Edebiyatımızın unutulmaz romanlarından Cemo’da, kömür gözleri ocak alevi gibi yanan, çatıldığında hançere dönüşen kaşlarıyla yürek yakan Cemo’nun destansı öyküsünü anlatmıştı. Bu kült romandan birkaç yıl sonra, Cemo’nun çan ustası kocası Memo’nun trajik öyküsünü yazdı Bilbaşar. Tıpkı o iki sevdalı gibi, Cemo ile Memo romanları da o zamandan bu yana edebiyatımızda hep birlikte anıldılar.
Cumhuriyetin ilk yılları. Doğu Anadolu’nun amansız koşulları. Aşiret düzeninde çatlakların derinleştiği bir dönem ve patlak veren fırtına: Dersim Olayları. Acımasız ortamın rüzgârlarıyla savrulan, yitip giden insanlar. Bu fırtınada obasını, insanlarını fitneden korumaya ant vermiş, kulları uyarıp diriltmeye baş koymuş bir çan ustası: Memo. Bilbaşar’ın Memo’su, Doğu Anadolu’nun kendine özgü yaşam biçiminden kaynaklanan bir trajediye tanıklık ediyor. Yakın tarihimize içeriden bir tanıklık.
1910 yılında Çanakkale'de doğan Bilbaşar, orta öğretimini 1929 yılında Edirne Öğretmen Okulu'nda tamamlamış, iki yıl ilkokul öğretmenliği yapmıştır. Yüksek öğretimini Gazi Eğitim Enstitüsü Tarih-Coğrafya Bölümünde tamamlamış, 1935 yılında mezun olmuştur. Aynı yılın resim-iş bölümü mezunlarından Bedia Bilge ile evlenmiş, İzmir'e yerleşmiştir. Hayatları boyunca biribirlerinden bir gün olsun ayrılmayan çiftin iki çocuğu olmuştur. Nazilli ve İzmir Karataş Ortaokullarında öğretmenlik yapan Bilbaşar 1961 yılında emekliye ayrılmış, bir süre siyasetle uğraştıktan sonra 1966'da İstanbul'a yerleşmiş, kendini tümüyle yazmaya vermiştir. Yazar 21 Ocak 1983'te ölmüştür.
Kemal Bilbaşar edebiyatla ilgilenmeye Gazi Eğitim Enstitüsü'nde başlamış, ilk öykülerini İzmir'de Cahit Tanyol ve İlhan İleri ile birlikte çıkardıkları Aramak dergisinde yayımlamıştır (1939). Bu dönemde Halkevlerinin açtığı öykü yarışmasında ilk ödülü kazanan yazar, 1945-1952 yılları hariç, sürekli öykü yayımlamış, radyo oyunları yazmış, pek çok gazete ve dergide öykü, roman ve makaleleri çıkmıştır. Tiyatro, senaryo ve ders kitapları da yazan Bilbaşar, 1961 den sonra daha çok roman türüne ağırlık vermiştir.
Kemal Bilbaşar'ın ilk okuduğum kitabı, "Denizin Çağırışı" romanıydı. O kitap psikolojik çözümlemelerin ön plana çıktığı, bireyin yalnızlığını dile getirdiği bir kitaptı. "Cemo" ve "Memo" kitapları toplumcu gerçekçi bakışla yazdığı, toplumun sorunları dile getirdiği kitapları. "Cemo" kitabını üç yıl önce okumuştum. Bugünlerde de "Memo" kitabını okuyup bitirdim. Neredeyse bir solukta okudum. Oldukça akıcı üslupla, bölgesel söyleyiş unsurlarını kullanarak bölgesel yaşantıyı, kültürü vererek keyifli bir okuma vadediyor kitap. Yaklaşık 500 sayfa olmasına rağmen oldukça rahat okunuyor, sürükleyici, acaba ne olacak diye bir sonraki sayfaya geçe geçe elinizden bırakamıyorsunuz romanı. Biraz da neler anlattığından bahsedeyim: Ağalık düzeni, marabanın çektikleri, ağaların birbirine nasıl üstünlük kurmaya çalıştıkları, kendilerini şıh diyen, seyit diyen kişilerin aslında halkı sömürmeye çalıştıkları, onların mallarını ve emeklerini nasıl hiç ettiklerini, aşiretler arası rekabeti, marabaların yaşamak kendilerini bir şıha veya seyide kapılama çalışmaları, töreleri, toprak reformu, Dersim ayaklanması ve bir aşk hikayesi. Tam bu noktada "Cemo" romanı ile "Memo" romanı birbirinin içine geçiyor. İki halka... "Cemo" romanının kahramanı Cemo"yu bu sefer "Memo" romanında görüyoruz, tabii bu kez işler biraz karmaşık. Çok da bir şey söylemek istemiyorum romanın tadı kaçmasın. Memo ağırlık şıhlık seyitlik düzene başkaldıran bir âşık aslında. Elinde sazıyla türküler söyleyen, deyişler okuyan, çancı ustası diye tabir edilen bir zanaatkâr ve sanatkâr ancak şartlar onu öyle bir noktaya getiriyor ki -Cemo romanında da bu böyleydi, orada da Sorikoğlu adlı bir ağa ile mücadelesi söz konusuydu- birçok şıh ve seyit ile mücadele ediyor ve evi kanı bulaşmasın diye çok çırpınıyor. Roman; çancı ustası aşık Memo, değirmenci Cano'nun kızı Cemo ve şıh kızı Senem üzerinden ilerliyor. Okuyun efendim, pişman olmazsınız ama "Cemo"yu okuduktan sonra "Memo"yu okuyun derim.
Kemal Bilbaşar’ın romanı (1968-1969) • Cemo (1966) romanının devamı olan ve başına Rauf Mutluay’m bir yorumu eklenmiş, iki ciltlik Memo’da, kendisini "Monzur gözesinin dikensiz gülü diye” niteleyen, şıh kızı Senem anlatır Doğu Anadolu’yu; şeyhleriyle, ağalarıyla, görenek, ve töreleriyle bir de o anlatır. Yazar, İstanbul Radyosu’nda yaptığı bir konuşmada, bu eserini şöyle tanımlıyor (May, 21, Haziran 1969): "Bu romanda OsmanlI İmparatorluğu çağında ihmal edilmiş, Cumhuriyet döneminde de tüm iyi niyetlere rağmen bir türlü Ortaçağ kalıntılarından kurtarılarak çağımıza yakışır bir sosyal düzen ve yaşayışa kavuşturulamamış olan Doğu Anadolu’muzun 1925-1938 yılları arasındaki trajik serüveni anlatılmaktadır. Memo, Doğu Anadolu toplum yaşayışı, ekonomik yapısı, folkloru üzerinde uzun araştırmalar yapıldıktan; Dersim olayları, onu yaşamış olanlardan ayrıntılarıyla öğrenildikten sonra kaleme ahndı, iki yılda yazıldı. Memo’da, uzun yıllar tabu sayılmış olan Doğu Anadolu’nun çevre sorunları üzerine cesaretle eğilinmiş, bu bölgede İbrahim Tali ve General Aptullah Alpdoğan’m giriştikleri İslâhat hareketinin hangi direnişlerle olumlu sonuç vermediği gösterilmiş, genel olarak düzenden gelen sorunlara çözüm yollan belirtilmiştir."
Daha önce Cemo'yu okumuştum. Bu sefer hikayeyi Sih kizi Senem'in agzindan dinliyoruz. Cemo'dan cok daha uzun. Başta, Senem ile Memonun aşk hikayesi gibi geliyor ama bu ask uzerinden Dersim olaylarini, Sih Sayit isyanini, asiret duzenini ve toprak reformunda ne amaclandigini ama neden basarisiz olduğunu anlatiyor. Cok aci cekmis bu cografya. Iyi niyetli insanlar hep kotuler tarafindan yildirilmis. Okurken gozleri doluyor insanin.
Toprak reformunun gündemde olduğu dönemde kanuna ve nizama bağlı kalmaya çalışan, birlikte yaşadığı marabalarına toprak bağışlayarak mal sahibi ve birey olma bilincini oluşturmaya çalışan, feodal yapıya Mustafa Kemal’in yolunda ilerlemeye çalışarak baş kaldıran çancı ustası Memo’nun fırtınalı yaşam hikayesini eşi Şıh Senem’in ağzından anlatan güzel bir roman. Yazarın diğer bir romanı olan Cemo’nun devamı niteliğinde.
Bu kadar guzel az kitap okumusumdur. Dil o kadar akici ve profesyonel bir sekilde kullanilmis ki yazarin becerisine hayran kaldim. Dersim isyanini bir asiret kizi etrafinda sekillenen olaylarla anlatmis. Sanki yasamis gibi oldum, cok etkilendim. Yazarin baska kitaplarini da okuyacagim simdi.
cemo'yu okuyanlar bilir, memo'nun ilk aşkı şıh kızı senemdi. ikinci kitap senem'in ve dersim olaylarında görev almış askerin diliyle anlatılıyor. senem'in babasının şeyh sait isyanına katılmadığını, ancak iftiraya kurban gittiğini, üvey babası tarafından yaşlı şeyhlere satıldığını ve sevdiği memosundan koparıldığını öğreniyoruz bu bölüm biraz tekrar gibi dursa da ayrıntısıyla işlenmiş. senem'in memosuna kavuşması çok güzeldi. cemo'ya üzüldüm açıkçası. kocasının senem'le evlendiğini duyunca yıkıldı. memonun sorikoğlu'nu ilk kitap sonunda okumuştuk buradada tekrara düşülmüş. sürgün edilen jandarma'nın halka yaptıklarını onaylamadım açıkçası. üzüldüm... sonuçta bu yapılanlar oranın halkıyla hükümetin arasına düşmanlık tohumları ekmiş. karakol baskınlarının temel nedeni olarak bu gösteriliyor. keşke yazar cemo ile kalsaymış, memo'yu yazmasaymış... çünkü tekrarlar var. okurken yer yer sıkıldığım oldu. bırakmamak için kendimle savaş verdim resmen. içimi şişiren kitaplardan biri oldu.