Karanlık günler bu kitapta anlatılan... Karanlık cümlelerde hayat bulan günler... Yine de bir umut var satır aralarında... Gizli saklı da olsa bir yerlerden kendini gösteren bir umut... 12 Mart Muhtırası'nın ardından dağılan hayatların öykülerini yazmış Nedim Gürsel. "Uzun Sürmüş Bir Yaz" ilk kitap olmanın tüm sıcaklığını taşıyor. Öykülerde yaşananlar sıcak değil, boğucu aslında. Hatta ürkütücü... Ama Nedim Gürsel’in onları kaleme alışındaki şiirsellik okuyucuyu bu karanlık ve kanlı olaylarla mücadeleye zorluyor. Çarpıcı, vurucu bir anlatım hâkim öykülere. 1972-1975 yılları arasında yazılan iki ana öyküden oluşuyor kitap. Ancak, öykülerden ikincisi 6 farklı öykü olarak da okunma şansına sahip. Kitabın bu yeni basımında, Gürsel’in eklemeleri de var. "İlk kitabım: Uzun Sürmüş Bir Yaz" ve "Kesin sonucu sürekli ertelenen bir dava" başlığı altında yayımlanan bu yazılarda yazar, ilk kitabına ve onun hakkında açılan davaya dair fikirlerini de okuyucularıyla paylaşıyor. Gürsel’e 1976 yılında Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü’nü kazandıran "Uzun Sürmüş Bir Yaz"ı okumayanlar için bulunmaz bir fırsat bu. Okumuş olanlar da bu yeni basımla birlikte Nedim Gürsel’in ilk öykülerini hatırlama şansına sahip olacaklar.
Nedim Gürsel was born in Gaziantep, Turkey, in 1951. He published his first novellas and essays in Turkish literary magazines in the late 60s. After the coup d’état in 1971, he had to testify in court for one of his articles. This led to his decision to temporarily reside in France. He studied Comparative Literature at the Sorbonne in Paris and completed his dissertation in 1979 on Nâzim Hikmet and Louis Aragon. Gürsel then returned to Turkey, but the military putsch of 1980 sent him back into exile in France. He first wrote articles and travel reports which were published in 'Le Monde', as well as in the Turkish newspapers 'Cumhuriyet' and 'Milliyet'. Today he teaches contemporary Turkish literature at the Sorbonne and directs the Centre National de la Recherche Scientifique.
Bu kitapta ne varmış da mahkemelerde sürünmüş böyle demekten kendimi alamadım okuyunca. Yani 21. yüzyıldan bakınca o endişeli mahkemelerin tutunduğu kalıplar ciddi ciddi erimiş. Bitiminde yazarın üç sayfalık bir notu var, o notu da okuduktan sonra sorunu ve absürdlüğü netleştirmek daha da kolaylaştı. Nihayetinde bu kitap bedene yabancı olmadan yazılmış bir anlatı, yoğunluklu yazılmış ve bir tür şiddete yakından bakabiliyor; bunların yapması 1970'lerde ve 1980'lerde tedirgin edici olmuş olmalı, ama o dönemin şiddetli mekânlarına o kadar da yakından dokunarak yazıldığı söylenebilir mi? Yok. Daha çok akıl sağlığının mekânlarından dolayla anlatıyı o dönem için farklı buldum.
Nedim Gürsel’in hikâye kitabı (1975) • Anılardan kaynaklanan dokuz hikâye. Cicipapa çocukluk günlerine dönüşün, Senin Adın Yalnızlık bir bezginliğin hikâyesi. Bir taşra şehrinde her öğün bulgur yiyen ailenin oturduğu iki odalı ahşap eve çocuklar Bulgur Palas adını takmışlardır; dul bir anneye bağlı yaşantılar bu evde geçer. Avlu’da bir niifus memurunun tekdüze günleri; Camlar Buğulandı’da bir göçmen çocuğu; Kışa Doğru’da gecekondu yıkımı ve karanlıkta babasını bekleyen bir çocuk anlatılıyor. • Etki gücünü şiirli havasından alan kitap, Türk Dil Kurumu 1976 Hikâye Ödülü’nü kazandı.