Mene göre, her Türk, Üsküp''ten Kosova''ya kitabını oxumalıdır. Amma, onu oxuduxdan sonra, ağlamayan Türk''e de men Türk demerem." Prof. Bahtiyar Vahabzade (Bakü) "Üsküp''ten Kosova''ya cidden bir şaheser. Hem okuyorum, hem de "gençliğe ve münevver kesime verilen bu hazin mesajı kaç kişi anlamıştır?" diye düşünüyor ve üzülüyorum. Şiir ötesi bir üslûpla kaleme alınmış ve her cümlesinden millî heyecan fışkıran ikazlardan faydalanmş büyük bir kütlenin, memlekette kıyametler koparması lazımdı. Bilmem ki bizim tarihî ve millî hassasiyetimize ne oldu?" Samiha Ayverdi "Üsküp''ten Kosova''ya, seyahat hâtıra türünün usta örneklerinen biri. Kitapta, millî kültürümüzle yoğrulmuş, renkli ve zengin duygularla örülü bir üslûp hâkim. Sosyal tenkitlerin yanısıra, şair ve hikâyecilere mahsus ince dikkatlerin ve tasvirlerin yer aldığı eser, kaybettiğimiz Rumeli''de silinmemiş Türk izlerini hafızalarımıza yazmakta."
23-Nisan-1936 yılında Sivas’ta doğan Yavuz Bülent Bakiler, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Gazetecilik, yöneticilik ve avukatlık yaptı. 1980 ihtilalinden önce, Kültür Bakanlığı’nda müsteşar yardımcılığı görevinde bulundu. Hisar dergisi şairleri arasında yer aldı. Geleneksel şiirimizin öğelerinden yararlanarak memleket, tabiat, insan sevgisi ve millî duyguları ön plana çıkaran şiirler yazmıştır.
Ah Balkanlar! Ah Makedonya! Ah Üsküp! Bu kitabı Balkanlara gitmeden önce okusaydım eminim oraları çok daha farklı mülahazalarla gezecektim. Hatıralardan müteşekkil bir eser. Millet olarak idrak etmemiz gereken birçok hakikatede parmak basmış yazar. Okunmalı, okutulmalı diye düşünüyorum.
Öncelikle, tanıtım yazısındaki Bahtiyar Vahapzede’nin sözü oldukça ilgi çekici gelmişti. Gerçekten de insanın yüreğine dokunan anılardan ve insanlardan bir hayli bahsediliyordu. Kitap Bakiler’in ilki 1976’da, ikincisi 2000 yılında olmak üzere iki Üsküp ve Kosova gezisinde aldığı notlarından oluşuyordu. Üsküp’te bulunan birçok cami, çeşme, köprü, han ve tekke hakkında bilgi ediniyor ve Bakiler’de bıraktığı izlenimleri okuyorduk. Bakiler, yürüdüğü her sokakta ve seyre daldığı her ata yadigarı eserde Anadolu’dan, kendi topraklarından tanıdık izler arıyor ve çoğunlukla bunu buluyordu da. Bu kısımlarda yapılan tasvirler bende de tanıdık intibalar bıraktı. Anlaşıldığı üzere, 523 yıl boyunca bırakılan izler, bulunduğu topraklarda kaç deprem, tahribat ve kaosa şahit olmuş, kaç tanesi yerle bir edilmiş olursa olsun, bir türlü silinmiyor. 1918 yılında Erzurum Cinis köyünde Ermeni Taşnaklar tarafından bir köyün tüm ahalisinin camiye doldurularak çocuk, kadın, genç-yaşlı ayırt edilmeden diri diri yakılmasından bahsedildiği kısım Bosna’da aynı korkunçlukla, 1993 yılında Hırvat askerler tarafından canice katledilen Ahmiçi köyünü aklıma getirdi. Coğrafya değişse de fırsat bulunduğunda Müslümanlara yapılan zulmün vahşetinin hiç değişmemesi insana birçok şeyi düşündürüyor. Yaşadığı coğrafyada birleştirici ve güç sahibi unsurun Türk'ün varlığı olduğunu Yugoslavya Türkü bir gencin sözlerinden dinledik kitapta: "Türk memleketinin asıl sırrı Türk’ün gücündeymiş. Arnavut’u, Çerkez’i, Kürt’ü hâkim bir millet kitlesi eden Türk’ün mayasıymış. Bugün Rumeli’de bilfiil meydana çıkan netice ispat etti ki Türk, devletin Müslüman unsurlarını birleştirmek için Allah tarafından bir mevhibe imiş. O giderse Arnavutlar, Kürtler, Çerkezler çil yavrusuna dönerlermiş." Ayrıca Rumeli’de Türklüğün Müslümanlıkla özdeşleştiğini, birine Türk diyerek aslında onun Müslüman kimliğinin vurgulanıyor olduğunun da kitapta bahsi geçiyordu. Bunu daha önceden biliyordum. Nitekim Srebrenitsa katliamının baş sorumlusu "Bosna Kasabı" Ratko Mladiç, Srebrenitsa soykırımının arifesinde çekilen bir videoda Boşnakları kastederek, "Nihayet bu topraklarda Türklerden intikam almamızın zamanı geldi" ifadesini kullanıyordu. İlave olarak, kitapta ülkesini ve geçmişini aşağılamayı çok iyi bilen ve bunu meziyet sayan Türk aydınına da Cemil Meriç’ten alıntılarla değinilmiş ve oldukça önemli noktalara parmak basılmıştı. Bu konuya Aliya İzzetbegoviç’in İslami Yeniden Doğuşun Sorunları kitabında da nokta atışı bir ifadeyle "Müslüman devletlerin hemen hemen hepsi bağımsızlığını mücadele edip kazandılar, fakat çoğu durumda bu bağımsızlık şeklidir. Batıya olan ekonomik ve daha da kötüsü manevi bağımlılık kaldı. [...] Daha özel bir bela ise, halkıyla her türlü bağını kaybetmiş olan belli entelektüel sınıf içindeki yerli yabancılardır. Bu aydınlar takımı, hem duygusal hem de emelleri bakımından İslami olan bir halka batılı, gayr-ı İslami, reçete ve çözümler sunuyorlar ve bu trajik anlaşmazlık sonsuza doğru devam ettirilmektedir.” şeklinde yer veriliyordu. Son olarak, değinmek istediğim bir nokta da Türkiye dışındaki Türklerin Türkiye'ye ve insanına hayranlık beslemesine rağmen Anadolu’da yaşayan Türklerin, Türkiye dışında yaşayan Türklerin varlığından bihaber olması ve uzun zamanlar boyunca birlikte yaşadığı insanlar hakkında yeterince bilgi sahibi olmaması da yerinde bir tespitti. Kendi vatanlarında Türk kimliklerini korumaya çalışan ve bir zamanlar ataları Anadolu’da yaşıyorken padişah tarafından Rumeli’ye yerleştirilen Türklerin, Türkiye’ye geldiklerinde adeta yedi kat yabancılarmış gibi muamele gördükleri ve bunun onları çok üzdüğü birçok örnekle gösterilmişti. 1976’da bile bu şekilde yabancı olduğumuz insanlarımızla olan ilişkilerimiz geldiğimiz noktada daha iyiye gitmemiştir diye düşünüyorum. Her ne kadar birçok Rumeli Türkü zamanla ana vatanlarına, Türkiye’ye göç etmiş olsa da, sanıyorum ki Sultan Murad Hüdavendigar'ın türbesine gelerek gözleri yaşla dolu halde dua eden kadınlar eksik olmadıkça, o topraklardan Türklüğün silinmesi imkansızdır. "Türkülerde, dualarda benim mübarek dilim Hâlâ benim güzelliğim Üsküp’te eskimeyen Kubbelerde sütunlarda, benim emeğim Evlad-ı Fatihan mezarlarında Gördüm ki asırlarca dipdiri yatan benim”
Yavuz Bülent Bakiler'den gezi notları, coğrafya ve toplum analizlerini içeren bir eser. Osmanlı ve islam düşünceleri ön planda. Üniversite'de Türkçe dersinde zorunlu tutulduğu için okudum. Yavuz Bülent Bakiler'in fikirlerini tam olarak benimsemesem de kaliteli bir kalem.