“Girdiği kabın şeklini alan su, geçtiği yolların rengini de çalarmış…”
Mine Söğüt’ten Unutulmayacak Delilik Hikâyeleri
Beş Sevim Apartmanı – Rüya Tabirli Cinperi Yalanları, Kırmızı Zaman, Şahbaz’ın Harikulâde Yılı 1979, Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey gibi romanları ve çeşitli biyografi, monografi, söyleşi kitaplarıyla okurların yakından tanıdığı Mine Söğüt bu defa hikâyeleriyle karşımızda.
“…kendini öldürme fikrini bu kadar çok seven biri kendini de çok seviyor demektir... kendini ve deliliğini” diyen yazar, Deli Kadın Hikâyeleri kitabında, aklın kıyısında gezinen, kadınlıklarını bir lanet gibi sırtlarında taşıyan, hepsi “kaybetmeye” yazgılı, içe işleyen yalnızlıklarıyla kalp burkan hayatları, varoluş kâbuslarını anlatıyor. Kitapta ayrıca, Bahadır Baruter’in bu hikâyelerin izlenimleriyle yaptığı on resmi de yer alıyor.
Kalemini zehire, kana, cinnete, ölüme ve hayata aynı lezzetle batıran Mine Söğüt’ten unutulmayacak yirmi bir delilik hikâyesi...
Mine Söğüt (1968, İstanbul), Türk gazeteci, yazar.
Babası bir deniz subayı olan Mine Söğüt, ortaöğrenimini Kadıköy Kız Lisesi’inde tamamladığı 1985 yılında babasını kaybetti. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Latin Dili ve Edebiyatı bölümünde girdi.
Gazeteciliğe 1990 yılında Güneş Gazetesi’nde başladı, İnsan Hakları Servisi’nde muhabirlik yaptı. Güneş Gazetesi’nin kapanmasından sonra Tempo Dergisi ve Yeni Yüzyıl gazetesinde çalıştı.
1993 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin düzenlediği yarışmada, Haber dalında mansiyon aldı. 1996-2000 yılları arasında Haberci adlı televizyon belgeselinin metin yazarlığını yaptı. 1999-2001 yıllarında Öküz dergisinde yazdığı yazılarla tanındı. Profesyonel gazeteciliği bırakan Söğüt, 2001-2005 yılları arasında Cihangir Postası adlı yerel bir gazetenin gönüllü editörlüğünü yaptı.
Kitap için ne çok sevdim diyebilirim ne de hiç sevmedim. Tuhaftı. Çok tuhaftı. Ürkütücüydü. Ruhumu kararttı. Hele de bugünlerde bitirdiğimi göz önüne alırsak zaten kasvet dolu ruhum bütünüyle katrana bulandı. Okuması zor bir kitap Deli Kadın Hikayeleri. Gerek yazarın üslubu ile, gerek anlattıkları ile. Bazen durup kitabın kapağını kapatıyorsunuz ve okuduğunuz öyküyü hazmetmeye çalışıyorsunuz. Bu dünyanın yıkıp geçtiği delirtilmiş kadınların hikayeleri iz bırakıyor yüreğinizde.
''Bu şehir öyle bir şehir ki, küçük bir kız üzülür, üzüldüğü anlaşılmaz. Kuşlar cehennem çığlıklarıyla ötüşür, duyan olmaz. Bir ağaç acıkır, kimse... hiç kimse umursamaz.''
21 deli kadın hikayesi... Her biri ile yürek parçalanır mı, bir yürek yirmi bir parçaya bölünür mü? Bu nerede görülmüş, nerede duyulmuş?
Okunup geçilecek bir hikaye kitabı değil bu. Büyüdükçe, yaşadıkça, deneyim kazanınca tadı değişen ve size farklı bakış açıları kazandıran kitaplardan biri. Bundan beş, on sene sonra tekrar okuduğumda, ilk okumamda göremediğim sözcükleri, bulamadığım anlamları keşfedeceğim eminim ki. Yorum bile yapamıyorum ama fazla söze de ne hacet zaten bu kitap için. Alın, okuyun, yüreğinizin kaldıracağına inanıyorsanız, bu kadınlar için ağlayacağını düşünüyorsanız...
Her hikayeden etkilenmiş olsam bile, ''Beni Öldürmek İsteyen Muhteşem Hayat'', ''İçinde Ateşe Yakın Bir Şey Olan Kadın'', ''Kendi Hayatlarımızı Yaşamak Varken'', ''Vakvak Ağacı'', ve ''Aşkı Hikâye Yapan İmkansızlık Değil Mi Anneanne?''hikayeleri benim için ayrı bir yeri olanlardı.
''Bir kuş hiç kendini asar mı? Bir kuş hiç kendi canına kıyar mı?''
"Beş Sevim Apartmanı"nın ardından gelen "Deli Kadın Öyküleri" bende, özellikle uzun bir aradan sonra gelen okuyamama, okumaktan uzaklaşma sendromunun ardından aşırı doz Mine Söğüt etkisi yarattı. Eşi Bahadır Baruter'in müthiş çizimleri ve "Mine Söğüt Mania" diyebileceğim müthiş edebi tadın sonuçları ciddi şekilde tükenmeyen bir sarhoşluk etkisi yaratıyor. Yeni kitabı "Gergedan"a geçmek istiyorum ama bir süre mine Söğüt'e ara vereceğim. Ama bu artık kesinlike onun fanı haline geldiğim gerçeğini değiştiremez. Büyük yazar ve ne yayınladığını bilmeyen bir yayınevi. Fantastik öğeleri gerçeklikle sarmalayan, kelimelere hükmeden yerli yazarlar çok yaşasın! ;)
Uzun yoruma hacet yok. Mine Söğüt sizi duvarlara çarpa çarpa, acıta acıta mahvediyor hikâyeleri ile. Soyut yerlerinizi oyuyor, oyuyor; içinizde dolu bir boşluk kalıyor. Hele bir de kadınsanız içinizden kadınlar çıkıyor okudukça, çıktıkları yerleri kanatıyorlar. Okuyun, okutun.
Bu kitap benim için bir başyapıt! Çok değerli bir hayal gücünün ürünü olduğu besbelli bir eser. Mine Söğüt'le tanışmam ilk defa bu kitapla oldu. Sevinç Erbulak'ın sesiyle ve sanatıyla üst düzey bir anlatım ortaya koyduğu bu eseri, acaba kitaptan okusaydım da aynı tadı verir miydi, merak ediyorum. Öykülerin her biri ayrı güzel, her biri ayrı gizemli. Çok şanslıyım. Bir taşla iki kuş vurmuş oldum: Hayal gücüyle "Mine Söğüt" ve harika anlatımıyla "Sevinç Erbulak." Kitaptan defterime, "mor dolmakalem mürekkebi ile" tam "12" sayfa yazı kaydettim. Birkaç alıntıyı buraya da yazayım: "...BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ.. Savaşlardan yorgun, fetihlerden solgun şehrin meydanında dalları tehditkar, gövdesi buyurgan, yaprakları insandan kocaman bir ağaç varmış. Gavurların diktiği lanetli bir ağaç.. Gavurlar şehir düştüğünde arkalarına bakmadan kaçarken, denizin suları kanla kırmızı çalarken, ağacı artlarında kindar bir silah gibi bırakmışlar. Ol bu ağaç insana doymasın! Dallarında yapraklar değil cesetler sallansın! Suyla değil, kanla sulansın, diye beddua okumuşlar. Yenilenin bedduası tuttu mu fena tutarmış. Önce padişah, cezalandırdığı adamları bu ağacın dallarına asmaya başlamış. Ayaklananlar, ispiyoncular, hainler, kumpasçılar, dalavereciler, çapkınlar, arsızlar, hırsızlar, uğursuzlar boyunlarına geçirilen yağlı urganlarla teker teker, onar onar, yüzer yüzer o ağacın dallarında can çekişerek ölmüşler. Sonra delirenler tırmanmış dallara, boyunlarında ipler, oyuncak ölü bebekler. Babanın babası, onun annesi, onun da annesi, onun babası ve onun babası, hep o ağacın dalında can verdi. Sana kimse anlatmadı mı?...."
İlk kez Mine Söğüt okuyorum ve üslubuyla hayran bırakan bir yazar diyebilirim. Özellikle cümle tekrarları ve art arda sıralanmış kelimeler deliliği daha etkili işliyor satırlara. Bazı hikayeleri pek beğenmemekle birlikte çoğunun beni etkilediğini itiraf etmeliyim. En anormal benim derdim. Burada yanılmışım :) Tabii bazı psikopatlıkları kendime yakın hissettim ama şaşırıp ürktüğüm yerler daha fazlaydı. Çizimler rahatsız ediciydi ama olsundu.. Diğer karakterlerin de normal olmayışı aslında deliliğin herkeste olduğu, fakat kadınların acı yaşantılarıyla boyut değiştirdiği yönünde. İşaretlediğim çok fazla bölüm vardı. Birkaçını alıntılıyorum:
"Her şey istediğimiz gibi olsaydı Tanrı'ya ne gerek kalırdı? Yalvarmalarla kendini var hisseden tanrınız sizi yalvartmayacaksa, eteklerine kapatmayacaksa neden yaratmış olsun? Tapının diye yarattı sizi, isteyin ve elde edemeyin ama yine de öfkelenmeden boyun eğin diye yarattı sizi!"
"Kendini öldürme fikrini bu kadar çok seven biri kendini de çok seviyor demektir. Kendini ve deliliğini."
"Girdiği kabın şeklini alan su, geçtiği yolların rengini de çalarmış."
"Deliliğin cazibesi ne kadar tehlikelidir bilemezsiniz..."
Kitabı beğendim ya da beğenmedim gibi bir değerlendirme yapamayacağım fakat sıra dışı bulduğumu kolayca söyleyebilirim. Bir şekilde toplumdan soyutlanmış deli kadınların karanlık hikayelerinden oluşuyor kitap. Bazıları gerçek anlamda kan dondurucu! Mine Söğüt bu kadar farklı karakteri nasıl düşünmüş de yazmış, bu hikayeleri nasıl oluşturmuş? Gerçek hayatlardan mı esinlenmiş yoksa kurgulamış mı bilmiyorum ama eşine daha önce rastlamadığım, kimi zaman rahatsız edici, bazen de ürpertici hikayeler oldukları kesin.
Kitabı elinize aldığınızda çabuk bitiriyorsunuz fakat bu akıcı olduğu anlamına gelmiyor. Bazı hikayeleri anlamak zordu. Aklımda soru işareti bırakmamak için tekrar başa döndüm tekrar okudum ve yine de doğru anladığımdan emin olamadım. (Bilmiyorum belki de ilk defa bu tarz bir kitap okuduğum için olabilir). Okurken dikkatimi çeken bir başka şey de bazı hikayelerin birbiri ile çok fazla benzerlik göstermesi idi. Hatta öyle ki bir hikayeyi okurken ilk okuduğunuz benzer hikayenin devamını okuyormuş yanılgısına kapılıyorsunuz.
Hikayelere ne kadar şaşırdıysam, illüstrasyonlara o kadar hayran kaldım. Bahadır Baruter yapmış. Ellerine sağlık. Çok emin olmamakla birlikte bu kişinin Mine Söğüt'ün eşi olduğunu zannediyorum. Hikayelerin başlarında yer alan şiirler değil ama bu illüstrasyonlar hikayelerle çok güzel bir bütünlük sağlıyor, onları destekliyor. Size -onlarla karşılaştıkça- ne çeşit bir kitap okuduğunuzu hatırlatıyor sanki.
Bu kitabı şimdiye kadar okuduklarım arasında özel bir kategoride tutuyorum. Bu tarz kitaplara yönelik daha detaylı yorumlar yapabilmek için Mine Söğüt'ün diğer eserlerini de mutlaka okumak istiyorum.
Çok uzun zamandır okumayı düşündüğüm ancak bi türlü elimin gitmediği bir yazardı. Nihayet okudum ama okumasam da bir kayıp olmazmış. Sadece bir Türk yazarı daha okumuş oldum. Tek bir kitabıyla değerlendirmek belki hatalı ancak bildiğim kadarıyla bu Mine Söğüt'ün son kitabı. Ben fazla boğucu buldum. Zaten ele aldığı konu yeterince çarpıcı ancak öyle bir anlatmış öyle bir göndermelere meteforlara boğmuş ki konu çarpıcılığını yitirmiş gibi geldi. Fazla makyaj ile gerçekçiliğini yitiren güzel bir yüz gibiydi.
Nasıl başlasam bilemiyorum. Öncelikle belirtmek istediğim bir şey var. Bir edebi eserin içeriği çok hassas ve önemli, bahsedilmesi gereken şeylerden, ister bir sorumluluk projesi gibi, ister tüm samimiyetiyle acıları, özlemleri, gelgitleri göstermek için anlatmak istiyor olsun fark etmeden, bunlara bakmadan ilkin eserin edebi niteliğini değerlendirebilmemiz gerekiyor. Bir eserin çok hassas bir çizgide yürümüş olması, çok önemli yollardan geçmiş olması ona dokunulmazlık hakkı getirmemeli diye düşünüyorum.
Deli Kadın Hikayeleri hakkında o kadar fazla olumlu görüş duydum ve okudum ki büyük bir beklenti içindeydim. Özellikle kadınların büyük savaş verdiği bir coğrafyada yaşıyor olduğumuzun farkına her gün her an televizyonda, gazetelerde, arkadaşlarımızda, annelerimizde şahit oluyoruz. Zor bir şey kadın olmak. Hele ki Türkiye'de olmak daha da zor. Bunu belliyoruz her an her saniye. O yüzden ben kadın edebiyatına çok değer veririm. Fakat edebiyat öznelliğinde, değer verdiğim başka şeylerde bulunmakta. Eril bir sistemin ve anlatımın hakim olduğu edebiyatta, son yıllarda çok değerli kadın edebiyatçılarımız çıkmakta. Sevgi Soysal, Adalet Ağaoğlu, Şebnem İşigüzel, Ayfer Tunç, Füruzan, Latife Tekin, Leyla Erbil, Tezer Özlü, Elif Şafak ve başka kadın yazarlarımızın kalemine kadınlıkları bulaşmış. Yazılarında alttan altta bir kadınlık destanı/ağıtı sunuyorlar. Anlattıklarında pek boş atmıyorlar. Mine Söğüt'ü de bu yazarlar gibi, Türkiye'de kadın olmanın sorunlarına bir ağıt, bir görüş belirtmiştir iştahla diye okudum. Beş Sevim Apartmanı'nı ilk eseri olarak acemice bulduğumdan, şimdilik son eseri olan Deli Kadın Hikayeleri'nde çok daha oturmuş bir dil bulmayı öngörüyordum. Ancak beklediğimi bulamadım. Anlattığı 21 kadın öyküsü içerik olarak ne kadar önemli ve gerçekse, anlatım şekli o kadar marjinal ve iki boyutlu. Bunu kötü bir şey söylemek için söylemiyorum. Bu bir tercihte olabilir. Fakat o zaman bu derece metaforlarla ve ilgi çekici oturtmalarla dolu hikayelerinde daha az tekrara düşen bir anlatım bulmayı umardım. Bazen hep aynı öyküyü okuyormuş hissine kapılmaktan kendimi alamadım. Çok keskin olayların, okunduğunda iç yakması gereken ayrıntıların ne kadar grotesk bir törpüyle sıradanlaştırıldığını gördüm. Bu benim esere yabancılaşmama sebep oldu. Ayfer Tunç, Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi'nde yalnız kadınlık değil, ülke olarak insanlık haritasını ortaya koyar. Onlarca hikayeyle iç içe, homojen şekilde karşılaşılmasına rağmen hepsinin gücünü ayrı ayrı, kendi duygusu ve çapı ile hissederiz. O denli bir şey olmasa da dil ve anlatımında biraz kendi içinde ayrılıklar ve başarılı farklılıklar aradım. Bulamadım.
Her öykünün başına iliştirilmiş şiirler ise, aslında başından sonuna tek bir şiir sayılabilir.
Kitaba eşlik eden, Mine Söğüt'ün eşi olan karikatürcü ve illüstratör Bahatır Baruter'in yapmış olduğu çizimler ve resimler ise oldukça güzel.
“Sakın bana ismimi sormayın Sakın gözlerimin tam içine bakmayın Yanımdan geçerken bana dokunmayın. Varsayın ki burada değil, oradayım. Oraya siz gelemezsiniz. Köprüleri yıktılar, gemileri yaktılar, yollar kayboldu. Ben başkayım. Ben uçurumlar kadar tehlikeli Dereler kadar tekinsiz Rüzgarlar kadar esriğim.”
Bu kitabı okumak derin ve karanlık sularda yüzmek gibi. Etrafınızda ne olup bittiğini, nereye gittiğinizi ve ne zaman kıyıya ulaşacağınızı kestirmeniz mümkün değil. Kitaptaki hikayelerin tamamı, üçüncü sayfa haberlerinde gördüğümüz türden bir travma sonucunda delirmiş kadınların ağzından çıkıyor. Ana temamız ve nihai hedef ise ölüm. Aklınıza gelebilecek, kabuslarınıza girebilecek türden her türlü vahşet var burada; taciz, tecavüz, ensest ilişki, zorbalık, katliam, şiddet… Okuması gerçekten zor, tuhaf zihinlerden sızmış kırık dökük cümleler şeklinde ilerliyor ve akışına alışmak biraz zaman alıyor. Kitabın bence en etkileyici tarafı her hikayenin başında yer alan kaotik şiirler ve Bahadır Baruter’in kaleminden çıkmış kan donduran ilüstrasyonlar oldu.
Hikayeler genel anlamda etkileyici ve sürükleyici ancak bir süre sonra kitap kendisini tekrar etmeye başlamış gibi hissettirdi bana. Deliliğin binbir yolu ve çeşidi var ancak üslup ve tarz tüm öykülerde benzer şekilde ilerlediğinden bir noktadan sonra orijinalliğini kaybetti ne yazık ki. Yine de karanlık ve farklı tür öyküleri sevenlerin, özellikle de kadın okurların kesinlikle kaçırmaması gereken bir eser. Vie que veut me tuer, beni öldürmek isteyen hayat, c’est magnifique, muhteşemdir…
Beş Sevim Apartmanı kadar ilgimi çekmedi. Belki de beklentiyle başladığım için sevemedim, emin değilim. Kitabın en beğendiğim yanlarından biri delilerin tekrar eden cümlelerle konuştuğu kısımlardı. Tekrar tekrar aynı şeyi söylemek, kelimenin içindeki özü aramak gibi. Beklediğim ürkütücü havayı ise bulamadım. İyi Geceler Ölü Kediler, Naz Neden Derine Gömmemiş Kediyi, Vakvak Ağacı ve Parmaksız Yakup öykülerini sevdim. Mine Söğüt'ün diğer kitaplarını hala okumak istiyorum ama Deli Kadın Hikayeleri'ni okumasam da olurmuş.
bitirdikten sonra neye uğradığımı şaşırdım şu ana kadar okuduğum en garip kitaptı bazılarını okurken gerçekten etkilendim tüylerim diken diken oldu, bazıları kafamı çok karıştırdı bazılarını bitiremedim bile ara vermem gerekti anlayabilmem için, sindirmesi zor bir kitap
Hikâyelerin her biri, kitabın adından da anlaşıldığı üzere, aklının sınırlarında dolaşan, dışarıdaki dünya ile aklının içindeki dünya arasında sıkışmış kalmış kadınların hikâyeleri. Bir solukta okunuyor hikâyeler ve her birinin ardından gelen Bahadır Baruter’e ait fotoğraflarla birlikte sizi de ister istemez içine alıp, bir süre “deli” tarafından baktırtıyor dünyaya. Kitaptaki kelimeler ve resimler adeta rüzgar ve yapraklar kadar uyumlu birbirleriyle ancak şimdiden uyarıyorum, bazı resimler gece rüyalarınzı ziyaret edebilecek cinsten...
Kitaptan küçük bir kesit:
“Yuvarlaktan bir annem vardı benim... Kareden bir babam... Vahşetten ağabeylerim... Keşkelerden kızkardeşlerim... Derin bir kuyuda yaşardık. Arzın merkezindeki ateşle kaynardık. O yüzden sıcacığım. Bana dokunanı o ateşle yakacağım.”
Ben öykü kitaplarını nadiren beğenirim. Mine Söğüt'ün diline ise Beş Sevim Apartmanı sonrası hayran olmuştum. O hayran olduğum dil yazarın müthiş hayal gücüyle birleşmiş ve yine ortaya enfes bir şey çıkmış. Her bir hikayeyi çok beğenerek okudum. Her hikayenin altındaki trajediyi fark ettikçe içten içe yıkıldım. Her hikaye yüreğime dokundu. Hele o aralardaki şiirler! İnanın tüm o şiirleri buraya yazmak istiyorum. Kadın olmak, doğum, toplumun yükleri... 3-5 satıra sığdırılmış haykırışlar... Yine harikulade bir kitaptı.
Ancak benim için bir Beş Sevim Apartmanı değildi -muhtemelen yazım türü sebebiyle. Ya de Beş Sevim Apartmanı'na on yüz bin milyon yıldız vermiş olmamdan da kaynaklanıyor olabilir tabii :D
Başka başka zamanlarda okusaydım hikayeleri belki kafamın içinde yankılanıp duracaktı deli kadın seslerinin her biri, peş peşe gelince eriyip girdi birbirine.. Aradan bi' iki ayıklayıp mı okumak lazım tekrar acaba?..
"şehri avucumun içine alsam, elimde bir bez her yanını ovalayıp parlatsam şehir tehditten arınır mı? binbir çeşit kadınlık yepyeni bir kadere kavuşur mu? bu şehir yüzyıllardır erkektir ve kadınları sevmeyi bilmez"
bu kitabı nasıl tanımlayacağımı bilmiyorum. kitap hakkında ne yazsam bilmiyorum. kitabı anlamadığımı düşünüyordum, sonra kitaptan bazı bölümler aklıma geldikçe anlamaya başladım ama yine bir net anlayış değildi bu. kitabın %40'ını falan almışsam buna iyi gözüyle bakacağım. gerçekten kitap ismiyle anlatılanlar ancak bu kadar iyi uyuşur :))
hikayesi geçen kadınları, kedileri, kelebekleri, delileri, deli olmayanları, aynaları, kareleri-küpleri-üçgenleri sevdim ve onlardan tiksindim ve onlara üzüldüm.
kadınları üzmeyelim yav, delirmek onlara yakışmıyor ^^
Delileri seviyor olmamla alakalı olabilir belki ama net bir şekilde okuduğum en güzel öykülerden oluşan kitaptır. Mine Söğüt'ten okuduğum ikici kitaptır ve kendileri çok hızlı bir şekilde en sevdiğim yazarlar arasına girmiştir. Kitabı okumak bir yana, içerisindeki ilüstrasyonları incelemek bile dakikalarını alıyor insanın.
“babama, annemin onu gerçekten sevmesinin imkansız olduğunu sen mi söylemiştin anneanne? kalpler tepelerden kıyılara yuvarlanır ama kıyılardan tepelere tırmanmaz mı demiştin? babamı annemin onu sevmediğine inandıran sen miydin? ikisini de aslında sen mi öldürdün? aşkı hikaye yapan imkansızlıktır değil mi anneanne?”
Bu kitap sizi alır, önce şok geçirtir, sonra alır bir duvara çarpar, hissettiğiniz duygu yoğunluğuyla duvarın dibinde kalakalırsınız. Sonra bir güzel ters yüz eder. Anlatılan hikayelerin bir cümlesinde kendi içinizdeki karanlığa rastladınız mi kapağını kapatmak istersiniz. Ama gerçekleri yüzünüze öyle bir çarpar ki sonuna kadar gitmeden elinizden bırakamazsınız.
Her paragraf beni öyle duygulara sürükledi ki, bir hikayenin sonuna geldiğimde kapağı kısa süreliğine kapatıp kendime gelmeyi bekledim. Özellikle: "Beni Öldürmek İsteyen Muhteşem Hayat," "Hatmi Çayı," "Veda Töreni," ve "Vicdansız Bir Memlekette Öldüm Ben," hikayeleri bana bu hisleri yaşattı. Kitap sizi darmadağın eder bırakır, hiç acıması yok. Tıpkı bu Dünya'nın kadınlara acımadığı gibi.
“Şehri avcumun içine alsam, elimde bir bez, her yanını ovalayıp parlatsam... şehir tehditten arınır mı?.. binbir çeşit kadınlık hâli yepyeni bir kadere kavuşur mu?
Bu şehir yüzyıllardır erkektir ve kadınları sevmeyi bilmez. İşte bu yüzden, bu şehirde ben her gün kendimi defalarca öldürürüm. Bomba olur patlarım; kulesinden, köprüsünden aşağı atlarım. Elimde bir bıçak her yerime saplarım. Tavandaki bütün ipler kendimi asmam için sallanır. Arabalar önlerine atlamam için yol alır. Denizinde, lağımında, çöpünde kimliksiz cesedim. Kimsesizler mezarlığında daracık çukurlara sığar dev cesaretim.”
“Bu şehir yüzyıllardır erkektir ve kadınları sevmeyi bilmez...” Bana kalırsa her şehir yüzyıllardır erkektir. “... işte ben bu yüzden, bu şehirde ben her gün kendimi defalarca öldürürüm.”
Farklı, çarpıcı bir kitap. Çoğu zaman da rahatsız edici bir kitap ancak okunduğunda görülüyor ki bu kitaptaki öykülerin neredeyse tamamı bu coğrafyada veya bu dünya üzerinde yaşanmıştır. Muhtemelen şu an bile dünyanın bir yerinde delirmiş bir kadın intihar ediyordur. Bence okunması gereken bir kitap ama şunu demeden bitiremeyeceğim bu yorumu: keşke böyle bir kitap hiç yazılmasaydı. Öyle bir dünyada yaşasaydık ki kadınlar delirmeseydi. Böyle bir kitap gerçeklikten o kadar uzak olsaydı ki yazılamasaydı. Biz de okumasaydık.
Son olarak bu öyküler arasında en çok ‘sinekler sevişirken’ beni rahatsız etti. Okurken yüzüm buruştu, keyfim kaçtı, canım sıkıldı. ‘Vicdansız bir memlekette öldüm ben’ ise beni çok etkileyendi ama neden özellikle bu 2 öykü derseniz pek bir cevabım olmaz.
Bayılarak okuduğum "Beş Sevim Apartmanı"ndan sonra ellerimin ister istemez uzandığı kitap oldu "Deli Kadın Hikayeleri". Bu kadar hüzünlü, bu kadar gerçek, bu kadar ürkütücü öyküler, hiç ajite edilmeden nasıl anlatılır? Bazı öyküler var ki 'Allah kahretsin!' demeden çeviremedim sayfaları, anlatılan hikayeler öylesine acı öylesine güncel. Ama çizimler de gerçekten çok ürkünçtü, gece gece gerildim. =) Sonuç olarak, kalemine hayran olduğum Mine Söğüt'ün tüm kitaplarını tavsiye ederim. =)