People are on the move in all ten stories in this coming home as in "The Return," leaving home as in "Rubbish Wind," traveling far away from their country as in "The Locks of Epiphan"-trying to improve their lives and those of others, searching and fleeing. Their journeys are accompanied by two motives, which characterize the writing of Andrey optimism and faith in the goodness of humanity, and abject despair at the cruelty and apparent senselessness of our existence. The protagonists are torn between these poles and sometimes a synthesis shines through the blackness of despair-the hope against hope that a better life is still possible. Combining realism with poetic vision and the deceptively simple language of folktales, Platonov lights up his stories by using language in a way that renders it unfamiliar, making the ordinary seem unusual and the extraordinary logical. This new translation is the first to present Platonov's gift as a short-story writer to an English-language readership, showing why it is that Joseph Brodsky regarded Platonov as the equal of Joyce, Kafka, and Proust.
Andrei Platonov, August 28, 1899 – January 5, 1951, was the pen name of Andrei Platonovich Klimentov, a Soviet author whose works anticipate existentialism. Although Platonov was a Communist, his works were banned in his own lifetime for their skeptical attitude toward collectivization and other Stalinist policies.
From 1918 through 1921, his most intensive period as a writer, he published dozens of poems (an anthology appeared in 1922), several stories, and hundreds of articles and essays, adopting in 1920 the Platonov pen-name by which he is best-known. With remarkably high energy and intellectual precocity he wrote confidently across a wide range of topics including literature, art, cultural life, science, philosophy, religion, education, politics, the civil war, foreign relations, economics, technology, famine, and land reclamation, amongst others.
Özellikle kitaba adını da veren Dönüş öyküsünü sevdim ve bir gün kitaba ara verip üzerinde düşünme ihtiyacı hissettim. Diğer öyküler de güzeldi ama çarpıcı değillerdi. Hemen hepsi rus iç savaşı ya da dünya savaşları temalı, bireyden çok toplumu ve içine düştüğü durumu (yoksulluk, özlem vb) irdeleyen öykülerdi. Arkadaşlarım Platonov'un romanlarının daha başarılı olduğunu söylediler. Denemeye kesinlikle değer.
"ikinci el zaman"ı okumamış olsaydım platonov'un eserlerinin niçin 90'lara kadar yasaklandığını, sansürlendiğini mümkün değil anlayamazdım. komünizme, emeğe, devrime sonuna kadar inanmış bir yazar karşımızdaki. ama bu sene okuduğum svetlana aleksiyeviç'ler sağ olsun, devletin sansür mekanizması ve parti kafası nasıl işler, iyice anladım. çok içten, çok doğal, insan sevgisi dolu öyküler. gelecek günlerin iyi olacağı inancıyla yazılmış, açlık, fakirlik, sefalet dolu olsa da... not: okurken aklımdaydı, sonra yazmayı unutmuşum. günay çatao kızılırmak muhteşem bir çevirmen...
Hayalleri taçlandırmadan, acılardan da bozgunlar yaratmadan insanlarına, coğrafyasına samimiyet buhranına kapılmadan yakından bakabilen hikayeler.. Platonov'un bir karakterini anlatırken dediği gibi; 'coğrafya ise şiiriydi'.. Hikayeleri için üstüne söz eklemek gereksiz sanki..
Platonov' un benim için neden bu kadar özel bir yazar olduğunu bir kere daha görmüş oldum. Yine etkileyici insana dokunan öyküler, muazzam bir edebi dil.
Platonov’la tanışma kitabımdı Dönüş. klasik Rus yazarlardan oldukça farklı, oldukça sade. tanıştığıma memnun oldum Çevengur ile yola devam etmeyi düşünüyorum.
Muhteşemdi. Hayatım boyunca okuduğum en güzel öykülerin bir araya geldiği eserlerden biri oldu. İçerisinde geçen tüm öyküler birer romana dönüştürülse ve okusam hepsine ayrı ayrı hayran kalabileceğimi düşündüm.
I read this for "The Rubbish Wind," "The River Potudan," and "The Return." When reading Platonov, it's hard to shake the feeling that he was someone who desperately longed to not exist, or to somehow un-exist. His characters, both in The Foundation Pit and here (with the exception of the protagonist of "The Return") yearn to dissolve into nothing, and their actions to that end are often disturbing. In fact, the only other book that I think disturbed me as much as The Foundation Pit in recent years was Thomas Ligotti's My Work Is Not Yet Done: Three Tales of Corporate Horror, and although they are very different books from very different times, I suspect there is some similar kernel at the heart of both writers.
In the "Rubbish Wind" the road to the main character's non-existence is shockingly gruesome, something that I imagine would make even Quentin Tarantino choke back his lunch. In "The River Potudan," the main character's non-existence is a more touching, cleansing, almost Catholic self denial that gives him the ability to understand and accept love when it's almost too late.
"The Return," however, is the reason I picked up this collection. The story of a man returned from war to find his family changed, it packs into its few pages a sad yet somehow redeeming portrayal of human weakness and acceptance. It's a story that Chekhov would have been proud to have written, and it sounds a note of hope for the human soul that is an amazing statement from the author of deeply nihilst The Foundation Pit.
<<< "Neden diğerleri hep kötüydü, dulavratotu da, kütük-kafa da, su insanları da kötülerdi de, bu iyi bir insan peki?" Baba oğlunun sarı saçlarını okşadı ve şöyle yanıtladı: "Onları sen uydurdun Nikita. Onlar yok, gerçek değiller, o yüzden de kötüler. Bu çivi adamcığıysa sen kendi emeğinle yaptın, o yüzden iyi." Nikita düşüncelere daldı. "Hadi o zaman, her şeyi emekle yapalım, her şey canlı olsun." dedi. "Hadi oğlum" diye onayladı baba. Nikita'nın bütün ömrü boyunca iyi kalacağına inanıyordu. >>> (Nikita)
Ruslarla Türklerin ortak yaşantıları, ortak tecrübeleri çok ilginç. İnsanlığa dair pek çok hassaslığı benzer düşünüyor/algılıyor sanırım bu iki toplum. Platonov'un öyküleri, farklı bir coğrafyada geçse, alışkın olmadığımız isimdeki insanları anlatsa bile o kadar tanıdık, o kadar anlaşılır ki. İnsan olmaya dair, küçük anları açan, deşen, düşündüren öyküler. Delilerle, çocuklarla, yoksullukla, aileyle, köy eşrafıyla bizi dünyaya, varlığımızın anlamına, ahlaka dair tekrar düşünmeye sevk ediyor. Pek güzel.
Umutsuzluktan umut doğar mı? Platonov bunun peşine düşmüş ve kendi ülkesinin yoksul insanlarına bu gözle, tam içlerinden bakmış. Her hikaye çok güçlü olmasa bile genel olarak vurucu öykülerin olduğu bir kitap.
I would cast my vote for Platonov as the most distinctly "Russian" author. He is one of the few authors that correctly blends realism, absurdity and drama in a poignant collection of highly varied narrative sketches.
The stories can be defined by melancholy and movement, understanding through action, reconciliation through tentative withdrawal and return (hence, the title). His are, perhaps the most stripped-raw characters you can get without entering the realm of melodrama.
Platonov captures this tentativeness and of humanity with such grim and beautiful tragedy that we are not tempted to shout "fool" as much as we allow ourselves to follow the brushstrokes of his paternal hand and become engulfed with the human landscapes, made without cheap empathy and without an overbearing narrative voice.
It is without foundation to call him a master of the short story, as his works are not self-contained and "crafted" as much as they are skimmed effortlessly off a generations-long culture of fear, confusion and a fruitless longing for certainty.
Reading Platonov will not put you face-to-face with some great truth. it will, however, make you feel more human.
Yazarın kitaplarının sansürsüz basımı ancak 90 'lı yıllardan sonra gerçekleşmiş. Kitapta da yazarın 9 kısa, ama vurucu öyküsü toplanmış. Öyküler çok gerçekçi yazılmıştı. İfadeler, gizli bir mizah içeriyordu. Açlık, savaş, yoksulluk öyle derinden işlenmişti ki , hikayeler durup durup insanı ağlamaklı hallere düşürüyordu... Özellikle kitaba ismini veren Dönüş hikayesindeki o malum tren sahnesi öyle etkileyici anlatılmıştı ki, hikaye canlı canlı yanı başımda yaşanmıştı sanki... Zaten genel anlamda film ve kitaplardaki o tren sahneleri unutulmazdır...
Absolutely phenomenal. I think I cried reading some of these. There is a simplicity to them, and a deep and wonderful beauty. One of the best short story writers I have ever encountered. Like Vsevolod Ivanov, Platonov wonderfully captures the subjects he describes.
Platonov okudukça, Tolstoy'u ve Dostoyevski'yi beğenmemeye başladım. Sadece insan üzerine değil, tabiatın ve eşyanın ruhu üzerine en güzel cümleleri Platonov'dan okudum.
"Çevrelerindeki sonbahar doğasına yılgın, üzücü bir hava hakimdi o saat. Maşa'yı da İvanov'u da buradan evlerine götürmesi gereken tren gri boşluğun kim bilir neresindeydi şimdi. İnsanın yüreğini avutup şenlendirebilecek tek şey başka bir insanın yüreğiydi." (s.84)
Kitap "Kum Öğretmeni" öyküsüyle açılıyor. Büyük bir roman olabilecek kadar güçlü bir çekirdeğe sahip öykü bu. Keşke böyle kalmasaymış, bittiğinde diğer öyküye geçemedim. Aklıma Kobo Abe'nin "Kumların Kadını" romanı geldi. "Kum Öğretmeni" tıpkı "Kumların Kadını" gibi dünya edebiyatının bir mücevheri olabilirdi.
"Potudan Nehri" tıpkı bir Ken Parker öyküsü gibi sadece okunmayan aynı zamanda izlenen, kalbe dokunan, nefis bir öykü. Bir süre sonra yeniden ve sonra yeniden okumak istiyorum.
"Çöp Rüzgârı" günümüzün ve tüm zamanların sorunu olan faşizmi anlatan evrensel bir öykü. Aynı zamanda faşizmi konu alan her öykü gibi korkunç. Bir daha okumayı düşünmüyorum. Öyle acı.
"Dönüş" ise çok tuhaf bir öykü, önemli karakterlerin bazen sinir eden bazen duygulandıran davranışları var.
"Yuşka" ve "Üçüncü Oğul" hüzünlü öyküler. Özellikle "Yuşka" çok etkileyici, bittiğinde gözlerim doldu.
"Fro" öyküsünün kahramanı Frosya ise bir odaya kapatılan âşık bir kuş gibi sağa sola çarpıp duruyor, kanatları parçalanıyor ve biz de onunla, onun yalnız kederiyle sürüklenip duruyoruz. Bilmiyorum, böyle bir sevmek olabilir mi? Çırpınan bir ruhun öyküsü: "Belki aptaldı Fro, belki yaşamı iki kapik değerindeydi, sevmek ve kollamak gerekmezdi onu, buna karşın yalnızca bir tek o biliyordu iki kapiği iki ruble yapmasını."
"Nikita"yı okurken aklıma büyük yazar Samed Behrengi geldi. İyi insan olmak üzerine, soran, sorgulayan çocuklar yetiştirmek üzerine düşündüm. Edebiyatın her türünü sevdiğim için çocuklara seslenen kitapları da okuyan bir yetişkin ve çocuklarına alacak kitap bulmakta zorlanan bir baba olarak, çocuk kitaplarının çoğunun berbat olduğunu biliyorum. (Aslında "berbat" bile çok yetersiz bir tanım, çocuk kitaplarının çoğu, çocukları gerizekalı sanan yazarlar tarafından yazılıyor, yayınevleri de parlak bir yazara denk gelmiyor maalesef). Aptalca şeyler yazan aklı kıt, hayali kıt çocuk kitabı yazarlarına bu öyküyü önereceğim. Çünkü çok güzel cümleler, çok önemli hayat dersleri var bu öyküde: "Nikita düşüncelere daldı. "Hadi o zaman, her şeyi emekle yapalım, her şey canlı olsun," dedi.
Ayrıca çevirmen, Günay Çetao Kızılırmak'a ve kitabın künyesinde adı olmayan editöre teşekkür etmek isterim. Dönüş, tıpkı, "Can", "Muhteşem Vahşi Dünya" ve "Çevengur" kitaplarında olduğu gibi standartların çok üzerinde enfes bir çeviri.
devrim sonrası iç savaşın ve sovyet iktidarının kuruluşunun sancıları çok canlı bi şekilde geziniyor satırların arasında. köylerinde, kasabalarında yaşayan, ne tam siyah ne tam beyaz, alabildiğine gri karakterleri var yazarın. toplumsal duruma dair çektiği fotoğrafın yanı sıra büyük ve çalkantılı dönüşümün bireylerin tek tek yaşamlarına etkisini de görebiliyoruz. sanırım özellikle fro ve dönüş öykülerinde o bireysel, insanların biricik öyküleri yansıyor. potudan nehri, dönüş, fro nefis öykülerdi. yarım puanı ise yuşka ve çöp rüzgarı isimli öykülerde hoşuma gitmeyen birkaç durumdan kırdım.
Büyümüş de küçülmüş çocuklar, yaşlandıkça küçülen ihtiyarlar ve geride kaldığı için başkalaşan, kirlene kirlene kararıp da ta ne zaman kayda geçilmiş bir hatıranın, kendi hatırasının anlamını yok eden kimlikler. Beğendim.
Bu okuduğum üçüncü kitabı ve artık uslubuna alıştım. Rus halkının savaş öncesi ve sonrası günlük hayatlarını anlatıyor Platonov. Ancak bunu çok sade bir dille ve sıradanlıkla anlatıyor ki bu nedenle bunca çarpıcı. Benim için edebi değerinin yanında öğretici yanı da var: sert bir coğrafya, savaşlar, komünizm.. Kitap 9 tane öyküden oluşuyor. Hikayelerden öne çıkanları yazayım istedim, ama herhangi birini diğerinin önüne geçiremedim. Herbiri kendi başına bir insanlık halini ve bir dramı anlatıyor..
Çevirinin Rusça aslından Günay Çetao Kızılırmak tarafından yapıldığını, ve çeviri hissiyatı vermediğini, bu anlamda çok başarılı bulduğumu da ekliyeyim.
S29 Vasya defterine şöyle yazdı:"Bir ineğimiz vardı. Hayattayken sütünü annem, babam ve ben içerdik. Sonra bir oğul doğurdu - bir dana, o da onun sütünü içiyordu, biz üçümüz ve o dürdüncü, herkese de yetiyordu. İnek bir de toprağı sürüyor ve yük taşıyordu. Sonra oğlu et için satıldı. İnek acı çekmeye başladı, ama kısa süre sonra trenden öldü. Onu da yediler, çünkü sığır etiydi. İnek bize herşeyini verdi, yani sütünü, oğlunu, etini, derisini, içini ve kemiklerini, iyi kalpliydi. İneğimizi anımsıyorum ve unutmayacağım."
S159 Baba oğlunun sarı saçlarını okşadı ve şöyle yanıtladı: "Onları sen uydurdun Nikita. Onlar yok, gerçek değiller, o yüzden de kötüler. Bu çivi-adamcığıysa sen kendi emeğinle yaptın, o yüzden iyi." Nikita düşüncelere daldı. "Hadi o zaman, her şeyi emekle yapalım, her şey canlı olsun," dedi. "Hadi oğlum," diye onayladı baba. Nikita'nın bütün ömrü boyunca iyi kalacağına inanıyordu.
More a 4.5. 'The Return' & 'River Potudan' were both fantastic pieces of prose, expressing sentiments that I have earlier seen in Woolf, in a different tone and a different style. A writer I am sure to pick more of
Stories of fatalism and despair set after war and/or under a senseless, crushing power. There’s some solace in a loss of self and/or the company of a loyal heart.
. Rereading this again, always shocked by his ability to put beauty inside foulness, next to decay, beside mange and stinking death. I think you are half correct, I get the sense that he did want to un exist, but also to have his energy his life source reborn, to escape his trash heap life. Living under a stair well, virtually dead to his nation, his people, his hopes, the dream that sustained him as a youngman ate his son, which in turn diseased him, eventually killing him. And yet? His words are like nothing Ive ever read: a magical social realism of despair and never a trite saying, every word is chosen by this king of high literature and strung like a unique pearl onto a necklace of words that blinds you, takes you into the world of myth, of a heaviness of meaning next to death and in reading Platonov you realize we are his characters, dying in trash heaps. With our gadgets, accoutrements, pride we may be more pitiful than Platonov or his characters. This collection, along with Soul and Kotlovan are enough. The River Potudan may be my favorite. As a lifelong prole, working hard labor, Ive dug hundreds of thousands of feet of holes, trenches, foundations, ponds and tunnels. To be inside the earth changes one. Not a day passed where I didnt think of death, and was buoyant from this fact. Id pull dead animals out and ponder their short life. Life above ground was more strange, the peace underground is a tonic that one never forgets. This peace perhaps crucified his spirit even more, was another nail added to all the others...
Platonov'un tüm öykülerine ortak bir duygu hakim: umut.
Devrim yeni yapılmış, iç savaş döneminin sonu ya da hemen ardındayız. Son derece fakir ama devrimi başarmış olmanın verdiği gurur ve gelecekteki güzel bir hayatın inancıyla çalışmaya dört elle sarılan eller.
İster küçük Nikita, isterse de Frosya olsun, tüm korkuları hapseden, kurtuluşun çalışmada olduğuna inanan sıradan insancıkların öyküleri...
Uzun zamandır okumak istediğim bir yazardı Platonov. Rus edebiyatının geç keşiflerinden biri. Çok özenli bir çeviri. Devrim ve savaşları yaşamış insanların yoksulluk, yalnızlık ve çaresizlikle örtülü hayatlarına ışık tutuyor. Acının, zulmün, doğanın, açlığın olduğu acımasız bir dünyada insan olma, insan kalabilme hikayeleri. Tamamıyla bir direniş. Umudunu kaybetmeyen karakterler ağır basıyor. Uzun öykülerini daha çok sevdim....
Picked this up somewhat randomly and really appreciated the direct style and clear descriptions of human emotion and tragedy. I always love short story collections because they're easy to pick up and put down, and this definitely fills that. Each story is well contained and frequently emotional enough you need a break after. Probably 4.5 stars, but I reserve 5 for the absolute best.
"Rubbish Wind" was the only story in the set to excite me. There is a certain dry sadness that epitomizes the Sovietazation of life, but too much Sovietization is soporific.
Platonov'un daha önce "Can" isimli romanını okumuş ve çok beğenmiştim. Bu öykü derlemesinde de Sovyet Rusya'nın İkinci Dünya Savaşı öncesi dönemine ışık tutan sıradan insan hikayeleri dinliyoruz. Çoğunlukla iç savaşta birbirinden ayrı düşmüş aile bireylerinin yaşadığı zorlukları ve bu insanların kavuşmalarını sosyalist kuruluş coşkusuyla birlikte sunan öykülerin inanmış bir komünistin kaleminden çıktığı aşikar.
Yine de yazar, bu dönemin rejim açısından açmazlarını, sosyalist hedeflerin merkezden uzak köylülerin ve göçebelerin yoğunlukta coğrafyalarda karşılaştığı sorunları ve hatta buralardaki uyumsuzluklarını anlatırken elini korkak alıştırmamış. Özellikle kitabın ilk öyküsü "Kum Öğretmeni" yukarıda adını andığım romanla olay örgüsü ve tema açısından büyük benzerlikler gösteriyor. Bir istisna olarak, "Çöp Rüzgarı" isimli öyküde toplum için yararsız görülen ve bu sebeple ölüme mahkum edilen hafif meczup Nazi karşıtı bir adamın başından geçenler aktarılırken, Sovyet rejimine gizil bir eleştiri de ihmal edilmiyor. Belki de yazarın gerçek hayatta siyaseten mimlenmiş olması beni böyle düşünmeye sevk etti.
Tabii tüm bunlar Platonov eserlerinin salt politik bir okumaya imkan verdiği izlenimi oluşturmasın. Bazı öykülerde olayların çocukların gözünden ve ideolojik bagajların ötesinde anlatımını büyük bir zevkle okudum. Yazarın Mutlu Moskova, Çukur, Chevengur gibi eserlerini bir an önce okumak için sabırsızlanıyorum.
Son derece sade, yalın, kısa cümlelerle kurulu; hepsinde sözcüğün gerçek anlamıyla sıradan, tamamen hakiki, emekçi, öğrenci, erkek, kadın, yaşlı ve genç Sovyet insanlarının yer aldığı birbirinden güzel hikayeler. Konular çok basit ve gündelik hayat gailesiyle, yer yer sürrealizm arasında salınıyor, hatta bir öyküde neredeyse vahşi denebilecek kadar sert, "gore" bir tona dahi bürünebiliyor.
Tüm hikayelerde insanlar ya birilerini bekliyor ya birilerine doğru gidiyor veya birileri onlara dönüyor. Hemen her hikayede trenler ve demiryolları neredeyse yan bir karakter olarak rol alıyor.
Platonov'un kalemi ne klasik Rus romanlarına ne de "Sosyalist Realist" eserlere benziyor. Ama en masalsı hikayede dahi katı bir gerçekçilik ortada, apaçık duruyor.
Daha önce "Can" romanını okuyup çok beğenmiştim. Diğer eserlerini de yavaş yavaş okuyacağım. Ama önce bunu bir hazmetmek lazım.
Kısa hikayelerden oluşan bir Rus Edebiyatı eseri.. İçerik hep sefalet.. İnsanların zor şartlarda yaşayışı.. İnsani ilişkilerin araya sıkıştırılmış olması.. Elbette dönemin eleştirel dille anlatılması da var..