Yakın tarihimize damgasını vuran 31 Mart Vakası'nın çevresinde gelişen İsyan Günlerinde Aşk, insanın en derinlerinde saklı olan duyguları bile şaşırtıcı bir aydınlıkla gösteren bir roman. İnsanları ustalıkla anlatırken tarihin de onlar gibi sırları, yalanları, ihanetleri, asla açığa çıkarmaya yanaşmadığı karanlık yanları olduğunu hatırlatıyor. İsyan Günlerinde Aşk, bütün bir yüzyılı sarsan bir ayaklanmanın içinde yaşayanların aşkları, tutkuları, acılarıyla dokunmuş. Bu kitabı okuduktan sonra bir daha unutamayacaksınız.
Aşkı ve insanı pek az yazar onun gibi anlatabildi...
He was born 1950 in Ankara, Turkey to the notable journalist and writer Çetin Altan as the first of two sons. His brother Mehmet Altan is also a journalist, writer and university professor of economy politics.
A working journalist for more than twenty years, he has served in all stages of the profession, from being a night shift reporter to editor in chief in various newspapers.
In addition to having written columns in several Turkish newspapers, including Hürriyet, Milliyet and Radikal, Altan has produced news programming for television. He worked as the editor in chief and lead columnist of Taraf, a daily Turkish newspaper, until he resigned from his post in 2012.
He was fired from Milliyet after writing a column on 17 April 1995 titled "Atakurd", which presented an alternate history of Turkey. In September 2008 when Altan published an article titled "Oh, My Brother" dedicated to the victims of the Armenian Genocide, he was charged under Article 301 of the Turkish Penal Code for "denigrating Turkishness". The judicial claim was initiated by the far-right "Great Union Party."
During Turkey's media purge after the failed July 2016 coup d'état on September 23, 2016, Altan, was arrested. On 16 February 2018, along with his brother Mehmet and four others he was sentenced to life imprisonment with the condition that they be locked up for 23 hours each and every day.
I enjoyed the first volume (Like a Sword Wound) of the projected quartet of which this is the second part, but it's here that Altan seems to come into his own. Sword Wound feels like the introduction and now the story takes flight. The premise of characters appearing as ghosts to Osman, their descendant, is still in place but now the sense of living lives becomes more prominent. The first book felt like it was 'told' whereas now there's far more 'showing' so the narrative style has evolved.
There's still the fascinating mix of love and revolutionary politics showcased in the title as the Ottoman Empire under the rule of the Sultan continues to decay. Especially notable are the fascinating female characters: Mehpare, her sophisticated mother, her daughter, the newly introduced Dilara, all open up clichés about women and Islam.
There's a strong sense of life turning on small moments, and how momentary decisions play forward in terms of consequences. The conceit of ghosts speaking to their descendant allows for this hindsight while keeping the chronology moving forward.
The translation is unobtrusive (though I would have changed quite a few of the commas to semi-colons or full stops) and while this is longer than the first book, it is wonderfully absorbing. I would recommend reading the first volume ahead of this to have a sense of the characters' and country's history. If you loved The Cairo Trilogy: Palace Walk / Palace of Desire / Sugar Street or The Transylvanian Trilogy (They Were Counted, They Were Found Wanting - They Were Divided), this should be your next read!
Many thanks to Europa Editions for an ARC via NetGalley
O proză uluitor de fină, cu ecouri tolstoiene. Altan scrie ca un vrăjitor: gândurile personajelor devin evenimente, iar dragostea se insinuează în tot, de la politică la gesturi mărunte. M-a răscolit mai tare decât orice am citit recent din literatura turcă. O capodoperă în devenire. Abia aștept volumul al treilea!
Üç kitabı da bitirince blog'umda daha geniş yer vererek yazacağım.Anlatılacak söylenecek çok şey var ,yazarımız tam tamına bir edebiyat şöleni hazırlamış bir iki sözle yazıp geçilecek gibi değil!
Osmanlının yıkılış dönemlerini anlatan eserlerinden oluşan bu külliyatın henüz dördüncü cildini yazmamış yakın zamanda yazacağını söylüyor bir söyleşisinde yazar. Romanlarında erotizme oldukça büyük yer ayırmış ve güzelliği haddinden fazla yüceltmiş. Soylular dediği sınıfı anlatırken onlara ne ...
Ahmet Altan'ın İttihat ve Terakki dönemini anlattığı dörtlemenin ikinci kitabı İsyan Günlerinde Aşk. Eski bir köşkte ölü büyükleriyle konuşan Osman, 31 Mart Vakasının perde arkasında yaşananları okuyucuya aktarırken, sanki yüz yıl öncesini yaşıyormuş gibi hissediyorsunuz.
Al doilea roman din cvartetul otoman incepe cu o tentativă de suicid si se terminã cu o sinucidere, pare o încheiere, Însă cu sigurantă nu este. Personajele se dezvoltă mult mai mult în acest al doilea roman, surprinse si din prisma revoltelor exterioare si interioare, ating profunzimi nebănuite. Un dans sublim între furtunile sufletesti si cele politice, pe care doar Ahmet Altan il poate face. lar, dragostea si dorul de Istanbul, un oraș-personaj important al cărtii. "Zăpada ne aminteste mereu de copilărie." "Oamenii cărora le e greu să iubească îsi îndreaptă adesea dragostea catre oameni greu de iubit." "Cu moscheile sale, cu bisericile, palatele, cupolele, minaretele, crucile, pâraiele, mările, chiparosii, platanii si locuitorii sãi, acest oras puternic si nestatornic, scăpat din atâtea masacre sângeroase, se învăluise în întuneric, stingându-si toate luminile, înăbușindu-și toate sunetele.” "Nu judeca niciodată pe cineva după propriile tale valori, ci după ale lui. Imoral este cel care îsi trădeazã proprille convingeri, nu pe ale tale."
Mi-a plăcut foarte mult cum autorul a tratat si tema infrângerii, o disectie a sufletului uman. Astept cu nerăbdare următorul roman!📚❤️
"Unutmayınız ki, günahın en tehlikelisi, en basit ve en masum gözükenidir; insan, ruhunu büyük günahlara karşı daha kararlı bir şekilde kapatabilir, ama küçük günahlar, işte onlar, içimize sızacak bir yer her zaman bulabilirler". (s. 25)
"...gelecek konusundaki bu korkunç bilgisizliğimiz olmasa nasıl yaşayabilirdik ki, neler olacağını bilip de onları değiştirmeye kalksak, bu kez de başka hadiselere sebebiyet vermez miydik, hayatımızı sürdürebilmemiz için istikbalin hep karanlık içinde saklı kalması gerekiyor zannımca". (s. 220)
"Hepimiz kendi kaderimizden çok, bir başkasının kaderi üstünde etkili oluyoruz, ne garip değil mi, bazen düşünüyorum da, başkalarının müdahale edemediği bir hayatı ve kaderi yaşayabilseydik herhalde hepimizin hayat hikâyesi çok değişik olurdu, ama ne yazık ki bu mümkün değil, Yaradan sanki hepimizi birbirimize bağlamış; birimiz kıpırdayınca hepimiz kıpırdıyoruz".
"Ben bile kendime güvenmiyorum, onlar niye güvensin ki... Gene de, biri bana tam olarak güvensin isterdim. Kim bilir, belki ben de kendi hislerime güvenirdim o zaman. Her şey ne kadar başka olurdu". s. 431
Ahmet Altan'ın İsyan Günlerinde Aşk'ında anlatılan dönem (İkinci Meşrutiyet'in ilanı ve akabinde yaşanan 31 Mart Vakası) dönem gerek kişisel olarak gerek de mesleki açıdan ilgimi çeken bir dönem. Kitap uzun uzadıya bilgi vererek yaşananları anlatmaktansa farklı bakış açılarına sahip kadın ve erkek karakterler ile bunların arasındaki ilişki üzerinden olanları vermeyi tercih etmiş ve bence başarılı bir tercih olmuş. Bununla birlikte kitabın adından da anlaşılacağı üzere pek çok farklı ilişkiyi okumak da mümkün kitap boyunca. Bu durumu eleştirenler olmuş, ben aksine bunu sevenlerdenim. Altan belgesel niteliğinde bir roman yazma niyetiyle çıkmamış yola, yukarıda da belirttiğim gibi çeşitli ilişkiler üzerinden dönemi anlatmaya çalışmış. Ben yarattığı karakterleri zevkle okudum.
Sanırım "Kılıç Yarası Gibi"nin devamı imiş "İsyan Günlerinde Aşk". Sıralamada bir hata yapsam da onu da en kısa zamanda okuyacağım.
Tüm yaz Ahmet Altan okudum gibi hissediyorum demiştim, doğru. Oku oku bitmiyor. Dil akıcı, merak unsuru sağlam; 31 Mart olayları ne yazık ki hakkında az şey öğrendiğimiz ve okuyabildiğimiz bir döneme ait. İsyan başlangıç gününün anlatıldığı bölüm bence kitabın en iyi kısmı. Sokakta giderek artan şiddet ve endişeyi çok iyi veriyor. İsyan ve ihtilal arasındaki farkı, inceden dokunduğu Batı ile Türkiye karşılaştırması yerinde. Ancak tüm erkek kahramanların buldukları her fırsatta yanlarındaki kadınla -sevgili, köle, eş- "sürüklercesine" ve dikkat çekerim "sabaha kadar" sevişmesi, bu sevişmelerdeki tuhaf ayrıntılar ahengi oldukça bozmuş. İlk kitapta da bahsettiğim uzun betimlemelerle bezeli oryantalist bakış burada da hayli fazla: elbise kıvrımından padişahın zebrasına kadar. bazı okuyucuların hoşuna da gidebilir bu. Ancak ben yazarın yazarken tüm erkek kahramanların yerine geçtiğini, tüm kadın kahramanları da kendi eril benliğinden ayrılamadan yazıya döktüğünü hissettim.
Tarihe baska bir pencereden bakilabilecegini ve her insanla empati kurulabilegini gordum bu kitapta. Insanlari elestirmenin onlarin yasadiklarini yasamadan kolay oldugunu gordum. Serinin devamini en kisa surede okumak istiyorum. Hem ask hem siyaset hem de tarih hepsi bir arada...
Dostluklar ve aşklar, ağır baskılar altında, üstüne basıldıkça büyüyen tuhaf ve sihirli bitkiler gibi çabuk serpilip gelişir; yaygın ve büyük tehditlerin, tehlikelerin, korkuların yaşandığı zamanlarda, bu dehşet dolu olaylar insanları, dışına çıkılması mümkün olmayan sıcak bir sera gibi içine alır ve öbür insanlara sarmaşıklar gibi kuvvetle sarılan duyguları hızla büyütecek şklimi yaratır.syf 306
Kitabı sevdim ama çok mu sevdim yoksa az mı karar veremıyorum 🤤 Bazı sayfalar da harıka dedım bazı sayfalarda “ahh bu kitabı bitiremeyecegım “ dedim ...
31 Mart vakası ile ilgili çok şey öğrendiğim kesin 🌟
Rastlantı sonucu bundan önce "Kılıç Yarası Gibi" romanını okumuştum. Bu onun devamı niteliğinde. Kurgu, anlatım çok güzel. Tarihi gerçeklere tutturulmuş bir aşk hikayesi. Aslında birden çok aşk hikayesi. Tarihi gerçekler her zaman olduğu gibi yoruma açık olabilir.
Ne yalan söyleyeyim, sanki senelerdir bu kitabı okuyormuşum gibi hissettim. Bu yüzden yarım puanı kırdım. Diğer yarım puanı da yazarın olaylara çok fazla müdahale etmesi yüzünden kırdım. Onun dışında olay örgüsü ve dönemin özellikleri iyi işlenmişti. Ayrıca karakterlerin psikolojilerine inanılmaz bir başarıyla değinilmişti. Hayran olduğum bir kitap değildi ama beklentimin üstündeydi.
İsyan günleri gerçeklerle kurgulanmış aşk kısmı ise yazarın hayal dünyası olmuş bana anlatmak istediklerine yamama gibi geldi. Gerçeklere yakın olan anlatımlar güzel.
Hikmet- Hediye, Ragıp- Dilara hanım, Mihrişah sultan ve aşıkları ve hepsinin birbiriyle kesişen hayatları..Beni bu ilişkiler ağında en çok etkileyen Hikmet ve hediyenin ilişkisi oldu. Bu efendi köle ilişkisinde kadının ve erkeğin hisleri kitaba oldukça gerçeğe yakın yansımış gibi duruyor. Hikmetin hediyeye duyduğu acıma duygusu;sahip olduğu zaafı ve şehvet aşkı yüzünden anlamsız kalıyor. Ve sahiplenilmeyi muhtaç bu kadın çareyi ..........buluyor. Bakıldığında onun açısından en doğru çözüm gibi duruyor.hikmetin acımasız ve hoyrat duygudan yoksun dokunuşlarına maruz kalıyor. Hikmet karakterini bu tabloda insani kılan tek şey ise o işe yaramaz acıma duygusu... hikmeti gözümde iyi bir insan yapacak olan tek şey hiç şüphesiz ona hediyenin bir mal gibi hediye edildiği gün onu geri göndermesi olacaktı. Ancak Hikmet karşısındaki varlığı; köle kadını .hiç düşünmeden sadece kendi arzu ve acılarını tatmin etmek için kullanmıştır ve içinde aşk olmayan erotizm beni tiksindirmiştir. Sonra da yazar durumu kurtaracakmış gibi karaktere acıma duygusu yüklemiştir. Hikmet tek başına hem acınan hem acıyan bir karakterken birlikte olduğu kadınlarla bencil bir kişi görünümündedir. Dilevser, Mehpare Hanım ve Hediye gibi hayatına giren kadınlardan vazgeçemeyen Hikmette bir kaybetme korkusu vardı. Bu nedenle bu kadınları - ayrıca yalnız kalmamak adına- yanından uzaklaştıramadı.. yazarın padişah ve ittihat terakki hakkındaki kurguları ise yer yer gülümsetti beni. Yazar, Kadınlar ve kendini aydın kesim olarak gören tarafça bunaklıkla suçlanan padişahın istihbarati zekasına yaptığı vurgu ile ittihatçileri saf ve tecrübesiz ve plansız bir cemiyete dönüştürürken ve padişahın tek adamlığının yarattığı güç ve baskı döneminin insanları yıldırdığı ahvalini de ortaya koyuyor ve tüm bunları aynı anda ortaya koyması bence taraflar arasında dengeyi sağladığından başarılıydı. Ayrıca yazarın kadınlarındaki cool duruş tam bir erkek fantazisi görünümünde. Bazen Kadınların coşkusu ve hareketliliği erkekleri ürkütür ve yetersiz hissettir. Bu kadınlar için de geçerlidir. Bu nedenle erkek kendini daha çok gösterebileceği kitapta da bu aynen böyle "cam" gibi şeklinde ifade edilmiş kadınlar tercih ediliyor. İsteklerini belli etmeyen ama tutkulu ve güçlü kadınlar. Mihrişahta gösteriş tutku çoşku güç hepsi varken, Dilara hanımda gösteriş ve coşku azalırken tutku ve güç sabit kalmış, Rukiye ise gösterişten ve coşkudan uzakken, yaşı gereği tutkulu ve konumu gereği güçlü, Dilevser ise şık giyimli bir karakter olsa da gösterişten uzak, coşkusuz, tutkusuz ama onurlu bir karakter, Hediyeden ise hiç bahsetmek İstemiyorum.. Evet özetle kitap akıcı dili çok sade okunabilir bir kitap..
عشق روزهای بلوا کتابی که بسیار دوستش داشتم و حالا که تموم شده مثل پایان یک سریال چند قسمتی، حس عجیب وابستگی تجربه کردم. داستان از زبان مرده هایی روایت میشه که تجربه زندگی خودشون رو برای فردی به نام عثمان که توانایی ارتباط با دنیای مردگان داره، بیان میکنن. در واقع عثمان انتخاب شده تا با مرده هایی از قوم و خویشان خودش ارتباط بگیره. محوریت داستان، سقوط امپراطوری عثمانی و جنبش مشروطیت و اتفاقات حول و حوش آن هست که زندگی و عشق و مرگ شخصیت های داستان در این زمینه اتفاق میافته. بنظرم داستان کاملی بود و هیچ جای داستان خسته کننده نبود. اینکه در یک داستان اشتراکات مذهبی مثل مسلمان بودن و اشتراکات فرهنگی وجود داره باعث میشه من نسبت به ادامه داستان ترغیب بشم(علت اصلی تمایلم به کتاب های نویسنده های ترک، عرب و .... برخلاف نویسنده های اروپایی ، پیدا کردن وجه اشتراک با شخصیت های داستان هست) یک موضوع دیگه در این کتاب تشابه انقلاب کشورهای مختلف هست، وقایع جنبش مشروطیت در این داستان خیلی شباهت داشت به مشروطیت در ایران.با این وجود تفاوت هایی هم داشت، سرباز ها علیه افسران خودشون قیام کردند و منجر به شورش و بهم ریختگی شهر شدند اما بخاطر نداشتن رهبر واحد توسط اتحادچی ها سرکوب شدند... کتاب در کنار جنبه داستانی، روایت گر جنبه تاریخی دوران امپراطوری عثمانی هم بود که از این نظر برای من خیلی جذاب بود.
Comincio a capire perché questa trilogia sia considerata il capolavoro di Ahmet Altan. Spero vivamente que venga pubblicato anche il quarto e ultimo volume. Per il momento attendo con impazienza il terzo capitolo della saga che mi è stato fortemente raccomandato ma per arrivarci e capirlo bisogna leggere i precedenti due. Questo libro è storico perché naturalmente mi ha fatto conoscere un sacco di cose sulla storia del tramonto dell'impero Ottomano ma direi che è anche un libro psicologico perché tutti i personaggi (che non sono pochi) sono costruiti con estrema precisione e i loro pensieri ed emozioni contradditorie sono descritte con una tale maestria che mi sono soffermata a rileggere più volte determinati passaggi. È il primo libro in cui ho sottolineato delle frasi perché sono semplicemente brillanti. Consiglio vivamente tutta l'opera di Ahmet Altan, mi auguro che venga tradotta e sono decisa a leggere tutto quello che riesca a reperire.
II.Abdülhamid'in son dönemi, 31 Mart Vakası ve İttihad-Terakki'ye dair canlı karakterlerle iyi bir roman. Türk toplumu, entelijansiyası ve siyasetinin karakteristik özellikleri açısından da okumaya değer. Serinin ilk kitabı Kılıç Yarası Gibi'den daha başarılı...
"Biz manada kaderden gayrısını bulamadık efendim, kerem buyrun da bir neşeyi velev ki manasız da olsa bu kulunuza çok görmeyin." "Zor seven insanlar sevilmesi zor olan insanları sevmeye meyleder."
Köşe yazılarını pek okumazdım ama politik duruşuyla sık sık gündeme geldiği için bir süredir ilgimi çeken bir yazardı Ahmet Altan. Özellikle Tanıl Bora’nın Cereyanlar’ını okuduktan sonra.
Dönem romanları hoşuma gittiği ve ilk yayınlandığında bir hayli ses getirdiğini hatırladığım için "İsyan Günlerinde Aşk”ı seçtim başlangıç olarak.
1900'lü yılların başlarındaki tarihsel olaylara ve özellikle İttihat ve Terakki Cemiyeti dönemine olan merakımı besleme açısından güzel bir okuma oldu benim için. Ancak, merakımı kamçılayacak kadar ilginç gelse de edebi açıdan çok etkileyici bulmadım romanı.
31 Mart Ayaklanması kendiliğinden mi gelişmişti, İTC çanak mı tutmuştu ya da bu isyan düpedüz bir İTC tertibi miydi gibi döneme ait bir takım somut sorular sağlamamı sağlayacak netlikteydi romanın isyan kısmı. Tutkulu hikâyelerin yer aldığı aşk kısmını hissetmek ise o kadar kolay olmadı. :-) Psikolojik tahlilleri okumak hoşuma gitse de neredeyse bir paragraf uzunluğundaki cümlelerle boğuşmak pek keyif vermedi. Zaman zaman, virgüllerle, noktalı virgüllerle ayrılmış sözcük öbeklerini cümlenin öznesi, nesnesi vs diye ayırmaya çalışarak okuduğum için roman su gibi akmadı doğal olarak. Yazarın belirli bir duyguyu güçlü bir şekilde aktarabilmek için pekiştirme niyetiyle sözü fazlaca uzatması tam tersi bir tesir yaptı bende. Aslında çok güzel olan bazı ifadeler laf kalabalığında kaynamış gibi geldi bana. Basit, ayrı birer cümle olarak aktarılsalarmış daha etkileyici olurmuş bana göre.
Döneme ait mekan ve nesne tasvirleri pek zengin görünmedi bana. Başka eski İstanbul romanları okumamış, filmleri seyretmemiş olsam dönemin havasına girmem daha zor olabilirdi sanırım. Ayrıca, Osmanlıca sözcüklerin günümüzde doğru kullanılmadığına ilişkin şüphelerim de kuvvetlendi. Biraz sözlük karıştırınca, her ne kadar gerçek bir dil olarak tanımlamasak da Osmanlıcanın da belli kuralları olduğu anlaşılıyor. Genel olarak romanlarda ya da diğer türlerde Osmanlıca sözcükler kullanılırken bu kurallar pek dikkate alınmıyor gibi geldi bana. Ya da mevcut yaşantılar izin vermiyor buna. Yine de hiç olmazsa, eski sözcük dağarcığıma belli bir katkısı oldu romanın.
Yazarın bazı sözcük seçimleri de biraz tuhaf geldi bana. Meselâ bedensel yerine gövdesel, tensel yerine etsel sözcüklerini kullanması gibi.
Modern ve dindar kesimlerden insanları birbirlerine doğru anlatmak ya da ne bileyim, bu iki kesim arasındaki kutuplaşmayı aşarak aralarında bir uzlaşma sağlamak gibi bir iyi niyet de sezdim romanda ben. Askeri vesayet meselesinin de eski zamanlardan günümüze kadar gelmiş olması ayrı düşündürüyor insanı.
Zaman zaman sıkılsam da ilerde daha ayrıntılı okumayı düşündüğüm bir dönemi anlattığı için severek okudum "İsyan Günlerinde Aşk"ı. Sonuç olarak, yazarın başka dönem romanları olursa yine okurum belki ama diğerlerinden pek emin değilim. Hâlâ hiç okumadığım onlarca yazar varken önceliğim olmayabilir.
Okunacaklar:
Talât Paşanın Anıları, Haz. Alpay Kabacalı
İttihat ve Terakki Cemiyeti, Kâzım Karabekir
“İki İttihat-Terakki: İki Ayrı Zihniyet…”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce-1. Cilt Cumhuriyete Devreden Düşünce Mirası-Tanzimat ve Meşrutiyet’in Birikimi, Kolektif
Sultan Abdülhamid, François Georgeon
“Tutunamayanlar”ın Politik Psikolojisi, Serol Teber
🌟 امتیاز اصلی : 4/5 دوستان قراره بپردازیم به «عشق روزهای بلوا» اثر ترک مورد علاقه خودم که بنظرم بهترین نویسنده معاصر امروز هست «احمد آلتان» عزیز. بستر داستان از ده روز قبل از قیام 1908 علیه سلطان عبدالحمید دوم عثمانی (که به شورش 31 مارس مشهوره) شروع و تا یک ماه بعد از قیام ادامه داره. خب... ترسیم و ساخت فضای زیست نکرده برای نویسنده سخته. اگر این فضا مغشوش و تاریک باشه که دیگه سخت تر. نویسنده باید خیلی در نثر محتاطانه رفتار کنه ، اگر کمی از اندازه خارج بشه نویسنده مدعی روشنفکری حساب میشه ، به سیاه نمایی زمانه متهم میشه ، داستان به انحراف کشیده میشه و... اینجا خوشبختانه «آلتان» از بحران نه تنها اثرش به سنگ نمیخوره که اتفاقا سنگ شکنی میکنه و پیش میره. سه شخصیت داریم که کل بار داستان روی دوش این سه نفره : حکمت بیک ، راغب بیک ، شیخ افندی. نویسنده نسبت به هر سه نفر سمپاتی داره و تلاش میکنه این سه نفر رو به ما نزدیک کنه. سه نفر که هر کدومشون در یک جهان فکری متفاوت سیر می کنن. برای هر کدوم باید داستانی مجزا بنویسه و به همدیگه ربطشون بده. از اون طرف استانبول اون موقع رو بسازه و مسئله و دغدغه های شخصیش رو رها نکنه. داستان دو نفر اول (مخصوصا حکمت بیک) خیلی خوب از آب در میاد : مردی که بعد از رها شدن توسط همسرش و تجربه یک اقدام به خودکشی روزهای متفاوتی رو در واقعه مارس تجربه میکنه. و مرد سربازی که بعد از زندگی بی هیچ عشقی با همسرش عاشق زن دیگه���ای میشه. و داستان شیخی که همه قبولش دارن و در روزهای شورش ، خط فکری درست و عادلانهای داره. با این داستان های چند خطی کار آلتان سخت تر هم میشه ، چون تماما داستان ها تکراری و کلیشهن ولی «آلتان» مثل «هاکس» در سینما ، بلده کاری با کلیشه کنه که دیگه کلیشه جلوه پیدا نکنه. اما مشکل کتاب در چیه؟ در شخصیت های فرعی. برخلاف «تاریخ خاص تنهایی» که اصلا شخصیت فرعی نداشت و بر خلاف شاهکار «آلتان» : «حیات خانم» که شخصیت های فرعی هم به اندازه اصلی ها خوبن ، اینجا شخصیت های فرعی اصلا خوب نیستن غیر از «هدیه» که شخصیت مهم ، درست و کاملی هست. گاها داستان به انحراف ها و مسائلی کشیده میشه که مال این داستان نیستن ولی آزار دهنده هم نیستن. اما مشکل اصلی کتاب در حجم فصل هاست. فصل ها خیلی طولانیان ، گاها به چهل صفحه هم میرسن و این برای مخاطب خوب نیست.
در مجموع کتاب «عشق روزهای ��لوا» اثر «احمد آلتان» اصلا کتاب بدی نیست و حتی بخاطر تصویری که از استانبول اون موقع به ما میده اثر ارزشمند و خوبی حساب میشه.
I liked the book. Here are some quotes that i've taken; - "Çabuk mu? Çabuk vazgeçtiğimi mi düşünüyorsunuz=.. Çok geç vazgeçtim, çok geç, daha önce vazgeçmeliydim... Zamanında vazgeçebilen biri yeniden kazanabilir belki ama vazgeçmekte geç kalan birinin hiç kazanma şansı yok..." (syf.22) - "Padişah, son aylarda hep olduğu gibi birden kendini müdafaa etmeye başlamış, karşısındakine bir şey anlatmaktan çok, kendi içini rahatlatabilmek için ne kadar haklı olduğunu sıralamaya koyulmuştu, sanki kendisi inanırsa başkaları da onun haklılığına inanacaktı."(syf.94) - "Geçmiş onu bırakmıyor, o geleceğe erişemiyordu. GEçmişten kalan acılarının sahibi uzaktaydı, gelecek ise kısa bir deniz yolculuğunda bile vaat ediciliğini kaybedecek kadar anlamsız ve cazibesiz gözüküyordu."(syf.165) - "Dilara Hanım'ın kendisi için ne düşündüğünü şiddetle merak ederdi ama Ragıp Bey, Dilara Hanım'ın yalnızca duygularını merak ediyordu. Düşüncelerini merak etmek aklından bile geçmiyordu. Eğer Dilara Hanım'ın kendisi hakkında bir fikri olduğunu öğrenseydi, kadınların kendileri hakkınd adüşünceleri, kararları olabileceğine, böyle bir ihanete sürüklenebileceklerine asla ihtimal veremeyen bütün erkekler gibi herhalde o da çok şaşırırdı."(syf.202) -"Bazı duygular, insanların gölgeleri gibi hep yanlarında dolaşır ama hiçbir zaman ele geçmez, onu ele geçirmek için yapılan her hamlede, o hamleyle birlikte biraz uzağa kaçar; Mehpare Hanım'ın da Konstantin'le yaşadıklarının ardında hep böyle ele geçmez bir duygu varlığını sezdiriyordu."(syf.276) -"Hayatı, insanları ve kendini unutmadan, bunlardan vazgeçmeye razı olmadan da aşk ortaya çıkmıyordu ne yazık ki."(syf.393) -"Neden bazen kadınlara alçakça davranıyoruz bilmiyorum, demişti, ama neden kadınlar alçakça davranışlara daha fazla ilgi gösteriyorlar, onu da anlamıyorum."(syf.421) -"Biz günahı, başkalarının bulduğu yerlerde aramayız, bizim için günah Yaradan'ın yarattığına, bu arada kendine kötülük etmektir..."(syf.446) -"Belki, kim bilir, bütün hayatın boyunca kaybedeceğim diye endişelendiğin bir şey bir gün kaybolduğunda rahatlarsın bile...."(syf.454)
Sigara kullanıyor olsaydım eğer bu kitaptaki her karakteriçin yakardım, en çok da Hediye ve Ragıp için. Bazı kitapları bitirmek için okuruz, ama ben bu kitabı okurken bitsin istemedim, sindirerek okudum ve sigara dumanını çeker gibi çektim içime her karakteri. Ahmet Altan' n kaleminin bu kadar sağlam olduğunu düşünmezdim hiç. Aldatan, aldatılan, dost, hain, karşılıksız seven, karşılık bulan her karakter öyle güzel anlatılmış ki hiç biri için "belki"ye "acaba"ya yer bırakılmamış. Nedir kahramanlık? Eline silah alıp vatanı için savaşmak mı, hayatının son dönemlerini yenilmiş bir padişahın yanında geçirmeyi tercih etmek mi? Peki aşk? Hikmet Bey, kendisine aşık olan Hediye için bakın ne güzel söylemiş: "Eğer hayatım, kırılacak bir eşya, bir bardak ya da bir vazo, ne bileyim öyle bir şey olsaydı eğer, bunu tutması için Hediye'ye verirdim,' demişti, 'ondan başka herkes, bir dalgınlık anında onu bir yerde bırakabilir, düşürebilir, bir acı duyduğunda elinden atabilirdi ama o, hiçbir zaman, hiçbir şartta onu elinden bırakmazdı." Ve ben bütün duygularımı bu alıntıya bırakabilirim. bu kadar sevildiğini bildiği halde canını en çok da kendisi yaktığı için.
Baştan sona kadar her satırıyla harika bir kitaptı... Dahası yok. Dahasını ancak siz okursanız hissedebilirsiniz...
Sigara kullanıyor olsaydım eğer bu kitaptaki karakterler için yakardım, en çok da Hediye ve Ragıp için. Bazı kitapları bitirmek için okuruz, ama ben bu kitabı okurken bitsin istemedim, sindirerek okudum ve sigara dumanını çeker gibi çektim içime her karakteri. Ahmet Altan'ın kaleminin bu kadar sağlam olduğunu düşünmezdim hiç. Aldatan, aldatılan, dost, hain, karşılıksız seven, karşılık bulan her karakter öyle güzel anlatılmış ki hiç biri için "belki"ye "acaba"ya yer bırakılmamış. Nedir kahramanlık? Eline silah alıp vatanı için savaşmak mı, hayatının son dönemlerini yenilmiş bir padişahın yanında geçirmeyi tercih etmek mi? Peki aşk? Hikmet Bey, kendisine aşık olan Hediye için bakın ne güzel söylemiş: "Eğer hayatım, kırılacak bir eşya, bir bardak ya da bir vazo, ne bileyim öyle bir şey olsaydı eğer, bunu tutması için Hediye'ye verirdim,' demişti, 'ondan başka herkes, bir dalgınlık anında onu bir yerde bırakabilir, düşürebilir, bir acı duyduğunda elinden atabilirdi ama o, hiçbir zaman, hiçbir şartta onu elinden bırakmazdı." Ve ben bütün duygularımı bu alıntıya bırakabilirim, bu kadar sevildiğini bildiği halde canını en çok da kendisi yaktığı için.
Baştan sona kadar her satırıyla harika bir kitaptı... Dahası yok. Dahasını ancak siz okursanız hissedebilirsiniz...
“...ama birçokları gibi o da kendisinde olmayanı istiyor, hangi ruh halinde yaşıyorsa başka bir ruh halini özlüyor, isteklerinin peşinden öbür insanlardan farklı bir biçimde pervasızca gitse de, istediklerine sahip oldukça istekleri değişiyordu.”
Ahmet Altan’ın Osmanlı Kuarteti’nin ikinci kitabındaki tüm karakterlerin yolculuğunu özetleyebilir bu.
31 Mart olayları sırasında Abdülhamit’in tahtan indirilmesi, İhtiyat ve Terakki içindeki çatırdamalardan, 100 yıl sonra bile bu ülkenin hücrelerine nüfuz edecek şüphe ve düşmanlık tohumlarından çarpıcı ve akıcı bir dille bahsederken Altan bir yandan da zengin, bunalımlı, fedakar, saf, şehvetli, hesapçı geniş karakter tablosunu da etkileyici olarak sunuyor.
Hikmet’in duygusal ruhunun yanında aldırmaz bencilliği, Ragıp’ın ölüm karşısındaki heyecanı, Hediye’nin saf ve sonsuz kendini adayışı, Mehpare’nin doymayacağını anladığı ruhu ama en çok Şeyh Yusuf Efendinin sarsılmaz dinginliği sarmalıyor sizi.
Yine de kitabın en son en vurucu, en iç acıtan karakteri hiçbir şeyi kalmayan, her şeyi, benliği dahi kendinden alınan, kendine kalan tek şeyi de kendi eliyle sonlandıran Hediye oluyor sürpriz bir şekilde.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Yusuf Efendi ile Reşit Paşanın soyundan gelen Osman, elden insandan uzak diye sığındığı ecdadından kalma konakta, ölülerinin kalabalığına düşer. Hepsi de geveze, hepsi de yaşamlarını anlatmaya meraklılar. Hayatlarını, aşklarını anlatırken 31 mart olaylarını da anlatıyorlar ya insanı iyice meraka sürüklüyorlar. Vaktiyle yaşayan, sonrasında da yaşadıklarını anlatan bu kıymetli kalabalık o kaos anlarında bile aşkı ( hem de Osmanlı'nın en baskıcı yönetimi altında) iliklerine kadar yaşamışlar. Yaşamışlar diyorum da kurgusu güzel olduğundan. Okuyucu olarak keyifle kandım kalemine. Yazarın gazeteci olması olayın güzel kurgulanmasında, anlatılanların gerçekle paralel gitmesinde bir avantaj sağlasa da yeşilçan aşkları ayarından öte gidememiş. Bu da kitabı sıradanlaştırmış.
Kılıç yarası gibi kitabın devamı niteliğinde, aynı şekilde tarihî sürecin devam ettiği. Bir yandan o zamana ait imgeleri kafamızda kurarken bir yandan tarihî bir olayı en ince ayrıntısına kadar öğrenmemiz. Galiba Altan kalemin farkı diyebiliriz. İnsan ilişkileri ve kaçınılmaz olarak kadın ruhu ve arzularını en güzel şekilde anlatması bir o kadar daha tad verici bir şey.
Finally got to this extraordinary second installment of altar’s Ottoman Quartet. Fascinating as history, as romance, as an exploration on the nature of love, this novel whet my appetite for Book Three.
I liked the way the narrative threads came together and the characters coalesced into a coherent story. However, the fact that it took so long for the story to settle made the beginning a bit boring. Overall, I liked it a lot.