...Sivil itaatsizlik, haksızlıklara karşı bütün yasal yolların tükendiği noktada kamu vicdanına çağrıyı amaçlayan bir eylem türü. Düşünen, kendisiyle barışık yaşamak isteyen, "onur"dan hala haberdar olan insanların daha vahim toplumsal felaketlerin önüne geçmek için başvurabilecekleri bir çare. Bireyin, kişisel çıkarlar, parti, grup ve çevre çıkarlarından bağımsız olarak, kendisiyle vicdani hesaplaşmasının sonunda giriştiği "demokratik bir isyan türü". Vicdanın zorladığı bu isyana başka insanların da katılması için düşünsel ortaklığa, ideolojik birliğe gerek yoktur. Karşı olunan konuyu içeren bir ortak anlayışın oluşması, yani kısmi bir düşünsel çakışmanın varlığı yeterlidir... "Düzen" yerine "adalet"ten, "onursuz bir suskunluk" yerine "insana saygı gösteren tartışmacı bir çokseslilikten" yana olanlar için...
Hannah Arendt (1906 – 1975) was one of the most influential political philosophers of the twentieth century. Born into a German-Jewish family, she was forced to leave Germany in 1933 and lived in Paris for the next eight years, working for a number of Jewish refugee organisations. In 1941 she immigrated to the United States and soon became part of a lively intellectual circle in New York. She held a number of academic positions at various American universities until her death in 1975. She is best known for two works that had a major impact both within and outside the academic community. The first, The Origins of Totalitarianism, published in 1951, was a study of the Nazi and Stalinist regimes that generated a wide-ranging debate on the nature and historical antecedents of the totalitarian phenomenon. The second, The Human Condition, published in 1958, was an original philosophical study that investigated the fundamental categories of the vita activa (labor, work, action). In addition to these two important works, Arendt published a number of influential essays on topics such as the nature of revolution, freedom, authority, tradition and the modern age. At the time of her death in 1975, she had completed the first two volumes of her last major philosophical work, The Life of the Mind, which examined the three fundamental faculties of the vita contemplativa (thinking, willing, judging).
Thoreau'nun savunduğu kuram okuduğum en realist eylem biçimi. Thoreau, insanın dünyayı düzeltmek gibi bir yükümlülüğünün olmadığını savunuyor. Ancak Thoreau'nun bahsettiği şey sorumsuzluk veya eylemsizlik hali değil. Onun anlatmak istediği non-cooperation ilkesine denk geliyor: Kötülükle iş birliği yapmamak. Hepsi bu. Bu, insanın yaşamına sığabileceği kadarını yapması demek. Thoreau'ya göre dünyayı kurtarmaya veya kötülükle savaşmaya çalışmak zaman alıcı ve insan yaşamına sığmayacak bir şey. Biz ise bu dünyaya onu mutlaka içinde yaşanacak biçimde değiştirmek için değil, iyi ya da kötü yaşamak için geldik.
Thoreau "Toplum makinesinin iyi işlemesinden sorumlu değilim. Ben bir saatçinin oğlu değilim." diyor. İlk bakışta bu tavır sorumsuzlukla suçlanabilir. Ancak bu tavır tam tersi sorumluluğu toplumsal olarak bölüştürmeden bireysel olarak yükü omuzlamak demek. Herkesin sadece yapabileceği kadarını yapmakla yükümlü hissetmesi demek.
Örneğin totaliter rejimlerde toplumun düzenini sağlama sorumluluğu sizi suça ortak eder. Sorumluluk almama halinin asıl örneği budur: Sorumlu olanın yalnızca devlet olduğunu düşünmek. Arendt, Hitler dönemindeki savaş suçluları yargılanırken ortaya çıkan bir ikilemden bahseder. Savaşta devletin emrini uygulaman -insanlık dışı da olsa- yasaldır, uygulamaman ise yasadışı. Öyleyse savaş sonrasında askerler kişisel olarak sorumlu tutulup yargılanabilirler mi?
Savaş suçlarında kişisel sorumluluğun kabul edilmemesi savaş sonrasında suçluların mahkemede yargılanabilmelerini imkansız kılar. Ancak Arendt savaş suçlularının yargılanabilmeleri için gereken çözümü bulmuş görünüyor. Arendt'e göre politik ve ahlaki meselelerde itaat yoktur, destek vardır. Bu da yukarıda bahsettiğimiz non-cooperation yani iş birliği yapmama ilkesine denk geliyor.
Ancak bana göre sivil itaatsizliğin tanımında herkesin cevaplaması gereken elzem bir soru var. Sivil itaatsizliğin birinci özelliği yasadışı bir eylem olmasıdır. İkinci özelliği ise yasayı uygulamaya davet eden bir eylem olmasıdır. Öyleyse anayasada bulunan ortak adalet anlayışını temel alan bir eylem, nasıl yasadışı politik bir edim sayılıyor?
"Sivil itaatsizlik, "şu ya da bu ölçüde adil" ilişkilerin hüküm sürdüğü demokratik bir sistemde ortaya çıkan ciddi haksızlıklara karşı, yasal imkanların tükendiği noktada son çare olarak başvurulan, kendisine anayasayı ya da toplumsal sözleşmede ifadesini bulan ortak adalet anlayışını temel alan, şiddeti reddeden, yasadışı politik bir edimdir."
Ve içerik...
Henry David Thoreau - Devlete Karşı İtaatsizlik Görevi Üzerine → En iyi hükümet, en az yöneten hükümettir parolasını kendime düstur edindim. Bu amaca ulaşmak üzere daha hızlı ve daha sistemli çaba gösterilmesi beni çok mutlu eder, Böyle bir adımın atılması, gerçekleşeceğine inandığım ikinci adımın atılmasını da sağlayacaktır: "En iyi hükümet, hiç yönetmeyen hükümettir." Eğer insanlar olgunlaşırsa, bir gün sahip olunacak hükümet böyle bir hükümet olacaktır.
Hannah Arendt - Sivil İtaatsizlik → En radikal devrimcinin bile devrimden sonraki ilk günden itibaren tutuculaştığı herkesçe bilinen bir gerçektir. Demek ki insanın ne değişim ne de koruma yeteneği sınırsız değildir; ilki geçmişin günümüze uzaması —kimse sıfırdan (ab ovo) başlamıyor— nedeniyle, koruma yeteneği ise geleceğin bilinemezliğiyle sınırlıdır, insanın değişim çabası ile istikrar gereksinimi hep birbirini karşılıklı olarak sınırlayıp, dengede tutageldi; ilerici ve tutucu gruplar ayrımını yapan bugünkü söylem, bu dengenin artık işlemediği bir duruma işaret ediyor.
Ronald Dworkin - Sivil İtaatsizliğin Etiği ve Pragmatiği
Hans Saner - Demokrasilerde Direnme Sorumluluğu Üzerine → Her çoğunluk demokrasisi içinde, etnik kökeni, dini ya da dili farklı olan azınlıkların ya da belli özellikleri olan bölgelerin seslerini bastırma, bunlarla ilişkilerinde bir çoğunluk diktatörlüğüne dönüşme tehlikesini barındırır. Bu nedenle gerçek bir demokrasinin asli özelliklerinden birisi azınlıkları ve bölgesel özellikleri dikkate alması, onlara özen göstermesidir. → Savaştan sonra Almanya'da suçlulardan ancak yok denecek kadar az bir kısmı pişmanlık emareleri gösterirken, hiçbir şekilde suça bulaşmamış insanların tüm dünyaya kendilerini nasıl suçlu duyumsadıklarının güvencesini vermeye çalışmalarını, ahlaki bir şaşkınlık ifadesi olarak değerlendiriyorum. Aslında kolektif suç diye bir şey olmadığı gibi, kolektif suçsuzluk da yoktur; suç kavramı, sadece kişilere indirgendiği zaman anlam kazanır.
Martin Luther King - Birmingham Cezaevi’nden Mektup → İyi niyetli insanların sığ anlayışları kötü niyetli insanların mutlak yanlış anlayışlarından daha cesaret kırıcıdır. Gönülsüz bir kabul, mutlak bir retten daha yanıltıcıdır.
Johan Galtung - Gandhi ve Alternatif Hareket Teoride Satyagraha: Normlar
Martin Luther King'in veya Gandhi'nin ismini çoğu kişi duymuştur ve ne yaptıklarını az çok bilmektedir fakat onların ne istediğini , kitaptaki bahsedilen diğer insanlarla ortak amaçlarını farketmek için güzel bir kaynak niteliğindeki kitap.
Sivil itaatsizlik konusunu merak eden birinin ilk başvurması gereken kaynaklardan biri. Birçok düşünürün sivil itaatsizliğe bakış açısını görebiliyoruz kitapta. Hepsi bir şeyler söylüyor ama ben en çok H.D.Thoreau'nun sivil itaatsizlikle alakalı ayrıntılı olarak ne söylediğini merak ediyorum.
Sivil itaatsizlik hakkında yazılan önemli metinleri her yazarınkini bölüm bölüm ayırarak derleyen bir kitap. Böyle olunca yaklaşımlar arasında önemli nüans farklılıkları olsa da her bir sonraki bölüm okunduğunda aynı şeyi tekrar tekrar okuyormuş hissiyatına kapılmış oluyorsunuz.
Bir olumsuz eleştiri de yazarların sivil itaatsizlikle ilgili yazdıkları, ana metinden olduğu gibi kesilip bu kitapta toplandığı için metin üzerinde belli kopukluklar olabiliyor okurken. Mesela John Rawls bölümünün başında "Daha önce belirttiğim gibi" diye başlıyor ikinci cümle. John Rawls'ın daha önce belirttiklerini bilmeden bunları okuyunca az da olsa havada kalıyor söyledikleri.
Kitabın düzenleniş şekliyle ilgili bu iki küçük eleştiri dışında içerik oldukça kuvvetli, yer yer dili ağır olsa da sivil itaatsizlik yaklaşımları üzerine yapılmış iyi bir derleme.
Hannah Arendt'a ait yaklaşımların ve Martin Luther King'in mektubunun neredeyse tamamının altını çizdim.