Sunay Akın, bu kez Bir Çift Ayakkabı'yla çıkıyor insanlık tarihinin bilinmeyen tozlu yollarındaki macerasına.
Bir Çift Ayakkabı kimi zaman boya sandıklarındaki hayat ağacı imgesine dönüşüyor, kimi zaman koskoca bir padişahın imdadına yetişiyor. Ay'ın, sinemanın, sanatın, aşkın, savaşın, vd. tarihine ışık tutuyor.
Muhtaç olmasın diye, evden kaçan karısının ayakkabısının içine para koyan terk edilmiş koca kimdir? Van Gogh'un tablosunda ters çevirdiği ayakkabının sırrı...
Abdülaziz İstanbul'u dünyaya nasıl gezdirdi? Hayat ağacı'nın boyacı sandıklarındaki sureti...
Kız Kulesi, pabuçlarını nereye düşürdü? Galata Köprüsü'nden geçen en büyük ayaklara nasıl ayakkabı bulundu? Dünya'nın giriş kapısında kimlerin ayakkabıları duruyor?
Kıvrak hareketlerle oynatıyor kalemini Sunay Akın ve izini sürdüğü hikâyelerin her bir parçasını ustalıkla yerlerine yerleştiriyor.
Şükrü Sunay Akın (d. 12 Eylül 1962), şair, yazar, gazeteci, araştırmacı, tiyatro oyuncusu.
12 Eylül 1962 tarihinde Trabzon'un Maçka ilçesinde doğdu (bu yüzden 18 yaşından beri doğum gününü kutlamamaktadır). Ailesi, onun daha iyi eğitim görebilmesi için, 10 yaşındayken İstanbul'a taşındı. Lise öğrenimini İstanbul Haydarpaşa Lisesi'nde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Fizik Coğrafya Bölümü'nden mezun oldu.
İlk şiirini, Meteoroloji Müdürlüğü'nde çalışan bir memurun kızına yazar. Henüz 9 yaşındadır. Kızın isminin baş harflerinin dizelerini oluşturduğu şiiri, evlerinin terasında bulunan odunluk kapısının iç kısmına yazar. Kız, balkona geldiğinde odunluğun kapısını açar mahsusçuktan!. Ama şiir kızın gözüne hiçbir zaman takılmaz. Sunay Akın yıllar sonra (ki bir şairdir artık) çocukluğunun geçtiği Trabzon'a gittiğinde, sert geçen bir kışta, içindeki odunlarla birlikte kapının da sökülüp yakıldığını öğrenir. Şairin ilk şiiri "hava muhalefeti" nedeniyle kayıptır!.. 1984 yılında yayınlanan ilk şiiri de bir sobanın içinde kütürdeyen odunu anlatır! İlk şiir kitabı 1989'da "Makiler" adıyla yayınlanır. Arkadaşlarıyla birlikte 1989'da Yeni Yaprak şiir dergisini ardından, 1990 yılında da Olmaz adlı şiir dergisini çıkardı. Adını Cemal Süreyya'nın koyduğu bu kitabı "Antik Acılar, Kaza Süsü, 62 Tavşanı" izler.
1987 yılında Halil Kocagöz Şiir Ödülü’nü Noktalı Virgül adlı dosyasıyla aldı. 1990 yılında ise Orhon Murat Arıburnu Şiir Ödülü'nü Makiler[1] şiiri ile kazandı.
Anlık ilhamlara dayanan ve genellikle kısa olan şiirleri, Orhan Veli'nin şiirindeki bazı özelikleri günümüzde sürdüren bir yapıya sahiptir. Ayrıca, bu tür şiirlerde genellikle rastlanmayan, yumuşak, lirik bir tonu vardır. Şiirlerinde özellikle ince yergi ögelerini kullanmadaki rahatlığı ile dikkat çeker. Cemal Süreyya'nın etkisinde sürdürdüğü şiirlerde, dil oyunlarına dayalı yoğun bir alaycılık ve şaşırtma; çocuklar ve hüzünle birlikte şairin ilgi ve duyarlılığını göstermektedir.
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde ders verdi, Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde 5 yıl boyunca hem ders verdi hem ders aldı. Bu deneyimin de yardımıyla, tek kişilik oyunlar hazırlayıp oynamaya başladı. Türkiye'nin çok sayıda merkezinde ve yurtdışında (Frankfurt, Nürnberg, Londra) sayısız kez tek kişilik oyunlarını sergiledi. Halen Sunay Bey Tarihi adlı gösterisini sunmaya devam etmektedir.
23 Nisan 2005 tarihinde 11 yıldır dünyanın dört bir yanından topladığı oyuncaklarla, yıllardır hayalini kurduğu İstanbul Oyuncak Müzesi'ni Göztepe, İstanbul'da ailesine ait dört katlı tarihi bir konakta açtı. Müze, Türkiye'de türünün ilk ve tek örneği olup, Avrupa Konseyi'ne bağlı Avrupa Müze Forumu (European Museum Forum) tarafından verilmekte olan Avrupa Yılın Müzesi Ödülü'ne 2010 yılı için aday olmuştur.
TRT 2 ve CNN Türk'de "Stüdyo İstanbul", "İzler", "Akşama Doğru", "5N 1K" gibi kültür sanat programları ve belgeseller hazırlayan, katkıda bulunan Sunay Akın, TV 8'de de "Gezgin Korkuluk" ve Ramazan Ayı boyunca Mahya Işıkları adlı programı hazırlayıp sundu.
Yaşam Radyo, Radyo Kent, Best FM'de radyo programları yaptı. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ve Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde öğretim görevlisi olarak ders verdi.
5/5 Her ay kendimce düzenlediğim #yıldızmaratonu etkinliğimin ekim ayı yerli yazarı Sunay Akın idi. Çok uzun zamandır okumak istediğim bir yazardı ve okumayı bu kadar ertelediğim için açıkçası pişmanım. Dili öyle akıcı öyküleri öyle ilginç ki 180 sayfayı tek solukta okuyacağınıza garanti verebilirim. Ben normalde bir iki sayfalık kısa öyküleri asla sevmem. Öyküye alışamadan tam özümseyemeden bitiyor gibi gelir bana. Ama yazarın öyküleri pek öykü gibi değil de nasıl desem sanki bir arkadaşıyla sohbet ederken konu açılmış da o konu ile alakalı aklından geçenleri söylüyormuş gibiydi. Bu yüzden de hiç yadırgamadım kısa oluşunu. Bu arada öyküler dediğime bakmayın hepsi birbirinden bağımsızmış gibi dursa da aslında hepsi bir çift ayakkabının öyküsü. Bir öyküde Neil Armstrong’un Ay’dan topladığı taşlar geminin ağırlık merkezini bozmasın diye geriye bıraktığı ayakkabılarını okurken bir diğerinde bastığı her yer payitaht sayılan Sultanımız Abdülaziz’in Tüm Avrupa’yı tabanında İstanbul toprağı bulunan ayakkabıları ile gezdiğini okuyoruz. Meğer ayakkabılar ve ayakkabı boyacıları ile ilgili ne çok bilmediğim şey varmış. Okurken sürekli şaşırmam, yok artık gerçek mi bu diye söylenmem de cabası. Mutlaka okuyun. Eminin sizin de bu konu hakkında bilmediğiniz çok şey var ve öğrendiğinizde neye uğradığınızı şaşıracaksınız🙈
Sunay akın'dan okuduğum ilk kitap,çok naif çok tatlı hikayeler var :) Şimdiden sevdim :)
Kitap bitti,nasıl bittiğini anlayamadım,bu sefer bir hikaye okuyacağım diyorum 5-6 tane okumadan bırakamıyorum :)
Kitap aslında bir çeşit derleme diyebiliriz,elbette yazarın dili de akıcı ama daha çok bir hikaye anlatıcısı gibi düşündüm ben Sunay akın'ı. Yazarlık anlamında kendisini kanıtlayacak bir kitap değil bu,ama kültür birikimini çok net ortaya koyuyor. Çok naif,insanın içine dokunan ve yahu ne insanlar varmış ! dedirtecek hikayeler okudum.
Özellikle Altan erbulak'ın Atatürkle ilgili hikayesine bayıldım. Altan erbulak her sabah bir arkadaşıyla birlikte Atatürk'ün geçtiği yoldan geçip,Ata'mıza selam verir,ancak başı önde olduğundan hiç yüzünü göremez.Bir gün arkadaşı hasta olur ve tek başına Atatürk'e selam verir,Atatürk yaklaşır ve '' Tek misin bugün, sarı nerde ? '' der. Yani o koskoca devlet başkanı,çevresindeki onca ilgi varken,aklı bir sürü şeyle meşgulken, kendisine her gün selam çakan iki küçük çocuğu da fark edebiliyor. Bu ve bunun gibi çok güzel hikayeler vardı,mutlaka ama mutlaka okunmalı.
Sunay Akın'ın 37 kısa öyküden oluşan bu kitabında Abdülaziz'den Kız Kulesi'ne,Külkedisi'nden Yılmaz Güney'e,Cilalı İbo'dan Neil Armstrong'a,Ali Sami Yen'den Nazım Hikmet'e kadar insanlık tarihinde iz bırakmış herkesin hayatından bir parça okuyacak okuduklarınıza bazen inanamayacak bazen de bunu şimdiye kadar nasıl hiç duymadım diyeceksiniz.Ama eminim okuduğunuz her sayfa Sunay Akın'a olan hayranlığınızı arttıracak,onun bilgi hazinesinin 184 sayfalık kısmı bile sizi hayrete uğratacak.Her hikaye sizi başka bir zamana ve başka bir mekana misafir edecek ve siz 37 farklı sahnede hep bir çift unutulmuş ayakkabı bulacaksınız.
Kısa öykülerden oluşan harika bir kitap. Sizi hem tarihi bir yoculuğa çıkarıyor, hem de her öyküde ayakkabılar aracılığı ile tanıdığınız pek çok kişinin bilmediğiniz yönlerini gösteriyor. Bu kişiler bazen bilim dünyasından, bazen tarihin derinliklerinden bazen de sanat dünyasından... Tam bir Sunay Akın tarzı! Okurken gülümseten, gülümserken hüzünlendiren, aynı zamanda da düşündüren...
This entire review has been hidden because of spoilers.
İlk Sunay Akın okuyuşumdu. 4-5 sayfalık genel kültür yazılarının bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş güzel bir kitaptı. Bazı kısımlarda şaşkınlığımı kendime saklayamadım bazı kısımlarda da geçmişin çaresizliğine bir kez daha üzülmemi sağladı.
Etkinlik arası kaçamak yaptım ve ne zamandır okumak istediğim kitabı bitirdim. Geçen gün günün sorusunda vardı : " Hangi kitap hiç bitmesin isterdiniz ?" diye. Bu kitap hiç bitmesin isterdim. Ne de olsa Sunay Akın keyif garanti :) Tabii kitabın anlatımı, dili için söylenecek söz yok. Çok rahat, keyifle okunuyor.Zaten kısa hikayelerden oluştuğu için zorlamıyor, esprili bir dil olduğu için keyifle okunuyor,anlattığı hikayeler hüzünlü de olsa. Okurken Sunay Akın'ı izliyormuş gibi oluyorsunuz, gözünüzde canlanıyor anlatılanlar. Neler mi anlatıyor ? Adı üzerinde "Bir Çift Ayakkabı" yı anlatıyor. Tarihte hikayesi olan, bildiğimiz, bilmediğimiz, dikkat etmediğimiz, unuttuğumuz ayakkabıların hikayeleri. Aşık Veysel'in kaçan karısının ayakkabısından Külkedisinin ayakkabılarına 37 ayakkabı hikayesi. "Yaşar Kemal Ayakkabılarını Boyatırken..." hikayesin de çocukluğumda duyduğum bir isim geçiyordu ve anılarım canlandı. Annemin halası ile aynı apartmanda oturuyorduk. O zamanlar moda olduğu gibi onun evinde de 7 tane küçükten büyüğe sıralı camdan fil heykelleri vardı. Onlara " Mohini" derdi. Masal kitaplarında ki fillere de , anlattığı hikayelerde ki fillere de " Mohini" derdi. Bende çocuk aklımla fillerin " Mohini" olduğunu zannederdim. Sonra öğrendim " Mohini"nin hikayesini. 2. Dünya savaşı sonrasında Nehru , japon çocukları için Tokyo hayvanat fil gönderince Doğan Kardeş dergisi bunu yayınlamış ve Türk çocuklarından da istek gelmiş. Bu istek Nehru'ya iletilmiş . Oda Türk çocuklarını kırmayarak bir fil yavrusu göndermiş . Nehru “Bu benim hediyem değil Hint çocuklarının sizlere hatırasıdır.” diyeceği mektubuyla 5 yaşında, ismi Türkçe “Şirin” manasına gelen Mohini adında bir yavru filin Türkiye’ye doğru yola çıktığını müjdeler. 25 Aralık 1950 tarihinde Mohini Dolmabahçe Rıhtımına ayak basar. O tarihlerde Türkiye sınırları içerisinde sadece Ankara’da hayvanat bahçesi olduğu için Mohini trenle Ankara’ya sevk edilir. O dönemde annem ve ailesi Ankara'da yaşadıkları için gidip " Mohini"yi görürler ve hala için tüm filler " Mohini " olur. Bale ayakkabıları hikayesinde Çin'de ki bir gelenekten bahsediyor. Kız çocukların ayakları küçük olsun ve küçük adımlarla yürüsün diye kalın kurdelelerle sıkıca sarıyorlar. Annem de bunu nereden duyduysa çocukluğumuz boyunca ( 5-6 yaşına gelene kadar ) o dönem moda olan kırmızı boğazlı rugan çocuk ayakkabılarını 1 numara küçük alırdı ; ayaklarımız büyümesin, küçük ve zarif olsun diye. Şimdi kardeşimle bir araya geldiğimizde aklımıza geldikçe bunu anlatıp gülüyoruz ve annemize teşekkür ediyoruz ; iyi ki küçük ayakkabı giydirdi küçük ayaklı olmamız için yoksa halimiz ne olurdu ? ( Merak edenler için kardeşimin ayakkabı numarası : 40-41 , benim ki 42 - 43 ) :) Bu kitabı okurken gülerek öğrenmek, eğlenerek bilgilenmenin keyfini yaşadım ve aklıma bir soru takıldı. Derslerin - ders kitaplarının sıkıcılığı ( iticiliği ) geldi. Ders kitaplarını Sunay Akın yazsa, konular onun tarzında anlatılsa dersler ne kadar keyifli geçer , bilgiler ne kadar kalıcı olurdu. Anaokulunda yabancı dil için bu yöntem kullanılıyor ; oyunlarla, şarkılarla dil öğretiliyor. Peki neden bu yöntem daha ileri sınıflarda diğer derslere de uygulanmıyor ? Çok konu dışına çıktık ama buda kitabın yararlı olduğunu düşünmeye sevk ettiğini gösteriyor. Buradan çıkan sonuç ne ? Kitabı alalım , okuyalım .
Hemen öyle ayakkabı deyip geçmeyin. Üzerine basılan toprağı incitmeyen ayakkabılar da vardır: o ayakkabıların sahip olduğu ayaklar, bu kitapta hali hazırda tanıdığınız veya yeni tanıyacak olduğunuz kişileri de hayatınıza taşıyacaktır.
Sunay Akın’ın gerçek yaşam öykü ve olaylarını hikayeleştirme tarzını çok seviyorum. Bu kitapta tam kendisinden beklenilen şekilde; o hep naif ve yumuşak sesiyle size sesleniyor gibi okuyorsunuz kitabı okurken. Kitapta ayrıca şaşıracağınız bir çok hikaye de mevcut.
Sunay Akın çok büyük bir yazar. Kendi kitapları arasından konuşabilen sizi okumak değil de birini dinlermiş gibi hissettiren bir yazar. Onun sesini duymuş biri olarak onu kitaplarında dinlemek büyük şans.
Futbolda başarı, bin bir zorlukla sahip olduğu eldivenler yıpranmasın diye antremanlarda bir kömür işçisinin eldivenlerini giyenlerin, kramponların dişleri arasındaki çamurları temizleyenlerin yanında olmuştur. Onlardan biri, kurucusu olduğu kulübün ilk günlerini hatıralarında şöyle anlatacaktır: "Topumuza evladım gibi bakardım. Zaten varımız yoğumuz da toptu. Mektebe gelirken, domuz sokağından geçer, domuz yağı alırdım. Topu onunla yağlar, şişirirdim; yamasını yeni pabucumdan kesmiştim. Bunu gören arkadaşlar, bana hepimizden fazla paye vermişlerdi. Futbolcu arkadaşlarının verdiği paye, topu yamamak için yeni aldığı ayakkabının dilini hiç düşünmeden kesen bu delikanlının adını, kurucusu olduğu kulübün stadına yazdırır: "Ali Sami Yen" ... Sonra gün gelir o stat miadını doldurduğu gerekçesiyle yıkılır, ülkesine futbolda tek Avrupa kupasını getirme onuruna erişen kulüp için daha modern bir stat yapılır ama, Ali Sami Bey'in adı "yen"ilerek, stadın tabelasında layık olduğu yer olan ilk sıradan silinir! Bu büyük ayıbın yaşandığı 2010-2011 sezonunun sonunda, futbolu bir oyun olmaktan çıkarıp rant alanına dönüştürenlerin, kulüpleri şike bataklığında kirletmelerine hiç kimse "rastlantı" diyemez...
Sunay Akın, katıldığı televizyon programında, “Eski Türk filmlerinde görmüşsünüzdür belki… Genç kızlara düzgün yürümeyi öğretmek için başına bir kitap koyar ve kitabı düşürmeden dik yürümesini öğretirler. Demek ki kitap her ne amaçla kullanılırsa kullanılsın, insana düzgün yürümeyi ve dik durmayı öğretir.” demişti. Sözlerin yarattığı etkiden midir yoksa bir tesadüf mü bilmem, bu adamın kitabını mutlaka okumalıyım, deyip okumuştum Bir Çift Ayakkabı'yı. Kitap bir çift ayakkabıdan yola çıkarak, birbirinden ilginç hikayelerle su gibi akıp gidiyor. Bilgilendirici olduğu kadar eğlenceli de.
Sunay Akın yine o engin bilgileri ve araştırmacı kişiliği ile dolu dolu ayakkabı hikayelerini bir kitapta toplamış . İçinde çok duygusal, düşündüren, buruk gülümsemelere sebep olan hikayeler vardı. Benim en çok etkilendiğim hikaye ise şuydu: Atatürk'ün hayatta iken sürekli ayakkabılarının çalınması... Çünkü herkes kendine, Mustafa Kemal 'den bir hatıra kalmasını istiyormuş Sunay Akın'a göre;) Atatürk 'ün vefat ettiği gün bile ,çekmede duran, ona ait olan , saat ve silah gibi özel eşyaların çalındığı fark edilmiş. Hatta gömlek, pantalon ve çorapları da aynı gün "hatıra" amaçlı çalınmış:(
Sofralarda iki muhabbetin arasına sıkıştırılabilecek hikayeleri anlatmanın yanı sıra meddah kültürünü de devam ettiren şair Sunay Akın ve onun kitapları hep aynı naiflik içerisinde tezahür ediyor. Zamanla sıkacak ve zorlama hikayelerin de yer aldığı bu kitabın belki de okunmasını sağlayan en önemli kısmı her hikayenin uzun uzadıya anlatılmaması. Bizlere bazı ipuçları vererek edebiyatımızı da araştırmaya iten bu kitap hoş vakit geçirmenin adresi. okuyun ama ciddi ciddi okumayın.
Birbirinden bağımsız bir çok anlatının çıkış noktası ayakkabılar ve beraberinde zincirleme sıralanan engin bilgiler.. Tarih, belgeler, araştırma, gözlem hepsi harmanlanmış. Farklı. Güzel olan da bu..
Her zamanki gibi Sunay Akın tarzı. Ayakkabılar üzerine minik anılar ve hikayelerden oluşan bir eser. Çok beğendiğimi söyleyemem bir kaç bölüm dışında. Kötünün iyisi çok ilgi çekici bulamadım. Siyaseti karıştırınca kitaba pek sevmiyorum ve soğuyorum.