"Bedeni ve maddi hazlara bağlı bir mutluluk düşüncesini besleyip büyütüyoruz. Dünya muhabbetini sayısız teferruat ile zenginleştiriyoruz. Nefsin ihtirasları bizi her an değişik parıltılar yayan eşyaya doğru koşturuyor. Bu vahşi koşu modern dünyanın simgesidir. Bu kitap kalbi olanı, aşkı ve öteleri dile getirerek hayatın hakikatına işaret ediyor. İçimizdeki yoksulluğu farketmek için belki bir fırsattır bu."
1947'de Erzincan'da doğdu. Erzincan Lisesi'ni (1963), Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi (1968). Tunceli ve İstanbul'da edebiyat öğretmenliği yaptı. Öğretmenlikten ayrılarak (1974) Dergâh Yayınları'nda idareci olarak çalışmaya başladı. Hareket ve Dergâh dergileriyle, Türk Dili Edebiyatı Ansiklopedisi'nin yayın faaliyetlerini yürüttü. Senaryolar yazdı. Televizyonda sohbet programları yaptı.
Mustafa Kutlu Eserleri Hikaye Ortadaki Adam (1970), Gönül İşi (1974), Yokuşa Akan Sular (1979), Yoksulluk İçimizde (1981), Ya Tahammül Ya Sefer (1983), Bu Böyledir (1990), Sır (1990), Arkakapak Yazıları (1995), Hüzün ve Tesadüf (1998) Uzun Hikâye (2000), Beyhude Ömrüm (2001), Mavi Kuş (Hikaye 2002).
Deneme: Akasya ve Mandolin (1999)
İnceleme Sabahattin Ali (1972) Sait Faik'in Hikaye Dünyası (1968)
Hicret kavramını işlediği çok içten bir kitap olmuş. Her sayfada kendimi okuduğumu söyleyebilirim. Sayfa 68, ”tamam evlenelim lâkin önce hayat üzerinde anlaşalım.” bu cümle beni en çok vuran kısımlardan biri oldu. Daha sonrasında, hikayeyi asıl başlattığı kısım, yani Engin nişanlandı, hikaye bitecek sandığımız yerde Süheyla’nın Allah’a hicreti, o hicrete sevdiğini dahil etmeye çalışması, bunlar ne güzeldir! Mustafa Kutlu’nun bahsettiği hicret çok güzel bir kurum. İnsan önce Allah’ını bilecek, bu hicreti gerçekleştirirken de sevdiğini de buna dahil edecek. E tabii, bu hicreti gerçekleştirebilmek için de önce insan kendi içine hicret edecek. Kitapta hatta şöyle bir bölüm var: ”Birlikte denize bakıyorlar. Yani kendilerine bakıyorlar, içlerine. Bu bakışı kim engelleyebilir?” Kendini tanımlama süreci, Allah’a hicretin en önemli parçası. Bu çok zor bir süreç olmakla beraber tamamlanmazsa insanı hep dibe çeken bir yol. Bu arada Süheyla'nın hicret ederken sevdiğini de hicrete dahil etmek için olan çabasını gözlerim dolu dolu okudum. "Sevdiğini hicretine katmak." burada kalsın, biriktirdim.
Tatlı bir hikaye. Ama sanırım bu kitabı ortaokulda okumuş olmalıydım... Temelde bir ihtida hikayesi ve içsel dönüşüm anlatısı. Yine de Mustafa Kutlu yazdığı için okunur.
bu kitabı başladığımda hiç bu kadar güzel olabileceğini düşünmemiştim. belki de okurkenki kendi içsel dönemimle alakalıdır ama Sühelya’nın hikayesi ve tutumu çok etkileyeciydi. şuana kadar okuduğum en iyi mustafa kutlu hikayesi olabilir.
kitapta Sühelya’nın huzuru bulması Engin’inde arayışına şahit oluyoruz. Sühelya’nın beklemediğim bir şekilde Engin’e, sevdiği insana, “harama batmamış bir şehre hicret edelim” demesiydi.
diline gelirsek akıcıydı. gün içerisinde bitirilebilecek bir kitap 🌹
tavsiye üzerine aldığım hayal kırıklığı yaratan bir kitap oldu..
Engin'in köşeyi dönme, yırtma ve rahata erme hırslarından bunalan Süheyla'nın zaten ucundan tuttuğu maddiyattan maneviyata geçişi ve bu nedenle ne kadar ulvi bir karakter olduğu diye özetlenebilir.. ve bu sığ bir yorum olur ama derinleştirmek içinse özellikle Süheyla karakteri bana riyakar geldi..
Ana karakterini sevemediğim bir kitaba yüksek puan vermem zaten pek olası değildi ama özellikle başlarda anlatımı takip etmekte de zorlandım.. yazarın okuduğum ikinci kitabı, ilkini daha çok sevmiştim..
kitapta altını çizdiğim tek cümle: s59 ''Bir saç tokasından yalnız kalmanın hakkından gelemeyen ben''
En sevdiğim Kutlu hikayesi oldu. Ebu Talha ve Ümmü Süleym (Rümeysa) kıssası kitabın yazılış amacını veren çarpıcı bir son oldu. Hayatımızdaki her şeyin tam, eksiksiz olması içimizdeki yoksulluğa çare değil. İç huzuru, iç hesaplaşmayı bu kadar tatlı ve yalın anlatan başka bir kitap daha okumamıştım. Geçen hafta Mustafa Kutlu'ya imzalatma fırsatını da bulduğum bu kitaba benden 5/5.
Ne hoş bir öyküydü, bir yanıyla memnun eden, bir yanıyla derin bir hüzne sürükleyen... Okurken Huzur Sokağı'nı hatırlattı bana, benzer bir öykü mü diye düşündüm ama burdaki kavuşamama hali değiştirdi işleri. Birbirinin varlığında değil yokluğunda buldu karakterler kendilerini ve daha da önemlisi imanı. Çok beğendiğim, düşündüren bir kitap oldu.
İçinde; kendimde olan duyguları bulduğum sıcacık bir kitap. Mustafa Kutlu ile ilk buluşmamız. Anlatım dilini çok etkileyici buldum. Toplumda sıkça karşılaşılan bir olayı farklı bir tarzda hikayeleştirmiş yazar. Diğer kitaplarını okumak için şimdiden sabırsızlanıyorum.
Bir çırpıda okunacak cinsten kısa bir hikâye. Pek çok kereler övgülerle adı kulağıma çalınan Mustafa Kutlu'dan ilk defa bir öykü okudum. Belki yanlış bir zamanda, ziyadesiyle ilgi görmeyen bir eserinden giriş yaptım. Birkaç eserini daha elbette okumak istiyorum ama sanki bu kitap biraz yavandı.
bu sabah başladım, az önce -gece- bitirdim. nasıl ve ne ara bittiğini yine anlamadığım canım Kutlu'nun bir eseri daha. akıcılık ve Kutlu hep aynı cümlede geçmeli ve geçiyor da... değişimin hatta hicretin zorluğunu hissettim. her şeyden evet, her şeyden vazgeçebilmenin zorluğunu düşüncelerle, hislerle ince ince işleyerek anlatması... bilinç akışını o kadar bizden o kadar gerçek o kadar betimleyici vermişti ki. bir tek Kutlu yapabilir. her cümlenin ardına o cümlenin ardından akıldan geçen düşünceleri karışık bir şekilde-bilinç akışı ile aktarması muazzamdı. hep sen ve senin kalemin canım Kutlu.
sonra Süheyla'nın kendine ve Allah'a hicreti ve hicretine sevdiğini dahil etmeye çabalaması o kadar güzeldi ki. gözlerim dolu dolu, heyecanla okudum. hicret gerçekleştirilirken önce kendi içine hicret edebilmek zor, hatta kitapta şöyle diyor-altını defalarca çizdim: "birlikte denize bakıyorlar. ne denizi arkadaş ne denizi, birlikte küçük bir kıyamet yaşıyorlar. yani kendilerine bakıyorlar, içlerine. bu bakışı kim engelleyebilir?" bu çok zor bir süreç ve bunu geçebilmek de zor. sevdiğini hicrete davet edebilmek, ortak etmeye çalışmak da zor. nasıl güzeldir ama. aklımda bulunsun.
VE Engin'in nişanlandığını sandığımız yerde hikâye bitecek sanarken hicreti görmemiz beni o kadar mutlu etti ki. mavi kuş'tan sonra bu kitap muazzam geldi. en sevdiğim kutlu eserlerinden oldu. bu da mı göz, bu mu nazar...
bunu bitirdikten sonra zihnime şöyle bir hayal geldi:
benzin varillerinden birini düşünelim. üst tarafı tamamen açılmış olanlardan. çöp kutusu gibi. içinde benzin değil de simsiyah bir zift düşünelim. tabanını göstermeyenlerden. içine birisi batıyor, orada bir müddet kalıyor ve birden havaya doğru fırlıyor. nefes almaya çalışıyor. parça parça nefes alsa da eski nefesinin yerini tutmuyor. ama zift hala üzerinde yapışmış vaziyette.
ne güzel demişti süheylâ: "harama batmamış bir beldeye hicret ederiz."
‘’ Biliyorsunuz aslında ben Süheylâ’nın hikayesini bitirmiştim. Yani kendi hesabıma sevgilisi Engin onu terkedipte kara-kuru ancak fevkalede zengin biri ile nişanlanınca artık bitti bu hikaye demiştim. Ama hayat tesadüflerle doludur...’’
Evet, asıl hikaye de bundan sonra başlıyordu. Okudukça bu kitabı yoksulluğumu hissettim ben de... Anladım ki hem o kadar çok şeye sahibim hem de aslında hiç bir şeye...
Kitaptan alıntı: " Sen yoksul olduğunu düşünüyorsun, ne ki senden alınmıştır o , senin hayrınadır. İçindeki asıl yoksulluğu hissediyor musun?"
"Sen yoksul olduğunu düşünüyorsun, ne ki senden alınmıştır o , senin hayrınadır. İçindeki asıl yoksulluğu hissediyor musun?"
"Biliyorsunuz aslında ben Süheylâ’nın hikayesini bitirmiştim. Yani kendi hesabıma sevgilisi Engin onu terkedipte kara-kuru ancak fevkalede zengin biri ile nişanlanınca artık bitti bu hikaye demiştim. Ama hayat tesadüflerle doludur...’’
Evet, asıl hikaye de bundan sonra başlıyordu. Yine kısa bir öykü ama uzun etkileri vardı...
Okudukça bu kitabı yoksulluğumu hissettim ben de... Anladım ki hem o kadar çok şeye sahibim hem de aslında hiçbir şeye...
içinde kendimden çok şeyler bulduğum bir kitap oldu. bazı kısımlarında birebir yaşadığım duygu karışıkları mevcut. son bölümü okumadan önce hikayenin bu şekilde biteceğini tahmin edemedim. daha doğrusu süheylanın bu kadar kararlı olabileceğini. düşüncelerimin tersinin çıkmasına sevindim. zamanın ve kendimizin güzel bir eleştirisi, eleştiriden öte gerçeğin kendisi.
İslâmcı camiânın yaşayan en büyük hikayecisinden daha derin bir şeyler karalamasını beklemek herhâlde hakkımızdır. Çok basit karakterlerin yine bir o kadar basit bir kurgu içinde "ihtida" etmelerini anlatıyor. Sadece Necip Fazıl'ın "anlayabilseydiniz, ağlayabilirdiniz" lafzı bile bu hikâye kitabından daha çok şey anlatıyor.