17 Nisan 1940 tarihli yasayla kurulan ve tamamen Türkiye’ye özgü eğitim kurumları olan Köy Enstitüleri, üzerinde en çok konuşulan, tartışılan kurumlardan biridir. Köylerde çalışacak öğretmenler, tarım ve sağlık görevlileri yetiştirerek, köyleri bir an önce kalkındırma ereği güden, üretime dönük bir eğitim anlayışıyla faaliyet gösteren bu kurumlar, çok partili rejime geçildikten sonra tutucu çevrelerin ve Demokrat Parti’nin yoğun eleştirileriyle karşılaştı. Ve eğitim programları, önce klasik ilköğretmen okullarının programıyla birleştirilen Köy Enstitüleri, sonunda tümüyle kapatıldı.
Köy Enstitüsü Yılları, bu kurum içinden yetişen bir yazarın, Talip Apaydın’ın kaleme aldığı, öğrencilik yıllarına ilişkin anılarından oluşuyor. Köy Enstitülerinin kurucusu Hakkı Tonguç’la son görüşmelerinde, Tonguç’un “Enstitü’ye nasıl girdiniz, nasıl okudunuz, bu duruma nasıl geldiniz, biriniz bunu anlatın” sözü üzerine, “Geç de olsa, ben bu görevi yerine getiriyorum” diyen Apaydın, her zamanki duru ve içten anlatımıyla Köy Enstitüleri gerçeğini birinci ağızdan aktarıyor.
1926′da Ankara Polatlı′nın Ömerler beldesinde dünyaya geldi. Şiir, öykü ve roman yazarı. Çifteler Köy Enstitüsü ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü′nde öğrenim gördü. Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü′nü bitirdi. Çeşitli il ve ilçelerde öğretmenlik yaptı. İlk şiirleriyle öyküleri 1945, 1946′da Köy Enstitüleri dergisinde yayınlandı. Yoğun bir duygusallıkla toplumcu şiirler yazdı. Ardından roman ve öyküye yöneldi. Köy edebiyatını izleyen yazarlar arasında yer aldı. İlk romanı "Sarı Traktör"de tarımda makineleşme konusuna umutla yaklaştı. Yarbükü′nde ise köylüler arasında toprak ve su çekişmelerinin olduğu zorlu yaşam koşullarını anlattı. Öykü ve romanlarında doğa betimlemeleriyle birlikte insan ilişkilerini de kendi doğallığı içinde yansıttı. Anı, oyun, çocuk edebiyatı türlerinde de eserler verdi.
Canlı konuşacaksın arkadaş, canlı! Haklıysan hatta bağıracaksın. Boyun eğen insan, yalvaran miskin insan bu çağın adamı değildir. Hakkını tırnaklarınla koparıp alacaksın. Kimseden korkmak çekinmek yok. Biz yıllardır kula kul olmuş milletiz. Bundan kurtulacağız, bu kabuğu kıracağız artık. İnsanlar eşittir. Kimse kimseden daha üstün değildir. Bunu kafalarımızın ortasına yerleştireceğiz. Konuşmalarımız, davranışlarımız, çalışmalarımız ona göre biçimlenecek! Kendimize güveneceğiz ve kendisine güvenilir insan olacağız.
Başarılı bir hatıra(anı) kitabıydı. Cumhuriyet sonrası (1940'lar) kurulan Köy Enstitüleri için fikir edinmek isteyenler bu kitaba başvurabilirler. Özellikle yaşandığı dönemin Türkiye'sinde çekilen zorluklar yazar tarafından bu kitapta çok iyi tasvir edilmiş. Yazarın akıcı ve doğrudan bir dil kullanması kitap için isabetli bir adım olmuş.
“Canlı konuşacaksın arkadaş canlı!Haklıysan hatta bağıracaksın. Boyun eğen insan,yalvaran, miskin insan bu çağın adamı değildir.Hakkını tırnaklarınla koparıp alacaksın. Kimseden korkmak,çekinmek yok.Biz yüzyıllardır kula kul olmuş bir milletiz. Bundan kurtulacağız,bu kabuğu kıracağız artık.” . Ne kadar da güzel cümleler değil mi? Talip Apaydın bunları köy enstitülerinin Cumartesi tartışmaları için söylüyor ama sanki bugüne de sesleniyor. Çok severek okudum.
One of the best books I have read so far and also best book about Köy Enstitüleri. Wording of the author is warm and sincere. Things written are not exaggerated. I strongly suggest reading this book if you are interested about subject.
Şu ana kadar okuduğum kitaplar arasında en severek okuduğum kitaptı diyebilirim. Köy Enstitülerini de Köy Enstitüleriyle ilgili çoğu kitaptan daha açıklayıcı ve net anlatıyor. Yazan şeylerin abartılı olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Bu konuyla ilgileniyorsanız okumanızı şiddetle öneriyorum.
Öğretmen hep biraz öğrencidir. Hem öğrenmeyi sürdürdüğü için hem de sürekli çocuklarla iç içe, onların olaylara bakış açısını içinde hep diri tuttuğundan. Bu kitabı okurken ben de hem öğretmendim imrendim hem çocuktum özendim. Bu nedenle tarafsız bir incelemeden ziyade bende uyandırdığı duygulardan bahsedeceğim.
O yılları hep dinlemişizdir büyüklerimizden. Ben hep güzel anlatanlara rastladığımdan, biraz da Köy Enstitülerinin neden kapatıldığını genel hatlarıyla bilsem de nasıl kapatıldığının detaylarını hiç araştırmamamdan gelen cahilliğimden olsa gerek, en çok, zamanında Köy Enstitülerinin hakkında söylenen, düşünülen kötü yorumları okuduğumda şaşırdım. Bir hayli de üzüldüm. Bir de bunca yıldan sonra hala benzer bakış açılarıyla gerek görev yaptığım köyde gerek şu anki okulumda savaşmak zorunda kalmamıza çok üzüldüm. Üzüldüm çünkü bu demektir ki bunca insan zamanında boşuna uğraşmış bu kadar.
Kitapta yazarın Çifteler Köy Öğretmen Okulu'na girme aşamasından başlayıp Köy Enstitülerinin kuruluşu ve kapatılışına kadar geçen sürede biriktirdiği anılar yer alıyor. Öyle bir anlatımı var ki yazarın; beraber gidip ördük o duvarları, İnönü ziyarete geldiğinde benim tabağımdaki incirden yedi sanki, mandolinle türkülerin notalarını beraber çıkarıp ağacın altında birlikte okuduk o kitapları. Köy ziyaretinde; enstitü ile ilgili anlatılanların yalan olduğunu - hatta yazarın tabiriyle "Ateş olmayan yerden duman tüttürüldü"ğünü- köylünün kalkınması gerektiğini bunun yolunun da okumaktan, düşünmekten, üretmekten geçtiğini, kaderciliğin kabul edilemeyeceğini anlatırken adeta hep yanında duruyordum yazarın.
Okulların işleyişindeki azmi, çalışkanlığın nasıl karaktere dönüştüğünü, bireysel değil ulusal kalkınmanın önemini kavramış ve uygulayan bir neslin nasıl da yetişebildiğini gördüm. Öğretmenler ile öğrenciler arasındaki dayanışmanın, tartışma ortamlarının kalitesine, yaparak-yaşayarak öğrenme modeline çok imrendim. Okuyan çocukların, öğretmenleri ve arkadaşlarıyla fikirlerini serbestçe paylaşabilmesi, doğruların ve yanlışların, bilgilerin dikteyle değil doğal sohbetler aracılığıyla iletilmesi çok hoşuma gitti. Hayal ettiğim sınıf ortamının heyecanıyla okudum bu kısımları.
Özeniriz ya hani Finlandiya modeline. Beyaz Zambaklar Ülkesinde'yi okurken hissettiğimiz, imrendiğimiz o çalışkanlık, vericilik aslında bizim topraklarımızda, bizim insanımızda da uyandırılmış. Önleri kesilmese biz de o imrendiğimiz eğitim sistemini hala sürdürüyor olabilirdik, diye düşündüm hep biraz buruklukla.
Ne kadar yazsam anlatmada yazar gibi başarılı değilim ben, hep biraz eksik kalıyor. Okuyun, okutun. Tek diyebileceğim budur.
Öncelikle Köy Enstitülerinden biraz bahsedelim. Köy Enstitüleri, Türkiye'de köy öğretmeni yetiştirmek amacıyla kurulmuştur. Yani köy çocukları bu okulda okuduktan sonra köylerine dönüp köy çocuklarını yetiştirecek, köylerin kalkınmasını sağlayacaktı. Böylelikle kalkınma köyden başlayacaktı. Ki o zamanların Türkiyesinde halkın büyük çoğunluğu köylüydü. Yani buradan da anlaşılabilir Köy Enstitülerinin önemi. Köy Enstitülerinde sadece kültür derslerine yer verilmiyordu. Meslek dersleri, ziraat ve teknik dersleri ve tabiki öğretmenlik bilgisi dersleri. Yani bu okuldan mezun olan bir öğrenci, köyünü her şekilde kalkındırır, her şekilde köyündeki koşulları iyileştirirdi. Ama malesef ki ülkemizde her güzel şey gibi Köy enstitülerinin ömrü de çok kısa sürdü. *1940 yılında İsmet İnönü döneminde dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve dönemin İlköğretim genel müdürü İsmail Hakkı Tonguç'un büyük katkılarıyla açılan Köy Enstitüleri, 1946'da Köy Öğretmen Okullarına dönüştürülmüş, 1954'te ise tamamen kapatılmıştır. 14 yıl gibi kısa sayılan macerasında 1308 kadın ve 15943 erkek olmak üzere toplam 17251 köy öğretmeni yetiştirmiştir. Bazen düşünmeden edemiyorum Köy Enstitüleri günümüze kadar gelseydi neler değişirdi? Neler değişmezdi ki.. İşte Talip Apaydın da Köy Enstitülerimizde yetişen değerli bir aydınımız olarak Köy Enstitülerinde geçirdiği yılları anlatıyor. Anlatırken de sanki bugüne de sesleniyor. Benim okurken çok etkilendiğim kitaplardan biridir. Severek okumuştum. Umarım siz de severek okursunuz. :)
*Bu bilgiler Habertürk gazetesinin internet sitesinden alınmıştır.
Talip Apaydın'dan kendi hayatını ve birçok hayatı değiştiren Köy Enstitülerine dair anı silsilesi okumuş oldum. Talip Apaydın yetiştiği koşulların da etkisiyle eserlerinde hep köyü, köylüyü ve köylünün sorunlarına parmak basmıştır. Yalın ve etkileyici anlatımıyla toplumcu-gerçekçi yazarlarımızdan biridir. Bu kitabında kendi eğitim hayatını, yolunun kesiştiği bilindik isimlerle (Can Yücel, Sabahattin Ali, Orhan Veli, Cahit Külebi gibi) anılarını ve Köy Enstitülerine karşı zamanla değişen değer yargılarını, içinden yaşadığı kırgınlıklarını, hayallerini, gerçeklerini ustaca aktarmış. Okuyun derim.
Feodal, çıkarcı, sömürgen kafaların yoksullaştıkça yoksullaşan, bilgisizlik girdabına kapılmış, o döngüden çıkamayan kitleye duyduğu gereksinim sınır tanımıyor, tanımamış hiç. Onu içine vakumlayarak, kendi varoluyor. Nasıl güzel ve ne kadar iç yakıcı yaşanmışlıklar. Ne yapmalı? Nasıl yapmalı? Nasıl yapmamalı?
Yazar şimdi bize ütopik gelen bir dönemi bir öğrenci gözünden objektif olarak çok güzel anlatmış, çoğu yerde umutsuzluktan ağlaya ağlaya okudum. Ve yine gördüm ki; Köy enstitüleri, gericiler yüzünden kapatılmasaydı ve aydınlar biraz ülkesine sahip çıksalardı, kesin Türkiye dünyanın en güzel bahçesi olacaktı. Ama olmadı çünkü malesef hep gericiliğin sesi yüksek çıktı. Bizde iki kırılma noktası görüyorum eğitim tarihinde biri köy enstitülerin kapatılması, diğeri de aynı dönemde Hasan Âli Yücel istifası ve ondan sonra eğitim bakanlığına onun gibi adam getirilmeyişi.