Halikarnas Balıkçısı'nın Ege'den Denize Bırakılmış Bir Çiçek adlı öykü kitabı, daha önce Ege Kıyılarından, Ege'nin Dibi, Gülen Ada, Merhaba Akdeniz ve Yaşasın Deniz adlarıyla tanıdığımız kitaplarıyla, önceki kitaplarına girmemiş öykülerini bir araya getirmektedir. Buradaki öyküler, Balıkçı'nın söylediği gibi, "... o cennet ellerin, dağ otlarının, kıyılarının, vahşi kayalarının, yıkıntılarının ve açık denizlerinin ürünüdür."
Asıl adı Cevat Şakir Kabaağaçlı olan Balıkçı 17 Nisan 1890'da doğdu. İlköğrenimini Büyükada Mahalle Mektebi'nde, ortaöğrenimini Robert Koleji'nde yaptı (1904). Oxford Üniversitesi'nde dört yıl Yakın Çağlar Tarihi okudu, üniversiteyi orada bitirdi. İstanbul'a dönünce Resimli Ay, İnci vb. dergilerde yazılar yazdı, kapak resimleri ve süslemeler yaptı, karikatürler çizdi (1910-1925). Cumhuriyetten sonra asker kaçaklarıyla ilgili bir yazısı yüzünden üç yıl kalebentlikle Bodrum'a sürüldü. Cezasının son yarısını İstanbul'da çektikten sonra yeniden döndüğü Bodrum'da kaldı; Anadolu ve Akdeniz kültürünün tanınması için çalıştı, kapsamlı araştırmalar yaptı. Araştırma sonuçlarını denemeleriyle dünya okuruna sundu. Serveti Fünun, Cumhuriyet ve daha sonra Demokrat İzmir gibi dergi ve gazetelerde yazdığı yazı, hikâye ve romanlarla uluslararası bir üne ulaştı. Hedefi Yunan uygarlığının kökeninin Anadolu uygarlığı olduğu düşüncesini yaygınlaştırmaktı. Bodrum’un uluslararası düzeyde tanınmasını sağladı. Neredeyse Bodrum’la özdeşleşti; bu nedenle, Bodrum’un eski adı Halikarnassos’tan kaynaklı, “Halikarnas Balıkçısı” adıyla anıldı. 1947'de İzmir'e yerleşen Halikarnas Balıkçısı, 13 Ekim 1973'te bu kentte öldü. Çok sevdiği Bodrum'a gömüldü.
bu baskıda ege kıyılarından, egenin dibi, gülen ada, merhaba Akdeniz, yaşasın deniz kitaplarından seçilen öyküler ve önceki kitaplara girmemiş öyküler var. halikarnas balıkçısının denizle ilgili tasvirleriyle dolu öykülerini zaten çok severdim. Beni esas şaşırtan köylülerle , çiftçilere ilgili olan öykülerin başarısı oldu. Egenin dibi kitabından karaoğlan öyküsündeki kahramanımız eşeğin maceraları; deccal öyküsünde kurnaz köylünün kaymakamı, cahiliz bandoyu deccal sandık, diye kandırması; değirmenci öyküsünde kağıt parası un çuvalına karışıp öğütülen müşterinin hesap sormasına güler misin ağlar mısın ? diyeceğim o ki yazarın egeyi denizi masal tadında anlattığı öyküleri gibi diğer öykülerini de okumak çok keyifliydi. sadece son bölümde bulunan öykülerde anlam bütünlüğü yok gibiydi. daha önce yayınlanmama sebebi de belki budur.
Yaşar Kemal nasıl Çukurova efsaneleri, masalları, öyküleri ile edebiyatımızda apayrı bir yerde duruyorsa, Halikarnas Balıkçısı da Ege bölgesini ve deniz sevdasını anlattığı eserleriyle bambaşka bir yerde duruyor. Yazarın, ailesi tarafından denizci olmasına izin verilmemesi maviliklere olan aşkını daha da derinleştirmiş. Lirik ve coşkulu bir dil kullanarak yazdığı doğa betimlemeleri benzersiz gerçekten. Örnek vermek gerekirse;
Samanyolu bütün gecenin boylu boyunca savrulmuş, pırıldayan bir elmas toz. Ay, kaynağından harıl harıl akan nur çağlayanı...
Gözlerimiz, ruhlarımız uzaklıklarla doluyor, okyanusun derin ve sonsuz bakışı sevinçle taşıyor, dudaklarımızdan uçan türküler mavi gökte masmavi oluyor, sancak ve iskele omuzluklarından köpük serpintisi duman alevi gibi harlayıp yükseliyor, her dalga, dalan provaya pırlantalar saçıyor, enginin kayığa çarpıp göklere savurduğu her dalgasından güneş bir gök kuşağı yaratıyor...
Antik bir kentte Afrodit'i düşleyen denizci, denizlerin yıldızlanması, küçük adalardan deniz üzerine serpilmiş mücevher olarak bahsedilmesi, bir boğanın hüzünlü ölümü, "Yaşasın Deniz" hikayesindeki güneşin doğuşu hep benzer bir anlatım tarzıyla yazılmış etkileyici kısımlar.
Kitapta her öykü çok güzel ama seçmem gerekirse "Gülen Ada" ve "Neyzen" isimli öyküler her zaman aklımda kalanlar olacak. Yazarın, "Neyzen" isimli kısacık öyküde tasavvuf ve ney ilişkisini bu kadar çarpıcı bir şekilde anlatabilmesi beni çok etkiledi.
En sevdiğim hikaye kitaplarından biri artık bu eser.
Bir Ege’li olarak bu kitabı okumak, sadece satırlar arasında gezinmek değil, aynı zamanda kendi toprağımda, kendi tuzlu rüzgârımda, kendi güneş ışığımda yürümek gibiydi. Coğrafyanın sadece bir fon değil, adeta bir karakter gibi metne sızdığı bu kitap, bana yazarın sözcüklerle ördüğü duygusal haritayı adım adım takip etme imkânı sundu.
Ege’nin incelikli doğası, sadece betimlemelerde değil, duygularda da yankılanıyor. Sanki her satırın ucuna bir zeytin dalı iliştirilmiş, her kelimenin ardında iyotlu bir esinti bırakılmış. Yazarın mekânla kurduğu içten bağ, benim de kendi köklerimle yeniden temas kurmamı sağladı. Kitap boyunca Ege’nin kıyılarından denize bırakılmış bir çiçek gibi hissettim kendimi; biraz hüzünlü, biraz umutlu ama en çok da doğduğum yere ait.
“Coğrafi bir incelem üzerinden edebi bir dünya kurulabilir mi?” sorusunun cevabını bu kitap veriyor aslında: Evet, kurulabilir. Hatta o dünya, okurun kalbinde bir yurt hissi uyandırabilir. Ve bazı kitaplar vardır ki onları okumazsınız, yaşarsınız. Bu kitap da benim için öyleydi.
Musa Cevat Şakir Kabaağaçlı gerçekten iyi bir yazar. Yazılarında, tasvirlerinde yurt dışında aldığı eğitimin izlerini görmek mümkün. Çok güzel betimlemeleri var. Kitabını okurken sanki ingilizce bir kitap okuyormuşum hissine kapılmıştım. Kullandığı kelimeler yabancı değildi, sadece onları dizdiği sıra ve anlatış şekliydi beni bu hisse kaptıran.