Bu kitap 28 Şubat sürecinden başlayarak özellikle AKP'nin iktidara gelmesinin ardından orta sınıfları etkisine alan bir siyasi/kültürel/ideolojik değer olarak ulusalcılığın yükselişini ve tezahürlerini inceliyor. Ulusalcılığın Kemalizm'le -daha çok parçalı nitelikteki- devamlılık ilişkisine değinerek onun tarihsel köklerinden çok güncel koşullarda üretilmesine vurgu yapıyor. Ulusalcılık adı verilecek yekpare ve bütünlüklü bir ideolojiden değil, daha çok birleştirilmiş yamalardan söz edilebileceğine değinen kitap, daha katı bir şekilde ve belli bir tutarlılık ve bütünlülük kaygısına sahip sağ ve sol kökenlerden gelmiş isimlerce oluşturulmuş "ideolojik önderliğin" ulusalcılığı ile "takipçiler" olarak tanımlanan orta sınıf kitlenin ulusalcılığı arasında bir ayrım yapıyor. Ulusalcılığı hem ("takipçiler" için) bir ruh hali, hem de ("ideolojik önderlik" için) bir ideoloji olarak inceleyerek, bu ikisi arasındaki farklılıkları ve örtüşmeleri dikkate alıyor.
Yazarın da ifade ettiği gibi, görece yeni bir olgu olan bu girift ideolojik yapılanma bu zamana dek henüz birkaç makalenin ötesinde kendi başına bir akademik araştırmanın nesnesi olmadı. Bu yanıyla kitabın bir ilk olduğunu belirtmek gerek. Yine de, çeşitli olumlu yanlarının yanısıra kimi eksiklikleri de bünyesinde barındırdığını düşünüyorum.
Gürpınar, ulusalcılık denen fenomenin, üç düzlemde ele alınmasını öngörüyor: Birincisi, örgütsel ve siyasal bir proje olarak; yani kanaat önderleri ve örgütsel aktörler inceleniyor. Yazar burada, bence de haklı olarak, örneğin Ergenekon soruşturmalarına yansıyan güç odakları arasındaki çoğu gizli ilişkileri incelemenin dışında tutuyor. Daha önemlisi ise, yazarın ikinci inceleme düzlemini oluşturan, ulusalcılığın bir ideolojik yapı olarak ele alınması. Burada ulusalcılığı oluşturan entellektüellerinin çalışmaları konu edinilmekte. Üçüncü olarak da, ulusalcılığı daha geniş bir zihniyet dünyasının ürünü olarak ele almak mümkün. Bu da, 2000’li yıllarda milliyetçilik ve otoriteryenizmi harmanlayan bir siyasal kültürün kimi orta sınıf kesimlerde taraftar bulması ve yaşatılması olgusunu gösteriyor. Kitap, ulusalcılık ile sol arasında devamlılığa işaret eden bir bölüm ile karşılaştırmalı bir inceleme önüne açmak için faşizm teorilerinin ele alındığı bir bölümle devam ediyor.
Çalışmaya yönelteceğim en önemli itiraz noktası, belli bir daraltıcı tanımlamadan kaçınıldığı ölçüde sınırların çok açık tutulduğu, ayrıca bu tür bir genişliğin sistematik bir incelemeye tabi kılınmadığı olacaktır. Tanımlama yapılmadığı için ulusalcılık çalışması giderek bir Türkiye sosyalizmi çalışması halini almış; çünkü yazara göre 68’e de atfedilen bir ‘metodolojik sağcılığın’ (ne olduğu meçhul ve tarihsel olarak neredeyse solun bütün varyantlarını kapsayan) ulusalcılığı ürettiği iddia edilmekte. Özetle, daha önce Taraf gazetesi sayfalarına yansıyan bir polemik, yani Deniz Gezmiş ve Mahir Çayanların ulusalcıların fikri atası olduğuna dair sav, kitabın ana argümanını oluşturmuş. Öyle ki, günümüz ulusalcılarının incelenmesine ayrılmayan yer, 68 kuşağının yazılarına ayrılmış.
Necmi Erdoğan’ın günümüz kimi liberallerini incelediği bir yazısında belirttiği gibi, ahlaken saf veya üst bir noktadan Türkiye sosyalizminin tümü vicdansızlıkla itham ediliyor. Yine Tanıl Bora’nın vaktiyle yazarın başka bir yazısına koyduğu teşhisteki gibi ‘genellemeci ve bilgiç’ bir ‘nitekimcilik’ hakim kitapta. Yazar kitabın başında bu tür “üslupsal zaaflardan da kaynaklanabilecek, haddini aşan ve yeterince desteklenmemiş ifadeler için” (s.16) daha baştan özür dilese de, kitap boyunca satır aralarına yayılmış desteksiz iddialara mazeret teşkil etmiyor. Ya da François Furet’nin her dediğini doğru ele almak, Sovyetler’deki her şeyi öcüleştirmek gibi. Son olarak, yazarın ulusalcıları betimlemek için kitapta sık sık kullandığı ‘vulger’, ‘kulak tırmalayıcı’ gibi kelimeleri belirtmeliyim. Ulusalcılığa karşı nefretimiz bir olsa da yazarın kullanmayı çok sevdiği bu kelimeler, kendini liberal düşünce dünyasında nerede konumlandırdığını bariz bir şekilde ortaya çıkarıyor.
Sonuç olarak, zannediyorum ki, yazarın gerçek öfke ve nefreti, 2000’li yılların ulusalcılarına değil, bir bütün olarak sosyalizm teori ve pratiğine yönelmiş. Eğer bu nokta gözardı edilebilirse, ulusalcılık üzerine düşünmek için bir adım olabilir.