Buket Uzuner’in, bugün Anadolu’da yaşayan her kültürü derinden etkilemiş kadim Kamanlık (Şamanizm) geleneğinin dört unsuru olan Su, Toprak, Hava, Ateş’ten ilham alarak yazdığı yeni romanı Uyumsuz Defne Kaman'ın Maceraları dörtlemesinin ilk kitabı ‘Su’ çıktı!..
Gazeteci Defne Kaman bir yaz akşamı bindiği vapurda arkasında hiçbir iz bırakmadan kaybolur. Onu aramakla görevli Komiser Ali Ümit ile arkadaşı Sahaf Semahat kendilerini aniden tuhaf olaylar ve esrarengiz semboller arasında bulurlar. Bir yandan kendi hayatlarını sakatlayan yasak ve tabulara rağmen ayakta kalmaya çalışırken, kayıp gazeteci Defne Kaman’ın peşinde nefes nefese bir maceraya sürüklenirler.
Buket Uzuner, Su romanında bütün canlı varlıkları eşit değerde kabul ederek doğayı ve yaşamı kutsayan kadim Türk geleneği Kamanlık’a (Şamanlık) selam ederken, okurları hem eko-feminist bir okumaya, hem de 1000 yıl önce Uygur harfleriyle ön-Türkçe yazılmış olduğu düşünülen (Mutluluk Bilgisi) Kutadgu Bilig Şifresi ile zihin oyunlarına davet ediyor.
Genel Bilgi
Kutadgu Bilig yazarı Yusuf Has Hacib’in “Aklın süsü dil, dilin süsü sözdür. Kişinin süsü yüz, yüzün süsü gözdür” beyitiyle açılan romanın bir Kutadgu Bilig şifresi kitabı olarak da okumak olasıdır.
Yazar, Su romanı yazarken yakından inceleme şansı bulduğu Kutadgu Bilig’in bilinen üç orijinal nüshasından ilkini Uygur harfleriyle Türkçe yazdığı düşünülen Yusuf Has Hacib ile bu önemli eseri 1947’de günümüz Türkçesine çeviren Prof. Reşit Rahmeti Arat’ı şükranla anıyor ve bugüne kadar Türkiye’de ve dünyada hak ettiği önemi ve sevgiyi göremeyen bu güzel eserin, romanda bir şifreler kitabıymış gibi kullanılmasıyla özellikle gençler arasında ilgi göreceğini umuyor.
Uyumsuz Defne Kaman'ın Maceraları, Su romanından sonra Toprak, Hava ve Ateş ile devam edecektir.
Buket Uzuner (born 3 October 1955, Ankara, Turkey) is a Turkish writer, author of novels, short stories and travelogues. Travel Literature She studied biology and environmental science and has conducted research and presented lectures at universities in Turkey, Norway, the United States, and Finland. Her fiction has been translated into eight languages, including Spanish, English, Italian, Greek, Romanian, Hebrew, Korean, and Bulgarian.
Buket Uzuner travels as "solo woman backpacker" since 1980s including "inter-rail" tours in Europe and in three other continents while keep writing her travel memoirs. Her first travelogue The Travel Notes of A Brunette was published in 1988 and sold more than 300.000 copies. Uzuner wrote two more travel books as Travel Notes of An Urban Romantic which questions the meaning of exoticism and New York Logbook which are all collected lately in Travel Library of Buket Uzuner
In 2013 her novel İstanbullular is published in USA by Dalkey Archive Press with the title of I Am Istanbul translated into English by Kenneth J. Dakan She is also celebrating in 2013 the 22nd year's anniversary of her first novel İki Yeşil Susamuru, Anneleri, Babaları, Sevgilileri ve Diğerleri (Two Green Otters, Mothers, Fathers, Lovers and All the Others) translated by Alex Dawe with its 50th edition which sold over 1 million copies in Turkey and already a contemporary classic.
Uzuner's books have been on the Turkish best-seller lists since 1992. They are taught in a number of Turkish universities and high schools.[1][2]
In 1993, Buket Uzuner was awarded Turkey's Yunus Nadi prize for the novel The Sound of Fishsteps, and in 1998 Mediterranean Waltz was named novel of the year by the University of Istanbul. She was made an honorary member of the International Writing Program, IWP of University of Iowa in 1996. She was also honored with a certificate of appreciation from the Senate of Middle East Technical University; METU in 2004.
She has referred to Turkish poet and novelist Attilâ İlhan, and Cervantes, Dostoyevski, Doris Lessing, Turkish woman writer Sevgi Soysal as major influences on her work.
Hani bazı kitaplar vardır ya bir çırpıda okurken bir yandan da içinizden "bitmesin , bitmesin" diye sayıklarsınız. Hah işte bu öyle bir kitap değil. Ben okurken "bitsin, bitsin" diye sayıkladım. Sosyal mesajları çıkarsak geriye kitap namına pek de bir şey kalmıyor. Sosyal mesaj verilmek uğruna koskoca bir kitap heba edilmiş gibi geldi bana. Bu kadar bariz ve göze soka soka sosyal mesaj içeren bir kitap da hoşuma gitmedi açıkçası.
Kumral Ada Mavi Tuna ve İki Yeşil Susamuru'nu okuyup bayılalı neredeyse 15 yil oldu. Biz buyuduk, okuma zevklerimiz degisti, gelisti. Ama Buket Uzuner anlatim dili ile bizim 15 yaslarimizda kalmis. Isledigi konu ve kitabin yazim asamasinda yaptigi arastirmalar Saman gelenegimiz ve kaynaklari konusunda akilda kalici bilgiler edinmemi sagladi. Ama bir roman olarak hicbir zevk vermedi.
Yine de okuduguma memnunum. Corum'daki Hitit Yolu'nda gececek "Toprak" temali devam romanini da ciktigi zaman okurum buyuk ihtimal.
10-15 yil once okumus olsam ufkumu acardi, kapilar acardi belki ama bugun gerceklikten cok uzak buldugum diyaloglari, bana cok zorlama gelen karakterleriyle cok umitle basladigim kitabi asiri derecede sikilarak okudum ve zoraki bitirdim. konu itibariyle beni yakalasa da kurgu ve uslup nedeniyle hic sevemedim.
Daha önce Buket Uzuner'in yazdığı bir iki şeyi okuyan biri olarak tam bir hayal kırıklığı yaşadım.
Hikayenin kırık döküklüğünü bir kenara bırakalım (pek az Türk yazar iyi polisiye yazabiliyor), Ahmet Mithat Sendromu bu memleketin yazarlarının en büyük handikapı olmaya devam ediyor. Aralara girip okuyucuya hitap etmeler, okuyucuya bol bol "bilgi" ve "öğüt" vermeler, gerçek olamayacak kadar uzun ve yapay diyaloglar, tümü didaktik konuşan roman kahramanları...
14 yaşımdayken şamanizmi duymuş olsam ve o zamanlar google ve wikipedia olsa ve merak edip 2 saat araştırma yapsam buna benzer bir şey yazardım. (İltifat değil.)
Onsozu okudugumda ve kaynaklara baktıgımda cok heyecanlanmistim. On Turklerden bugune oz degerlerin polisiyeyle harmanlandıgı bir roman dusuncesi beni nasıl mutlu etti anlamam.
Umay Nine'nin olduğu kısımlarda cok keyif aldım. Beni sasırtansa kamlıgın ozunde bulunmayan "kendisini taktir edenlerin tavırlarını kralice edalarında kabul etmesinin" birkac yerde vurgulanması oldu. Gokun, doganın cocuklari olan gercek samanların en onemli ozelligi mutevaziliktir zira...
Roman oldugundan hareketle gercegin bire bir kurguya yansımasını beklemek benim ayıbım olsun.
Kurguya islenmis Turk hikayelerini ve otacılık degerlerini cok sevdim.
Beni en cok rahatsız edense yazarın surekli "kumral ada mavi tuna" kitabına gondermeler yapmasıydı. Viral reklama maruz kalır gibi hissettim kendimi. Bir de hikayenin bir yerinde Sahaf Samahat'in kendinde olmayan bir kitabı soran okura www.nadirkitap.com'dan alabilirsiniz demesi garibime gitti.
Edebiyat allamesi değilim ama ben sevemedim o kısımları... Buket Hanım'ın bu tip reklama ihtiyacı olmadığını düşündüğümden bu sızlanışım.
Yine de kalemini seviyorum... Baska eserlerini okumak için sabırsızlanıyorum.
yazar istediği gibi yazar; ama okuyucu her zaman istediği gibi okuyamıyor ne yazık ki. 16 yaşında buket uzuner'in "kumra ada mavi tuna" sını okumak var, bir de bu.
güzel bir fikir ve amaçla yola çıkmış ancak çok kalabalık bir kitap "su": polisiye desen polisiye değil, referans kitabı desen, o da değil. biraz şamanizm, biraz alevi-sünni çatışması, biraz kadın-erkek ilişkisi, gereksiz bilgi verme çabası, konuyla alakasız eleştiriler, zaman zaman rahatsız edecek derecede açığa çıkan yazarın sesi... nihayetinde kayıp bir gazeteci, peşinde bir polis memuru. tam peşinde de demeyelim; çünkü sahafta arıyor cevapları.
biraz hayalkırıklığı yaşadım açıkçası. bazı kitapları geleceğe bıraktığımız gibi bazılarını da geçmişe gömmek gerek belki.
Buket Uzuner ile ilk defa bu kitapla tanıştım. Su - Toprak - Hava ve Ateş serisinin ilk kitabı. Defne ile ben de maceraya sürüklendim. Kitapta Kutadgu Bilig'den alıntılarla olayların harmanlanması en hoşuma giden şey oldu. Okurken ya da okuduktan sonra araştırmaya sevk etmesi benim için önemli bir kriter. İşte bu kitap da onlardan. Tabiat ve hayvan sevgisi, kadınların başına gelenler ön plana çıkıyor. Mitolojiden anlattıklarıyla Umay Nine'yi kendi tonton babanneme benzettim 🤩 Defne'nin sonraki macerasını merakla bekliyorum.
Bazıları bir kitap okuduğunda hayatlarının değiştiğini iddia eder. Bana göre bu abartılı bir söylemdir fakat bence her roman insanın hayatına gizlice sokulur. Kimbilir belki de roman okumadan önce ve okuduktan sonra insanların beyin sinyalleri karşılaştırılarak bu olgu bir araştırma konusu yapılabilir. Ama bazı romanların etkisi ise gizli değil o kadar açıktır ki böyle araştırmaya gerek bile kalmaz. İşte ben Buket Uzuner'in Su romanında da aynı etkiyi hissettim. Tabii burada, romanda anlatılanlar ile Türkiye'nin son zamanlardaki sosyal ve siyasal durumunun etkisini de gözardı edemem.
Ülkemizin ben kendimi bildim bile sıcak bir gündemi vardı. Fakat son günlerde bu sıcak başlıklardan birisi çevre diğeri ise kadındır. Rant için, doğa ve tarih demeden her türlü katliamı göze almış iktidar aynı zamanda kadınların yaşam alanına ve biçimine de saldırılarını sürdürüyor. Ayrıca sunnilik dışındaki inançlar da her fırsatta aşağılanıp yok sayılıyor. Romanda da HES'lerden betonerleşmeye ve kadınların problemlerinden ülkedeki Alevi-Sunni ayırımına kadar her konuya değiniliyor.
Roman Alevi bir polis memuru olan Ümit Kaman ile gazeteci Defne Kaman'ın kaybolması sebebiyle karakola gelen üç kadın arasında geçen ilginç diyaloglarla başlıyor. Bu üç kadından birisi Defne Kaman'ın annesi, diğeri süslü ablası ve sonuncusu da ninesi Umay Bayülgen'dir. Bundan sonra komiser Ümit Kaman ile sahaf Semahat'in Defne Kaman'ı bulma macerasında buluyoruz kendimizi. Bu sırada Umay nineden Anadolu'nun ve eski Türkler'in kadim geleneği olan Kamanlık hakkında bilgiler alıyoruz. Kayıp gazeteci de kendisini arayan Ümit Kaman'a Yusuf Has Hacip'in Mutluluk Bilgisi anlamına gelen Kutadgu Bilig eserinden şifreler göndererek izini bulmasını sağlıyor.
Romanı okurken aslında Anadolu'nun ne kadar güzel gelenekleri olduğunu hatırlıyor insan. Doğaya, insana, hayvana, bilgiye bu kadar önem veren bir toplumken nasıl oldu da günde beş kadının katledildiği, HES yapmak uğruna güzelim derelerin ve doğanın kirletildiği, farklı mezhepleri olduğu için sevenlerin ayrı bırakıldığı bir toplum oluverdik diye hayıflanmadan edemiyoruz.
Kayın ağacının yeraltını, yeryüzünü ve gökyüzünü temsil etmesinden dolayı kutsal sayıldığı bir toplum nasıl oldu da ağaçlarını beton yapmak için kesen veya yakan bir toplum oldu? Kutsal olan kayın ağacının isminin kadın sözcüğünden gelen bir toplum nasıl oldu da namus ve töre cinayetlerine kurban giden kadınların özgürlüğünü, başını örtme özgürlüğüne indirgedi?
Bu romanı okuyana kadar Kutadgu Bilig hakkındaki bilgim dalga geçer şekilde okunan birkaç mısranın ötesinde değildi. Roman sayesinde aslında ne kadar da güzel geleneğimiz olduğunu öğrenerek sevinsem de bu geleneklerin unutulmaya yüz tuttuğunu görünce üzüldüm. İslamiyet öncesi Anadolu tarihinin çok anlatılmadığı öğrenim sistemimizde aslında Kutadgu Bilig'in hakkı verilse belki çok daha farklı bir toplum olabilirdik. Belki bu şekilde doğaya, insanlığa ve tarihe borcumuzu ödeyebilirdik.
Romandan alıntılarla bitiriyorum.
Çocukları içi hayırlı işler kurmak peşinde bir ömür koşar, onların mutlulukları konusunda asla umutlarını kaybetmezler. Zaten annelik, asla pes etmemektir.
Son ağaç öldüğünde, son ırmak zehirlendiğinde ve son balık tutulduğunda parayı asla yiyemeyeceğimizi anlayacağız. (Kızıldereli atasözü)
Midemiz ve cebimiz şiştikçe vicdanımız ve dünyamız fakirleşiyor.
Kalplerini gülümseme maskesi arkasına saklayarak daha fazla kırılmaktan korumaya çalışanlar, bir gün artık sahiden gülümseyemediklerini farkederler.
Türklerin büyük bir kısmı Müslümanlığı ve bazıları da diğer tek tanrılı dinleri kabul edince, İslamiyetle karşılaşan Kaman geleneğinden Alevilik doğmuş, derler. Bu yüzden Aleviler, Kamanlar gibi kadın ve erkek yan yana semah eder, döne döne dua ederlermiş.
Bilgili insan bu kaygı içinde nasıl kahkaha atar / Ey bilsiz, sen dağ keçisi gibi debelen dolaş.
Sevenin sevdiğine kavuşması anlamına gelen 'vuslat' sözcüğünü yeni öğrenmiş ve çok sevmişti.
Bazen bir kuş sesi bile hayatın yaşamaya değer, alınan her nefesin ümit dolu olduğunu hatırlatmaya yeter.
Zeka sanılanın aksine güzellikten daha fazla kıskançlık yaratır. Zeka geçici değildir, üstelik köreltilmezse, yıllar içinde tecrübeyle serpilir, parlar, iktidar için güzellikten daha fazla işe yarar. Ancak bir kadın bedenindeki zeka hiç de aranan birşey değildir, zeki kadınlar kadar erkekleri korkutan iki şey daha vardır güzel erkekler ve çok iri zenci kadınlar. Çünkü dünya tarihinde son 5000 yıllık düzen, kadının güzel ve hizmetkar, erkeğin akıllı ve/ya zeki ve güçlü olması üzerine kurulmuştur. Bu düzeni bozan her kadın veya erkek düzen için tehlikelidir.
Büyük hayal kırıklıklarının bağışıklığı zayıflattığını kavrayan doktorlar, bu hastaların reçetelerine bol bol hayal kurma egzersızı yazmalı.
Yaşam demişti biri, düşünenler için bir komedi, hissedenler için bir tragedyadır.
İnsanın mutluluğunu sahiden paylaşacak birini bulması dünyanın en zor işidir.
Evet, tabiatın gücünü kadına benzetmek bütün kadim inançlarda ortaktır. Ancak, sadece doğurganlığıyla kadınla tabiat arasında bir bağ kurmak bize bir iltifat değil, aksine tuzaktır!
Akıl, tek bir cinsiyete bırakılmayacak kadar önemlidir. Hem erkekler de dahil, bütün insanlık zekasını anneden alır; sonun da genetıkçiler de artık ispatladı bunu.
Plastik, insan ırkının sonunu getirecek lanetli bir icattır.
Çıkarsız paylaşılan saf mutluluk o kadar eşsiz ve nadir bir güzelliktir ki, onun bu yüzden dünyada daima en çok kıskanılan ve satın alınamayacak tek mutluluk olduğu söylenir.
Biraz yavaş akan bir roman ama karakterler çok iyi kurgulanmış. Gazeteci olan Defne karakterinin toplumumuzla ilgili ele aldığı konular ve de hikayede Kadıköy sahiline gelen yunusun anlatıldığı yerler beni ayrıca etkiledi, hikayede kendimden bişeyler bulabildiğim bir nokta oldu. Bu kitabı çok büyük bir merakla elime aldım, şamanizm konusunda biraz daha çok şey öğrenmeyi beklerdim. Şamanizm’in özü ve felsefesi kitaba fazlasıyla sinmiş ama teorik ve tarihi kısmı benim için hala bir tabu. Son olarak kitapta bana hayal kurduran mekan, Defne ve Umay Ninenin yaşadığı, huzurla ve şeftali ağaçlarıyla bezenmiş bir bahçesi olan evleri oldu.
"Kadim" Türk inancı, kamlar, hatta Kutadgu Bilig bir romanda kullanılıyor. Üstelik 'şapkalı a'lar var! Sevinmeliyiz.
Fakat bu bir polisiye roman değil. Romanın asıl kahramanları polis, sahaf ve biraz da anneanne iken ve macerayı aslında ilk iki kahraman yaşarken, kitabın başlığından maceralarını okuyacağımızı sandığımız Defne Kaman hepi topu 3 sayfada anlatılan bir olay yüzünden romanın geçtiği 3 gün boyunca (...spoiler olmasın diye yazmıyorum). Diğer kitapları da okuyacağım, umarım onlarda ıslaktı ve üşüyordu gibi bir çözülme olmaz. Çözülme demişken hakkını verelim, üç rakamının gözümüze sokulmasının ardından polisin olayı 33. bölümde (nihayet!) çözmesi güzel bir detay. Fakat o bölümdeki "flaş disk", 34. bölümde "kalem hafıza" oluvermiş. Editör mü değişti o ara, ne oldu acaba?
Kitapta Kutadgu Bilig'den başka neler yok ki! Kadın cinayetleri, çevre koruma, çarpık şehirleşme, Alevi-Sünni çatışması üzerinden mezhep kavgası, bağnazlık, rüya tabiri, nebâtat, elbette Mevlâna'dan bir beyit (olmazsa olmaz!), arka kapakta bilhassa belirtilen ekofeminizm... Çorba.
Bir kaç kere kendi kitabına atıf yapması ve o kitaptaki karakterlerden birini beğendirmeye çalışması da sakil durmuş.
Kitap 13-17 yaş için iyi gibi duruyor, öyle midir, onlardan sormak lazım. Ama işte Yusuf Has Hacip'in hatrına iki yıldızı verdik, kamların, Umay'ın, Ülgen'in, Erlik'in aşkına devamını okuyacağız.
Bir şey çok eksik: oluşturulan hikayeler, karakterler ve bunların yer aldığı bağlam arasındaki ilişki gözden kaçmış gibi. Bir şey de çok fazla: açıklamalar. Okuyucuya her bilgi, her duygu, her olay, her mesaj... okuyucunun kendisini koyamayacağı kadar açık ve yoğun verilmiş. Tam da bu yüzden çok tanıdık olmasına rağmen, çok yabancı bir şey okuyormuş gibi hissediyor insan. Kendisi de kitaba dahil olamıyor. Yine de ikinci kitaba da şans verebilirim diye düşünüyorum - Buket Uzuner de karakterlere ısınmaya ihtiyaç duymuş olabilir belki? Bir de şamanizm merak ettiğim inanışlardan biri ve kitap sayesinde edindiğim bilgiler oldukça tatmin ediciydi. İkinci yıldızım da buna. Bakalım, bundan sonra neler olacak...
Su kitabı aslında basit bir dille Dîvânü Lugati't-Türk ve eski Türk geleneklerini konu edinen, özellikle kamanlık üzerine yoğunlaşan bir roman. 'Uyumsuz' olarak adlandırılan ana karakterimiz Defne, bulaşmaması gereken yerlere bulaşmış bir gazeteci ve ailesinden miras olarak gelen kamanlık tarzında bir yaşayışı ve özellikleri var diyebiliriz. Yolları bir şekilde kesiştiği polis memurumuz ise kamanlık ve Türk inançları hakkında hiçbir şey bilmiyor ve o öğrenirken kitap yavaş yavaş size de öğretiyor. Konu edindiği şeyler itibariyle çok güzel bir kitap olabilecekken, zorlama karakterleriyle ve basit kurgusuyla Su kitabını çok beğenemedim..
Olmaz ki bu kadar didaktik olunmaz ki. Madem Buket Uzuner bu kadar merak salmış Şamanizm'e, okumuş araştırmış belli ki, akademik bir tez yazaymış. Bu kitabın roman sanatıyla uzaktan yakından alakası yok. Kimse Ahmet Mithat Efendi'ye müdahil yazarlık konusunda laf söylemesin. O roman yazmayı biliyor, önemsiyordu. Bkz. Müşahedat. Kötü çekilmiş de olsalar dönem dizilerini zevkle izleyen ben, Şamanizm'e bu kadar ilgi duyduğum halde resmen sinirle elden bıraktım kitabı.
Bir kitabı bitirmek için bu kadar çaba göstermemiştim. Uzunca bir süre dönem dönem çabaladım ancak akıcı olmayan bir o kadar da sıkıcı bir kitap olmuş ne yazık ki tamamlamayı başaramadım. Kumral ADa Mavi Tuna'da aldığım tadı alabileceğimi düşünerek okumak istemiştim ancak sonuç benim için yalnızca zaman kaybı oldu.
Öncelikle hikayenin Kadıköy'de geçmesi, baş karakterlerden birinin sahaf olması, farklı mezheplerden iki kişinin büyük aşkı kitabı bana sevdiren en büyük unsurlardan...
Aynı zamanda Şaman ve eski Türklere dair detaylar taşıması çok ilgi çekici.
Polisiye kısmı çok tatmin etmese de karakterlerin samimiyeti, mekanlar, içinde geçen kitap ve şarkılar hatrına okunmalı.
Fazlasıyla didaktik. Romanın keyfini bir türlü çıkartamıyorsunuz. Yanlışlıkla önce Toprak’ı okumuştum. O daha da zor gitti... yazarın iyi niyetini bildiginden kızamıyor da insan ama. Keske bu kadar didaktik olma çabası olmasaydı...
Kitabı elinize ilk aldığınızda kapak tasarımı hoşunuza gidebilir, arkasındaki Şamanizm öğeleri barındıran, Kutadgu Bilig'den bahseden ve polisiye havası veren açıklama merakınızı celbedebilir. Fakat yazar hanım biraz polisiye biraz didaktik biraz Türk geleneği biraz da post-modern insan ilişkilerini konu edineyim derken aslında hiçbiri adına etkileyici bir üslup oluşturamamış. Beklentiyi düşük tutmakta fayda var. Uzun uğraşlarla serinin ilk kitabını,su, yarıladım. Anlatım sürekli öğüt verici çerçevede ilerlerken kitabın kendisi artık okuyanı rahatsız eden kocaman bir kamu spotuna dönüşüyor.
Vaktin kıymetli olduğu günümüz şartlarında okuduğum bir kitaptan kenara notlar çıkarmaya değecek ve tefekküre sevk eden cümleler bulmayı ummak gayet doğal diye düşünüyorum. Bunlara hiçbir şekilde rastlamadığım için de kitabı devam etme konusunda isteksiz olduklarım kategorisine gönderiyorum.
Kitap klubumuz icin biraz zorla okudum kitabı. 2 ay elimde, balkonda, salonda, çantamda süründü diyebilirim. Yazık, mesajlarını ve aritmetiğini, formüllerini, sembollerini cok gozumuze gozumuze sokan bir kitaptı..Benim icin biraz zaman kaybı oldu.
Polisiye romani tadinda okurken sikca hayatimi sorgulamaya, bazen de degistirme yolunda kararlar almama yol acan guzel kitap. Kutadgu Bilig'e olan sevgimi ve ilgimi katlayan, guzel ve dogal insanlarin varligini hatirlatan guzel kitap. Ey okuyucu diye her seslenisinde bana pasif bir okuyucudan fazlasi oldugumu hissettiren kitap. "Yasamak tabiatin efendisi degil, onun parcasi oldugunu hissetmektir,cunku ona donecegiz!" diyen kitap. Mevlana'nin " Her sey ustune gelip seni dayanamayacagin noktaya getirdiginde sakin vazgecme! Cunku orasi, gidisatin degisecegi yerdir!" ogudunu kulagima calan kitap. Iyi ki yazilmissin, iyi ki kesismis yollarimiz.
İki yeşil susamuru ve kumral ada mavi tunayı okuyalı 15 yıldan fazla zaman geçti. Buket Uzuner'i çok severim. Onun kitabı olunca gözüm kapalı alırım. Ancak her yeni çıkan romanında beni hayal kırıklığına uğratmaya devam ediyor. Sanki giderek değişti birşeyler. Çok mesaj kaygılı bir roman "Su". Sürükleyici değil, sanki çözülecek bir bilmece gibi verilmiş konu, ancak herşey zaten ortada ve yeteri kadar ilgi uyandırmıyor gibi geldi bana. Ama herşeye rağmen, konuya ve mekana olan ilgimden dolayı Toprak romanını da okurum herhalde.
Sosyal mesajlar arasında arada lütfedip hikayeye dair bir şeyler serpiştirmiş neyse ki. Tekrarlamaları, bu zamanda olmayacak diyaloglar ve hangi betimlemeyi yazmak istediğine karar veremeyip aklına gelen her şeyi art arda yazdığı bir eziyet gibiydi. Kim bu kadar çok “ya hu” diyorsa, onun yanında bulunmak istemem. Kitabı hediye edene değer verdiğim için kendimi zorlayıp bitirdim ama okumayı düşünen birisiyle karşılaşırsam durdurmak için kitabın sonunu söylemeye bile hazırım.
2,5/5 Kitapta gereksiz yere çok fazla betimleme yapılmıştı bence. 3 sayfa Kadıköy betimlemesi okuduk! Bir yerden sonra gerçekten sürükleyici olduğunu inkar edemem ama sıkıldığım yerler de bolca vardı. Yine de Şamanlığa dair bolca bilgi edindim. Hiç değilse vakit kaybı değildi..
İçten ve samimi anlatımıyla sizi hemen içine çekecek bir kitap Su. Çok sade ve çok kolay okunabilen bir dili var.
İnsanın insana yapabileceği kötülüğün sınırı yoktu. Ama insan alışıyordu. Çok tuhaf ama insan alışıyordu. Düşünmesi bile ürpertiyor ama öyleydi işte... İnsan nelere alışmıyordu ki zaten? Bir zamanların en korkunç olasılıkları bir gün hayatın bir parçası olabiliyorsa...
Defne adında gazeteci bir karakterimiz var. Bildiğimiz gazetecilerden değil. Kendisi ‘uyumsuz’ bir gazetecidir. Bir gün Defne ortadan kaybolur. Kendisiyle aynı soyadını taşıyan Komiser Ümit Kaman ise Defne’yi aramaya koyulur. Ümit bir yandan Defne’yi ve Defne’nin kendisine bıraktığı yardım çağrılarını çözmeye çalışırken bir yandan da ailesiyle ve sevdiği kıza sırf aynı dinden değiller diye kavuşamamanın mücadelesi verir. Bu süreçte Ümit karakterinin büyümesi okumak çok zevkliydi.
Defne karakterini bu kitapta çok fazla okuyamıyoruz. Karakteri bize Umay Bayülgen ve SU kitabı anlatıyor. Umay Bayülgen de çok değişik ve gizemli bir karakter. Okursanız neden bu şekilde tasvire ettiğimi anlarsınız zaten. Kitapla ilgili beni rahatsız eden şey kitabın çok fazla kurgu olmasıydı. Acaba gerçekten günümüzde veya eski Türklerde Umay Bayülgen gibi birisi var mı veya var mıydı? Bana çok çok uçarı geldi bazı kısımlar. Kurgunun içinde okunuyor mu? Elbette. Sadece bir an olsun gerçekliğe ayak basma arzusu benimki.
Bir de şu nokta var ki, yazarın elbette anlatmak istediği bir şeyler var. Elinde malzemesinin olması da çok güzel bir şey. Şamanlık, Türklerin tarihi, kadın ve kadının toplumdaki yeri, siyaset, başörtüsü, Alevilik- Sünnilik, sağcı-solcu kavramları gibi ama sırf bu konular hakkında bir şey anlatacağım diye mesaj vermeye çalışmak bazı noktalarda kurguya yazık etmiş. Özellikle başörtüsü konusunda çok ikileme düşmüş yazar. Kitabın acınası noktası da burasıydı benim için.
Bazı yerlerde kitap kendisini 'su' gibi götürürken bazı yerlerde çok yapmacık kalmış. Çok ikilemdeyim bu kitap için. Çok katıldığım düşünceleri de vardı, aksine 'gerçekten yazar bu şekilde mi düşünüyor' dedirten kısımları da. Kısacası benim için ortalama bir kitaptı. Yunus Balığı ve onun hikayesi, Ümit ile Tasvir'in aşklarının mücadele dolu hikayesi ve Sahaf Semahat'in hayatı bu kitabı okunur kılan tek kısımlardı. Okudun mu? Okudum. Olayı bu.
İnsanların birbirlerini kolayca ve çabucak yargıladığı, kimsenin kimseye ayıracak vaktinin olmadığı, gözlerinin sadece bayram etmek için baktığı, dünyanı bir 'körler ülkesi'ne dönüştüğününü, acının ve sevginin pazarlandığı zamanlarda yaşadığını fark etmek, hangi yaşta olursa olsun,, yaşlanmaya başlamaktır.
Elimden bırakamadığım bir kitap değildi, ayrıntılı konularda sıkça yapılan tekrarlar vardı ve okumayı zorlaştıran şey buydu galiba. Bu tercihin katkısı da vardı, karakterlerin resmi zihnimde öyle bir çizildi ki Kadıköy’de yürürken karşıma çıksalar tanıyacak gibiyim :d Yüksek puanın asıl sebebi mitoloji seviyor olmam ve Şamanlığa olan ilgim aslında. Roman üzerinden ne kadar sağlıklı bilgi edinilebilir tartışılır tabi ama Buket Uzuner bence dersine iyi çalışmış. Ben şahsen böyle konularda ‘bilmemneye giriş/101’ gibi ders kitabı niteliğinde kitaplar okumaktansa röportaj usulüyle yazılmış incelemelerle veya romanlarda hikayeye yedirilmiş olarak temel bilgi sahibi olmayı daha çok seviyorum. Konu ilgilimi çekerse de o zaman bilimsel kaynaklardan sıkılmadan ileri okuma yapabiliyorum. Bu kitap da benim için Türk Mitolojisi ve Şamanizme ısınma kitabı oldu, akış ne kadar sarmasa da serüveni genel olarak merak ettiğim için serinin Toprak ve Hava’sını da aldım. Umarım onlardaki dil daha keyiflidir ve hızlı okunur :)
Buket Uzuner’in tabiat dörtlemesi olarak adlandırdığı kitapların ilki olan “SU”, komiser Ümit Haydar ile arkadaşı Sahaf Semahat’in 1000 yıl önce Uygur harfleriyle Türkçe olarak yazılmış “Kutadgu Bilig”in şifrelerini takip ederek kayıp gazeteci Defne Kaman’ı aramasını konu alıyor. Bu arada Defne’nin Umay ninesi ile kadim türk inancı şamanlık’a selam çakarken, mezhep farkından dolayı sevdalısına kavuşmasına engel olunan Ümit Haydar’ın biraz “kör göze parmak sokar” cinsten iç/dış hesaplaşmalarını anlatıyor. Kitapta en sevdiğim karakter tabi ki Defne’nin ninesi Umay Bayülgen oldu. “Otacı, bilge, ozan, şifacı, masalcı, sağduyu, tabiat ana ve basiret gözü açık” olan Umay nine bir kam’dı. Romanın, mitolojik sembollerle süslenen kurgusunu beğendim fakat polisiye yanını zayıf buldum. Komiser olmuş bir polis amiri daha ilk günden tehditleri belirleyip şüphelinin izini sürebilirdi kanımca. Serinin 2. Kitabı “Toprak”ta daha derin bir felsefe ve iyi bir polisiye ile karşılaşmayı umuyorum.
Kumral Ada Mavi Tuna'dan sonra Buket Uzuner'in diğer kitaplarına olan beklentim inanılmaz yükseldi sanırım. Umay Nine ve Sahaf Semahat'in olduğu yerleri, otacılık kısımlarını keyifle okusam da kitabın yarısına geldiğimde sıkılmadan edemedim. Sıkıldığım kısımları dinleyerek tamamlama şansım olmasa yarım bırakırdım. Yine de seriye devam edeceğim.