Henüz vakit varken, gülüm, Paris yanıp yıkılmadan, henüz vakit varken, gülüm, yüreğim dalındayken henüz, ben bir gece, şu Mayıs gecelerinden biri Volter Rıhtımı’nda dayayıp seni duvara öpmeliyim ağzından sonra dönüp yüzümüzü Notrdam’a çiçeğini seyretmeliyiz onun, birden bana sarılmalısın, gülüm, korkudan, hayretten, sevinçten ve de sessiz sessiz ağlamalısın, yıldızlar da çiselemeli incecikten bir yağmurla karışarak.
Nazim Hikmet was born on January 15, 1902 in Salonika, Ottoman Empire (now Thessaloníki, Greece), where his father served in the Foreign Service. He was exposed to poetry at an early age through his artist mother and poet grandfather, and had his first poems published when he was seventeen.
Raised in Istanbul, Hikmet left Allied-occupied Turkey after the First World War and ended up in Moscow, where he attended the university and met writers and artists from all over the world. After the Turkish Independence in 1924 he returned to Turkey, but was soon arrested for working on a leftist magazine. He managed to escape to Russia, where he continued to write plays and poems.
In 1928 a general amnesty allowed Hikmet to return to Turkey, and during the next ten years he published nine books of poetry—five collections and four long poems—while working as a proofreader, journalist, scriptwriter, and translator. He left Turkey for the last time in 1951, after serving a lengthy jail sentence for his radical acts, and lived in the Soviet Union and eastern Europe, where he continued to work for the ideals of world Communism.
After receiving early recognition for his patriotic poems in syllabic meter, he came under the influence of the Russian Futurists in Moscow, and abandoned traditional forms while attempting to “depoetize” poetry.
Many of his works have been translated into English, including Human Landscapes from My Country: An Epic Novel in Verse (2009), Things I Didn’t Know I Loved (1975), The Day Before Tomorrow (1972), The Moscow Symphony (1970), and Selected Poems (1967). In 1936 he published Seyh Bedreddin destani (“The Epic of Shaykh Bedreddin”) and Memleketimden insan manzaralari (“Portraits of People from My Land”).
Hikmet died of a heart attack in Moscow in 1963. The first modern Turkish poet, he is recognized around the world as one of the great international poets of the twentieth century.
Demiş Nazım. Ne de güzel demiş değil mi? • Son ayları saymazsam şiir okumalarımın hepsi orada burada denk geldiklerim, belki bir de ders çalışırken karşıma çıkanlardan ibaretti. Nazım Hikmet’ten mısraları en çok Osmanlıca dersinde yaptığımız okumalar vasıtasıyla okudum. Bu ise, elime aldığım kaleminden dökülmüş ilk kitap oldu.
Sağını solunu inceleyip, diğer şiirlerinde yardımcı olacağını düşünerek sondan, yani Otobiyografi şiirinden başladım. Nazım’ın hayatını kendisinden dinlemek başka oldu ancak farklı kaynaklara da ihtiyaç duydum. Daha ilk şiirden anlattığı ama benim anlamadığım yerler vardı. İnternetten doğru kaynak arama derdine girmek yerine eserleri ve hayatını konu alan Nazım Hikmet’i araya alıp okudum. Onu bitirdikten sonra şiirleri okumak daha bir keyifli oldu.
Her şiir okumamda olduğu gibi beğendiğim ve bana hitap etmeyenler oldu. Ancak her şiir okumamda karşıma çıkmayan bir şey vardı Nazım’ın kaleminden dökülenlerde: Favoriler…
Kitapta hiç unutmayacağım, dönüp dönüp okuyacağım şiirlere kavuştum. Bunlar Otobiyografi, Karıma Mektup, 24 Eylül 1945, Bir Cezaevinde Tecritteki Adamın Mektupları 3, Rubailer’den 6ve Kız Çocuğu oldu. Haricinde de altını çizerken kalbime, aklıma kazınan mısralar oldu ama baştan sona yüreğimde hissettiklerim bunlardı.
Daha çok şiirde, daha çok Nazım’da buluşmak isterim. • Şiirler dışında bir şey söylemek istiyorum. Ben bu tarz seçme şeyleri ne öykü ne şiir sevmiyorum. Tercihim her zaman yazarların/şairlerin varsa bütün eserleri, külliyatı ya da ilk basıldığı/yayımlandığı sırayla okumak, okumaya çalışmak. Bu kitabı da bana biri hediye ettiği için okudum. Seçilen şiirler güzel olsa da yazım sırasına göre okumayı hem kronolojik faktörler yüzünden hem de eser sahibinin yazımsal gelişimini gözlemlemek açısından yararlı buluyorum. Buna rağmen Doğan Kardeş serisini tamamlayacağım. Çünkü dizileri/serileri yarım bıraktığım zaman rahatsız oluyorum.
Kerem gibi, Ben yanmazsam, sen yanmazsan…. Mavi gözlü dev, Karıma Mektup, Kuvayi Milliye, Ne Güzel Şey Hatırlamak Seni… Ceviz Ağacı, Türk Köylüsü, Yaşamaya Dair, Karlı Kayın Ormanında, Mavi Liman, Günler, Henüz Vakit Varken Gülüm...
Nazım'ı bir çantaya sığdırmak mümkün değil tabi ki. Ancak bir çok güzel şiirini bir arada okumak güzeldi. Yeni başlayanlar için ya da şöyle bir arada bir çok ünlü şiirini okumak isteyenler için güzel bir seçenek.. Tabi ki asıl eserlerini de okumak koşuluyla...
YİNE MEMLEKETİM ÜSTÜNE SÖYLENMİŞTİR Memleketim, memleketim, memleketim, ne kasketim kaldı senin ora işi ne yollarını taşımış ayakkabım, son mintanın da sırtımda paralandı çoktan, Şile bezindendi. Sen şimdi yalnız saçımın akında, enfarktında yüreğimin, alnımın çizgilerindesin memleketim,
Bugün pazar. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar. Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak bu kadar mavi bu kadar geniş olduğuna şaşarak kımıldamadan durdum. Sonra saygıyla toprağa oturdum, dayadım sırtımı duvara. Bu anda ne düşmek dalgalara, bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım. Toprak, güneş ve ben... Bahtiyarım...
Hikayesi olmayan bir şiir olacağını düşünmediğimden, şiir kitaplarının yazar hakkında derin bir araştırma yapılmadan okunduğunda anlaşılacağını da sanmıyorum. Bu sebeple herhangi bir puanlama yapmayacağım.
“... Sende, ben, imkânsızlığı seviyorum, fakat aslâ ümitsizliği değil...”
Akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi. Serçe gibisin kardeşim, serçenin telaşı içindesin. Midye gibisin kardeşim, midye gibi kapalı, rahat. Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim. Bir değil, beş değil, yüz milyonlarlasın maalesef. Koyun gibisin kardeşim, gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye. Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, hani şu derya içre olup deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf. Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende. Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin, — demeğe de dilim varmıyor ama — kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
1947
DÜNYANIN EN TUHAF MAHLUKU
Akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi. Serçe gibisin kardeşim, serçenin telaşı içindesin. Midye gibisin kardeşim, midye gibi kapalı, rahat. Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim. Bir değil, beş değil, yüz milyonlarlasın maalesef. Koyun gibisin kardeşim, gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye. Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, hani şu derya içre olup deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf. Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende. Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin, — demeğe de dilim varmıyor ama — kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
"Karım benim! İyi yürekli, altın renkli, gözleri baldan tatlı arım benim; ne diye yazdım sana istendiğini idamımın, daha dâva ilk adımında ve bir şalgam gibi koparmıyorlar kellesini adamın. Haydi bunlara boş ver. Bunlar uzak bir ihtimal. Paran varsa eğer bana fanile bir don al, tuttu bacağımın siyatik ağrısı. Ve unutma ki daima iyi şeyler düşünmeli bir mahpusun karısı"
Bunu itiraf etmeliyim: Nazım Hikmet'in şiirlerini okudum, şarkıya dönüştürülmüş eserlerini dinledim. Ama hiç ardı ardına şiirlerini okumamıştım. Kerem gibi şiirindeki cesaretini:
"Ben yanmasam Sen yanmasan Biz yanmasak Nasıl çıkar karanlıklar Aydınlığa"
Mavi gözlü dev, minnacık kadın ve hanımellerindeki kalp sancısını:
"Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev, Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz: Bahçesinde ebruliii Hanımeli açan ev..."
Karıma mektup'daki umutsuzluğunu:
"En fazla bir yıl sürer yirminci asırlılarda ölüm acısı"
Nazım Hikmet'in şiirlerini her zaman sevmişimdir. Bu kitapta da oldukça güzel şiirleri toplanmış. İşaretlediğim mısraların hepsini yazmak isterdim fakat alıp okumanızı tavsiye ediyorum. ******************************************** kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir ben ayrılıkların kimi insan ezbere sayar yıldızların adını ben hasretlerin
...সুনীলের ‘কবিতা কার জন্য?’ পড়ছি এখন। সেখানে সুভাষ মুখোপাধ্যায়কে নিয়ে একটি অধ্যায় আছে। তাতে তিনি ‘নির্বাচিত নাজিম হিকমত’ এর কথা বলতে গিয়ে লিখেছেন যে নাজিম হিকমতকে চিনিয়েছেন বাঙালী কবিতাপ্রেমীদের কাছে সুভাষ মুখোপাধ্যায়। মনটা বড় ছিল সুভাষ মুখোপাধ্যায়ের। বইটি পড়ার সময়ে সত্যিই একবারও মনে হয় নি যে অনূদিত কবিতা পড়ছি। মনে হচ্ছিল, কারাবাসে অভ্যস্ত নাজিম হিকমতের হাহাকারই পড়ছি আর তিনি আসলে বাংলাতেই লিখেছেন। ...
Henüz Vakit Varken Gülüm, Nazım Hikmet’in 1924-1961 yılları arasında yazdığı şiirlerden oluşuyor. Kitapta yer alan şiirlerinin birçoğunu günümüz sanatçılarından dinlediğimiz bestelerden tanıyoruz aslında. Ceviz Ağacı, Karlı Kayın Ormanı, Günler (Geberiyorum), Kız Çocuğu, Güneşi İçenlerin Türküsü, Seni Düşünmek Güzel Şey, Memleketim, Mavi Liman (Çok Yorgunum), Bor Oteli gibi. Tabii bunların dışında yazdığı daha bir çok şiiri de yer alıyor kitapta. Kuvayı Milliye’yi, aşkını, ayrılıklarını, mapus ve sürgün hayatını, memleket özlemini, yaşamı, ölümü, vasiyetini yazıyor mısralarına.
O kadar özel ki Nazım’ın şiirleri; derinlikli ve sade. Çok az kelimeyle bütün bir yaşamı, bir savaşı ya da duyguyu anlatabiliyor. Onun Türkçe’ye hakimiyeti, kelimeleri organize edişi öyle özendirici ki. Dura dura okudum her bir şiirini. Düşünmeye çalıştım her satırda Nazım’ın hissettiklerini. Kalbimi sızlatan şiirler de oldu, derin derin uzaklara baktıranlar da. Bazen yüzümde hafif bir tebessüm oluştu bazen de ruhum coştu.
Bu kitap, memleketini çok seven ancak derin memleket hasretiyle bu dünyadan göçen, Türk şair ve yazarımız Nazım Hikmet ile tanışmak için ya da birbirinden güzel şiirleriyle onu yad etmek için okunabilir. Ruhu şad olsun ☘️.
henüz vakit varken gülüm ile birlikte ağustos ayının ikinci kitabını da bitirmiş oldum. güzeldi ama ben kendisinin aşk hayatı ile ilgili daha fazla şiir olduğunu düşünmüştüm, piraye ve geri kalan eşleri hakkında vs. şiirden pek anlamasam da bu kitabı okuduğum için mutluyum.
Hasret dolu şiirler.. Sürgün günleri.. Nasıl da iç parçalıyor..
O şimdi ne yapıyor şu anda, şimdi, şimdi? Evde mi, sokakta mı, çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı? Kolunu kaldırmış olabilir, - hey gülüm, beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi!..