Svend Brinkmann (født 23. december 1975) har været professor i almenpsykologi og kvalitative metoder på Det Humanistiske Fakultet på Aalborg Universitet siden 2009. Han er uddannet cand.psych. fra Aarhus Universitet.
Svend Brinkmann har skrevet og redigeret en lang række bøger og mere end 150 artikler. Derudover har han udgivet artikler og bogkapitler på syv forskellige sprog. I almenheden blev han i 2014 kendt for bogen Stå fast, hvori han gør op med, hvad han beskriver som tidens (selv)udviklingstyranni. Svend Brinkmann har også medvirket i radioprogrammet Netværket på P1 fra 2009-2016 og var i 2014 vært på DRK programmet Lev Stærkt.
Svend Brinkmann har gennem sin karriere modtaget mange priser og legater. Blandt andet modtog han i 2015 DR's formidlingspris Rosenkjærprisen og Gyldendals formidlingspris sammen med Lene Tanggaard.
Melek’in tavsiyesiyle, Çalınan Dikkat’ten çok uzaklaşmadan okumak istedim bu kitabı. Brinkmann, çok fazla uyarana maruz kaldığımız, sınırların aşındığı, seçeneklerin fazlasıyla çoğaldığı aşırılık çağında kendine hakim olmanın, itidalin ve aslında başlığında da yer alan “olan biteni kaçırma keyfinin” önemini ele alıyor. “Olabildiğince çabuk ve olabildiğince fazla”yı öğütleyen bir kültürün içinde yaşamanın hem bireye hem de topluma zarar verdiğini öne sürüyor. Okurken bazen odağın dağıldığını düşündüm ama sınırların olmasının, bir şeylere hayır diyebilmenin ve bir şeyleri kaçırmayı göze almanın değeri ve gerekliliği üzerine düşündürdüğü için bu kitabı okumuş olmaktan memnunum.
İletişim Yayınları'ndan çıkan Svend Binkmann kitapları başlıklarıyla bir süredir dikkatimi çekiyordu. Başlamak için bu kitabı seçtim. Gerçi her bir kitabı, günümüz insanının gündelik hayatta farkında olarak veya olmayarak dahil olduğu "sınırsızlık çılgınlığını" hedef alıyor. "Olan Biteni Kaçırma Keyfi" ilk bakışta bir kişisel gelişim kitabı gibi duyulsa da, ben bu kitabı kg kitaplarından ayrı tutuyorum. Kitap, bireysel yol göstericiliğe soyunmak yerine, kitlesel/küresel bir tehdite dikkatimizi çekiyor. Yazara göre, sonsuz seçeneklerle çevrili olduğumuz bu zamanlarda, sorun sürekli mutlu olmamamız değil, sürekli mutlu olmamız gerektiğini sanarak devamlı bizi daha mutlu edecek yeni fikir ve kavramların peşinden koşmamız. Anlık mutluluğu yakalasak bile, ona alışıp daha fazlasını istemeye başlama hızımız inanılmaz. Psikoloji bilimi bu olguya "hedonik koşu bandı" diyor. Hem iyiye hem de kötüye alışırız ve her ikisi de yavaş yavaş bize özellikle iyi veya kötü gelmemeye başlar. Dünyayı görme biçimimiz hep başladığımız noktaya geri döner. İlginç bir örnek, 1958-1987 yılları arasında Japonya'da refah düzeyi artarken, bunun öznel mutluluk ve tatmin algısına etkisi kalıcı olmamış. Mutluluk koşu bandı sonsuzdur ve bir uyuşturucu bağımlısının kafa yapsın diye giderek doz arttırması gibi giderek daha hızlı koştuğumuzu fark ederiz. Yazar, hedonik koşu bandından inmemize yardımcı olacak şeyin ise stoacı görüşle paralel bir yaşam tarzını benimsemek olduğunu savunuyor. Böylece, elimizdekilere alışır alışmaz sonsuz yeni fetihler için kamçılanmak yerine, sahip olduklarımızla ilgili temel bir minnet duygusu aşılayarak hedonik koşu bandından inmemizi sağlayabilir. Ancak, koşu bandından inmek sırf bir irade meselesi değil, aynı zamanda koşu bandının hiç var olmadığı bir kültür yaratmakla alakalı. Hiçbir şey kaçırmamamızı öğütleyen sınır tanımaz daha fazla, hep daha fazla düşüncesi, bir zamanlar hayatın iniş ve çıkışlar içeren daha geniş bağlamlarla örülü olduğu anlayışını unutturdu bize. Eskiler, her şeyin kendi zamanı olduğunu bilirdi. Hayatın, yalnız bireyin motivasyonu değil, dışsal öğeler tarafından da belirlendiğini yeniden kabullenmemiz gerekiyor. Her şeye yetişme, her şeyden haberdar olma, her yeniliği ilk önce öğrenip deneme ve kısaca olan biteni kaçırmama histerisi başta stresin yol açtığı birçok hastalığa da davetiye çıkarıyor. Şimdi kendinize bir kahve yapın, telefonu, tableti, tv'yi kapatın ve olan biteni kaçırma keyfinin tadına varın.
Yazarının erkek olduğunu görünce aşırı şaşırdım, sanki bu tür dayanışma, döngüsellik, ritüel, elindekiyle yetinme vurgusu yapan bir eseri bir kadın yazabilir diye bir toplumsal cinsiyet algım varmış. Danimarka'nın toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda ilerlemiş olmasını yazarın düşüncelerinin zemini olarak kabul ediyorum.
olan biteni kaçırma keyfi, ismine bayılarak aldığım bir kitap. kitabın devam ismi; aşırılık çağında kendine hakim olmak. gelelim kitabımıza.
tüketim çağında yaşıyoruz ve ne varsa bir an önce tüketip yenisine geçmek istiyoruz bu yadsınamaz bir gerçek. her şeyi istiyoruz, hemen olsun istiyoruz ve kaçırdıklarımıza, yetişemediklerimize üzülüp duruyoruz. hayatı yavaş ve tadını çıkararak yaşamaya çalışan biri olduğumu düşünüyorum, o yüzden bu kitabın söylediği çoğu kısma katılıyorum. kaçırdıklarımız da bizi tanımlar ve tek bir hayatımız var, her şeyi yapabilmek ve her yerde/herkeste var olabilmek uğruna kendimizi heba edemeyiz. katılmadığım kısımlar da var, kendimizi payımızdan daha azına razı etmek gibi. hayır, bizim ülkemizde bu mümkün değil sayın psikolog ve felsefeci brinkmann. azla yetinmenin insana mutluluk getirdiği kısımları savunuyor yazar fakat ben bu düşüncenin daha çok eşitlikçi olan tarafına yakınım. refah seviyesi yüksek ülkelerde insanların çoğu şeyden kendini soyutlayıp daha sade ve huzurlu bir hayat yaşamaya çalışması daha kolaydır diye düşünüyorum, yazar da bunu inkar etmiyor zaten. ama biz, -ben dahil- hep daha fazla şeyin hayalini kuruyor ve maalesef mutlu ettiği sürece daha fazlasını yapmakta da bir sakınca göremiyoruz. burada önemli olan ve kitabın savunduğu özetle, bazı şeylerin bizi biraz da teğet geçmesine izin vermemiz gerektiği. sorular sorduran, derdini açık bir dille anlatan kısa ve öz bir kitaptı.
Harika bir kitap. Tavsiye ederim. Başta “Kişisel Gelişim Çılgınlığında Kendiniz Kalabilmek” olmak üzere diğer kitaplarını da okuyacağım. Birçok önemli psikoloji teorisini ve felsefeyi, itidalli (ölçülü) olmak temasında çok güzel, çok sade birleştirmiş. Mercan Yurdakuler’in çevirisi de de gayet başarılı. Okursanız “iyi ki okudum” diyeceksiniz.
Modern hayatin getirdigi haberdar olma ve kaygi sorunlarini fark edebilmek icin okunmasi gereken iyi bir kitap. Okuduktan sonra onceden duyarli oldugunuz bazi seyler anlamsiz gelmeye basliyor.
Bu yazın üzerine uzun uzun yazmak gerekiyor ama aklımdan geçeni kısaca yazmak istedim. Okuduktan aylar sonra. Endüstriyel psikoloji tamlamasını uzun süredir duymuyoruz, yerini önce örgütsel psikolojiye bıraktı şimdi neler deniyor pek takip edemedim. Sonra bildiğimiz esenliğin yerini iyi olma hali aldı. Sonra kişisel gelişim yazınını eleştirmek kendi içinde klişe halini aldı. Bir zamandır bir ayağı sosyal psikolojiye bir ayağı eleştirel teoriye uzanan yazın daha geçer akçe haline geldi. Svend Brinkmann'ın kitabı tam da sözünü ettiğim makbul bir eleştirel lensle kişisel gelişime yaklaşıyor dursa da bu yazındaki diğer yayınlar gibi Harvard Business Review'de verimlilik temalı bir yazıya tema olma kaderinden kurtulamıyor.
“sorun sürekli mutlu olmamamız degil (bu herhalde hayatin kaçinilmaz bir gerçeği), sürekli mutlu olmamiz gerektigini sanarak devamlı bizi daha mutlu edecek yeni fikir ve kavramlarin peşinden koşmamız. Anlik mutlulugu yakalasak bile, ona alisip daha fazlasını istemeye baslama hizimiz inanilmaz.” Politik varoluşsal etik ve psikolojik bakış acıları ile olan biteni kaçırma keyfi kısaca Jomo’yu anlatıyor. Bu kitapta altını Çizdiğim bir çok bölümü oldu dönüp dönüp okuyacağım kitap olacağını düşünüyorum özellikle politik bakış açısını tekrar değerlendirmek gerekiyor kapitalizmin insan davranışı biçimlerindeki etkilerine ayrıca değinmek önemli. Özetle tavsiye ediyorum🙂
This entire review has been hidden because of spoilers.
Bir çok satırını hı hı evet, tamam, ee sonra diye okudum, daha çok keyif ile ilgili kısımdan bahseder diye bekledim ama olmadı.
Bazı yorumlarına da gerçekten katılamadım çünkü aşırı yorumdu gerçekten, asla bir teori değildi.
Bu tarz kitaplar bazı kişisel gelişim ihtiyaçlarını karşılıyor, bazı insanlara farklı bakış açıları sunuyor olabilir ama daha fazlasını isteyenleri üzüyor malesef.
çoook çok temel bazda bir rahatsızlık durumuna katılıyorum evet ama asla yeterli(? gerekli ortaya koyma sunma şekli bu kitap değil olmamalı, inanılmaz yüzeysel ve havada bazen de lüzumsuz ağdalanmış olgular.
"İnsan ruhunun, kimi zaman 'hedonik koşu bandı' olarak adlandırılan trajik bir yanı var. İstediğimiz şeyi elde ettiğimizde hemen ona alışıp ilgimizi kaybediyor, sonra kendimize isteyecek yeni bir şey buluyoruz. Bu mutluluk arayışı ölene dek aralıksız devam edyor. Ne kadar çok sahip olursak o kadar çok istiyoruz." sf.15
"Frankfurt için bir şeye değer vermek, onu arzulmaktan veya şehvetle istemekten farklı bir şeydir. Bir şeyi bir an canınız çekip sonra hemen unutabilirsiniz. Fakat bir şye bir an için değer veremezsiniz. Değer vermek, zamanla olan, hayatınızı yaşama biçiminizin ve kimliğinizin parçası hâline gelen - bir başka deyişle, bir nevi temiz kalpliliğe ulaştığınızda olan- bir şeydir. Frankfurt ayrıca değer verdiğimiz şeylerin genellikle irademiizin hükmü dışında olduğuna da dikkat çeker. Elimizden geleni yapsak da -gülleri sulayabilir, budayabilir, gübreleyebiliriz- başarılı olacağımızın garantisi yoktur. Dolayısıyla bir şeye değer vermek, daima hayal kırıklığına uğrama veya büyük üzüntü yaşama riskini beraberinde getirir... Bu riski göze almanın, dünyanın bazı alanlarının kontrolümüz dışında olduğunu kabul etmenin özgürleştirici bir tarafı da vardır." sf 44
"... Burada risk şudur ki, tek şey isteyerek hayal kırıklığına uğraız, çünkü arada bir yerde hata yaparız. Fakat bu almaya değer bir risktir. Bu riski evliliklerin neredeyse yarısının boşanmayla sonuçlandığını bile bile evlenip, ömür boyu birinebağlı kalmaya evt dediğimizde alırız. ... Bir ilişkide iyiyi istediysek, bir gün diğer tarafın bizi yarı yolda bıraktığını hissetsek dahi, bu iyiliğin onunla birlikte kaybolmayan bir geçerliliği vardır. ... Bunlardan biri, kendimizi kısıtlamak istemediğimiz ve mümkün olduğunca fazla şey deneyimlemeyi tercih ettiğimiz için herhangi bir şeye değer vermekten kaçınmaktır. Kierkegaardcı anlamda bu birtür estetik umutsuzluğa neden olur ve hayat bir sonraki deneyimsel avuntunun peşinde geçen uzun bir koşuya dönüşür. Belli bir biçimi olmayan bir hayat yaşarız, çünkü tek şeyi değil her şeyi isteriz, kib başarısız olmaya mahkum bir uğraştır. Diğer seçene, isteği tamamen ortadan kaldırmaya çalışmak, yani belli bir şeyi isteyip hayal kırıklığına uğrama riski çok büyük olduğundan, mümkün olduğunca az şey istemektir..." sf 46
"... Ölümsüzlük ve seçilmişlik vaadinin yerini daha fazla hayat -yaygın deyişle, hayatı doya doya yaşama- vaadi alınca, sırf onu yaşama arzusuyla meşruiyet kazanan bir hayatta, yaşanmamış hayat, rahatsız edici bir varlığa dönüştü. yaşamayı umduğumuz tek hayat bu olunca, mümkün olduğunca fazla şey yaşayıp deneyimleme takıntısı ediniyoruz. ... Özgürleşmek için olan biteni kaçırmaya hazırlıklı olmak zorundayız. Bir başka deyişle, her şeyi isteyip biçimsizliğe gark olmaktansa, tek şey istemeliyiz." sf 51
"Kierkegaard: 'Senin yokken var hale gelmiş olman, halen var olman, insan haline gelebilmiş olman; görebiliyor olman, düşün bir, görebiliyor, duyabiliyor, koku tat alabiliyor, hissedebiliyor olman; güneşin senin için parlıyor olması - senin rızan için, o yorulunca, ayın parlamaya başlaması ve ardı sıra yıldızların yanması.' 'Bütün bunlar sevinç duyulacak şeyler değilse, o vakit sevinç duyulacak hiçbir şey yok demektir.'" sf 60-61
"Erdem etiğin temel fikri, insanların evrendeki her şey gibi, amaçlarıyla anlaşılması gereken yaratıklar olduğudur. Aristoteles'e göre, bu kabiliyetlere sahip olmanın ve bunları kullanmanın kendinden bir değeri vrdır. İnsan doğasından en iyi şekilde yararlanmak ve hayatta gelişmek ( ki Yunanlılar buna euddaimonia adını veriyorddu) için gerekli karakter özelliklerine erdem denir. Dolayısıyla erdem, ister bir bıçak söz konusu olsun (ki burada erdem, iyi bir bıçağın belirleyici özelliği olan, iyi kesmektir) ister bir insan (ki burada erdemler çok daha çeşitli ve tanımlaması zor olabilir), içsel bir amacın gerçekleştirilebilmesini mümkün kılan şeydir. Bir insanı anlamak için, onu iyi yapan erdemler anlamamız gerekir." sf 62-63 (Burada erdem üzerine başka söylemler ve örnekler de söz konusudur. Okunabilir)
Kitap, günlük hayatın yoğun temposu, tüketim toplumu olmamızın getirdikleri ve kişisel gelişim furyası tarafından sürekli pompalanan "Anı yaşa, hayatı kaçırma." gibi söylemlerin tam aksine gerçek yaşamın aslında olan biteni kaçırmakta saklı olduğunu bizlere göstermek istiyor. Sınırsızlığın övüldüğü, sürekli "daha, daha, daha" denilerek hep daha fazlası için uğraşmamızın vurgulandığı, reklam sloganlarıyla, kapitalist ekonomiyle ve hatta devlet politikalarıyla beslenen bu düşüncenin tam aksine anlamlı bir hayatın sade ve basit olanı bulabilmekte olduğunu bizlere anlatıyor.
Bu düşünceyi temellendirmek için 5 argüman sunulmuş. Bunlar; politik, varoluşsal, etik, psikolojik ve estetik argümanlar olarak karşımıza çıkıyor ve beş ayrı bölümde bu kavramları açıklıyor. Benim en beğendiğim kısım ise dördüncü bölümdeki meşhur Marshmallow Deneyi ve "hedonik/hazcı koşu bandı kavramları oldu. (Ne başarırsak başaralım daha fazlasını isteyip ilerleyemiyoruz ve olduğumuz yerde çok daha fazla çabalamak zorunda kalıyoruz.) Ayrıca, hayatımızı derinden etkileyen iyi veya kötü bir haber sonrasında bile dengeyi bulma eğilimindeyiz. Her ne yaşanırsa yaşansın bu dengeyi korumak için "itidalli" olmamız vurgulanıyor ve aslında hayatın özü de bu aşırılıktan kaçmakta saklı.
Uzun lafın kısası, sürekli bir koşuşturmaca hâlinde, olan biten her şeye şahit olma stresi içindeyken hayatı kaçırıyoruz. Bazı şeylerden mahrum kalmayı göze alabilirsek kendimize ve sevdiklerimize çok daha fazla vakit ayırıp çok daha anlamlı hayatlar yaşayabiliriz.
✨ “Olan Biteni Kaçırma Keyfi (The Joy of Missing Out: The Art of Self-Restraint in an Age of Excess) psikolog Svend Brinkmann tarafından kaleme alındı ve 2023 tarihinde yayımlandı.
✨ “Aşırılık Çağı” olarak nitelendirilen bir zamanda her şeye yetişme duygusu ile nasıl baş edilir? Başka bir deyişle olan biteni kaçırma korkusu olmadan hayat nasıl yaşanılır? Bu sorulara cevap vermeye çalışmış Birkmann.
✨ Sürekli olarak daha fazlasını isteme eğilimindeyiz ve bu da hayatı hızlı yaşamamıza yol açıyor. Bu sürekli koşuşturmanın sonucunda ise bir şeyleri kaçırma korkusu içimize yerleşiyor. “Olan Biteni Kaçırma Keyfi” kitabı sayesinde bu korkunun farkındalığına ulaştım.
📚 İlk başta büyük bir ilgiyle okudum kitabı ancak ilerledikçe yazarın konuları ele alış biçiminden pek memnun kalmadım. Yine de, kitabın verdiği mesaj ve sağladığı farkındalık, hayatın hızına ve artan taleplere nasıl daha sağlıklı ve sakin bir şekilde yaklaşabileceğimiz konusunda değerli bir rehberlik sunuyor.
Kitaptan hep hatırlamak istediğim birkaç alıntı bırakıyorum buraya, daha sonra dönüp baktığımda aynı hisleri yaşayabilmek için.
"İnsan olarak en iyi halimiz, akıl ve sevgi vasıtasıyla 'kendimizden kurtulduğumuzda'ki halimizdir."
"Suskunluk, itaat ve sevinç! Zambak ve kuşu öğretmen kabul eden Kierkegaard, insanlığın her şeyden önce suskunluğu, konuşmaktan sakınmayı öğrenmesini diliyor."
"Acı çekmek, konuşma becerimizden değil -zira bu ne de olsa bir üstünlüktür."
Bakış açısı kazandıran, güzel atıflarla döşenmiş, hızlı ve okuması keyifli bir kitaptı. Senenin 'iyi ki okumuşuz'ları arasına alındı ✨
Kitap, adından da anlaşılacağı gibi bir şeyleri kaçırabilmenin güzelliğini ve rahatlatıcılığını anlatıyor. Aşırı ünlü bi kelime haline gelen fomo’ya karşılık jomo’yu (joy of missing out) öneriyor.
Genel anlamıyla yazara katıldığımı söyleyebilirim, stres seviyesini yönetebilmek ve hayatının kontrollerini eline alabilmek için aslında özgürleşmek gerekiyor. Ancak özgürleşmek her şeyi denemekten ve istemekten değil aslında kendini sınırlamaktan ve isteklerini belirli yönlere yöneltmekten geçiyor diye düşünüyorum. Bu sebeple, kitabın savundukları bence çok değerli ve sürekli tüketimin tetiklendiği ve pazarlandığı bu çağda herkesin üzerine biraz düşünmesi gerekiyor.
kitapta hayatımızın önemli bir bölümünde mümkün olduğunca fazla şeyi deneyimlemeye çalıştığımızdan, daha fazlasını ipe sonsuz bir koşuşturmaya girdiğimizden, dolayısıyla hiçbir şeyi kaçırmama takıntısı edindiğimizden ve bu durumda da kaçınılmaz olarak kaygıya girebileceğimizden bahsediliyor. özellikle "hedonik koşu bandı" kavramı oldukça dikkatimi çekti. ara sıra tekrardan göz atabileceğim bir kitap.
Verdiğim değerlendirme notu yazar ve eserinden çok kendime. Ne zaman bir kişisel gelişim kitabı okusam, “ben bunları zaten biliyorum.” hissine kapılıyorum. Bu eserde de aynı şeyi yaşadım.
Bana göre kitabın en değerli yönü bolca kaynak içermesiydi, konuya ilgi duyanların dipnotlarda verilen kaynaklar aracılığıyla iç dünyalarını zenginleştirmesi kolay olacaktır. İlgi duyanların seveceği bir kitap. Bu yüzden bana göre değildi…
108 sayfada, gayet derli toplu, uzun ve karmaşık cümlelere ve anlatımlara düşmeden konuyu çok güzel anlatmış Svend Brinkmann. Mululuk ve huzurun basit düşünmek, basit yaşamak ama daha önemlisi basite sahip olmak ile yetinmekten geçtiğini akılda kalıcı bir şekilde ifade etmiş. Hem fikirlerini hem de anlatı dilini beğendim. diğer kitaplarını da okuyacağım.
Yazar mutluluğun basit yaşamda sağlanabileceğini düşünüyor. Seçkincilik tuzağına düşmeden yaşamak mümkün mü? Bir şeyleri yakalamak adına neleri kaybediyor ve gözden kaçırıyoruz? Tüketim kültürü bizi nasıl sıkıştırıyor?
Bizleri kısa sürede en çok şeyi yapmaya zorlayan, tatminsizlik peşinde savrulmamıza sebep olan bir dünya düzenine inatla, daha uzun sürede daha az şeyi iyi bir şekilde yapmanın değerini anlatan kıymetli bir kitap.
Yazar güzel seçilmiş bir konuyu çok daha altı dolu bir şekilde ele alabilecekken sadece x şunu demiş y şöyle yapmış diyerek fazlasıyla yüzeysel anlatmış. Tamam evet onlar böyle demiş ama sen ne düşünüyorsun bu konuda? Açıkçası anlatmak istediğinden sapmış ve bir yere bağlayamamış
Kapağı itibariyle klasik kişisel gelişim kitabı izlenimi verse de yazarın bilgi birikimi sayesinde, konuya felsefi açıdan yaklaşarak oldukça derin çıkarılması olan bir kitap. Hap çözüm yöntemi ve uygulama pratikleri vermeyerek okuyucuyu konu ile ilgili düşünmeye sevk edebilmiş.
"Sokrates, insan arzularını delik bir fıçıya benzetir: Ne kadar doldurursanız doldurun içindeki su akıp gider ve geride bir delik ve tatminsiz arzular kalır."