"Bir salı sabahı uyandım. Bütün gazeteler hayatta en çok sevdiğim kadının bir cinayet işlediğini yazıyordu. Bunu hiç beklemiyordum. Beynimden vurulmuşa döndüm. İç dengelerim şiddetle sarsıldı. Oysa gerçeği biliyordum ama bana kimse tek bir şey sormamıştı. Onu mahkum etmişlerdi! Kapı çalındı. İki asker beni almaya gelmişti. İç savaş çıkmış, seferberlik ilan edilmişti. Bunu bekliyordum. Hiç şaşırmadım. Bunu uzun zamandır korku ve kuşkuyla hep bekliyordum. Hazırlandım ve o salı sabahı evden çıktım."
Genç bir öğretmen bir sabah Kuzguncuk'taki evinden apar topar alınıp, askere götürülür. O, bunun bir kabus olduğuna, arkadaşlarıysa onun iç savaşa katıldığına inanmaktadır. Oysa annesi oğlunun bir ambulansla evden götürüldüğünü anlatmaktadır.
Kumral Ada - Mavi Tuna, iç savaşın içimizde ve dışımızda, bireysel ve toplumsal olarak yarattığı yangınları umutsuz bir aşk üçgeni ekseninde anlatan sarsıcı bir roman.
Dört dile çevrilen Kumral Ada - Mavi Tuna birçok toplumsal yaramızı irdelerken unutulmaz bir aşk hikayesi anlatıyor.
Buket Uzuner (born 3 October 1955, Ankara, Turkey) is a Turkish writer, author of novels, short stories and travelogues. Travel Literature She studied biology and environmental science and has conducted research and presented lectures at universities in Turkey, Norway, the United States, and Finland. Her fiction has been translated into eight languages, including Spanish, English, Italian, Greek, Romanian, Hebrew, Korean, and Bulgarian.
Buket Uzuner travels as "solo woman backpacker" since 1980s including "inter-rail" tours in Europe and in three other continents while keep writing her travel memoirs. Her first travelogue The Travel Notes of A Brunette was published in 1988 and sold more than 300.000 copies. Uzuner wrote two more travel books as Travel Notes of An Urban Romantic which questions the meaning of exoticism and New York Logbook which are all collected lately in Travel Library of Buket Uzuner
In 2013 her novel İstanbullular is published in USA by Dalkey Archive Press with the title of I Am Istanbul translated into English by Kenneth J. Dakan She is also celebrating in 2013 the 22nd year's anniversary of her first novel İki Yeşil Susamuru, Anneleri, Babaları, Sevgilileri ve Diğerleri (Two Green Otters, Mothers, Fathers, Lovers and All the Others) translated by Alex Dawe with its 50th edition which sold over 1 million copies in Turkey and already a contemporary classic.
Uzuner's books have been on the Turkish best-seller lists since 1992. They are taught in a number of Turkish universities and high schools.[1][2]
In 1993, Buket Uzuner was awarded Turkey's Yunus Nadi prize for the novel The Sound of Fishsteps, and in 1998 Mediterranean Waltz was named novel of the year by the University of Istanbul. She was made an honorary member of the International Writing Program, IWP of University of Iowa in 1996. She was also honored with a certificate of appreciation from the Senate of Middle East Technical University; METU in 2004.
She has referred to Turkish poet and novelist Attilâ İlhan, and Cervantes, Dostoyevski, Doris Lessing, Turkish woman writer Sevgi Soysal as major influences on her work.
İç savaşın içinde sıkışmış bir adamın hüzünlü aşk hikayesi. Arkadaşlarımın olumlu görüşleri doğrultusunda beklentim yüksekti ama beklediğim gibi değildi maalesef. Kitabın bu kadar popüler olması ve başarılı sayılması (Mabel Matiz’in de bu kitaptaki Tuna karakterinden etkilenerek Mabel ismini kullandığı söylenir ) konusuyla ilgili galiba, malum imkansız aşk öyküleri her zaman çok tutulur. Beni herkes kadar etkilemedi. Hikayede bir bütünlük yakalayamadım ve tüm beklentime rağmen bu kitabı sevemedim.
Karekter örgüleri güzel işlenmiş. Dilinin akıcı olmasına rağmen iç savaş kısımlarında çok sıkıldım.. Satır başlarındakı alıntılar ise çok yersiz ve gereksiz idi..
Büyük laflar etmeye çalışan, "Bak ne güzel cümleler kuruyorum, felsefik yorumlarda bulunup ünlü kişilerden alıntılar bile yapabiliyorum, kahretsin ne kadar entel ve farklı bir insanım!" temalı kitap. Yazarın bu yöndeki her tür çabası ne yazık ki havada asılı ve çiğ duruyor, konuyla ilgisi olmadığı halde sırf farklı gözükmek uğruna araya edebi bir tartışma sıkıştırmak gibi sanki. Mesela Oscar Wilde'a bakıyorum, o da farklı cümleler kurmayı seviyor ama onunkiler kitaba, o sıradaki konuşmaya, ortama büyük bir ustalıkta yerleştirildiği için göze batmıyor. Buket Uzuner'de ise tam tersi bir durum söz konusu. Kitaptan yapış yapış ukalalık akıyor, okuduğum her cümle arka planda "Ne de güzel dedim burada değil mi okur, e hadi onaylasana beni mon cher!" diyor gibi geliyor. Kısacası büyük beklentilerle okumaya başladım ama beni hayal kırıklığına uğrattı bu kitap. Ancak kitaptan alıntılar yapıp hayatın anlamını bulduğunu sanan, gözlerini süzerek "vuu ne güzel laf etmiş" diyenlere hitap edebilir belki, bana göre olmadığı kesin.
Kumral Ada Mavi Tuna, okumak için geç kaldığım romanlardan biri; fakat tam da "olağanüstü hallerden" geçerken bir iç savaştan söz edilmesi bana doğru zamanda okuyorum ben bu romanı dedirtti. Hem ülkede bir iç savaş sürüyor hem de kahramanlar arasında. Bir hayli keyif aldım, meraklandım. Sadece sonundan tatmin olmadım, daha farklı bir son beklemiştim. Nasıldı senin sonun derseniz, cevaplayamam; sadece bu değildi diyebilirim. Bunun haricinde, dediğim gibi, keyifle okudum. Özellikle de kitabın sonuna doğru neredeyse her karakteri kendilerinden dinlediğimiz bölümler çok hoşuma gitti.
Bu kitap okuduğum ilk Buket Uzuner kitabıydı. Üslubunu sevdim. Mutlaka başka romanlarını da kısa zamanda edineceğim.
Zamanında çok konuşulmuş, çok satmış bir romanı okumak yıllar sonra nasip oldu. Kitapçıda gezerken cep boyunu gördüm, fiyatı uygun olunca da alıp okuyasım geldi ama pek doğru bir karar değilmiş zira uzun süredir bu kadar sorunlu bir roman okumamıştım. Başından sonuna kadar inandırıcılık sorunu var romanın bence. Karakterler inandırıcı değil, daha ziyade ısmarlama. Olay örgüsü apayrı bir vaka. Kahramanımız iç savaşa gidiyor Türkiye'nin bilmem neresine, o da ne sürekli arkadaşlarıyla karşılaşıyor. Bu arkadaşlar da her ne hikmetse biri laz, biri dindar vs tam bir Türkiye mozayiği.. He bir de kahramanlarımızın doğum günleri de darbe günlerine denk gelivermiş.. Konu bütünlüğü sağlamak için bu kadar ucuz yollara başvurmasaymış keşke yazar. Sonlara doğru Ada'nın kendi ağzından anlattığı bir bölüm var. Orada İngilizce kelimeleri aralara sıkıştırılmış görünce kitabı duvara fırlatacaktım artık. Romandaki olmamışlık dile gelmiş konuşuyor gibiydi adeta. Roman akıyor mu akıyor ona bir lafım yok ama keşke akmayaydı da mantık sınırlarımızı zorlamayaydı. Ama tabi o zaman bu kadar satmzdı.. Sonuç olarak kötü edebiyat beni sinirlendiriyor arkadaşlar :)
Yıllar önce çok severek okumuş, ancak melodram dozunu yüksek bulmuştum. Aradan yaklaşık 25 yıl geçti. Tekrar elime aldığımda çok farklı okudum. Melodram dozu hakkındaki düşüncem baki. Buket'in Tuna'ya duyduğu sempatinin etkisini daha fazla hissettim. Ama romanın en dramatik karakteri bence Meriç. En önemlisi çevremde en az birkaç Tuna, birkaç Zübeyde, birkaç Ada yaşamış olduğunu fark ettim. Ama sadece bir Meriç. Bu roman kalıcı. Çünkü beşerî yönü azalmayacak.
İkinci okuma biraz önce bitti. Birkaç şey daha yazmadan kitabı rafa kaldıramayacağımı fark ettim: 1. Buket'in, savaşın / iç savaşın / terörün duyarlı bir insanın bilincine nasıl yansıdığını ne denli güzel anlattığını söylememişim. Bunu Türkiye'nin 70'li ve 80'li yıllarında genç olanların daha iyi anlayacağını düşünüyorum. 2. Attila İlhan'ı biraz tanıyan biri olarak romandaki suretini sevdim ve çok gerçekçi buldum. Artık sadece kalbimizde, kitaplarında değil, iyi bir romandaki bir kahraman olarak da yaşamaya devam edecek.
Bir de cevabı olmayan sorular var: 1. Tutkulu aşklar neden hep acı verici? 2. Bu sene okuduğum en güzel kitaplar (Ehrengard, Kadıköyü'nün Romanı ve Kumral ada Mavi Tuna) hep kadın yazarlar tarafından yazılmış. Tesadüf mü? Yoksa kadınların duyarlığı mı çok farklı? Hormonal açıklamalar çok mekanik. Benim cevabım yok. Sadece saptama.
Bitirmeden son bir not: Oldukça hızlı okuyan biri olarak yukarıda andığım üç kitabı da aldığım hazın süresini olduğunca uzatmak için olmalı, epey yavaş okudum. Kumral Ada Mavi Tuna 25 yılın ardından hâlâ bu denli etkiliyse (en azından benim için) kalıcı kitaplar / baş ucu kitapları rafına konmayı hak ediyor....
cok az oldu belki de iki ,ne yazikki anlatilan bu kadar övguye karsi hic bir sey bulamadigim icin bu iki .Beklentimin tamamiyle altinda kaldi. Yazarin "iki yesil su samuru"nu begenmistim "istanbullular" da fena degildi. Fakat bu kitap bana tam fiyasko geldi.Zevkler renkler tartisilmaz gibi klise bir sey olsada yaziyorum yinede, belki de sadece bana hitap etmedi. O kadar övguden sonra insan beklentisinin karsiligini bulamayinca kandirilmis hissediyor acikcasi.
Buket Uzuner'i seviyorum. Çok hayattan, çok yaşanabilir hikayelerin içine hepimizin bildiği şeyleri serpiştirerek anlatıyor ama bu tanıdıklık okuyucuyu sıkmıyor. Aksine, çok dokunaklı ve tokat gibi çarpan sayfalar okuyoruz. Kumral Ada Mavi Tuna da benim için böyle bir kitap oldu. Hakkındaki 'sapkınlık' suçlamalarıyla zerre alakası olmayan, su gibi bir kitap bu kitap. Özellikle gençler okumalı.
"Hayatta ne zaman mutlu olsam, bunun en iyi günlerim olduğunu hatırlatacak bir mutsuzluk habercisi daima karşıma çıkmıştır." 3,5/5⭐️⭐️⭐️ Uzun zamandır soluksuz okuduğum dünya edebiyatının arasına bu tarz kitapları koymaktan da çok mutluyum bu aralar. Aktif okurların haricinde ülke çapında herkesin gençliğinde okumuş olduğu bu kitapları okumak bir başka oluyor. Mabel Matiz'e ismini kazandıracak kadar ünlü bir roman olması gerçekten çok ilgimi çekmişti. İlk bir iki bölümdeki karışık anlatımdan sonra kitaba tam anlamıyla giriş yapıyoruz. İki zamanlı anlatım kendi edebiyatımızda pek rastlamadığım bir yazım stili ve ben bu tarz kitapları her zaman çok severek okurum. Kitabın bir tarafında ülkemizde çıkan iç savaşın ardından Tuna adlı bir öğretmenin görev yapmak için evinden apar topar çıkarılması ve bu iç savaş döneminde yaşadıkları; diğer taraftan da Tuna'nın hayatının aşkı Ada ile tanışmasını okumaya başlayacağımız çocukluklarından itibaren hayatları.. Öncelikle kitabın akıcı anlatımını, bol diyaloglu ve karakterlerin hepsini Ada hariç çok severek okudum. Özellikle Meriç'i sürekli ortaya çıkmasını bekleyerek okudum. Kadın bir yazarın bir erkeğin ağzından bu kadar gerçekçi yazmasını da oldukça beğendim. Kitapta zorlama bir yazım tarzı da bulamadım ama herkesin söylediği gibi fazlasıyla duygulanma durumunu yaşamadım. Kitaplara çok kolay duygulanabilen biri olarak gözlerimi dolduracak herhangi bir olayla karşılaşmadım. Buraya kadar yazdıklarım çok beğenerek okuduğum gibi görünüyorsa da aslında okumaktan keyif alsam da istediğim roman zevkini tam anlamıyla elde edemedim. Ayrıca kitabın sonunun bu kadar arafta kalması da beni biraz sinirlendi. Kurgu içinde kurgu durumunu yazıldığı döneme hak vererek eleştiremeyeceğim. Kitabı bitirip tekrar ilk bölümü okuyunca biraz hayal kırıklığına uğradım açıkçası. Sonuç olarak yine de nihayet yazardan bir kitap okumuş olmaktan memnunum. Benim açımdan unutulmaz bir kitap olmadı ama beğenerek okuduğumu belirtmeliyim. Sizlere de keyifli okumalar dilerim..
Üzgünüm, ama pek beğenmedim. Kurgu sıkıcıydı ve beni hiç enterese etmedi. Ada karakterini zerre sevmedim. Tuna'nın mızmızlıklarından bıktım ve Kuzguncuk duymaktan bunaldım. Yazar o kadar çok Kuzguncuk demiş ki, yeter artık, ne Kuzguncukmuş be dedim. Sonda karakterlere ne oldu, nasıl devam ettiler bilmiyorum mesela, anlamadım.
Neyse, kısaca beklentilerimi karşılayan ve bana öyle duygu yoğunluğu yaşatan, naif denebilecek bir kitap değildi. Her karakterin hayatı bir yerde çöp oldu sadece.
Kumral Ada Mavi Tuna, kendine özgü, ilk gördüğüm anda denizi ve gökyüzünü çağrıştıran ismiyle dikkatimi çekiyordu uzun zamandır. Hele bir de tesadüf sonucu karşıma çıkan kitaptan bir alıntı vardı ki, kitaba olan merakımı arttırmaya fazlasıyla yetmişti. Bundan dolayı daha fazla bekletmemeye karar verip araya sıkıştırıverdim.
Genel olarak üç karakter çerçevesinde dönen Kumral Ada Mavi Tuna kitabının, insanın kendi içinde verdiği savaşı konu edinmesi bile konu açısından farklılık taşıdığının güçlü bir göstergesi. Diğer bir deyişle yazar, savaş kavramını insanın ruhuna indirgeyerek iç savaş olarak bilinen kavrama başka bir boyut kazandırmış. Kitabın bu yönü kitaba karşı bir sempati beslememi sağladı diyebilirim. Çünkü günlük hayat içerisinde bilinçsiz ya da bilinçli şekilde kendimizle bir iç savaş içindeyiz, insanlar olarak.
Biraz da kitaba hayat veren karakterlere değinecek olursam, her birinin önemli bir görevi varmışçasına hareket ediyorlardı kitap içerisinde. Tuna, Ada, Aras adlı karakterler, kitabın en önemli kişileriydi. Özellikle Tuna ve Ada desem daha doğru olur. Bahsi geçen her bir karakter, Buket Uzuner’in yaratımının haricinde kendi içerisinde farklı bir kişilik yaratımı eyleminde bulunuyorlardı. Bunun da en büyük göstergesi yazarın karakter üzerine kurduğu tahlilleri ve betimlemeleri.
Ayrıca kitabın yan karakterleri de dikkat çekiyor. Örneğin Ada’nın dayısı olan Şair Dayı lakaplı Doğan Gökay, Ada’nın annesi rolüne bürünen Pervin Gökay ve Ada’nın babası rolündeki Süreyya Mercan. Pervin Gökay ve Süreyya Mercan çifti ünlü sinema oyuncuları olarak geçiyor kitap içerisinde. Doğan Gökay ise lakabından anlaşıldığı gibi şair kimliğini taşıyor. Bu karakterlere ayrıca değinmemin sebebi, kitapta okuduğum bazı detaylar üzerine, dolaşan bir söylentiye göre -kesin olmamakla birlikte- bu karakterlerin aslında gerçek hayattaki ünlü kişileri temsil etmesi. Şair Dayı aslında Attila İlhan, Pervin Gökay ve Süreyya Mercan çifti de ünlü oyuncular Çolpan İlhan ve Sadri Alışık imiş. Kitabı bitirmemin ardından kafamda daha iyi yer edinebilmesi bakımından okuduğum bazı yorumlar neticesinde böyle bir detaya denk geldiğimi söyleyebilirim.
Aniden bir sabah çıkan iç savaş sonucu Tuna’nın askere alınmasıyla ve Ada’nın cinayet suçlamasıyla göz altına alınmasıyla başlıyor kitap. (Kitap içerisinde çıktığı söylenen iç savaş Tuna’nın kendi iç savaşı mı yoksa bildiğimiz iç savaş mı gibi bir soruyla kitap boyunca beynimi yaktım. Gerçeklik algım alt üst oldu.) Ele aldığı tema ve yaptığı güçlü karakter tahlillerinin yanında, kitap bazı unsurlarıyla beni hayal kırıklığına uğrattı. Uzuner’in, anlatımı içerisinde dolaylılığa gitmesi sonucunda anlamsız bir karmaşıklığın gelişmesi kitabın akıcılığını zaman zaman kaybettiriyordu. Karakter ortaya çıkarma da ve karakter tahlillerinde oldukça yaratıcı olan yazar, durum olayı yansıtmaya gelince sanki kitabı yazan kendisi değilmiş gibi davranıyordu. Bu durum kitabın taşıdığı iki türlü anlatımı etkilemişti doğal olarak. Zaman zaman anlaşılır dil benimseyen Uzuner, ne oldu da birden başka türlü gidişatı seçti anlatımda.
Ancak beni en çok hayal kırıklığına uğratan, Türk yazarların yapıtlarında görmeyi sevmediğim bir detay var ki, ona da değinmek istiyorum. Yapıtın içerisine az da bilinçli bir şekilde direkt İngilizce kelimelerin ve ifadelerin sıkıştırılmasını hiç hoş bulmadım açıkçası. Türk Edebiyatı bünyesinde olan bir yapıtta neden böyle anlamsız bir şey yapılıyor, bilemiyorum doğrusu.
Özetle sevgili Uzuner, bazı yerlerde anlatımda dolaylılığa gitmeseydi ve direkt araya İngilizce kelimeler serpiştirmeseydi kitabı oldukça güçlü bulabilirdim.
Ada, Tuna, Aras, Meriç... Dört çocuk ve onların anneleri, babaları, dayıları... İki aile ve birçok acı. Bu iki ailenin bir olmasını, hayatlarının aynı sayfalara yazılmasını çok sevdim. Her karakterin duygularının tek tek kurgulanmış olmasını, çok küçük detaylara her karakter için ayrı anlamlar verilip bir de bunu bize göstermesine bayıldım. Şair Doğan Gökay'ın Tuna'ya mektubunda roman yazarken önce karakterleri tek tek yazdığını söylüyor, Buket Uzuner de aynısını yapmış gibi hissettim. Kitap çok akıcıydı, sürekli okumak istedim. Bazen çok şaşırdım, bazen üzüldüm, bazen utandım, bazen çaresiz kaldım. Öyle bir serüvendi işte. Ama her bölümün başında yer alan o alıntılara bir anlam veremedim. Yazar çok üstten bakıyormuş gibi hissettim. Bazı anlatılanların sırf yapılan araştırmaları sergilemek için yazıldığını düşündüm. Bu düşüncelerim de severek okurken dertlere boğdu beni.
Hızlıca bitirebileceğiniz akıcılıkta bir kitap. Yazarın dili çok sade ve bazı yerlerde çok çarpıcı. Hissedilen bazı şeyleri öyle iyi ifade etmiş ki, daha iyi nasıl anlatılabilirdi diyorsunuz. Özellikle ana karakterlerden birinin romandan ayrılışını çok çok iyi anlatıyor ve size hayatın bir pamuk ipliğine bağlı olduğunu iliklerinize kadar hissettiriyor o sayfalarda. Romanın tek kusuru, Tuna'nın gerçeklikle karışık karabasanlarına çok fazla yer vermiş olması, buraları eleyip yaklaşık 100 sayfa daha eksilseymiş roman, yukarıda bahsettiğim çarpıcı kısım daha çok zihinlerde kalırdı bence, karabasan uzatmaları romanı biraz boğmuş.
bitmesin diye günde günde birkaç sayfa okuduğum nadir kitaplardan. Kitabı okumaya karar verdiğimde bir salı sabahıydı ve şöyle başlar kitap; “Bir salı sabahı uyandım. Bütün gazeteler sevdiğim kadının bir cinayet işlediğini yazıyordu.” Bu beklenmedik karşılaşma kitabın bende ayrı bir yeri olacağının sinyallerini vermişti. Okudukça tahlillerden dolayı kafanız karışacak bazen kendinizi bir cümlede paragrafta bulup hafifçe tebessüm edip uzaklara dalacaksınız. Ve bir kadının erkeğin -iç savaşını- bu kadar iyi çözümlemesine hayran kalmadan duramayacaksınız.
Bazı bölümleri gereksiz ve sıkıcı bulsam da, romanın içeriği ve anlatım tarzı çok güzel. Bu kitap insanda Ada olma isteği uyandırıp, Aras'ın converselerini omzuna attığı zamanda kalmak istemesini sağlıyor. Ayrıca bu kitap bana Kimse Bilmez şarkısını hatırlatıyor.
Bir ic savas ve icten de icerde olan bir baska savas, etrafinda da bir garip kitap. Tuna'nin bitmeyen kabusu benim kabusum oldu artik, gereksiz yere uzayan diyaloglar ve bulundugu yere hic ait olmayan referanslar... Flashbacklere ulasmak icin okudum cogu sayfayi resmen. Karakterler tamamen uclarda dolaşan tiplemeler. Duygusali cok duygusal, cesuru cok cesur, bagnazi cok bagnaz, entelektueli cok entelektuel - arayi bir türlü tutturamamis yazar. Genre olarak da kararsiz kalmis gibi. Basinda bir cinayetten bahsediyor ve uzun sure sira ona gelecek diye beklerken savas-politika devreye giriyor ama tum bunlar aslinda seneler suren bir ask hikayesinin cevresinde gelisiyor ve yarim yamalak bir bilimkurgu ongorusuyle finali buluyor. Mazallah kitap bitmese bir de ona el atacakmis demek yazar. Daha söylenecek cok sey var aslinda ama sadece begenmedigim taraflari yazarak haksizlik etmiş olacagim; cunku oyle ya da boyle bence bu kitaptan öğrenilecek kucuk ama cok sey var. Beklentilerimi bastan daha dusuk tutmus olsaydim bu kadar yazmaya gerek kalmazdi belki.
Buket Uzuner'in en guzel kitaplarindan bir tanesi. Yine karakterlerini icimizden almis ve en sonuna meshur donemecini eklemis. Herkese tavsiye ederim..
Başında iki major ve etkileyici hadisenin kitabı yönlendireceği algısı var. Ancak öyle ilerlemiyor. Özellikle Ada’nın yaşadığı durumun kitabın sonunda bu kadar yüzeysel geçiştirilmiş olması garip geldi. Sanki orası tam bağlanamamış gibi. Onun dışında Tuna’nın sürekli bir kabus/karabasan içindeymiş psikolojisi. O esnada (ne hikmetse) geçmişten gelen arkadaşları ile onca kalabalıkta denk düşmesi. Sonra bu çocukluk arkadaşlarının yakın çevresindeki insanlar vasıtasıyla verdiği mesajlar. Bence fazlasıyla amatör. Daha sağlam bir kurgusal bağıntı kurulabilirmiş diye düşünmeden edemiyor insan. Tuna ve Ada’nın çocukluklarını okumak keyifliydi. Ama kitabın sonunda bana kâr kalan ne oldu, çok da bir fikrim yok. Hele en sonundaki akşam davetinin ve orda konuşulanların ne gereği vardı, olmalı mıydı gerçekten? Onca merak edilen şey varken bunları anlatmak malesef mantıklı olmamış. Üzgünüm Sayın Uzuner, ama durum bu.
Karakterlerinin bu denli güçlü tasarlandığı ve bitiminde bu denli tatlı bir kalp kırıklığı yaratan başka bir kitap okumamıştım. Kitabı okurken kendinizde Ada, Tuna, Aras ve Meriç arayışlarına girişiyor ve kitabın bitiminde hepsinin parçalanmışlığından birazını almış oluyorsunuz. Kitabın tarih ve günümüz ile bağlantısı geçen sene sık sık uğradığım Kuzguncuk'ta belki de hiç farketmeden yıkılmış olan Ada'ların evinin önünden çok kez geçmiş olma ihtimalimi ya da çocukluğumdan beri gittiğim Kadıköy Baylan pastanesinde yan masada kaç tane Aras ve Ada'nın Kup Gri yediği düşüncesiyle yüzüme bir tebessüm konduruyor.
Öyküyü Tuna'nın bakış açısından dinlerken kitabın sonuna doğru Uzuner'in kullandığı sorgulama tekniği ile karakterlerin bireysel iç savaşlarını anlatması kitabın en çarpıcı noktalarından biri olmuş. Sayfalarını titreterek çevirten bu romanda, Uzuner dört çocuğunu büyürken yaşadıkları deneyimler ve saflıklar ile yüreğiniz ısıtırken ölümün ne kadar sert ve hızlı gerçekleştiğini göstererek sizi bir duvara çarptırıyor. Psikolojik bir lensten detaylıca incelenebilecek olan roman, Uzuner'in entellektüel arkaplanın yansıttığı diyaloglarla birleşip modern Türk Edebiyatı'nın sosyal politik ve psikolojik bir başyapıtını oluşturmuş. Adımın kaynağı olan bu kitapta anne ve babamın Ada'yı neden Eda yaptıklarını da anlamış oldum.
Son olarak Uzuner'in yalın ancak şiirsel bakış açısından bir alıntı yapalım.
"Sanmak ile olmak arasındaki uçurumdan hep nefret ettim! Sanmak içinde umutlar, düşler ve heyecanlar vaat eden çok boyutlu bir kavramken, olamak gerçeğin sert, kalın, köşeli ve katı üç boyutunu taşır yalnızca... Ne mutludur o, oluşlarının içine sanışlarını da katmayı başaran insanlara." (215).
Boğaziçi’nin en “şıngır mıngır” köyünde,Kuzguncuk’da geçen bir çocukluk,ilk aşk ve ilk acının öyküsü.Beraber büyüyen dört çocuk Aras,Ada,Meriç ve Tuna.Ada çok kumral,Tuna’nın gözleri gök mavi...
Bu okuduğum ilk Buket Uzuner kitabı.Yazarın kalemini,hikayenin kurgusunu sevdim.Değiştirmeden,karşılık beklemeden,sahip olmadan ait olabilen Tuna’nın Ada’ya olan aşkını,insanın kendiyle olan iç savaşı ile birlikte anlatan hüzünlü bir hikaye.Özellikle kitabın sonlarında her bir karakteri kendinden dinlediğimiz kısımları çok sevdim. Ancak kitapta çoğu bölümde geçen(Tuna’nın bilinçaltının ona oynadığı bir oyun mu yoksa gerçekten varlar mı bir türlü anlayamadığımız) Laz Sefer,Kürt Mutlu,Anadolu köylüsü Hasan,Kafkas Kutlu,İslamcı Musa,Alevi Hatice Ana’yı çok karikatürize,çok klişe buldum.Hatta okurken inanılmaz sıkıldım ve şivelerin bu kadar yapmacık bu kadar sığ bir şekilde abartılmış olmasına-birer tip olmalarına rağmen-şaşırdım,benim için okunması çok güç bölümlerdi.
“Suçluluk duygusu derinizin altına girdi mi,artık,çektiğiniz bütün fotoğraflara hâkim olur!Hepimiz biraz suçlu değil miyiz engel olamadığımız ölümlerden ve mutsuzluklardan sanki?Yangınları,cinnetleri,yoksullukları,savaş ve hırsızlıkları seyrederken,hepimiz biraz katil,biraz hırsız ve biraz da fesat değil miyiz yani?Haydi canım,don’t be shy!Hepimiz öyleyiz! Bunu en iyi Tuna anlar.Tuna anlar!”
Hamiş:En yakın zamanda Baylan Pastanesi’ne gidip Kup Griye’yi ve üzerinde Mabel yazan sakızları deneyeceğim,aklımda Kumral Ada Mavi Tuna:)
Buket Uzuner bu romanda bir aşk hikâyesinden çok daha fazlasını anlatıyor. Ada ile Tuna’nın yıllara yayılan ilişkisi, çocukluktan yetişkinliğe uzanan bir serüven gibi görünse de, aslında Türkiye’nin yakın tarihine de tanıklık ettiriyor. 12 Eylül sonrası atmosfer, siyasi çalkantılar, ailelerin dayattığı kalıplar ve gençliğin çıkışsızlığı, romanın arka planında hep hissediliyor.
Romanın en çarpıcı yanı, aşkın yalnızca bireysel bir mesele değil, toplumsal ve kültürel bağlamın içinde şekillenen bir deneyim olduğunu göstermesi. Ada ve Tuna’nın birbirine dönüp duran hikâyesi, aynı zamanda bir kuşağın büyüme sancılarını, hayal kırıklıklarını ve hayatta kalma çabalarını yansıtıyor. Uzuner’in dili akıcı, kimi yerde lirik, kimi yerde sert; bu da romanı sadece olayları değil, duyguları da derinlemesine yaşatan bir eser yapıyor.
Elbette uzunluğu ve ayrıntıları herkes için kolay olmayabilir. Yer yer roman fazla dallanıp budaklanıyor, karakterlerin iniş çıkışları tekrarlı gelebiliyor. Ama bu da kitabın “hayat gibi” oluşunun bir parçası. Düzenli, cilalanmış bir aşk hikâyesi değil; karmaşık, yorucu ama sahici bir serüven.
Benim için Kumral Ada Mavi Tuna, hem bireysel hem toplumsal hafızaya tutulan güçlü bir ayna oldu. Bir yanıyla nostaljik, bir yanıyla acıtan, ama mutlaka iz bırakan bir roman.
Pretty interesting look at the psychology of civil wars and how it is reflected within our own personal struggles. I had a hard time liking the main character though and was often frustrated by him. I'm not one to look for perfect characters in my books and often really attach myself to the flawed male characters because they are more human in my mind. I can more easily relate to them. This character however was just too flawed and too annoying.
Yazar merak unsurunu iyi kullanmış. Verilen küçük ipuçları ile sonrasında ne olacağı hakkında tahminlerde bulunarak okumaya devam eder halde buluyorsunuz kendinizi. Hikayenin birçok boyutu olduğu ve cok farkli konuları içerdiği için sizi mutlaka bir yerlerden çekiyor. Başarılı bir anlatımı olduğunu düşünüyorum.
Kayıp insanların hikayesi.Psikolojik bir roman olmasının yanında aşk romanı da sayılabilir. Tuna'nın iç savaşı gayet başarılı bir dille anlatılmış. Mutlaka okunmalı.