Tarih bilinci akademik araştırmalarla ya da poplaştırılmış romanlarla kazanılabilir mi? Tarih olup giderken, tarihi yapanlar ile 'resmi tarih'i yazanların düşünceleri ne ölçüde örtüşür?
Bir dönemin önemli gazetecilerinden 'barış eri' İpekçi, yaşamı boyunca yakın tarihi soğuk bir nesnelliğe büründürmeden, yaşayan ağızlardan aktardı bize. Bu tutumuyla geçmişi bugünden kopmaz, bugüne ait bir zenginlik olarak görmemizi sağladı.
İnönü Atatürk'ü Anlatıyor, Abdi İpekçi'nin Atatürk üzerine İsmet İnönü'yle yaptığı söyleşileri ve bu söyleşilere referans olan kitapların önemli kısımlarından bir ek bölümü içeriyor. Kitabın yeniden basımında İpekçi'nin, Celal Bayar, Şevket Süreyya Aydemir, Sadi Irmak, Sabahattin Selek gibi dönemin önemli isimleriyle Atatürk ve İnönü üzerine yaptığı söyleşiler de yer alıyor.
9 Ağustos 1929 tarihinde İstanbul Kanatlarımın Altında’da dünyaya gelen İpekçi, lise öğrenimini 1948’de Galatasaray Lisesi'nde tamamlamasının ardından, bir süre İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne devam etti.
1943 - 1948 seneleri arasında, Kırmızı-Beyaz ve Şut adlı spor dergilerinde yazı ve karikatürleri yayımlanan İpekçi, 1948 - 1949’da Yeni Sabah ve 1950’de de Yeni İstanbul gazetelerinde muhabirlik ve yazı işleri sekreterliği görevlerini üstlendi. 1951'de İstanbul Ekspres Gazetesi’nde yazı işleri müdürlüğü yapan ve 1954'te genel yayın müdürülüğüne başladığı Milliyet Gazetesi'nde, 1959'da başyazar olan İpekçi, yazılarındaki demokratik üslubu, hak ve özgürlükleri savunan tavrı ve tarafsız gazetecilik ve habercilik ilkesi ile basında saygı duyulan bir kişi olarak görülmekteydi.
1959'da Türkiye Gazeteciler Sendikası Başkanlığı, 1960'ta da Basın Şeref Divanı Sekreterliği yapan İpekçi, 1961 - 1970 yılları arasında, TRT'de açık oturum programları düzenledi. 1964'te, Uluslararası Basın Enstitüsü Yönetim Kurulu Üyeliği'ne seçilen ve 1968'de de İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü'nde öğretim görevlisi olarak ders veren İpekçi, daha sonra 1972 senesinde, Türkiye Basın Enstitüsü Başkanı oldu.
1 Şubat 1979 tarihinde, Nişantaşı'nda trafikte yavaşlayan arabasına yanaşan, adından Papa suikastiyle de sözettirmiş, Mehmet Ali Ağca tarafından öldürüldü.
İnönü'nün Atatürk'ü anlattığı kısım sadece 40 sayfa ve bu kısımda İnönü kimse için kötü söz söylememeye özen gösteriyor, ihtiyatlı konuşuyor.
Sonrasında Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir, Rauf Orbay ilişkilerinin neden bozulduğu işleniyor. Bunu yaparken birkaç kaynaktan (Lord Kinross, Tek Adam, Nutuk, sözü geçen paşaların anıları) alıntı yapılıyor.
En sonda da muhtelif kişilerle Abdi İpekçi'nin yaptığı söyleşiler var. Bu kişiler dönemin fotoğrafçısı, Atatürk Enstitüsü Başkanı gibi isimler (Cemal Işıksel, Sadi Irmak, Celal Bayar, Şevket Süreyya Aydemir, Sebahattin Selek, Ayetullah Sümer).
Kısalığına nazaran çok dolu bir kitap. İsmet Paşa'nın verdiği cevaplar kısa, öz ve dedikodudan uzak. GEçmişteki anlaşmazlıkların üzerinde pek durmuyor. O günlerin bir getirisi olarak yorumluyor. Yeri geliyor açık - samimi, yeri geliyor politik ve herkes tarafından anlaşılması güç cevaplar veriyor. Bu da bizlere Atatürk'ün kendisini neden en yakınında tuttuğunu gösteriyor aslında. Cumhuriyete adanmış hayatlar hakkında konuşurken pek bir dikkatli olunmalı bence. Bu konuda İsmet Paşayı örnek almak lazım. Yaşananları (belki de galip çıkmanın verdiği bir durum) sadece kendi çerçevesinden yorumlamıyor ve sorun yaşadığı kişilerin durumlarını da hesaba katarak öznel cevaplarda kaçınıyor.
İsmet Paşanın vermiş olduğu cevaplar cidden çok değerli ancak Nutuk vari bir cevap dili olduğundan anlaşılması veya fark edilmesi zor. Bu neden kitapta çok değerli kitaplar üzerinden açıklamalar verilmiş. Fakat bu açıklamalar bile yetersiz kalıyor bazı noktalarda. Açıkcası güzel bir başlangıç kitabı. İçinde barındırdığı referans kitaplar hakkında merak uyandırıyor. Eğer ki konu hakkında ilgiliyseniz tabi.
Tüm bunlara ek olarak Garp Cephesi Kumunda, 2. Cumhurbaşkanı, bir çok başarıya ve kahramanlığı imza atmış bir kişiye bu soruları sormak herkesin harcı değil diye düşünüyorum. Günümüzde sorulacak soruların önceden gazetecilere iletildiğini düşünürsek Abdi İpekçi'yi tebrik etmek gerekiyor. Çünkü çok derin yerlere tereddütsüzce giriyor ve aldığı cevapları olabildiğince genişlettirme çabasında.
Lafın kısası, İsmet Paşa veya milli mücadele hakkında kulaktan dolma bilgilere sahipseniz ve bilgilerinizi genişletmek veya bir referans havuzu arıyorsanız. Bu kitap tam size göre.
Kitabın esasen başında 40-50 sayfalık bir bölümde abdi ipekçinin inönü ile yaptığı röportajlar var, ama inönü sorulan her soruya o kadar ihtiyatlı ve politik yanıtlar vermiş ki okuyucuya yeni ve ilginç bir bilgi sunmuyor. Kitabın ismi bu anlamda yanıltıcı olabilir. Devamında da atatürk ve diğer paşalar arasındaki uyuşmazlıkları nutuk, paşaların anıları ve lord kinross’un kitabındaki bölümler ile karşılaştırarak kısa değerlendirmelere yer verilmiş.
İstiklal Harbi'nin büyük kahramanlarının kaleminden ve sözünden kendi aralarındaki sorunları bir arada bulabildiğimiz kıymetli bir kitap olmuş. Gazete yazıları, söyleşiler ve hatıratlardan güzel bir seçmece. Çok keyif aldım.
Atatürk'ün başbakanlığından aynlışınıza dair şimdiye kadar çok şey yazıldı, çok şey söylendi. Bu meseleyi aydınlatacak bir açıklama yapmanızı rica edebilir miyiz?
Bir akşamüzeri sofrada kavga eder gibi bir münakaşa geçti. Ertesi gün Atatürk ile görüştüm. Kendisinin band söylediği şuydu: "Şimdiye kadar bin meselede bin defa kavga ettik. Ama az çok kapalı kavga ettik. Akşam pek aleni oldu. Bir müddet çekilmen, istirahat etmen lazım." Minnettar olurum sana, dedim. Çok teşekkür ederim, dedim. Hakikaten kendime hakim olamayacak bir vaziyetti. Olabilir, oluyor.. Hepimizin her gün yanımızda bulunanlarla, birlikte çalıştıklarımızla başına gelen bir mesele...
Atatürk'le aranızın açılmasında etrafındakilerin, sofrasındakilerin telkinleri mi etkili olmuştur?
Şimdi mühim mesele budur. Bakın bir hatıramı anlatayım: İçeride kanşıklıklann oldugu, birtakım ciddi meselelerin belirdiği bir sırada idi. Atatürk ile oturmuş, vaziyeti mütalaa ediyorduk. Birden bana şunlan söyledi: "Rejim aleyhtarlarının bir tek ümitleri vardır, bir tek ümitleri kalmıştır: Aramızda çıkacak ihtilaf... Seninle benim aramda çıkacak ihtilaf ... İçeride, dışanda ümit buna bağlanmıştır. Hatırında olsun bu ... " İşte ondan sonra herkes her şeyi her vesile ile söylerdi. Bunlar hiç tesir etmezdi Atatürk'e ... Hasta olduktan sonra tesir etmeye başladı. Hastalığı. ilerledikten sonra dedikodulardan müteessir olmaya başladı. Benim teşhisim budur. Atatürk ile birlikte çalışmamızı iki ayn devrede izah edebilirim. Başlangıçtan hastalığına kadar şöyle olmuştur: Akşamları biraraya gelir, toplanırız. O coşar, biz coşarız. Meydan okuyucu birtakım konuşmalar olur. Hepimiz katılırız buna ... Atatürk dahil, şöyle yapalım, böyle yapalım diye birtakım kararlar alır ve gece geç vakit dağılırız. Ertesi sabah uyanınca düşünürüm: Dün akşam birtakım şeyler konuştuk, birtakım kararlar aldık. .. Hemen kalkar, Atatürk'e giderim. Onu yatakta iken uyandırırım, oturup konuşuruz. Söylerim: "Dün akşam biz yine coştuk, şunu yapalım, bunu yapalım diye kararlar aldık. Ama olacak şeyler değil, nasıl yapacağız?" "Canım sen bildiğini yap" der bana ... Sonra bir devir oldu ... Yine aynı şekilde akşamları toplanıp alınmış kararları ertesi sabah görüşmeye gittiğimde artık "Sen bildiğini yap" demiyordu. Israr ediyordu bu sefer ... Asabileşiyordu ... Esaslı bir değişiklik olmuştu Atatürk'te... Doktorlarına sordum. "Hastalığın bir safhasıdır bu ... " dediler. Yani demek istediğim şudur ki, Atatürk'ün sıhhati ciddi olarak bozulduktan sonra sinir hakimiyeti, sinir sükuneti zayıflamıştı. Bu, birlikte çalışmalarımızı etkiliyor ve etrafında telkinler yapanlar için ümitli bir hal yaratıyordu.
Ekler : Atatürk hakkında hazırlanmış araştırmaların en ciddi ve en tarafsızlanndan biri sayılan Lord Kinross'un Atatürk adlı kitabında bu olay şöyle hikaye edilmiştir: ... Atatürk'ün çevresinde gizliden gizliye tatsız bir anlaşmazlığın dedikodu/an dolaşmaya başlamıştı. Bu dedikodulann konusu lnönü idi. Atatürk'ün ahbaplan, lsmet Paşa'yı, öteden beri sevmezlerdi. Mazbut bir aile babası olan lnönü'nün, Çankaya ve Dolmabahçe'deki bu sefahat düşkünü ve çoğunlukla ahlaksız adamlarla çok az ilgisi vardı. Bu adamlar sadece iki şey peşinde koşarlardı: Para ve mevki. lnönü de onlann bu iki şeyi elde etmelerine engel oluyordu. ôyle bir şeyi zaten Atatürk de istemezdi. O da çevresindekileri iyi tanır ve hiç kimseyi, yüklendiği sorumluluğu başaramayacaksa, önemli bir yere atamazdı. Ağızlannı kapatmak için, kendilerini inşaat işlerinde serbest bırakır, endüstri teşebbüslerinde biraz çalıp çırpmalanna göz yumar ve ortada bir skandal tehlikesi belirmedikçe, varlıklannı hangi yoldan kazandıklannı pek inceden inceye araştırmazdı. Ama, lsmet Paşa'nın çok kere, bu yolu bile tıkadığı olurdu. (...) Atatürk şimdi çoğu zaman bu çeşit bir ruh hali içinde bulunuyordu. Sağlığı bozuldukça, lnönü ile aralanndaki önemli yaradılış aynlığından doğan çekişmeler de artmaktaydı. lkisi de birbirlerini, karşılıklı olarak iğneliyor ve ikisi de bundan alınıyordu. lsmet Paşa, Atatürk'ün kaprislerine, vekillerini tenkit etmesine, kabineyi hesaba katmadan emirler vermesine içerliyordu. Gittikçe, Atatürk'ün birbirini tutmaz hallerini ve taşkınlıklannı çekemez olmuş, sabn tükendiği zamanlarda bu derdini birkaç kişiye açıklamıştı. Onlar da bunu Atatürk'e yetiştiriyorlardı. Atatürk, yıllarca, lnönü'nün ince eleyip sık dokumasına, bilgiçlik taslamasına, karar vermedeki yavaşlığına göz yummuştu. Ama, ismet Paşa'nın bu eksiklikleri, bir de kendine karşı büyüyen güveni ile birleşince, artık Atatürk'ün sinirine dokunmaya başlamıştı. lnönü'nün kısıtlayıcı ekonomik siyaseti, çok kişinin kendisine karşı cephe almasına yol açmıştı. Ama, Atatürk'le aralanndaki gerginlik en çok, dış siyaset konulanndan ileri geliyordu. Italyan denizaltılan kendilerine lspanyol süsü vererek Akdeniz' de ticaret gemilerini batırmaya başlayınca, Türkiye de, Atatürk'ün talimatı üzerine, Nyon Konferansı'nda bu korsanlık olaylanna karşı kurulan uluslararası devriye kuvvetiyle işbirliği yaptı. İsmet lnönü, ltalyanlarla savaşa yol açabilecek böyle bir anlaşma yerine, her milletin kendi karasulannı kontrol etmesini daha uygun buluyordu. Buna sinirlenen Atatürk, bundan sonra gitgide lnönüyü çiğneyerek, doğrudan doğruya Tevfik Rüştü ile iş görmeye başladı. ismet Paşa'nın Hatay işinde de fazla ihtiyatlı davranmasına içerlemişti. Hükümet, Türkçenin resmi dil olarak kullanılması üzerinde ısrar edilmemesini uygun görüyordu. Atatürk, lstanbul'dan lnönü)'e telefon ederek bu teklifi kesin bir şekilde reddetti. İkisi arasındaki gerginlik bir akşam Çankaya'da son haddini buldu. Tuhaftır ki, olay önemsiz bir konudan, bir bira fabrikasını ilgilendiren ekonomik bir meseleden çıkmıştı. lnönil, sinirlerine hakim olamayarak, "Bu memleket daha ne kadar bir sarhoş masasından idare edilecek?" diye parladı. Atatürk sakin sakin, "Seni bu mevkiye getirenin de bir sarhoş olduğunu unutuyorsun galiba" dedi. Konuşma bundan sonra daha az tehlikeli konularda, ama sıkıcı bir şekilde devam etti. lnönü gittikten sonra, Atatürk kızgınlığını açığa vurdu ve onu Meclis'e şikayet edeceğini söyledi. Kendisini bundan vazgeçirdiler. Lô.kin başvekili değiştirme sırası geldiği anlaşılıyordu. Atatürk ertesi gün trenle resmi bir yurt gezisine çıkacaktı. lnönü)'ü özel kompartımanına çağırdı. Birkaç hafta resmi bir "sağlık izni" almasını teklif etti. Bu arada başbakanlığa başka birisi vekalet edecekti.
CUMHURİYET FİKRİ, İLANI VE MUHALİFLER
Bazı hususlar, Cumhuriyet fikrinin doğuşu ve gelişmesinin Milli Mücadele'den sonra değil, önce olduğunu göstermektedir. Bizzat sizin, daha 1921 yılında Sakarya Harbi sırasında Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Halide Edip Hanım'la ilerde Cumhuriyet rejiminin kurulması zorunluluğundan bahsettiğiniz yazılmıştır. Bu meseleyi, Cumhuriyet fikrinin nasıl doğup geliştiğini ve nasıl gerçekleştiğini açıklar mısınız?
Milli Mücadele esnasında artık saltanat hanedanı ile ve saltanatla memleketi idare etmenin, memleketin mukadderatını tekrar onlann eline teslim etmenin mümkün olmadıgı ortaya çıkmıştı. Bizde o sıralarda yerleşen kanaat buydu. Düşününüz: Biz o kadar güç şartlar içinde muharebe edip, memleketi düşman istilasından kurtarmaya çalışırken dinsizlikle itham olunuyor ve cezalarla hüküm giymiş olarak ilan ediliyorduk. Biz Anadolu' da felaketli bir devre geçirirken lstanbul'da toplantılar, kokteyller vesaire yapılıyordu. Bunlar hep Anadolu'ya geliyor, yayılıyordu. Sonra düşmanla muharebe ederken lstanbul Hükümeti'nin silahlı kuvvetleriyle, ordusuyla aynca muharebeler verdik. Yani sabit olmuştu ki saltanat idaresinin tekrardan memleket mukadderatına hakim olması yanlıştı. Bu hepimizin arasında bir kanaat halinde yerleşmişti.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Çok kıymetli bir eser. Atatürk’ü hem insan hem de devlet adamı yönüyle en iyi tanıyan, değerlendirebilecek kişi İnönü’dür dersem yanılmış olmam sanırım. Bu nedenle Abdi İpekçi’nin yaptığı röportajdaki hem Kurtuluş Savaşı ve ardından yeni devlet hem de Atatürk değerlendirmeleri çok kıymetli İsmet Paşa’nın. Bunun yanı sıra kitapta Bayar ile Atatürk hakkında yapılan bir röportaj da var. Bu röportajda da İnönü’yle ayrıldıkları noktaları görmek güzel, örneğin Atatürk’ün hastalık dönemi ve İnönü’yle yol ayrımının sebepleri gibi. Ayrıca Bayar’ın ekonomi politikasıyla ilgili söyledikleri de çok önemli. Cemal Işıksel, Şevket Süreyya Aydemir, Sabahattin Selek, Ayetullah Sümer’in röportajları da çok ilgili çekici. Özellikle Şevket Süreyya’nın değerlendirmeleri, Anadolu İhtilalini ve sonrasını en iyi anlayan, değerlendirenlerden olduğunu ortaya koyuyor. Abdi İpekçi de sorduğu sorularla çok güzel yollar açıyor. Keşke İpekçi’nin yaptığı bütün röportajlar derlenseydi de okuma şansımız olsaydı. Bu önemli kitabı, yakın tarihimize meraklı herkese öneririm.
“Fakat harf inkılabı Atatürk inkılaplarının en ilerisinde olanıdır, inkılaplarda benim kanaatimce en ileri iki tanesi vardır: Biri harf inkılabıdır, biri de kadınların cemiyete girmesi, kadın hürriyetidir. Bu ikisini en ileride görürüm ben. Harf inkılabı yalnız milleti okuyup yazdırır hale getirmek için vasıta kolaylığı değildir. Aynı zamanda kültür istikametidir. En mühim olan yeri orasıdır. Bunun için tesirleri iyi olmuştur ve neticeleri daha büyük olacaktır. Kadın inkılabı da böyledir. Milletin yarısı kudretini, cevherini gösteremez, işletemez kapalı bir halde idi. Eşit haklarla erkekler gibi gerek aile içinde gerek cemiyet içinde kendi vazifelerini almayı öğrenmişler, alışmışlar ve neticelerini göstermişlerdir. Bu iki inkılabın diğer inkılaplardan farkı şuradadır: Bunların yerleşmesi zaman meselesidir. Zamanla, bu inkılaplar devrinde yetişmiş olan kimselerin çokluğu nispetinde temelli olurlar “
İnönü’nün Atatürk’e dair anlattıkları kitabın ilk 40 sayfasında yer alıyor. Kitabın diğer bölümlerinde Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir ve Rauf Orbay ilişkilerindeki sorunlar Nutuk’tan, Şevket Süreyya’nın Tek Adam adlı eserinden ve Lord Kinross’un yazdıklarından yararlanılarak mukayeseli olarak anlatılıyor.
Kitapta Abdi İpekçi’nin Celal Bayar, Cemal Işıksel, Sadi Irmak, Şevket Süreyya Aydemir, Sebahattin Selek, Ayetullah Sümer gibi kişilerle hem Atatürk hem de İnönü hakkında yaptığı ropörtajlar da yer alıyor. Kitabın ilk basımında bu ropörtajlar yokmuş. Ropörtajlar sonraki baskılara eklenmiş. Bu durumda kitabın adı biraz yanıltıcı hale gelmiş.
İsmet Paşa’nın Atatürk’ü anlattığı bölüm kitabın girişi ve sadece yüzde yirmilik kısmını oluşturuyor. (Çok yalın şurup gibi bir bölüm burası)
Devamında cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki tartışmalı olaylar tüm tarafların anlatımıyla veriliyor. Atatürk’ün nutukta aktardıklarına karşın Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve Rauf Orbay’ın ağzından aktarılan bölümler var.
Son bölümde İnönü’yü tanımış ve onunla röportajlar yapmış isimler onu anlatıyor. Paşanın pratik zekası, diplomatlığı, sanata ve edebiyata düşkünlüğüne dair tanıklıklar okuyoruz.
Sonuç olarak iyi bir derleme lakin dönem hakkında yeterince okuma yaptıysanız yeni bir şey vermiyor.
Harika bir gazetecilik örneği. Kitabın sonunda İsmet İnönü'ye hakkında soru sorulan kişilerin (örn; Rauf Orbay) hatıralarından olaylarla ilgili açıklamalarına, Nutuk'tan ve Kurtuluş Savaşı tarihiyle ilgili kitaplardan alıntılara yer verilmesi özellikle hoşuma gitti. Atatürk'ün Lozan görüşmeleri için heyetin başı olarak neden İsmet İnönü'de ısrar ettiğini çok daha iyi anlıyoruz. İnönü'nün sorulara verdiği ve belki de veremediği cevaplarla güzel bir siyasetçi/komutan portresi resmedilmiş de oluyor. Beni başka kitaplara götüren incecik ama dolu dolu güzel bir eserdi.
Aydemir'in "İkinci Adam" eserinden bolca alıntı yapılmış, bazı hususların taraflara göre nasıl vuku bulduğu anlatılmış. İnönü'nün Atatürk'ü anlattığı kısım ise daha az yer tutuyor bu kitapta. Bilgi edinmek için güzel bir kaynak, fakat tabi ki yeterli değil.
Abdi İpekçi'nin İnönü ile röportajı kitabın sadece ilk bölümünü oluşturuyor ve açıkçası bilinenin ötesinde bilgiler içermiyor. Ancak İnönü hakkındaki diğer röportajlar oldukça ilginç.
Oldukça ilginç. Ancak diğer yorumlarda belirtildiği gibi İnönü'nün anlatımları kitabın sadece çok küçük bir kısmını oluşturuyor. Bu nedenle başlık yanıltıcı.
Kitap kadar, kitabin sonuna eklenen mulakatlar da cok degerli. Ayetullah Sumer’in Inonu ve sanat ile ilgili aktardigi anilari cok ilgimi cekti. Ilk kisimdaki Karabekir,Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy’un anilarindan yapilan aktarimlar gunumuz Turkcesine cevrilse daha rahat bir okuma olabilirdi, bu hali ile dili yer yer agir