Ana ya da baba olmak, insan yasaminin en onemli asamalarindan biridir. Saglikli ve basarili cocuklar yetistirmenin ana ve babaya sagladigi mutluluk sozlerle anlatilamaz. En yoksulundan en varliklisina dek her aile cocuklarini erdemli eriskinler olarak gormek ister. Bu ugurda varini yogunu ortaya kor; hicbir ozveriden kacinmaz. Bugunun ana ve babalari eskiden oldugu gibi cocuklarini kendi yaslilik donemlerinin bir guvencesi olarak gormuyorlar. Baslica amaclari onlari iyi egitmek, basarili ve sorumlu yurttaslar olarak toplum yasamina katabilmektir.Sayfa 421Baski 1998 ozgur Yayinlari
Bilim adamı, yazar. 1928 yılında Boğazlıyan’da doğdu. Ankara gazi Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Tıp Fakültesi’ne girdi (1946). 5 yıl çeşitli yörelerde doktorluk yaptı (1953-1958). ABD’de 6 yıl Pittsburg ve Michigan üniversitelerinde erişkin ve çocuk psikiyatrisi dallarında uzmanlık eğitimi gördü (1958-1964).
Yurda dönüşünde Hacettepe Tıp Fakültesi’nde görev aldı; uzun yıllar Çocuk Ruh Sağlığı Kliniği Başkanlığı yaptı. 1969’da doçent, 1975’te profesör oldu. Avrupa Konseyi’nde toplumsal araştırmalar uzmanı olarak görev aldı (1971). Bu arada yeniden ABD’ye gitti, Miami Üniversitesi’nde 2 yıl konuk öğretim üyesi olarak çalıştı (1972). Çocuk Ruh Sağlığı, Değişen Toplumda Aile ve Çocuk adlı kitapları dışında İngilizce ve Türkçe yayımlanmış bir çok bilimsel makalesi vardır.
Pek çok kez basılan, Çocuk Ruh Sağlığı adlı yapıtı, Türk Dil Kurumu 1979 Bilim Ödülü’nü kazandı. Ruh Sağlığı ve Hastalıkları adlı yapıtın da ortak yazarıdır. Yörükoğlu, dergi ve gazetelerde çıkan yazıları, radyo ve televizyon konuşmaları ile de tanınmaktadır. Aile ve Çocuk adlı yapıtı 1983’te yayınlandı.
Katılmadığım birkaç nokta dışında son derece faydalı bulduğum ve her ebeveynin ve öğretmenin okuması gerektiğini düşündüğüm bir kitap.
-Spoiler- sf.94; İyi çocuk kitaplarında olması gereken ve olmaması gereken özellikler son derece net ve güzel bir şekilde vurgulanmış. Çocuk kitabı denilince akla gelen pekçok kitabın aslında çocuk gelişimine değil destek olmak, köstek olduğunu açık açık belirtmiş yazar. Yine sayfa 97'de "Kitabın yararı onu kullanan kişinin eleştirme ve değerlendirme yeteneğine bağlıdır. Bu nedenle kitap yasaklamak demokrasi anlayışına aykırı düşen ilkel bir yöntemdir. Ancak gelişmemiş toplumlar, kitapları ya yakılacak kadar zararlı ya da tapılacak kadar kutsal sayarlar." diyerek çok güzel bir tespit yapılmış.
sf 100'de televizyonun aile ortamına etkisini anlatırken kurulan "Ana, baba ve çocuklar birlikte değil de yan yana yaşamaya başlarlar." cümlesi günümüzdeki teknoloji düşkünlüğünün ne kadar korkunç bir hal almaya başladığını da üstüne ekleyince son derece haklı. Akıllı telefon ve tabletlerin getirdiği son hali görseydi Atalay Yörükoğlu'nun bu duruma tepkisi ne olurdu, kimbilir?
sf 185'te geçen "Başarılı, sevimli, uslu ya da güzel olduğu için değil; çocuğumuz olduğu için, kendisi olduğu için sevildiği inancını ona verebilmeliyiz" cümlesi sanırım çocuk yetiştirmenin temel ilkesi.
sf 191'de anlatılan 12 yaşındaki erkek çocuğu hikayesi ise benim için son derece etkileyici oldu. Ailelerin kendi kalıplarına uymayan çocuklara sorunlu muamelesi yapmasına ne yazık ki öğretmenlik hayatım boyunca ben de pekçok kez tanık oldum.
sf 205'te geçen dövme konusu ise yazara katılmadığım ve okumamı zorlaştıran bir konu oldu. Her ne olursa olsun kesinlikle dayak, dövme vb bir durumu tasvip etmediğim gibi, yaptığı davranışın sorumluluğunu alamayacak yaşta bir çocuğa bu şekilde eğitim verilemeyeceğini düşünüyorum.
sf 224'te arkadaşının oyuncağını bilerek kıran bir çocuğa ne ceza verilmeli sorusunun varlıklı ve yoksul aile çocukları tarafından tamamen farklı cevaplar alması toplumsal eşitliğin sağlanmasının önemini göstermekte. Bu soruda yoksul aile çocuklarının "Dayak atılsın!" cevabına karşın varlıklı aile çocuklarının "Yenisini alıp versin" demesinin çocuğu iyi yetiştirmekle alakası yok aslında. Çocuklar da kendi imkanlarında ödül/ceza prensibi uygulamaktalar.
sf. 292'de anlatılan çocuğu fazla koruma ve kollama durumunu daha çok varlıklı ailelerde gözlemlemekteyim. Eve yürüme mesafesindeki kurslara/okullara arabayla bırakma, markete/bakkala ekmek almaya dahi göndermeme vb pekçok koruyucu tavır aslında çocuğun iyi gelişememesine ve korkak kendi ayakları üstünde duramayan bir birey olmasına sebep oluyor.
sf 307'de anlatılan şu öykü ise yine aşırı sahiplenen ebeveynler için çok güzel bir örnek; "Dört yaşına dek hiç konuşmadığı için ana ve babasını kaygılandıran bir çocuk bir gün sofrada konuşuverir. der. Şaşıran anne sorar. Çocuk yanıtlar:
sf 355'te otizm'den bahsederken bunu bir erken çocukluk psikozu olarak tanımlamış yazar. Kitabın ilk yazıldığı 1970'li yıllarda otizmden bahsedilmesi iyi bir şey olsa da bu yanlış tanımı günümüz çerçevesinde düzeltip yayınevinin bir dipnotla otizmle ilgili doğru bilgileri vermesi gerekirdi.
sf 369-371 aralığında anlatılan çocuk oyunları ise kendi çocukluk oyunlarımı düşünmeye itti beni. Hepsi birbirinden açıklayıcı bu oyunları göremiyoruz aslında.
sf. 386'da ergenin cinsel eğitiminin okullarda olamayacağını anlatmış yazar. Buna neden olarak günümüzde "Ahlak bilgisi/Değerler eğitimi" denen dersler varken, bunun zaten kolay olmayacağını üstelik bu eğitimi verecek öğretmenlerin yetiştirilmesinin de sorun olduğunu söylemiş. Ne yazık ki tamamen haklı olduğu bu konuda hala hiçbir değişiklik ve ilerleme yok. -Spoiler-