Sait Faik Abasıyanık (18 November 1906 - 11 May 1954) was one of the greatest Turkish writers of short stories and poetry. Born in Adapazarı, he was educated at the Istanbul Erkek Lisesi. He enrolled in the Turcology Department of Istanbul University in 1928, but under pressure from his father went to Switzerland to study economics in 1930. He left school and lived for three years in Grenoble, France - an experience which made a deep impact on his art and character. After returning to Turkey he taught Turkish in Halıcıoğlu Armenian School for Orphans, and tried to follow his father's wishes and go into business but was unsuccessful. He devoted his life to writing after 1934. He created a brand new language and brought new life to Turkish short story writing with his harsh but humanistic portrayals of labourers, fishermen, children, the unemployed, the poor. A major theme was always the sea and he spent most of his time in Burgaz Ada (one of the Princes' Islands in the Marmara Sea). He was an honorary member of the International Mark Twain Society of St. Louis, Missouri.
Sait Faik mostly published under the name Sait Faik, other pen names being Adalı ("Island dweller"), Sait Faik Adalı, and S. F..
There is an award for his name which is given every year on his death anniversary: Sait Faik Hikâye Armağanı
Sait Faik Abasıyanık was one of the best Turkish writers of short stories. The Boy on The Tunel is one of his best known pieces. It is a story about the a barefoot small child and its joy of climbing a funicular for the first time. The story is told from the POV of another passenger who observes the child and its reserved happiness.
‘Kuruşlarımı sayıyorum: Bin dört yüz yetmiş altı kuruş... Pencereden aşağıya fırlatıyorum. Evvela bir şaşkınlık, sonra bir kargaşalık oluyor. İşleri bitince, penceredeki delirmiş adama bakıyorlar.
Ben, dükkânımı bir daha açmamak üzere kapıyorum. On kilo nikele satın aldığım mesut bir delilikle sokaklarda dolaşıyorum’(s. 18)
Oradan buradan insanları bulup bulup öykülerini çıkarmış üstad. Tıpkı hangi istakozda iş var hangisinde iş yok bildiği gibi, kimde öykü var yok bilirmiş.
Kitaba adını veren öyküyle birlikte harika öyküler ve düz yazılar barından bir Sait Faik eseri daha. Tüm Sait Faik eserlerinde olan insancıllık bu kitapta da var elbette. "Tüneldeki Çocuk" benim en sevdiğim öykü oldu. Hatta en sevdiğim Sait Faik öykülerinde ilk 10'a girer. Tünel'den finikülere ilk kez binen çıplak ayaklı (büyük ihtimal Çingene) çocuğun yolculuğunu izler Sait Faik. "Şu insanlara karanlık çok bile!" diyen sözde entel Türk hanımına inat, Sait Faik Tünel'deki çocuk için yazar bu yolculuğu. "Tünelleri insanlar için yaptık. Yokuşlardan lahzada insinler, yokuşları an-i vahitte çıksınlar diye. Tünel'in kayışı, Tünel'e ilk defa bindiği zaman sevinen ve bu sevinci bile belli etmek istemeyen bir çocuk için yapılabilecek bir şey. Eğer bugün biz tünel kayışı yapamıyorsak, bunun en büyük sebebi Tünel'e ilk binen ve sevinen çocuğu sevmememizdendir, demeyeceğim... Diyeceğim yalnız şu: Şu insanlara hiçbir şey çok değil".
Bizim ülkenin çocuklarının mutluluğu hep kursağında, şevki hep yarım, sevinci hep eksik, hevesi hep aksak. Bu yeni değil, 1955'te de böyleydi, 2020'de de böyle. Ama Sait Faik gibi umut etmek isterim ben de, ne olursa olsun. Çocuklar için hiçbir şey çok değil; bize hiçbir şey çok değil.
Benden mi kaynaklandı bilemiyorum ama bu kez hikayelere çabuk dalamadım. Sait Faik'in hüznüne alışkınızdır da bu hikayelere bir garip karamsarlık hakimdi gibi geldi bana. Belli ki yazar keyifsizmiş bu hikayeleri yazdığı İkinci Dünya Savaşı sonrasında. Neyse ki kitabın ilerleyen kısımları ve bilhassa röportajları bence oldukça güzeldi. İlk kez Sait Faik okuyacaklara başka kitaplardan başlamalarını tavsiye ederim fakat benim gibi hayranları bu kitabı da seveceklerdir diye tahmin ediyorum.
Hikayelerin birinde Orhan Pamuk'un Masumiyet müzesi 'ne ışınlandım sanki . Bu seferki hikayelerde haksızlığa tahammülsüzlük daha baskındı ve güzelliğe sevgiye ve sevgiliye övgü.
Bir an once Beyoglu Tunel'e gidip zihnimin en savunmasiz aninda etrafimi inceleyip icinden beyazlar dolup tasacak istakozu bulmayi deneyecegim. Belki yarin, belki daha sonra. Ama o istakozu bulucagim, bulmayi ogrenecegim tipki senin tuneldeki cocugu buldugun gibi
Yine hayran olduğum bir kitap. Sait Faik bu sefer röportajlı hikayelerine önem vermis ve Raki Sisesinde Balik Olmak İsteyen Şair asli röportaj-öyküsü bu türun en iyi örneklerinden. Okurken oradaydim,yanlarinda sessizce oturup dinliyordum sanki. Diğer hikayeleri de beni kendine katip derhal yaninda olma hissi uyandirdi.Uzun Ömer'e buruk bir sevinç duydum, Tuneldeki Çocuğun şaşkinliğina ortak. Tünele her gidisimde bu hikayeyi hatirlayacak olmak ayri bir zevk. Salah Birsel'in dedigi gibi o herkesin öyküsünu yazmaz kavun gibi koklar öyku ihtimali varsa onu síkıştirir ve öyküsüne katar. Müthis yetenek
Yazarın son öykü kitabı olduğunu bilmenin hüznüyle başlıyorsun, sonra o zamanlar ne güzel insanlar varmışla devam ediyor, ama bazıları da pek boşmuş, şapşalmış, pek güzelmiş, pek akıllıymış, pek nazikmiş, pek candanmış..la devam ediyorsun. İşte ne diyeyim Sait Faik öykücülüğü.... Birkaç alıntı: "Herhalde anadan doğma bir kör kızın seçeceği erkek mühim bir adamdır. Gözlü kadınların anlayamayacağı bir güzelliğe, bir erkekliğe sahiptir." , "Kim bilir güzellik dediğimiz garip, müdafaası müşkül, çoğu zaman haksız şey, belki sesimizde, belki kokumuzda, belki ellerimizin sıcaklığında ve titreyişindedir." , "Başka şeyler düşünülmeyen günlerde yaşıyoruz. Aşktan söz açsak hemen ayıp oluyor."
Salah Birsel’in Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu kitabında söyle bahseder yazar Sait Faik’ten : “Sait Faik yolda, sinema önünde, otobüste, köprü üstünde, vapurda, Gülhane Parkı'nda, ne bileyim bir dükkânda ya da İstanbul'un en kıyıda köşede kalmış bir yerinde rastladığı insanları kollarından tutup öykülerine sokuşturur”. Kitap, gazetecilik yaptığı dönemden kaleme aldıkları ve yaşadığı şehirlerin insanlarını anlattığı kısa öykülerinden oluşuyor. Öykülerinde 50lilerin İstanbul’unu, o zamanın politik ve sosyal konularıyla harmanlayarak anlatmış. Güzel bir kitaptı tavsiye ederim..
Sait Faik'in İstanbul'un ücra köşelerindeki farklı hayatları gözlemleyip ortaya çıkardığı başka bir öykü kitabı Tüneldeki Çocuk'ta, ana hikayedeki durum hikayesinin devamı gibi gözüken birbirine çok benzer hikayeler yer almakta. Sait Faik kitabında, önce bir dolaşmaya başlıyorsunuz, insanlara gözünüz takılıyor, baktıkça hayatlarına giriş yapıyorsunuz, bir miktar dolanıp tekrar kendi yolunuza devam edip yeni yüzler aramaya başlıyorsunuz. Bu nedenle yürüyüş yaparken Sait Faik dinlenebilir. Kitaptan okunacaksa da iyi bir başlangıç kitabı görevi görebilir.
Sait Faik’in denizden ve evinden uzaklaşıp insanların arasına karıştığı ikinci tür kitaplarından biri Tüneldeki Çocuk, çeşitli hikâye ve röportajlardan oluşuyor. Bir çocuğun Tünel’de seyahat etme coşkusundan, artık eskilerde kalan ketenhelvacıya, üç kuruş para için envaiçeşit maddeye maruz kalıp hiçbir güvenlik önlemi alınmayan ve hayatları karşılığında eve ekmek götürmeye çalışan işçilere ve kokuşmuş düzene kadar özetle bizi bize anlatıyor Sait Faik.
Kitap iç kapakta "öykü-röportaj" başlığıyla sınıflandırılmış. Bu ne gûnâ şey ola ki diye düşünürken gördüm ki gerçekten de öykü-röportaj diye bir şey olabilirmiş ve bunu dünya üzerinde yapsa yapsa bizim Sait Faik yaparmış. Orhan Veli'yle, dönemin güzellik kraliçeleriyle, piyango bileti satıcılarıyla yapılmış röportajları Sait Faik'ten başka kim öykü biçiminde yazıya dökebilirdi ki başka. Kitaba adını veren Tüneldeki Çocuk ve kitabın son öyküsü Uzun Ömer başta olmak üzere her birine bayıldım.
Başta esnafı dolaştık, ağzımıza bir lokma keten helva atıp fabrikalara, kütüphanelere , tercüme yapılan kahvehanelere ulaştık. Tünelden geçtik ve bir çocuk gibi sevindik. Orhan Veli’yi bulduk “rakı şişesinde balık olmak” istiyordu şair. Doğuştan dişsiz adamla karşılaştık ve sergiler gezdik. Güzeller içinden birilerini seçtik. Baksan sevilecek tarafları yine çok olan , Sait Faik’in çeşitli dergilerde yayınlanmış öykülerinin karması. Bütün hikayeleri’nde de sondan bir öncesi. Haydi bre!
İnanılmaz sıcak öyküler, yine bir çırpıda bitti. En sonunda Salah Birsel’in Sait Faik hakkında yazdığı yazı güzel bir final olmuş. Orhan Veli’yi anlattığı öyküsünde bir ara Fransızca “normal” kelimesinin dile yerleşmesinden ve henüz Türkçesini bulamadıklarından yakınmış. Şimdi bu kelime neredeyse Türkçe kabul ediliyor, enteresan :)
Sait Faik’in öyküleştirerek yazdığı bazı röportajlarını ile deneme tadındaki yazılarını da içeren, yine insanın içinde o bilindik Sait Faik duygularını coşturan harika bir kitap.