her aksaklık büyük bir arızaya dönüşür. ...Pozitif düşünmek sadece pozitif olanı görme isteğine yol açarsa, bir SORUN halini alır. Artık hiçbir şeyi ciddiye almaz, HER ŞEYİ BİR BAKIŞ AÇISI OLARAK görürsünüz. AĞIR BİR HASTALIĞI olan insanın, kendi kendine HER ŞEYİN ÇOK İYİ OLACAĞINI TELKİN ETMESİNİN bir faydası olur mu?
-KEMALE ERMENİN saadeti, NEFES ALIP VEREN bir mutluluktur, çünkü mutluluğun da nefes alıp verebilmesi gerekir. Hiçbir insan hep sadece nefes alamaz, YENİDEN NEFES ALABİLMEK İÇİN NEFES VERMELİDİR. Böylece insan pozitif ve negatif KUTUPLARI ARASINDA gidip gelebilir.
-"HEP İLERİ BAK"-geride kalanlardan bir şey öğrenmeye niyeti olmayanların şiarı budur. Pozitif beklentilere sahip olmak ve iyimserlikle geleceğe bakmak iyi bir niyettir fakat NEGATİF OLANI GÖZ ARDI ETMEYE ve ona karşı vakitlice HAZIRLIK YAPMAMAYA sebebiyet verir. Salt pozitif düşünmek sorunlar karşısındaki duyarlılığın ve yerinde ELEŞTİRİNİN ALTINI OYAR, öğrenmeyi sağlayan bir sistem değildir. Bireysel ve toplumsal açıdan FELAKETE yol açabilir bu (örneğin: umarsız teknoloji ve yapılaşmayla gelişen EKOLOJİK YIKIM ve zehirli yatırım araçlarının bilerek kullanımıyla oluşan GLOBAL EKONOMİK KRİZ).
-Sorunlar apaçıktır fakat birey KENDİ etkinliğinden fazla bir şeyin DEĞİŞECEĞİNE inanmaz, KENDİNDEN BAŞLAMAYI pek istemez, bunun yerine SORUMLULUĞU BAŞKALARINA YIKMAYI tercih eder.
-Otonom MODERN insana düşen görev, hayatının BİLİNÇLİ idaresi ve YAŞAMA SANATI sayesinde, bundan öte başka bir şey arzulayacak olsa bile, KENDİ İRADESİYLE bir ZORUNLULUĞUN GEREĞİNİ yapmasına elverecek ANLAMLI bir BAKIŞ AÇISINA elveren hedef ve erekler üzerine düşünmektir. Bir birey için, benliğinin sınırlarını da aşan bir bakış açısı, EKOLOJİK ve SOSYAL BİR TOPLUM ve DÜNYA TOPLUMU İÇİN ÇALIŞMAK olabilir.
Mutlu olmanın hayatın yegane anlamı olduğunu düşünme trendinde bunu yapamayıp suçluluk duyan insanlara bir yüreklendirme yazısı gerçekten. Mutsuz olmanın insan olmanın bir imkanı olduğunu belirtiyor.
Günümüz toplumunda sunulan sürekli mutlu ihtiyacının aslında yalnızca bir aldatmadan ibaret olduğunu savunan bir kitap. Aslında sürekli mutluluğu arayarak, mutluluğu eğlence,aşk, maddiyat gibi kavramlarda bulmaya çalışmanın aslında insanı mutsuzluğa ittiği bir süreç olduğunu öne süren eserde, ayrıca insanların mutsuz en azından huzursuz olduğu zamanlarda daha yaratıcı ve yoğun düşünme dönemleri geçirdiğini söyleyen kitap için Dostoyevski gibi büyük yazarların da en iyi eserlerini aslında hayatlarının en kötü döneminde vermiş olmasıyla bağdaştırabiliriz. Öte yandan dünyada her zaman bir diyalektik olduğunu düşünüyorum bu nedenle hayatımızın farklı dönemlerinde mutsuzluğu da tadarak mutluluğun önemini kavrayabildiğimiz hatta değerini fark ettiğimiz dönemler olacaktır. Bu nedenle hayatın iki kutuplu olduğunun farkına varabiliriz aslında. Ancak yine de kitabın da savunduğu bir görüşe göre aslında sürekli mutluluğa erişme çabasındaki ısrar, mutlu olma stresine neden olacağı için sürekli bir melankoliye neden olacaktır. Bu nedenle mutsuzlukla yaşamayı öğrenmeli, hatta mutsuz olduğumuz dönemlerden faydalanmalıyız.
Beklentisiz başlayıp, okurken sıkıldığım bir kitaptı. Başlarda ilgimi çeken ve sonlara doğru yazım dilinden hiçbir şey anlamadığım, kendimi çoğunlukla aynı cümleyi, anlamadığım için iki üç kere okurken buldum. Yanlış ve sakin olmayan bir dönemde başlmamamın da etkisi oldu bunda, bu yüzden iki güne yayarak geri kalan yarısını sakince bu sabah okuma kararı aldım fakat yine aynı durumdaydım. Yazar insanların hep mutlu olma çabasını doğru bulmayıp, hayatta mutsuz olmanın da kötü bir şey olmadığını ve yer yer mutsuz olmanın mutluluğu daha da kıymetli kıldığını anlatmış. Düşüncelerine katılıyorum ve doğru buluyorum fakat anlatım biçimi ve farklı başlıklar altında aynı konuyu dönüp dolaşıp yine aynı sonuca bağlaması da beni soğuttu. Hep aynı şeyleri tekrarlıyordu sanki. Kesinlikle bana göre bir kitap değildi, yazarın diğer kitaplarına bir şans vermekte kararsızım. (Annemin kitaplığından seçtiğim bir kitaptı yine kendisi, ne zaman oraya el atsam şansım yaver gitmiyor, sevemiyorum kitaplarını 🥺)
Mutsuzluk, insan olmanın doğal bir "imkanı". Yazar, romantize edilmiş kişisel gelişim kitabı diyebileceğimiz bu kitabında; Mutsuzluğu, daha çok melankoli özelinde irdelemiş. Melankoli ile mutsuzluğu ise bir tutmamış; melankoli daha çok depresyon ile birlikte anılmış. Yazarın kitabın ilk bölümlerinde; toplumun bize dayattığı "mutlu olma zorunluluğu"nu eleştirel bir bakıştan ele alması, farkındalık yaratma açısından dikkat çekicidir. Zira, tüketim toplumunun bir diğer dayatması olan mutlu olma ve haz elde etme zorunluluğu bireylerin üzerine taşıyabileceğinden fazla yük yükleyebilmektedir.
Yemek yerken henüz acıkmaya fırsat bulmadan daha fazla yemek yememiz gerektiğini söyleyen bir yemekçi gibi hayatta da mutsuzluğa fırsat vermeden sürekli daha fazla ve daha fazla mutlu olmamızı isteyen yazarların yazdığı sayısız kitaplara karşı bu kitabıyla karşı bir duruş sergileyen Schmid, nasıl ki acıkmak normal bir durum gibiyse mutsuz olmanın da onun gibi normal bir durum olduğunu bize hatırlatıyor .
Kitabın puanının neden beklediğimin altında olduğunu anlamak için yorumlara baktım, sanırım mutluluk sevdalıları pek sevmemiş. Kitaba bayıldım. Eleştirenlerin eleştiri noktalarını yapma iddiasında değil zaten kitap. Tek hedefi mutsuzluğun normalliğini vurgulamak. Bunu da yalın ve adım adım ilerleyen bir şekilde yapıyor. Mutsuzluk vardır, mutsuzluk hayatın gerçeğidir ve dünyanın sonu değildir. Zaten bu dünyada da bu kadar mutlu olacak ne var? Bazı şeyler ancak mutsuzsak daha iyiye gidebilir.
Anlatmak istediği şey güzel olsa da özellikle depresif olma ile ilgili olan kısımda çok tekrara düşmüş gibi geldiği için sıkıldım açıkçası...
Neden her günümüz ille pozitif olsun? Hayatın başka zamanları da vardır, pozitif olanın kıymetini onlar sayesinde bilirsiniz. Biraz da hüzünleneyim diyor ya şarkısında Michy Reincke (Das böse Glück8 albümü, 1993):
Yalnız bırak beni işte, Yok bugün hiçbir şeye sevinesim, Başka hiçbir şey almıyor içim.
(tüm kitap sanki sizi kaş göz yaparak mutfağa çağırdıktan sonra elini tezgaha koyarak duygularını yaşamanı çünkü dışarıdan çok belli olduğunu garip gözüktüğünüzü ve toksik pozitif enerjinle çocukları korkuttunu söylüyor.)
Aslında güzel bir kitap. İkna edici ve öğretici. Mutsuzluğun tıpkı mutluluk gibi normal olduğunu savunan ve mutsuzluğun hayattaki gerekliliği üzerine mantıklı önermeleri olan bir kitap. Anlatmak istediği konusunda beni ikna etti. Fakat…
Kitap birazcık çeviriye kurban gitmiş gibi hissettim. Kelime seçimleri farklı geldi ve anlamın havada kalmasına neden oldu benim için. Özellikle bir psikoloji kitabı için çevirinin çok önemli olduğunu düşünüyorum çünkü kötü bir çeviri vermek istediği mesajı çarpıtabilir ya da anlamsızlaştırabilir. Ben de bunu hissettim maalesef.
Üzüldüm düzgün bir çeviriye sahip olsa 4 olabilecek bir kitaptı. Yine de çevreme tavsiyede bulunabilirim.
Nasıl güzel bir bakış açısı ya! Her şeye pozitif yönünden bakalım klişesinden sıyrılamayan kişisel gelişim kitaplarından sonra ilaç gibi geldi hakikaten. Olumsuzluklar da vardır diyorum, bunu böyle güzel bir denge ile anlatan bakış açısına sevgilerimi iletiyorum. Okuyunuz efendim, hap kadar ama ne güzel içe işledi!
Mutsuz olma sebeplerini sorgularken felsefeye bodoslama dalan bir kitaptı. Mutsuzluğu reddetmek yerine onu kabullenmenin daha kolay olduğunu, kabullenince değişecek bakış açısını anlatıyor. Dünyada varolan dualite sayesinde mutluluğun değerini anlayabilmek için mutsuzluğa ihtiyacımız olduğunu anlatıyor. Kitabın 80% inden fazlasını kendi düşüncelerimle paralel buldum. En çok etkilendiğim bölüm yaşama hakkı ve ölme hakkı oldu. Yaşamak zorunda olmayı hiç düşünmemiştim. Doğar doğmaz otomatik gelen hayatta kalma içgüdüsünün aksine ölme hakkına da sahip olduğumuzdan bahsetti. Aslında belki de en büyük mutsuzluk sebebi biricik hayatımızda mutluluğu yakalamaya çalışmak ve bundan emin olamamaktır. Hayatımız bitmeden tüm mutlulukları ve keyifleri yaşamaya zorunlu hissetmemiz bizi daha da mutsuz ediyor.
Her şeyi tersten gösteren bir mutluluk kitabı. Mutsuz musun, gayet doğal, iyi hissetmiyor musun, zorunda değilsin. Bu ters bakış aslında beni yorabilecek tüm mutluluk tablolarını ters çevirdi, daha okunabilir, güçlü, güzel kıldı metni. Eser “aman çok da fifi!” Demiyor. İnsansın ve bunu bir çaresi yok, mutluluk ve mutsuzluk beraber yürüyor düşüncesini güzel ele alıyor.
Mutsuz olmanın ve melankolinin yaşamımızdaki yerini farklı bir bakış açısıyla değerlendiren bir kitap. Günümüzde mutlu olmanın insanlara ‘dayatıldığını’ iddia ederken, yaşamda negatifliklerden kaçamayacağımızı vurguluyor. Ne yazık ki çeviri başarılı değil, çok fazla eski kelimeler kullanılmış ve cümle yapıları da genellikle karışık inşa edilmiş.
Kitap tam anlamıyla mutsuzluk güzellemesi. Nedir bu bitimsiz mutluluk arayışı diyor tabir-i caizse. Konu itibariyle harika; ama düşündüğüm gibi beni alıp götürmedi.
İKİNCİ OKUMA İNCELEMESİ: İlk okumamda tek yıldız vermiştim, ikinci okumamda bir yıldız daha arttırma gereği duydum. İki okuma arasında geçen zamanda değiştiğimden belkide, genel düşüncem değişmese de bu okumada "sorunun" tespitine dair öne sürülen savları daha kabul edilebilir buldum. İlk okumamdaki çözüme dair bir öneri yok kısmına da yazarın çözüm sunmak gibi bir zorunluluğu yok gibi bir yorum getirdim. Kitabın son paragrafı olan: "Birçoğu sorun yüklü bir insanı kendi olumlu dünya görüşüne bir engel olarak gören iyimserlerden ziyade, melankolikler duygudaşlığa yatkındır: Mutsuzluğu cesaretlendirirler. Mutsuzluk haline bir de infial sebepleri katıldığında, melankolikler harekete geçer. Kendileri için, sözgelimi daha iyi koşullara kavuşarak melankoliden kurtulmak için yapmazlar bunu: onlar melankolilerine can-ı gönülden bağlıdırlar. Ancak başkalarının hayatını iyileştirmenin mümkün olduğu düşüncesi, melankoliklere rahat vermez, iyim serlerden farklı olarak, bununla uğraşırken, insanın kaderinin, sonra tekrar aşağı yuvarlandığını görmek üzere taşı azimle yokuş yukarı ittiren Sisyphos’un kaderi olduğu konusunda kafaları nettir. Başka yerlerde işler yine kötüleşe dursun, onlar iyileşme sağlayacak gayretlere girmeye hazırdırlar."
Kısmına kesinlikle katılmıyorum...
BİRİNCİ OKUMA İNCELEMESİ Kişisel gelişim kitapları bana göre değil. Verdigim tek yıldız yazardan ve eserinden çok kendime.
Bu kitabı sevememe gerekçelerimi kendime göre anlatayım: Yaklaşım akılcı, satır aralarında mutlu olma "zorunluluğu"na dair yerinde tespitler var ama bunların çözümüne dair şeylerin okura bırakıldığı hissine kapıldım. Hala Irvin D. Yalom kitapları dışında kişisel gelişim bağlamında faydalandım diyebileceğim bir şey yok
Bilinmedik bir şey yoktu daha doğrusu. Kitabın ozeti içeriği anlatmış başka bir şey demeyeceğim.
Bu kitapla birlikte "kişişel gelişime" tövbe ettim. Gelişeceksem bunu toplumu gözleyerek yapmak benim için en iyisi.
bu kitap bize ne katıyor? bana sanırım bilmediğim hiçbir şey katmadı. 2 saatte bitecek bir kalınlığa sahip. kitabın en sevdiğim özelliği bölüm başlarındaki çizimler oldu. `wilhelm schmid`in bu sene okuduğum ikinci kitabı. `tanıl bora` sanırım topluca güzel bi paraya anlaşmış ve (bence) çok da iyi çevrilmemekle birlikte bunu bir güzel yayımlamışlar.
gerçekten bu kitap bize bilmediğimiz ne katıyor? kaynakçalarını toplasan 10 satır anca eder, toplam 10 eser ve 10 yazardan. saymadım ama muhtemelen bu kadar bir şeydir.
tüketim toplumunda yaşadığımız için bize sürekli "mutlu olmalıyız" algısı veriliyor. mutsuz olunca dünyanın sonu gelecekmişiz gibi, sanki bir tür virüsümüz varmış gibi yaklaşıyor insanlar(uzun süreli ve bitmek bilmeyen mutsuz insanları ayırıyorum, onlar gerçekten bir başka) kitap da bunları, üç aşağı beş yukarı sizin tahmin ettiğiniz şeyleri, sözde pop-psikoloji, ama görünürde "felsefe" adı altında sunmaya çalışmış bana kalırsa. neden bu kitaba bu kadar sinirlendim bilmiyorum. neyse, hafta sonu benim gibi kendine bir şeyler katma umuduyla yola çıkıp eliniz boş dönmek istiyorsanız buyrun okuyun arkadaşlar. aşağıya da sevdiğim bir alıntıyı bırakıp lamba cini gibi ortadan kayboluyorum. abv pop-psikoloji:
"oysa kendini mutsuz hissetmek, anlam üzerine düşünmek için, yani vakitlice anlamı sorgulamak için bir vesile olabilirdi. mutsuz olmanın bizzat bir tür hastalık olarak görülmesinin anlamı nedir, bu bakımdan? hakikatte hasta olan kimdir? niçin bir insanın hızlı tesirli ilaçların da yardımıyla bir an evvel “dipten kurtulmak” için her şeyiyle çabalaması gereksin? niçin, kötü hissettiğinde, mümkün olduğunca çabuk “daha iyi hissetmek” için her yola başvurması gereksin? yönünü yeniden tayin etmek için düşünmesi, hayatında, çevresinde, toplumda yanlış gidenin ne olduğunu ve kuvvetini topladığında doğrusunu yapmak için elinden neler gelebileceğini sorgulaması gerekmez mi?"