"İstanbul Geceleri bir roman, ya da bir hikâye değildir. En az, kırk sene evvelki İstanbul'un şahsiyeti, maddi manevi hüviyeti, cemiyet hayatı, gelenek ve görenekleri bilhassa Türk san'atını zirveleştiren umumi yapısı, zevkleri, meyilleri, husranları, hataları, meziyetleri, faziletleri, görgüleri, noksanları, hulasa medeniyetinin müzikal terkibi, ahenk ve ihtizazlarıyle bir edebi tenasübün müsaadesi nisbetinde yer yer, parça parça, bu kitapta gösterilmek istenmiş ve en mühimini hemen hemen gösterilmiştir." Nihad Sami Banarlı
Sâmiha Ayverdi (25 November 1905 – 22 March 1993) was a Turkish writer and Sufi mystic. She is the sister of architect and historian Ekrem Hakkı Ayverdi.
Sâmiha Ayverdi was born in İstanbul to Fatma Meliha Hanim and İsmail Hakkı Bey, an Ottoman military official. She studied at Süleymaniye Kız Numune Mektebi and among other things, learned French and read about philosophy and Islamic mysticism. She became a follower and later official successor of Sufi thinker Kenan Rıfai, who became a major influence in her work. In 1938, she published her first novel titled Aşk Budur and followed it with over 30 novels and short story collections. Ayverdi died in 22 March 1993 and is buried at the Merkezefendi Cemetery in Zeytinburnu, İstanbul.
Kitapta böyle cümleler var: "Akşam vakti güneş, batmaya yaklaşıp da altın parmaklarını bulutların saçlarına soktu mu, Süleymaniye abidesi de, bütün gün, içinde kavrulduğu ateşten elbisesini çıkarıp akşamın mor ve yumuşak kaftanını giyer. Bu saatlerde onun muhteşem vücudu o kadar heybetlidir ki, aşkı ile alakası olmayan her şeye yabancılık duyan bir sevdalı edasıyla dünyadan el etek çekip manalı bir sükuna gömülür." Başka ne lazım : )
Türk Dili dergisinin bu ay yayımlanan sayısında kitapla alakalı bir yazı var. Eleştirilere neredeyse bire bir uyacak kitap. Yazarın anlatımda genel akışı sık sık bozması bazen de ideolojik sokaklarda kaybolması ile kitap gerçekten kaçırılmış bir fırsat. Ama tüm bunlar yazarın kıymetli bir fikir insanı olmasını, geçmiş zamana ait manzaraları son derece kuvvetli şekilde tasvir etme yeteneğini gölgelemiyor. Ayriyeten sık tekrarlar da gözden kaçmıyor. Bir misal verelim. Kitap boyunca bundan kırk sene öncesi diye başlayan cümleye kaç defa rastladığınızı sayamayabilirsiniz. Ve bu tarihin yıl olarak hangi yıla tekabül ettiğini de uzun süre düşünebilirsiniz. Çünkü bazı sayfalarda bahsedilen tarihler her şeyin güzel, insanların ahlaklı, temiz, dürüst olduğu mükemmel bir zamana işaret ediyor. Şimdi düşünelim. Anlatılan zaman elbette Osmanlı'nın son devirleri. Peki onca sıkıntı devresinde bu harika hayat nerede yaşanıyordu. Bunlar hangi yıllardı. Biraz dikkatli biraz da şanslı bir çift göz kitap içerisinde şu dipnota rastlayabilir: Bu kitap ilk defa 1952 senesinde basılmıştır. (s.124) Bu dipnottan hareketle yazarın 1900'lerin başını yada kaba matematik hesabı ile 1912 yılını işaret ettiğini düşünebiliriz. Bu tarih hesabından sonra şimdi düşünelim. O zamanlar gerçekten bu kadar güzel zamanlar mıydı?
İstanbul'un semtlerini, kendi hisleri doğrultusunda 1900 Kerim başındaki İstanbul hayatını da katarak çok güzel anlatmış. Kendime çok yakın buldum. Bazı bölümler zor okunsa da kesinlikle okumaya ve hoşunuza giden bölümlerin altını çizmeye değer. Örneğin Adalar için olan şu cümlesi çok hoştu. "Fakat yaklaşmak istesem de, ahenginden zevk aldığım, lakin bilmediğim yabancı bir dil gibi, onun kendinden bahsedişini bir türlü anlayamadım."