"Sokakta", 1975 "Peyami Safa Roman Yarışması"nda "Başarı Ödülü" almış bir eser.
Konusunu geçtiğimiz son yüz elli yıldan alan bu kitapta, aldatılmış insanlığın hikâyesi, bir kenar sokakta meydana gelen olaylarla anlatılmaya çalışılmış. İnsanın sahip olduğu manevî kıymetleri hiçe sayan mutlak materyalizmin bir ülkeyi istilâya başlamasının ilk adımları...
Şu var ki, karamsar değil yazar. Sanki, birbirine zıt kuvvetlerin ortaya çıkaracağı mutlulukları inançla bekliyor.
Bir sokağa tutulan fener ülkemizin iki yüz yıldır içerisinde bulunduğu karanlık dehlizi aydınlatıyor. Sokakta, insanı değişim, modernleşme gibi kelimelerin büyüsünden sıyırıyor. Faili meçhul elîm bir cinayetle başlayan olaylar bizimle onlar arasındaki mücadeleyi açığa vuruyor. “Vücutta hücre nasıl bağımsız bir varlıksa, nasıl ezelî denge kanununa göre o vücutsuz, vücut onsuz olamazsa, benim sokağım da odur dünya için. Bu sebepten dünyada olan şeyler sokağımı ve sokağımda olan şeyler dünyayı yakından ilgilendirir. Aynı denge kanununun gereğidir bu.”
İstanbul’da 20. Yıl İlkokulu'nda (1939), Karagümrük Ortaokulu'nda (1942) okudu. Daha sonra Sultanahmet Sanat Enstitüsü'ne devam etti. O sıralarda ilk hikâyelerini yazmaya başladı. Sanat Enstitüsü'nü bitirdikten sonra Haliç Tersanesi'nde ustabaşı oldu.
Askerliğini 1947'de Erzurum'da yaptı. İki yıl Almanya'da kaldı. Almanya'da kaldığı sırada batı dünyasını da yakından tanıma fırsat buldu. Yurda döndükten sonra 1956’dan vefatına kadar İTÜ’de kaynak öğretmeni olarak çalıştı.
Yeşilköy hava alanında çalıştığı sıralarda, tanıştığı edebiyat ustaları kendisiyle yakından ilgilenirler. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın evindeki bir sohbette yazdıklarını dinleyen Tanpınar, "Devam et evladım. Sen on tane Sait Faik edersin" der.
1959'da hikâyelerini "Bir Çınar Vardı" adlı kitapçıkta topladı. Bu kitapçık otuz hikâyecikten meydana geliyordu. Akbaba dergisinde mizah öyküleri olarak yayımlanmıştır.1969 yılında evlendi.
1970-1971 yılları arası Köse Kadı - Uçdaki Adam - Sokakta olmak üzere üç roman yayınladı. Yayınlamadığı hikâyeleri yeniden gözden geçirilip ilavelerle Göç Zamanı adıyla basıldı. "Köse Kadı" adlı roman çeşitli film şirketleri tarafından senaryo için istenmiş fakat eşi ve kızı Zeyneb'in, bu filmin Kuruluş filmi ayarında ve sekiz-on bölümlük bir dizi film olmasında ısrarları sebebiyle projeler gerçekleşmemiştir.
Sayfa sayısı itibarıyla kısa olan ama dikkatle okunması gereken bir kitap. “Sokakta”, tür olarak bir polisiye roman; ancak esasında nakış nakış işlenen bir Türkiye panoraması. SOKAK’ta bir cinayet işlenmiştir ve ahali cinayeti kötü ruhların, yani ONLAR’ın işlediğini düşünmektedir. Ancak kanun, bu ruhları tanımadığı için katil zanlısı şimdilik maktulün küçük oğludur. Olayı tetkik etmek üzere atanan komiser ise çocukluğunu SOKAK’ta geçirmiştir ve katil zanlısının da en iyi çocukluk arkadaşıdır. Hikaye iki arkadaşın karakolda birbirleri ile konuşması ile başlar.
Batı etkisiyle gelişen Yeni Türk edebiyatının hemen hemen her eseri “eski-yeni”, “doğu-batı”, “madde-ruh” gibi mukayeseler üzerine bina edilmiştir. SOKAK’ta da bu tartışmalar DEĞİŞME sonrasında başlıyor. DEĞİŞME sonrasında SOKAK; doğucu ve batıcı, materyalist ve maneviyatçı, eskici ve yenici gibi birçok yönden ikiye ayrılıyor. Yazar da tahminimce kendisine ayırdığı “komiser” karakteriyle doğup büyüdüğü sokağına otuz yıl aradan sonra geri geliyor ve anlatıcımız olarak bu mukayeseleri yapmaya koyuluyor. Genel bir bakışla sokak şu haldedir: İki idealist ve iyiniyetli komşu, sokağın sıhhati ve kalkınması hususunda çetin bir fikir ayrılığına düşmüştür.
Kitaptaki her mekan ve her karakter sade bir şekilde bizi temsil ediyor. SOKAK, Türkiye. Komiser, entelektüel Türk memuru. Katil zanlısı olan maktulün küçük oğlu tam anlamıyla bir aksiyon, bir dava adamı; idealist, maneviyatçı, mütedeyyin bir sokak filozofu, İsmet Özel Bey’in tanımıyla “akıllı”. Onun azılı muhalifi olan Küçük Bey karakteri ise yine idealist, materyalist, seküler ve ömrünü DEĞİŞME’nin SOKAK’ta tam anlamıyla gerçekleşmesine adayan bir Şark münekkidi, yine İsmet Bey’in tanımıyla “akılcı”. Bir de tabii varlıklarına kiminin inanıp kiminin inanmadığı, dünyanın ve bu sokağın eski sahipleri oldukları söylenegelen ONLAR var. Olay akışı boyunca bir yandan çözüldükçe giriftleşen bir cinayete, diğer yandan gece gündüz devam eden bir medeniyet ve fikriyat harbine şahit oluyoruz.
Kısacası kesinlikle okunmasını tavsiye ettiğim, ilginç bir eser. Kitabın bir sonu yok, hikâyeyi siz nasıl bitirmeyi arzu ederseniz öyle bitiriyorsunuz. Merhumun ruhuna ve bu kitapla yapmak istediğine saygısızlık olmayacaksa ben fakir, kitabı şöyle bitirdim: “Sokak bizimdir, biz sokağın sakiniyiz. Türbe, cami, konaklar ve kaldırımlar cümlemizin ortak mirası ve malıdır. Sokak, şeytanın bütün dünyayı saran şerrinden korunmalıdır.” ________________
Dikkatimi çeken detaylar, karakterlerin tüm anlaşmazlığına rağmen bazı hususlarda örtülü bir şekilde ittifak edilmiş olunması. Örneğin; maneviyatçı olan karakter Batı’nın bilim ve tekniği almamızı şiddetle savunuyor, ilerlemenin ancak böyle mümkün olduğunu söylüyor. Onun istemediği şey Batı ahlakı ve yöntemleri, çünkü kendi deyimiyle “Kavak gövdesinde salkım sulanmaz.”
Bir diğer örnek; radikal bir seküler olan Küçük Bey, diliyle varlığını reddettiğini türbedeki evliyanın gücünden içten içe korkuyor. Ayrıca yine en azılı muhalifi olan katil zanlısı ile ilgili tanıklık yapması istendiğinde ahlaki ödevini fark edip onun temize çıkmasına yardımcı oluyor. İçten içe ölüp gitmesini dört gözle beklediği insanı, adalet bunu gerektirdiği için temize çıkarıyor. Özellikle bu detay çok başarılı yedirilmişti.
Son olarak kitabın başında cinayeti cinlerin işlediğini düşünen mahallilerin, yaşanan onca olaydan sonra ve karakterler arasında cereyan eden onca fırtınalı mülahazalara ve münazaralara rağmen kitabın sonunda görevden alınan bir memuru cinlerin çarptığını, bu yüzden görevden alındığını düşünmeleri kitabın açık ara en iyi detayı idi.
Bir de gereksiz bulduğum iki detay var ki kitabın benim gözümde kitabın tek fazlası bunlardı. Sokaktaki dul kadın ve hastanedeki hemşire betimlemeleri. Olmasalar da olurdu.
Üslup olarak başarılı bir kitap olsa da kitabın işlediği ahlakçılık, muhafazakarlık beni oldukça rahatsız etti.
Vücudunu belli eden kıyafetlerle bir hasta bakıcının odaya girmesinin anlatıldığı bir sahne var ve kadınla ilgili yapılan yorum resmen üstten bakan bir acıma hatta sonra diğer karakter diyor ki böyleleri ölür işte çünkü sadece etten oluşuyor( insanın ölmediğini ruhun ölmediğini anlatan bir tartışma sırasında giriyor hasta bakıcı). Peyami Safa Roman Yarışmasından başarı ödülü almış kitap, iyi yazılmış bir kitap olduğu için görüşlerine katılanları mutlu eden bir eser olmuştur. Ama beni hiç mutlu etmedi uzun zamandır da böyle bir puan vermiyordum. Cidden sevmedim.
Değişime temas eden bir polisiye romanı düşüncesiyle okumaya başladığım, ilerleyen sayfalarda gelenek ve moderniteye bağlılığa dair sosyolojik tasvirlerle karşılaştığım, sağlam bir kurgu ve usluba sahip bir kitap.
Eserde Aydınlanma sonrası Batı’da yaşanan değişimlerin Türk toplumuna etkisi sokak özelinde anlatılmakta. Yazar, Değişimlere geleneksel ve modernist bakış açıklarını “komiser”, “katil”, “küçük bey”, “çocukluk arkadaşı” gibi cinayet olayının geçtiği sokakta yaşayan insanlar üzerinden aktarmakta.
Sosyal değişimin gelenek ve modernite bağlamında aktarılmasının ötesinde ideolojilere dair derin manalar içeren bir eser. Her okumada yeni şeyler görmeyi ve düşündürmeyi sağlayacak nitelikte..
Bahaeddin Özkişi; Türkiye'de tarih şuuru ve milli bilinç sahibi her düşünür ve yazarın farkında olduğu, dikkat çekmek istediği en önemli mesele olan batılılaşmayı alışılmadık bir tarzda romanlaştırmıştır. Bir cinayetin etrafında geliştirdiği olaylar, konuşturduğu karakterler ortaya bir çatışma koymaktadır. ONLAR ve insanlar. Ancak insan dediğimiz ne tabii müttefiklerdir, ne de çocukluk arkadaşının belirttiği gibi yalnızca etten oluşanlar. Savaşın tarafı ruh sahibi olan insanlardır.
Çatışma ilk insanın yaratıldığı zaman başlamıştır. Allah en sevmediği duygu olan kibiri gördüğü ONLAR'a karşı şerefli insanı yaratmıştır. ONLAR ise insanın yaratılma sebebini insandan almaya çalışmaktadırlar. Allah'a imanı insanın elinden almaya çalışmakta, onu şerefli yapan her özelliği ondan koparmaya azmetmektedirler. Bu savaş; ne batılılaşmayla başladı ne de onunla bitecektir. ONLAR gün olmuş Firavun olarak cisimlenmişler, gün olmuş Nemrut olarak ateş yakmışlardır. Şu anda da onların adı DEĞİŞİMdir. Değişimin yönü Batı'dır. Avrupalılaşmaktır. ONLAR'ın cisimlendiği DEĞİŞİM ilginçtir ki ONLAR'ın varlığını kabul etmez. İlk bakışta çelişki gibi görünen bu durum aslında akıllı bir oyunun eseridir. Çünkü en büyük düşmanın varlığını bilmediğin-kabul etmediğindir. Kendini savunamayacağın tek düşman odur.
Yazar vatanı sokak'la yoğunlaştırmıştır. Ülke'nin geçirmeye devam ettiği DEĞİŞİM sokağa giren yüksek ökçelerin sesleriyle başladı diyerek tasvir eder. Yüksek ökçeler önce herkes tarafından alaya alınsa dahi kadınların içinde sinsice gelişen bir tohum oldu DEĞİŞİM. Çünkü eğitim eksikti, çünkü iman taklidiydi, çünkü kadının örtüsü yalnız eti örtmek manasına daraltılmıştı. Bu DEĞİŞİM ile ev ev çarpışıldı ve DEĞİŞİM bazı mevziler kazandı, bazı muharebelerden galip ayrıldı. En sağlam mevzisi de küçük bey'in konağı idi. Bunun karşısında ise Tesbihçi ve Çocukluk Arkadaşı vardı. Küçük Bey'in DEĞİŞİM savaşında devlet gibi güçlü silahları varken, Tesbihçi ve Çocukluk Arkadaşı'nın arkasında zayıf ve şuursuz bir yığın insan ve yıkılmamış son kaleler olarak mescid ve evliya kabri vardı. Yazar işte vatanı böyle yorumluyordu. En can alıcı yerlerden birisi ise Küçük Bey'in "Tesbihçi'nin arkasındaki insanlarda Tesbihçi'nin imanının onda biri olsaydı ben bu savaşı çoktan kaybetmiştim." beyanıdır.
Cinayetin hikayesini özetlemiyorum. Çünkü yazarın söylediği gibi bu hikayede olayın başı sonu ortası önemli değil. Yine onun söylediği gibi bu hikayeye kendinize göre bir son yazabilirsiniz. Bu hikayede çatışma önemli, taraflar önemli, fikirler önemli. Yazarın DEĞİŞİM karşısında ortaya koyduğu tez, bunu destekleyici binbir örnek aslında sadece şunu anlatmak istiyor. Ah bir imanımız tam olsa. Başka hiç bir şey değil. Yoksa Avrupa medeniyeti bir hastalıktır. Bir gün yıkılacaktır. ONLAR'ın cisimleneceği özne sonsuza kadar Avrupa olmayacaktır. Biz savaşın tarafını unutmamalıyız. Ama şu an ki düşmanımıza karşı da donanımlı olmak gerektir. Fikren maddeciliğin niçin ayakta kalamayacağını köklerimize hafif bir gözatmayla çözebilmeliyiz. 20. yüzyıl insanının maddecilik, pozitivizm adı altında dinleri yok etmeye çalışıp nasıl ideolojileri din haline getirdiğine şahit olmalıyız. Sekülerizmin komikliğini idrak etmeliyiz. İnsanın iman açlığına ne zelil yollarla gidermeye çalıştığına tanık olmalıyız.
Son olarak Avrupa'nın maddece gelişmiş olmasına aldanmamalıyız. Maddece gelişmek elbette terakkinin bir kalemidir. Ancak "tek bir rota var o da Avrupa anlayışı" dar bir bakış açısıdır. Yeni olan her şey güzeldir, ileri olan her şey Avrupa'dır anlayışından kurtulmak gerekmektedir. Nasıl ki üzerinizdeki eski takım elbiseniz yerine yeni soytarı elbisesi giymeyi reddedecekseniz, bu kavramları da aynı şekilde reddetmeniz gerekir. Avrupa milletini ilerleten yöntem ve usül aynı şekilde bizi de ilerletecektir zihniyeti de yine dar bir bakıştır. Her milletin kendine has özellikleri vardır. Kendi yaşayış tarzı, hayatı yorumlayış biçimi farklıdır. Bu tıpkı soğuk iklim toprağında tropikal meyve yetiştirememek kadar açıktır. Üstüne üstlük denenmiştir de....
İlginç olan romanda hiç özel isim kullanılmamıştır. Karakterler: Komiser, Doktor, Çocukluk arkadaşı, kaatil, Gülüm, Küçük Bey gibi lakaplardır. Gülüm isim gibi gelebilir ancak çocukların kıza taktıkları lakaptır. Kitap Bahaeddin Özkişi'nin dünya ve Türkiye'nin evrensel ve aktüel sorunlarına karşı düşüncelerini bir cinayet çerçevesinde anlattığı bir romandır. Özellikle Çocukluk Arkadaşı'nın tiradları tekrar ve tekrar okunmaya değer kıymettedir.Polis kendini rüzgara kaptırarak aslından uzaklaşmıştır, onun modernistliği ancak taklididir. Süreç onu çocukluk arkadaşından nöbeti devralacak kadar pişirmiştir. Polis, "geriye dönerek ilerlemiştir". Doktor ise sekülerizmi temsil eder. Akıl; onun için yalnızca rasyonel olandan ibarettir. Fakat şahit oldukları onu seküler anlayıştan kurtarmış, modernite ve pozitivizmin yetersizliğini anlamasını sağlamıştır.
Beğendiği cümlelerin altını çizen okuyucular için hemen her sayfada mutlaka çizilecek bölümler mevcut. Felsefi yorumlar, kesin değer yargıları ve değişimci düşünceye karşı çürütmelerin bolca bulunduğu bir roman. Aynı zamanda cinayet tahkikatı da bu fikri tartışmaların gölgesinde kalmayacak derecede sürükleyici.
Kitabın Adı: Sokakta Kitabın Yazarı: Bahattin Özkişi Tür: Roman
Sokakta, Bahattin Özkişi'nin 1975 yılında yayınlanan romanıdır.
Eser, 1975 yılında Peyami Safa Roman Yarışması'nda Başarı Ödülü almıştır.
Kitap MEB'in ortaöğretim öğrencilerine tavsiye ettiği "100 Temel Eser" arasındadır.
Konusunu son yüz elli yılın toplumsal yaşamından almıştır. Bir sokak çerçevesinde insanlardaki değişim ve aldatılmış insanlığın dramı ele alınmıştır.
Sokakta romanında, manevi değerleri hiçe sayan materyalizmin ülkeyi istilası anlatılmaktadır. Cin ve şeytanlar gibi fantastik öğelerin bulunduğu romanda millî değerler ve inançların yok oluşu mühim bir yer tutar.
Anlatım tarzı biraz yorucu olsa da okudukça ilginçleşen, derin anlamlar yüklü bir eser. Eğer o derinliğe incek bir psikolojide değilseniz, okumayı ileri bir tarihe ertelemenizi tavsiye ederim. 'Sokakta' işlenen bir cinayet, cinayeti çözmeye çalışan o "Sokakta" çocukluğunu geçirmiş bir komiser, katil zanlısı çocukluk arkadaşı... Buraya kadar kitap polisiye bir roman gibi seyretse de, manevi ve kültürel değişim, maneviyat ve metaryalizm çatışması, toplumsal değişim, sokak üzerinden işleniyor.
Bir tarafta sokaktan ayrıldıktan sonra, bu değişime ayak uyduran komiser, diğer tarafta sokakta yaşamaya devam eden çocukluk arkadaşının, manevi ve dini değerlere bağlı yaşamı....
Yazarın "Onlar" olarak betimleyerek anlattığı, kimi zaman yenilikçilik ve batılılaşma, kimi zaman şeytan ve mistik güçler; toplumdaki değişimin en büyük etkenleri olarak karşımıza çıkıyor.
Sayfa sayısı itibarıyla kısa fakat anlattıklarıyla derin ve yoğun bir atmosfere sokacak bir kitap. Üstün körü bir bakış açısı ile "Polisiye" gibi görünse de içinde Türkiye'nin bir yansıması, yakın tarihe tutulmuş bir ayna. Kitapta, Materyalist, pozitivist hamleler ile insanlığın nasıl kendine yeni dinler bulma amacı ile ideolojilere sarıldığını görmekteyiz. Tabiatında inanmak olan insanın ihtiyacını ideolojiler ile kapatmaya çalışması ile gördüğümüz bir sekülerleşme eleştirisi mevcut kitapta. Onun dışında "yeni her zaman iyidir" iddiasına karşı da, bu iddia başta olmak üzere terakkinin olmazsa olmaz şartı gösterilmek suretiyle 20.asrın insanını zehirleyen bütün iddia ve fikirlerin ne kadar kolay çürütülebileceğini ispat niteliğinde örneklerle okuyucuya ders veriyor. Ki bu iddia aynı zamanda ünlü safsatalardan biri olan "Argumentum ad Novitatem"in ta kendisi. "Siz sırf yeni diye takım elbisenizi, üniformanızı çıkartıp soytarı kıyafeti giyer misiniz?" Tekrar tekrar okumanızı önereceğim, milli bilinç sahibi herkesin seveceğini, hak ettiği değeri göremediği düşündüğüm Bahaeddin Özkişi'nin kontrolsüz batılılaşmanın sokaktaki bir aynadan gösterildiği karmaşaların, muammaların ve "DEĞİŞİKLİK"lerin olduğu bir kitap...
Sokakta işlenen bir cinayeti araştırırken çizilen yolda nelerden bahsetmedi ki yazar. Amaç, yozlaştığımızı bize iletmekti, bunu da en iyi "sokak"tan başlayarak anlatabilirdi.
Manevi ve kültürel değerlerimizin çok eskiden beri elbirliğiyle nasıl değiştirilmeye çalışıldığını iki taraflı eleştirilerle anlatıyor Özkişi. Kitabın bu yönünü sevdim. Salt bir tarafı tutup sonunu çok kötü bir şekilde bağlayacağını düşünüp önyargıyla yaklaşan biri olarak kendime çok kızdım. Ağır bir roman "sokak-ta". Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ını anımsattı. Kafa karıştırıcı, bi' o kadar da yoğun... Neyse ki 155 sayfaydı ve kitap bittiğinde beş dakikalık düşünme payıyla birçok şeyi yerine oturtabildi.
Bahaeddin Özkişi'nin okuduğum ilk kitabı. Türk edebiyatında böyle bir ismin ıskalanmış olması ise şaşırtıcı.
Merhaba, kitabı bitireli birkaç gün oluyor anca güncelleme yapabiliyorum. Yazarın okuduğum ilk kitabıydı ve çok beğendim, anlatım tarzı akıcıydı. Romanda geçen eski kelimeleri not alarak okudum. fazlaca altını çizdiğim gönlüme dokunan satırlar var. Bir güncelleme daha yaparak birkaç tanesini ekleyeceğim.
Açıkçası umduğumdan farklı bir kitap çıktı. Kitap derin anlamlar içeriyor bundan dolayısıyla gürültülü ortamlarda ve yolculuklarda okunmamasını tavsiye ederim. Didaktik içerikler çok fazla yer almış kitapta.
Sokakta işlenen bir cinayeti araştırırken çizilen yolda nelerden bahsetmedi ki yazar. Amaç, yozlaştığımızı bize iletmekti, bunu da en iyi "sokak"tan başlayarak anlatabilirdi.
Manevi ve kültürel değerlerimizin çok eskiden beri elbirliğiyle nasıl değiştirilmeye çalışıldığını iki taraflı eleştirilerle anlatıyor Özkişi. Kitabın bu yönünü sevdim. Salt bir tarafı tutup sonunu çok kötü bir şekilde bağlayacağını düşünüp önyargıyla yaklaşan biri olarak kendime çok kızdım. Ağır bir roman "sokak-ta". Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ını anımsattı. Kafa karıştırıcı, bi' o kadar da yoğun... Neyse ki 155 sayfaydı ve kitap bittiğinde beş dakikalık düşünme payıyla birçok şeyi yerine oturtabildi.
Bahaeddin Özkişi'nin okuduğum ilk kitabı. Türk edebiyatında böyle bir ismin ıskalanmış olması ise şaşırtıcı.
sıradışı bir anlatımıyla sizi içine alabilecek kitap olmasının yanında yine etkileyici bir kurguya sahip, okumayı düşünenlere tevsiye ettiğim bir roman.