Köy enstitülerinin temel taşlarından değerli düşün ve sanat adamımız Sabahattin Eyüboğlu şöyle diyor: "Köy enstitülerini halk adına aydınlar kurdu, halk adına yine aydınlar yıktı. Halk köy enstitülerini istiyordu da aydınlar onun için kurdu demek ne kadar gerçeğe aykırıysa, halk istemiyordu da aydınlar onun için yıktı demek de o kadar aykırıdır. Ama kuranlar mı gerçekten halktan yanaydılar, yıkanlar mı? Bu sorunun karşılığını vermek biz enstitülülere düşmez; ama merak edenlere şöyle bir yol gösterebiliriz: Baksınlar, kuranlar mı, yıkanlar mı daha çok çıkar peşindeydiler, kuranların kişisel kazancı ne oldu, yıkanlarınki ne?"
Köy enstitüleri ile ilgili bu çok önemli kitabı '17 Nisan Bayramı'nda okuyucularımıza sunarken değerli yazar, eğitimci bilimadamı Sabahattin Eyüboğlu'nu da saygıyla anıyoruz.
1908 yılında Akçaabat'ta doğmuştur. İlköğrenimini Kütahya'da, ortaöğrenimini Trabzon'da tamamlamış, yüksek öğrenimini Atatürk'ün talimatıyla Avrupa'ya eğitime gönderilecek gençler arasında sınava girerek, Dijon, Lyon ve Paris üniversitelerinde, filoloji, edebiyat ve estetik alanlarında yapmıştır. İstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünde doçent olarak akademik kariyerine başlamıştır (1933 - 1939). Ankara'da eğitim müfettişliği ve Talim Terbiye Kurulu üyeliği yapmış, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü'nde kültür tarihi dersleri vermiş (1943 - 1947), bu arada Hasan Âli Yücel tarafından kurulan Tercüme Bürosu'nda çalışmıştır (1939 - 1947). 1947 - 1948 yıllarında ikinci kez Fransa'ya gitmiş, dönüşünde yine İstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde karşılaştırmalı Türk - Fransız edebiyatı (1950 - 1960), Teknik Üniversite ve Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu'nda sanat tarihi (1951 - 1958) dersleri okutmuştur. 27 Mayıs 1960 müdahalesinden sonra 147'ler içinde yer almış, görevlerinin iadesinden sonra Teknik Üniversite'deki öğretim üyeliğine devam etmiştir.
Eyüboğlu 1930'lardan itibaren yazmaya başlamış, Hakimiyet-i Milliye ve Tan gibi gazetelerde, Kültür Haftası, İnsan, Varlık gibi dergilerde yazıları yayınlanmıştır. Orhan Veli Kanık, Nurullah Ataç, Melih Cevdet Anday ile birlikte Tercüme dergisini çıkardı. Kendi denemeleri ve ünlü Montaigne ve Ömer Hayyam çevirilerinin yanı sıra Vedat Günyol ile birlikte Jean-Paul Sartre ve daha birçok ünlü yazardan çeviriler yaptılar.
Yeni Ufuklar dergisinde yazdı. Vedat Günyol’la Babeuf’tan çevirdikleri Devrim Yazıları toplatıldı(1965). Sabahattin Eyüboğlu, 12 Mart Darbesi sonrasında "gizli komünist örgütü kurmak" iddiasıyla Vedat Günyol ve Azra Erhat ile birlikte tutuklanmış, davada beraat etmiştir.
Atatürk’ümüzün ölüm yıl dönümünde bu kitabı okumak beni mahvetti . Ne zaman Köy Enstitüleri ile ilgili okusam hep aynı şeyleri düşünüyorum. Sanki kalbimde bir düğme var. Ve o düğmeye biri gelip basıyor gibi… Elbette bu kitapta da sayfalar ilerledikçe yalnızca bir eğitim modelini değil, bir medeniyet hayalini okuduğumu hatırladım.
Köy Enstitüleri, “ezber” değil üreterek öğrenme, “itaat” değil özgürleşme fikrine dayanıyordu. Bir ülke, kendi topraklarından bilgi filizlendirmeyi denemişti. Okudukça, içimde aynı cümle tekrarlandı:
“Bu ülke neler yapabildi… ve biz neleri sürdüremedik?”
Eyüboğlu’nun dili sade ama keskin; düşüncesi umut dolu ama sarsıcı. Kitap bitince göğsümde hem bir gurur hem bir sızı kaldı.
“İnsanları özgür kılmak için kuruldu bu okullar.” — S. Eyüboğlu
Bu kitap, sadece geçmişi anlatmıyor; kaybettiğimiz ihtimalleri yüzümüze vuruyor.
Eğer bu ülke tekrar bir gün aydınlığa çıkmayı başarırsa Köy Enstitüleri ve Devrim çabaları bir şekilde eğitim sistemine girmeli ve anlatılmalı bu insanlara. Bence sadece bu ülke için değil, tüm dünya insanlarının derebeylerine, patronlara karşı kalkınmalarını sağlayacak bir eğitim çabası. Bu kitap Köy Enstitüleri üzerine çalışmış ne kadar insan varsa onların fedakarlıklarını, çabalarını, yozlaşmışlığa karşı direnişlerini ve bugünlere nasıl gelindiğini açıkça anlatıyor. Okumak lazım...
Kitabı okuması biraz zordu fakat bitirdim. O günleri görmemiş kişiler için hafızalarda güzel bir köy enstitüleri imajı çiziyor...Ayrica vakti zamanında Hintlilerinde bizim icad ettigimiz bu oluşumu uygulamaya calışmaları şaşırtti beni biraz. Bir de kitapta Zeki Müren'e neden laf sokulduğunu anlamadım doğrusu.
Türkiyenin dünya eğitim sistemlerine kattığı tek bu ülkeye özgün oluşumdu köy enstitüleri.. iş başında üreterek eğitim amacı güdüyordu.. nasıl kuruldu neden yıkıldı işte cevaplar bu kitapta..
"Eğitim ve öğretim insana yalnızca kuru bilgi kazandıran, salt söyleme, anlatma yoluyla birtakım sözleri ezberleten çabalar toplamı olmasın. Okul, yaparak, yaptırarak öğretsin. Öğrenme, elden geldiğince üretimle sonuçlansın." İşte meşhur köy enstitülerinin asıl amacı buydu.
Kitabın girişinde, zamanında Köy Enstitülerine karşı takınılmış tutum, 3 sayfalık alıntılarla anlatılmış. Bu alıntıları okudukça, o zamanın aydınının bile yıkılmış devletin savunucusu, yani sözde aydın olduğunu anlıyoruz. Mesela "şehirliden beklemediğimiz fedakarlığı köylüden mi bekliyoruz?" tarzı bir cümle, enstitüler hakkında bir şey bilinmediğinin en büyük göstergesidir. Enstitüler döneminde şehirliden beklenen fedakarlık köylünün en çok işine yarayacak olan şeydi, yani öğretmendi. Enstitü fikrinin ortaya atılıp ilk uygulamaların başlamasından sonra köyde var olan her türlü personel eksiği gönüllü şehirliler tarafından karşılanmaya başlandı. Hasan Ali Yücel mesela, köy enstitülerinin kurucularındandır kendisi. Enstitü için gerekli olabilecek her türlü personel eksiğini bizzat tamamlama yoluna gitmiş, hatta kendisi de kurucu olarak enstitü eğitimini denetlemiş, sürekli daha iyiye taşımaya çalışmış ve bu yüzden dünya klasiklerini çevirip köy öğrencilerine ders olarak vermiştir.
Alıntılar beni öylesine etkiledi ki, bunlar üzerine yorum yapmadan geçemeyeceğim.
"Bunlar Shakespeare'in, Goethe'nin, Gogol'ün, Balzac'ın eserlerini okuyorlarmış. Güler misin, ağlar mısın?" Köy-şehir ayrımı yapılmasın denilerek meclisten 148 ret oy alan Köy Enstitülerinden böylesine modern, tabiri caizse "şehirli" bir davranış beklenmeyeceğinden, bu çocukların Shakespeare, Goethe, Gogol, Balzac okuyor olabileceğine inanmamışlardır. Bu ihtimale inanmayarak köylü-şehirli ayrımını kendileri yaratmışlardır ayrıca. Neresinden bakarsanız bakın, bir çekememezlik durumu söz konusu. Bir yerlerde bir "işlerine gelmeme" mevzusu var.
Enstitüdeki eğitimin temel amacı neydi? Yapabildiğini kullan, kullanmayacağını yapma. Bu amaçla yola çıkıp köylerine su kuyuları yapmışlardır mesela. Hem kuyu yapmak için gerekli olan fizik bilgisi ve el becerisini öğrenmişler hem de ortaya koydukları şey köyün işine yaramıştır. Su kuyusu yapma ya da yol döşeme, duvar örme vs. faaliyetleri siz "işçilik"olarak görüyor olabilirsiniz, yukarıdaki cümlelerde de öyle deniyordu, fakat dönemin köy kesiminin hiç umursanmadığını düşünürsek yollarının ve sularının olmaması, okullarının rezalet durumda olması hem kendilerine hem de halkına yararlı olmak isteyen bir avuç çocuğun katlanabileceği bir şey değildir. Enstitü öğretmenleri, eğitimi sadece duvar örme-yol yapma üzerine kurmamışlardır, sanata ve kültüre yönelik dersler de müfredatlarında vardır.
Mesela yabancı dil dersleri. Hasan Ali Yücel Fransızca'dan sorumluydu, enstitülere "müdürlük" yapmanın yanında. Yukarıda bahsettiğim dünya edebiyatı kitapları ve onlarla alakalı dersleri vardı, resim ve müzik etkinlikleri, şiir okuma ve hatta yazma yarışmaları vardı. Fakir Baykurt, bir köy enstitüsü öğrencisi olarak "Ders dışı kitap okuma alışkanlığı vermeyerek, buna karşılık kitlelerin üstüne içi boş bir eğitim serperek bir toplum yüzyıllar boyu uyutulur. Böylece körpe beyinlere baş eğme ideolojisi döşenmiş olur." demiştir. Bu cümle 1940'larda da haklıydı, ne yazık ki şimdi de haklı.
Burada eleştirilen konu mevcut dönem öğrencilerinin de maruz kaldığı verimsiz müfredattır. Enstitü öğrencileri en azından müfredatla öğrendiklerini kendi hayatlarına uyarlayabiliyorlardı ve yaptıklarının işe yaradığını görmek onlara umut veriyordu.
Köy enstitülerinin bir amacı da köyden çıkıp köyde kalacak öğretmenler yetiştirebilmekti. Yukarıdaki sözlerden birinde söylenen "Köyde kalacaklar mı bakalım?" kısmı bir bakıma haklıdır. Ama bunun köyle sınırlandırılmaması gerek, şu an en iyi üniversitelerden mezun öğrenciler de diplomasını alıp yurt dışına gidiyor. Bunun nedenini öğrencide değil de millette aramak lazım. Kendini nerede daha değerli hissedecekse ya da emeğinin karşılığını nerede tam alacaksa oraya gider insan, bu yüzden bu "kaçma" olayı köye özgü bir şey değildir. Kaldı ki, kitapta anlatılana göre Köy Enstitüleri kurulmadan önce, köylerde çok nadir de olsa bulunan okullara atanan öğretmenler ya orada olmaktan memnun olmadığı için işini üstün körü yapıyormuş, ya oranın havasına bürünüp cahille cahil oluyormuş ya da mesleğini bırakıyormuş. Köy Enstitüleri bunu bitirmişti, aktif olduğu 9 yıl içerisinde 20 bin kadar öğretmen yetiştirmişti. Hem öğretmenden hem de öğrenciden tam verim alınıyordu. Ama aydınlanma yaramamıştı bize.
Siyasetin kuklası olup harcanan köy enstitülerinin yerinin hiçbir zaman doldurulamayacağı aşikar. Bu yazdıklarımın üzerine Fakir Baykurt'un Unutulmaz Köy Enstitüleri adlı kitabı okumanızı da öneriyorum.
Son olarak da Hasan Ali Yücel'in şu sözünü bırakıyorum buraya: “Köy Enstitülerinin kusurlarını bana verin, başarıları sizin olsun.”
Eski Anadolu Öğretmen Lisesi mezunu olarak içim acıyarak okudum…
“Kendini herkesten akıllı saymak, akılsızlığın en kesin belirtisidir. Kendini herkesten daha akıllı sananlar da en çok politikacılar, en az da bilim adamları arasında görülür, görülmesi gerekir. Bir bilim adamı kendini herkesten daha akıllı sayıyorsa, siz de onu bilim adamı olamamış bir politikacı ya da politikacı olamamış bir bilim adamı sayabilirsiniz.“
“Bizim budadığımız bu fidan, özgürlük savaşımız gibi, dünyanın birçok ülkelerinde, özellikle Hindistan'da, Türkiye’den getirildiği saklanmayarak dikilmiş ve yüzlerce Hint Köy Enstitüsü doğurmuştur. Bu fidanın kısaca tanımlanması ÜRETİCİ EGİTİM'dir.“ ?
This entire review has been hidden because of spoilers.