Yüzü olmayan adam rollerine çıkıyorum artık. Bu saatten sonra, karanlıkta her şey, her şeye dönüşebilir. Ay ışığı vurduğunda bir garip Âdem. Karanlıkta yüzü olmayan adam. Daktilonun gırtlağını sıkıyorum. Babamdan kalma. Baba, oğul ve kutsal roman adına, diye haykırarak saldırıyorum yazmaya. Yaşlı metal bacaklar titriyor. Üst üste basıyor a ve e harflerini. Âdæm çıkıyor siyah maddeden pırıl pırıl. Ara tür. Melez. Parçalı bir resim.
Murat Gülsoy okurları bilir: Âlemler Süreklidir. Zamanda kaybolan Tanpınar, oyunda kaybolan Oğuz Atay, rüyada kaybolan Borges, şehvette kaybolan Nabokov, davasında kaybolan Kafka, kendi hikâyelerinden kaçıp gelen Olric, Gollum, Doktor Ramiz ve daha pek çok yaratıcı ruh, Baba, Oğul ve Kutsal Roman’ın labirentinde birbirlerini arıyorlar.
Murat Gülsoy bu romanında kurduğu fena halde eğlenceli ve kendine özgü âlemde, hem büyü yapmaya hem büyü bozmaya davet ediyor okurlarını. Karanlığın aynasına koyu bir ironiyle, acımasız bir yalınlıkla güle oynaya giriyor, kırıp parçalarına ayırdığı bir hayatı gözlerimizin önüne seriyor. Baba, Oğul ve Kutsal Roman, edebiyatın başkalarının hayatlarına kaçıp saklanmanın değil kendi dehlizlerinde dolaşmanın bir yolu olduğuna inananlar için….
1967'de İstanbul'da doğdu. Kabataş Erkek Lisesi'ni bitirdi. Yüksek öğrenimini Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümünde tamamladı (1989). Aynı üniversitenin Psikoloji Bölümü'nde “Face-Specific Evoked Brain Potentials”(İnsan yüzlerine ilişkin uyarılmış beyin potansiyelleri) başlıklı tezi ile yüksek lisans derecesi aldı. (1992). İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Biyomedikal Mühendisliği programında doktora yaptı. Beyin cerrahisinde kullanılacak bir cerrahi lazer sistemi üzerinde tez yazarak doktorasını tamamladı.
Öykü, roman, inceleme türlerinde eserler vermiştir. Eserleri Sait Faik Hikâye Armağanı (2001), Yunus Nadi Roman Ödülü (2004), Notre Dame de Sion ödülü (2013), Sedat Simavi Edebiyat Ödüllerine (2014) layık görülmüştür. 2004-2021 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi'nin genel yayın yönetmenliği görevini yapan Gülsoy 2014 yılından beri de Boğaziçi Üniversitesi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi müdürlüğü görevini sürdürmektedir.
Kitapları: * Oysa Herkes Kendisiyle Meşgul, 1999, CAN Yayınları, öyküler. * Bu Kitabı Çalın, 2000, CAN Yayınları, öyküler. (2001 Sait Faik Hikâye Armağanı) * Belki de Gerçekten İstiyorsun, 2000, altkitap.com, öyküler. * Alemlerin Sürekliliği ve Diğer Hikâyeler, 2002, CAN Yayınları. * Binbir Gece Mektupları, 2003, CAN Yayınları, öyküler. * Bu Filmin Kötü Adamı Benim, 2004, CAN Yayınları, roman. (2004 Yunus Nadi Ödülü) * Bu An’ı Daha Önce Yaşamıştım, 2004, CAN Yayınları, öyküler. * Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık, 2004, CAN Yayınları, inceleme. * Sevgilinin Geciken Ölümü, 2005, CAN Yayınları, roman. * Kâbuslar, 2006, altkitap.com, öyküler. * İstanbul'da Bir Merhamet Haftası, 2007, CAN Yayınları, roman. * Bize Kuş Dili Öğretildi, 2008, altkitap.com, resimli-roman. * 602. Gece Kendini Fark Eden Hikâye, 2009, CAN Yayınları, inceleme. * Karanlığın Aynasında, 2010, CAN Yayınları, roman. * Tanrı Beni Görüyor mu?, 2010, CAN Yayınları, öyküler. * Baba, Oğul ve Kutsal Roman, 2012, CAN Yayınları, roman.(Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülü) * Nisyan, 2013, CAN Yayınları, roman. * Gölgeler ve Hayaller Şehrinde, 2014, CAN Yayınları, roman.(Sedat Simavi Edebiyat Ödülü) * Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet, 2016, CAN Yayınları, roman. * Öyle Güzel Bir Yer ki, 2017, CAN Yayınları, roman. * Ve Ateş Bizi Tüketiyor, 2019, CAN Yayınları, roman. * Belirsiz Bir Anın Kıyısında, 2021, CAN Yayınları, öyküler. * Ressam Vasıf'ın Gizli Aşklar Tarihi, 2023, CAN Yayınları, roman.
sevgili murat gülsoy ile tanışma kitabım oldu baba, oğul ve kutsal roman.
"geç keşfedilen" klasmanına sokmam gereken fakat aslında doğru zamanda buluştuğum bir metin. hiç çekinmeden söylemem gerekir ki baba, oğul ve kutsal roman son zamanlarda okuduğum en iyi yerli metinlerden biri. içinde atıfta bulunulan yazarlar ve eserleri okuyanlar için daha müthiş bir deneyim sunuyordur muhtemelen. ben de bunların bir ucundan tutabildim. kendisinin de söylediği gibi yazılırken yaşanan ve yaşanırken yazılan bir roman.
sıradan durumları yer yer sıradan şekilde aktarması bana murakami tadı verdi ama yerli murakami demek belki henüz erken bir yargı olabilir. umuyorum ki murat gülsoy'un en iyi eseri bu değildir. çünkü en sevdiğim kitaplar arasında yerini aldı.
goodreads'te güncel puanının 3.62 olması bisi sinirlendirdi efendimiss
Temelde nasıl roman yazılır üzerine yarı deneme, yarı kurmaca bir metin tadı verdi. Anlatısını, okuruyla paylaşmaktan çekinmediği kurgusal taktikler üzerinden post-modernleştiren bir çeşit yazarlık atölyesi gibi. Mizahı tadında, dili güzel, zaman zaman ilginçleşen bir metin. Ama yazmak kadar atmayı da bilmek gerek. Post-modern şakalar yaparken bile kendinizi fazla ciddiye alıyorsunuz. Türk romancısından bu kitap nezdinde temennim kendini daha az ciddiye alması. İşin zanaatiyle uğraşırken metin ruhunu kaybediyor bir post-modern aforizmalar geçidine dönüşebiliyor. Yine de yetenekli bir yazarla tanıştım, memnun oldum.
Murat Gülsoy'un okuduğum 2. kitabı. Bu kitaptan sonra şunu samimiyetle söyleyebilirim ki kendine has bir üslubu var...
Kitapta defalarca belirttiği gibi yazarken yaşanan, yaşarken yazılan bir kitap bu. Farklı kitaplara ve yazarlara (Borges, Karanlıkta Kahkaha, Yüzüklerin Efendisi gibi) sıkça değinmiş romanında ama baş köşeyi Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" ne ayırmış.
Kendi hayatından bir kesiti anlatıyor gibi yazmış, ama ne kadarı gerçek hayatından bilemedim/ bilemeyiz doğrusu...
Ben keyifle okudum. En kısa zamanda yazarın 3. kitabını da okumayı planlıyorum.
Murat Gülsoy'un bugüne kadar yazdığı her kitabı okudum ancak bu roman(ki bence tam olarak bir roman diyemeyiz) benim zevkim için fazla deneysel olmuş. Yazarın ne yapmaya çalıştığını anladım ancak konular, anlatım, olay örgüsü, karakterler, kısacası kitapla alakalı herşey çok soyut ve okuyucuyu biraz dışlamış. Gülsoy'dan bir kitap tavsiye edecek olsam, bu kitap olmaz.
Bir kişinin gerçeklikte yaşadığı mı daha gerçektir yoksa rüyalarında yaşadığı mı? Peki ya gündüz düşleri?
Neden insanoğlu olarak sürekli gerçekliğin peşinde koşarız? Neden varolduğumuz süre boyunca hakikati bulma ve onunla yaşama arzusu içinde oluruz? Yoksa hep kandırıldığımızı mı düşünüyoruz? Mesela politik, siyasi ya da teolojik sistem tarafından ve bu sebeple mi sürekli olarak gerçeklik içinde olmak için mücadele ediyoruz?
Bazı rüyalar gerçekten daha gerçek olamaz mı mesela? Rüyaların sembolize ettiklerini anlayarak gerçekliği daha iyi anlayamaz mıyız?
…
Elimizde rüya ile gerçeklik arasında bir yerde duran bir metin var. Adeta bir puzzle, yukarıda yer alan tüm bu sorulara cevap arayan.
Postmodern edebiyat türünden, üst kurmaca ile yazılmış bu roman klasik anlayışta roman okumak isteyen bir okuyucuya hitap etmeyecek bir noktada.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın zamanı ele alışı üzerinden bir zaman işleyişi var romanda. Sadece zamanı işlemekle kalmıyor, zaman ve mekan ilişkisini, mekan psikolojisini de anlatıyor. Escher’in merdivenlerini görürüz adeta bu romanda. Zaman ve mekan döngüsündeki sonsuz devinimle bizi gerçekliği sorgulamaya teşvik ediyor.
Anton Çehov’un “öyküde bir tüfek/silah varsa o muhakkak patlamalı” ilkesinin bir parodisiyle başlayan kitap Ahmet Hamdi Tanpınar, Borges, Orhan Pamuk, Oğuz Atay, Nabokov, Camus ve Kafka gibi birçok önemli yazara ve esere atıfta bulunarak ilerliyor. Hatta özellikle Ahmet Hamdi Tanpınar’ın karakterini kendi kurgusu içine katarak onlara roller biçiyor. Bu açıdan çok zengin ama bir o kadar dağınık, bir o kadar karmaşık çok şey var. Aslında hayat gibi… Ancak roman sapmalara izin vermiyor ve okuyucu olarak nereye gideceğimizi önceden belirliyor ki şahsi olarak bu beni biraz zorladı okuyucu olarak.
Anlatıcı yazarın romanın bir yerinde “benim bu hikayede rolüm ne” sorgulamasını yaptığı anda üst kurmacanın başladığını görüyoruz ki, bu, gerçek hayattaki bizlere şu mesajı veriyor: Peki bizler, yaşamda kurgulanmış anlar içinde mi yaşıyoruz? Kurgulanmış kurgunun içinden çıkıp kendi kurgumuzun dümenine geçmek için hazır mıyız? (Truman Show). Postmodern edebiyatta üst kurmaca ile yazılmış metinler her ne kadar klasik tarzda yazılmış metinlere göre okuması daha zor metinler olsa da, kişisel fikrim, yaptığı bu sorgulamalarla okuyucuyu daha fazla düşünmeye yönettiyor ve bu oyunlar okumayı daha keyifli hale getiriyor.
Oldukça beyin yakıcı bir metin ☺️ Ama kesinlikle okudum bitti denilebilecek bir metin değil. Üzerinde uzun uzun düşünüp, hatta tartışılması gereken çok nokta var.
#okudumbitti #BabaOğulveKutsalRoman #muratgülsoy #kitapyorumu 250 sayfalık bu sürükleyici romanı iki gün içinde bir solukta okudum. Son 50 sayfayı biraz sıkıcı ve donuk bulsam da kitabın geneli ile ilgili olumlu düşüncelere sahibim. Bir kere Murat Gülsoy dili çok ustaca kullanıyor. Harfler kelimelere, kelimeler cümlelere, cümleler sayfalara nasıl dönüşüyor hiç anlamadan bitiveriyor kitap. Dil konusu edebiyat noktasında benim en hassa olduğum konu; bir yazarı dili kullanmasına bakarak değerlendiriyorum. Tabi ki kurgu da önemli ama önce dil. Bu kitabın sıkıcı diye bahsettiğim son elli sayfasında bile kendimi okumaktan alamadım. Romanın başında orta yaşlarında, köpeği Kıtmir ile yaşayan anlatıcının bir yazar olduğunu anlıyoruz. Yazar tarafından kaleme alınan bir kısa öyküde, Çehov’un “bir duvarda asılı tüfek varsa bu tüfek hikâyenin içinde mutlaka patlar” savını okuyoruz. Bundan sonra yazarın göz altına alınması ile işler karışıyor. Yazarın öğrencilik yıllarından eski sevgilisi Asena ile yaşadıkları ve tam da bu günlerde onunla tekrar karşılaşması anlatıcının aklını kurcalıyor. Bu arada Kıtmir’i yürüyüşe çıkardığı sabahlardan birinde tanıştığı ve yazarın Nabakov’un Lolita’sı ile karşılaştırdığı Merve giriyor yazarın hayatına. Bir taraftan Asena’nın gençliği ama şimdiki orta yaşlı görünümü, diğer taraftan henüz bir lise öğrencisi olan Merve’nin genç ve diri vücudu yazarımızın hem gece hem gündüz tuhaf rüyalar görmesine neden oluyor. Rüya ve rüyalarda kullanılan sembolik anlamlar Gülsoy’un romanlarında sıkça karşımıza çıkan ögelerden. Bu romanda farklı olarak Gülsoy bir çok usta yazara göndermeler yapıyor: Tanpınar, Nabakov, Oğuz Atay, Borges, Kafka, Orhan Pamuk ve daha başkaları. Örneğin Lolita’nın girişinde yer alan “Lolita, kasıklarımın ateşi…” cümlesini “Asena, kasıklarımın ateşi…” şeklinde değiştiriyor yazar. Bir de yazarın iç sesi olan kimi zaman Yüzüklerin Efendisi’nin Gollum’u, kimi zaman Oğuz Atay’ın Olric’i çıkıyor karşımıza. Yazarın bahsettiği hikayenin bir yere varacağını sanıyorsanız yanılıyorsunuz çünkü bütün roman bir meta kurmaca; hikayenin tamamı başka bir hikaye. Keyifli okumalar.
Murat Gülsoy'un belki de tüm kitaplarının "sinema diliyle" sinopsisini oluşturan kitap bu. Her kitaptan bir cümle görüyorsunuz. Sadece kelimeler değil yazarlar da yer alıyor, Oğuz Atay, Kafka, Borges ve Tanpınar. Özellikle Tanpınar hikayesinden yola çıkılarak yazılmış hissini hiç yadsımamış, selamını eksik etmemiş Murat Gülsoy. Kitap Gülsoy'un ezik gözüken fakat rasyonel karakterlerinden birini barındırıyor. Karakterin ismi var mıydı diye düşündüm, hatırlamıyorum, muhtemelen geçmedi ya da ismi önemli değildi. Kadınlar arasında kalmış, hayatın arasında kalmış bir zaman sıkışması ürünü karakterimiz var. Rüya ve gerçeklik içiçe işlenen, farklı kurgularda yer alan bir kitap. Katmanlı olarak nitelendirilen yani. Birkaç eleştirim olacak kitap hakkında. İlki katmanların bazısının ucu açık kaldı (sorguda olan kısım bir anda son buldu), bir durum hikayesi değil bu ucu açık kalmamalı. İkincisi kitap hakkında övgü dolu şeyler yazmak beklentileri yükselttiğinden, kitabın değerini düşürüyor. Varoluşsal bir kitap, yeniliklerin sınırını zorluyor gibi cümleler çok bayağı kalıyor. Altı üstü metaforik öğeler barındıran bir kitap. Üçüncü eleştirim, silah patlaması ile ilgili oldukça güzel bir beklentiye sokmuşken kitap bununla alakalı bir son göremedim. Bu benim beklentimle alakalı değil kitabın içinde bir silah var ise mutlaka patlar diyordu. Silah mı bulunmadı hikayede? Patlama anı hangisiydi? bilemiyorum. Açık kalmış sanki... Cinselliğin kullanıldığı kitapların ilgi çekmek için yazıldığını düşünürdüm ama burada karakter evrimini göstermek için kullanıldığından beni rahatsız etmedi. Cümleler güzeldi, okurken keyif vericiydi. Başka bir yorum yapılabilir mi bilemiyorum ama Gülsoy'a başlangıç kitabı bu olmamalı.
Roman Calvino’nun Amerika Dersleri’nde “kimiz biz, deneyimlerin, bilgilerin, okumaların, imgelerin bir birleşimi değilsek neyiz her birimiz?” sorduğu soruyu anımsattı. Sevdiği yazarlar, kitaplar, filmler, müzikler ve okuruyla konuşan yazar kendisindeki izlerini anımsama ve atıf yoluyla aktardığı gibi, Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ndeki karakterlerin rüya aracılığı ile kurguya dahil olması gibi hoş detaylar var. Simgelerle ve rüyalarla dolu boğucu, karanlık bir dönem yaşayan, son kitabından sonra uzun bir süredir tıkanmış hisseden, “yeni bir dünya kurmakta” sorun yaşayan yazar yaşadıklarını yazıya aktarmaya karar veriyor.
“ kahramanı ben olan bir roman. Gün içinde yaptıklarım, başından geçenler, düşüncelerim…” “Aslında gerçek yaşamın konusuzluğunu, daha doğrusu bağlantısızlığını anlatmak için yazıyorum bunu.” “Sürekli gerçeküstü şeyler hayal edip sonunda mutlaka gerçekçi bir açıklaması olan hikayeler yazıyordum.” “İşte hep istediğim şey oldu, fantastik bir olay başıma geldi.”
Gerçek ve rüyanın içiçe geçtiği, yazarın hayalinin gerçekleştiği, gerçeküstü bir kurguyla rüyaların gerçekliği etkilediği bir anlatım ortaya çıkıyor.
“Geçmiş ne kadar geçmişte kalır? Şimdi dediğimiz zamanın ne kadarı geçmişe aittir? Kim bilir? Tanpınar bilir. Borges de bilebilir.”
Murat Gülsoy'un deneysel çalışmalar yaptığı tuhaf bir romanımsı. Nabokov, Tanpınar ve Oğuz Atay'dan oluşan üçlü bir zemini var kitabın. Özellikle Ahmet Hamdi Tanpınar'ın edebi bakışı kitapta her köşeden çıkıp bizi izliyor gibi. Saatleri ayarlama enstitüsü'ne çok fazla atıf yapılmış hatta atfın yapılmadığı yerlerde de okura küçük ipuçları ile gizliden hatırlatılmış. Benim okuma zevkime çok hitap etmese de çok emek verildiği her kelimesinden belli türk edebiyatının nadide örneklerinden biri bence.
Bana Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Hikayeler, Nabokov'un Karanlıkta Kahkaha, Borges'in Rüyalar Kitabı'nı hatırlattığı için yazara teşekkürü bir borç bilirim.
"İnsanlara beklediklerini vermekten vazgeçmeliyim. Nasılsam öyle davranmalıyım. Başkalarına göre davranmaya başladığım anda hayatla bağımın inceldiğini, yaşanan ânın derinliğinin kaybolup iki boyutlu bir hâl aldığını hissediyorum. O yüzeyin üzerinden kayıp giderken kendimden uzaklaşıyorum."
Kitapta karşınıza her an tanıdık bir yazar, kitap ve o kitaplardan satırlar çıkıyor, kurgusu tamamen bu detay üzerine iyi bir edebiyat örneği ama insan o kadar dejavu haline giriyor ki odağı ister istemez dağılıyor. Bu karmaşık denemeyi bu kadar iyi bir edebiyatla anlatabildiği için keyifli bir okumaydı.
İddialı bir şekilde başlayan bu roman bir türlü vadettiğini vermiyor. Hatta bilinçli şekilde bozuyor. Belki kısa öyküye daha uygun bir üslup. Roman niyetliyle okunacak gibi değil. Nedir bu romanın ana derdi diye düşündüm ama pek derinlikli bir cevap bulamadım. Ana karaktere sıkışmış bir kurgu. Öylesine yazılmış gibi.
Yekpare bi an var sadece… Kendi kafamdakileri bir kitapta görmek… gördüklerim göremediklerim görmezden geldiklerim… Ah be Murat Gülsoy… Kıtmirler kovalasın seni.
"Garip bir duygusuzluk hali. Duygusuzluk değil bu. Apati. Heyecansızlık, durgunluk, hissizlik, duyarsızlık... Aslında bu doğru değil. Doğrusunu nasıl ifade edebilirim onu da bilmiyorum. İnsanın kendinden kopması gibi." s.109
"Déjà vu. İyi bir edebiyat eseri insana déjà vu duygusu verir. Edebiyatın en heyecan verici özelliği de bu değil mi: insanların zihinlerinin içinden geçenlere tanık olma hissi yaratması." s.174
"..., hiç gülmedin, sevgiyi yılışıklık sandın, oysa ben bu kara üslubu atadili olarak benimsedim kaç kuşaktır, ubor metenga!" s.216
"Belki en uygun zayıflama ve mutlu olma ve aşkı bulma kitaplarına göz atıp ilerlemeyeceksin bile içerilere. Korkardın zaten. Derinlik korkusu vardı sende de, diğerlerinde olduğu gibi." s.218
"Her şey Andy Warhol'un uyduruk çoğaltmalarına dönüşmek zorunda mıydı?" s.226
'telmih' denebilir mi bu kitapta sikca kullanilan sanata? Kitabin konusu degil, kitap boyunca adini andigimiz kahramanlar, romanlar ve yazarlar bu kitabi ilginc kilan. M.G'un yaptigi onceden okudugunuz Camus, Kafka, Nabokov, Tanpinar'in bir ozetini gecmek degil de, cumle icinde kullanarak gunluk hayata katmak. 'lolita', 'efendimisss', 'isinla beni scutty' gunluk konusmalarimizda sikca kullandigimiz gondermeler idi, kulliyattan devsirilmis baskaca deyimler de sunuyor bize kitap.
En sonundaki mektup ise oykuden cok farkli bir tat birakti. mektup ile oykuyu bagdastirmak icin ugrasmaya gerek duymadim.
Kitaptaki iç ses olarak kullanılan Gollum replikleri biraz itici geldi..çok fazla aldırış etmemeye çalışınca üstünkörü geçebiliyor insan.. Yazar tanımının karşısında yazmaktan sıkılan kişi diye birşey olabilir mi merak ediyorum..zira M.G. yer yer kitabın içinde de bahsettiği üzere sıkılıyor anlatmaktan.. Sondaki mektup kitaptan uzaklaşmış, bağımsız bir hava katmış..mektup tadında başlı başına mini bir kitap bile yazabilir esasında..tüm eksi puanlarına rağmen M.G. Bu kitabında da ortalamayı yakalamıştır..
"Murat Gülsoy, heyecanlı ve renkli bir öyküyü, roman sanatının tekniklerini düşüne düşüne kullanarak ve sevdiği yazarların, filmlerin ve ân’ların süzgecinden damıtarak yaşarken/anlatırken, bir romancı romanından çok, derinlikli bir sanatçı romanı sunuyor bizlere." Tekin Budakoğlu'nun (edebiyathaber.net 31 Mayıs 2012)
Bir arkadaşın karşına geçmiş anlatıyor gibi, çok rahat okunan bir kitap. Günlük konuşma diliyle yazılmış, rahat bir anlatım. Edebi (çok daha edebi) kitapları tercih ettiğim için pek beklediğimi bulamadım, çarpıcı bir etkisi de olmadı üzerimde ama birkaç yerde gerçekten güldürdü, hakkını vermek gerek.