Duygu Asena bu kez erkeklerin dünyasına giriyor. O dünyanın en gizemli yanlarına el atıyor. En farklı yanlarını ortaya çıkarıyor. Paramparça’nın kahramanı bir yanıyla klasik bir erkek gibi yaşayan, diğer taraftan da erkeklerle ilişkilerini sürdüren bir adam. Küçük bir kentte, resmî görevli, evli ve çocuklu. Hayatı çözmeye çalışan, ancak çözmeye çalıştıkça daha da zorlanan, kendini, cinselliğini, ruhunu bir türlü tam olarak anlayamayan bir erkek. Asena, bu kez erkek dünyasının bilinmeyen, açıklanmayan, hakkında konuşulmayan yönlerini tartışmaya açıyor. Erkek egemen toplumun yüz karası olarak yargıladığı eşcinsellerin dünyasında geziniyor ve yine sıcak, yine içten, yine insanı ön plana çıkaran bir anlatımı tercih ediyor. Kadın okuyucuları da erkek okuyucuları da alıp götürecek bir roman "Paramparça".
She was born in Istanbul, Turkey in 1946. Her grandfather was Atatürk's personal secretary. After finishing Kadıköy Private College for Girls, she graduated from Istanbul University with a degree in pedagogy. Then, she worked for two years in the children’s clinic of Haseki Hospital and in the children’s home of the Istanbul University as a pedagogue. Duygu Asena began writing in 1972 with her first column published in the newspaper "Hürriyet". Between 1976-1978, she was employed as a copywriter in an advertising agency. In 1978, she became editor-in-chief of a publishing house, and in this position she was responsible for the creation of several women’s magazines such as "Kadınca", "Onyedi", "Ev Kadını", "Bella", "Kim" and "Negatif". From the 1980s onwards, Duygu Asena became a leader of movement for women’s rights and status in Turkey with her publications in the media. She wrote about marriage, inequality and violence against women. Previously, she had lost her job because she had fallen in love with a colleague at an associated newspaper. She realized that a Turkish man would never have been fired under similar circumstances. Her first book “Kadının Adı Yok” ("The Woman Has No Name"), sharply criticizing the oppression of women and marriage without love, was published in 1987, and became a top seller. However, the book was banned at its 40th edition in 1998 by the government because it was found obscene, dangerous for children and undermining marriage. After two years of lawsuits, the ban was lifted, and her book was filmed the same year by director Atıf Yılmaz and featured by Hale Soygazi. Translations of her book were released in Germany and the Netherlands. It became a best seller also in Greece. Her second book “Aslında Aşk da Yok”, which can be considered as the continuation of her first book, was also translated in foreign languages and published abroad. All of her subsequent books became best sellers. Between 1992 and 1997, she presented a TV program in the state owned channel TRT 2. Her occupation as a columnist started in the newspaper Milliyet and continued later in Cumhuriyet and Yarın. Duygu Asena played also in three movies "Umut Yarıda Kaldı" ("The Hope is Broken"), "Yarın Cumartesi" ("Tomorrow is Saturday") and "Bay E" ("Mr. E"). Duygu Asena died of brain cancer, which she had been battling for two years in İstanbul's American Hospital. She was buried in Zincirlikuyu Cemetery.
X: Çok büyük, çok özel bir aşk yaşıyorum. İlk değil bu. Yaşadığım ikinci aşk olduğundan, aşkı tanıyorum ve yine yürek dolusu âşığım. O duyguyu bir kez tattıktan sonra bunca şiddetlisi artık olmaz sanıyordum. Deprem gibi, yıkıcı... Olmasın istiyordum. Olağanüstülüğü bir yana öyle yok edici, öyle acı verici bir durum ki âşık olmak... Neden hiç durmadan aşkın peşinde koşuyorum bir türlü anlamıyorum. Ve neden “Hayır, bir daha olmayacak” diye karar vermişken yine düşüveriyorum aynı kaosun içine? Hem de bunca engele rağmen, hem de ona karşı var gücümle direnirken... O kadar çok seviyorum ki Ela’yı... Gözleri ela, her yanı ela, benim Elam o... İkinci, son, en büyük aşkım benim o. İki kez aşık oldum bunca yıllık hayatımda. İlk aşk, beni ölümlere sürükleyen bir aşk... Onsuz yaşayamayacağımı, nefes bile alamayacağımı düşünüyordum. Nefes almayı, onsuz yaşamayı başarabildim, ama başka bir aşkı hayal dahi edemiyordum. Lanet ediyordum aşka. Ama şimdi Ela en sevdiğim, son sevdiğim. Güzel, mert, sevecen, iyi insan...
Yukarıda okuduklarınız kitabın girişinden bir bölüm. X adlı bence biseksüel olan ama erkeklere daha fazla ilgi duyan ve onlara aşık olan bir erkeğin hikayesini anlatıyor bu kitap. Ama çok basit ve bence Perihan Mağden'in anlatımına eşdeğer bir üslup ile; canımı sıkan, hiç tatmin etmeyen bir üslup. Şöyle adam akıllı bir Queer Edebiyatı (Queer: LGBT tanımlarını tekrar yapan; bunların cinsel olduğu kadar sosyolojik, entellektüel ve politik açılımlarıyla tarihsel, kültürel gelişimlerini de anlatan teori) kitabı okumak istemiştim; o açıdan tatmin olmadım. Ama yüreğe dokunuyor mu, dokunuyor. Özgürlüklerin olmadığı yerde insanların kendi benliğini bulup özgürce yaşaması da zor. Karakterimiz X de bunu yaşıyor işte. Pişmanlık duymadan ama farklı bir dünyaya "keşke özlemi" duyarak.
Not: Konu eşcinsel ilişki ve aşkı üzerine olduğu için bunun göz önüne alınarak okunmasını tavsiye ederim.
Bir röportaj edasındaki konu başlıklarının sırasının gelişigüzel olması ve karakterin kendi içindeki değil konuşmasındaki çelişkilerin gözardı edilemeyecek kadar rahatsız edici olması daha iyi olabilecek bu kitabı baltalayan en önemli iki unsur.
İğrençti.. Tabi ki konudan dolayı değil! O kadar çok çelişki vardı ki ve o kadar çok şey tekrar edilmişti ki.. -Spoiler- Mesela yazar Karayla nasıl tanışıldığını iki defa anlatmış. Ayrıca ilk bölümde adamın karısı öpüşmeyi sevmiyor,uzun bir zaman hiç öpüşmediler denirken karısıyla tanıştığı bölümde daha ilk zamanlardaki öpüşmelerinden bahsediliyor. Zaten stereotiplere tamamiyle uyulmuş ki beni en çok rahatsız eden kısım da buydu galiba. -Spoiler- Kısacası sevemedim..