İlk gençliğimi düşle gerçek arasındaki çizgide geçirdim ben. Yanılsamayla yüz yüze gelmeden yaşayanlar ve bu yüzden yaşamlarını kendilerine ait bir şeymiş gibi hissedenler bu çizginin varlığından habersizdir. Çünkü bu çizgi düşle gerçeği birbirinden ayırmakla kalmaz, aynı zamanda onları birbirine bağlar. Bir şey yaşarsınız ama aslında yaşadığınız başka bir şey-dir. Hıçkırarak ağlarsınız ama aslında kahkahalar atmışsınızdır. Sevgi, mutluluk, zafer, hepsi birer yanılsamadır. Yaşam kurgudur, gerçek düştür. Yalnızca inancınızla biçimlenen bir avuç hamur. Neye inanıyorsanız, gerçek odur.
İzmir yakınlarındaki küçük bir kasabada yaşayan varlıklı bir ailenin tek çocuğudur Hüseyin. Malların ve çiftliğin yönetimini yüklenen amcası, geleneklere uymayıp meyhane işletmeyi seçen babası, menekşe kokulu annesi, çiftlikteki sevgili atları, yengesi, halaları ve komşu kadınlar arasında büyür. Ancak hep mutluluk içinde geçmez kasaba hayatı. Babasını küçük yaşta kaybeder. Okulda ise sorunlu bir öğrencidir, yine de kazanır üniversiteyi. Kişiliğindeki bölünmeler o yıllarda başlar. Ve bir Cumartesi günü bütün yaşam öyküsü değişir; her şey tersine dönmüş, birbirine geçmiş, ortada kendisinin figüran olduğu bir oyun kalmıştır. Yakın tarihin yaşanmış siyasi olaylarına yapılan göndermelerle dokunmuş Menekşeler Atlar Oburlar, bir düş kırıklığının, boşa geçen, kaybedilmiş bir hayatın romanı.
Hüsnü Arkan 1958 yılında İzmir’in Kınık ilçesinde doğdu. 1975 yılında, Bergama Lisesi’ni bitirdi. Ankara Devlet Mühendislik ve Mimarlık Yüksek Okulu’nda üç yıl mimarlık okuduktan sonra, 9 Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu.
1985’te, kesinleşen cezası nedeniyle yurt dışına çıktı. Bir yıl Atina’da, beş yıl Hollanda’da, iki yıl Köln’de yaşadı. 1987 yılında, Amsterdam’da, arkadaşlarıyla Hezarfen adlı müzik grubunu kurup, Avrupa’nın birçok kentinde kendi şarkılarını seslendirdi. 1990’da, Şanar Yurdatapan’ın düzenlemeleriyle ilk solo albümü Bir Yalnızlık Ezgisi’ni çıkardı. Kendi şarkılarından oluşan bu albümde, şarkı sözlerinin yanı sıra, Nazım Hikmet, Can Yücel, Ülkü Tamer, Muzaffer Erdost ve Louis Aragon’un dizelerine de yer verdi.
1993’te Türkiye’ye döndü ve Ezginin Günlüğü’ne katıldı. Grubun on bir albümüne şarkılarıyla ve sesiyle katkıda bulundu. 2005 yılında Destur adlı projeyle Deli Bu Dünya albümünü çıkardı. 2010 yılına kadar yüze yakın şarkısı yayımlandı. Aynı yıl Ezginin Günlüğü’nden ayrıldı.
*
Hüsnü Arkan, Türkiye’ye döndükten sonra, bir yandan da edebiyat çalışmalarını sürdürdü. İlk romanı Ölü Kelebeklerin Dansı, 1998 yılında Metis Yayınları’ndan çıktı. Romanda, küresel adaletsizlik ve mültecilik konularını işledi.
İkinci romanı Menekşeler Atlar Oburlar’da, 12 Eylül faşizmi koşullarını, iktidar sahipliğini, bireyin iktidarla ve kaderiyle ilişkisini işledi. Bu kitap, 2001 yılında, Om Yayınları’ndan çıktı.
Üçüncü romanı Uzun Bir Yolculuğun Bittiği Yer, 2005’te Yapı Kredi Yayınlarından çıktı. 1914 Şark Savaşı’nı konu alan romanda, İstanbul’dan Orta Asya’ya uzanan geniş bir coğrafyada, yüz yıla yakın bir tarihî alanda, savaşın insan kaderiyle ilişkisini inceledi.
Aynı yıl, edebiyatçı Yiğit Bener ve Levent Mete’yle birlikte, ayda bir yenilenen iktidarsiz.com adlı internet sitesini yayınlamaya başladı. Bu sitede yetmişe yakın makalesi yayınlandı.
Yine aynı yıl, Seyhan Kitap’tan, Hiçe Doğru adlı şiir kitabı yayınlandı.
2008 yılında, Uyku adlı romanı İthaki Yayınları’ndan çıktı. İlk kitabındaki gibi fantastik öğelere yer verdiği bu romanda, karşı-ütopya kavramını ve siyasi alanla birey arasındaki ilişkileri eleştirdi.
Romanlarında ve şiirlerinde, genel olarak, adalet, ahlak ve bireyin kaderiyle ilişkisi temalarını ele aldı.
Hüsnü Arkan, müzik ve edebiyat çalışmalarını halen İstanbul’da sürdürmektedir.
Hüsnü Arkan yine yapmış yapacağını; hem menekşeleri hem de oburları atların gözünden eşsiz cümlelerle anlatıyor bize. Şarkı sözlerinden ve diğer kitaplarından bildiğimiz üslubu yine sıcacık bir yeri dolduruyor içimizde; günün yorgunluğuyla kendimizi evimizin tanıdık kokusuna bırakıyoruz sanki ve dinleniyoruz.
Bir meyhanenin konuştuğuna şahit oluyoruz; acısını dinleyip, rakısını döküyoruz bardağa, sonra ihanete uğrayışını ve affedişini izliyoruz, sakinliğini ve sürüklenişini de görüyor, aslında hep yeşil olan renklerini tanıyoruz.
Hayallerimiz, koşturmacamız, çevremize heyecanla sevdiklerimizi toplamaya uğraşmamız.. belki de yeşil olanı rengârenk yapma çabamızdan.
Tutunamayanlar ve Aylak Adam gibi hayatla suruklenircesine iletisim kuranlarin hikayelerini anlatan metinlere bunu da gonul rahatligiyla ekleyebiliriz. Modernist anlatim tekniklerinin daha az on plana ciktigi ama anlatici guvenirligi ile anlati guvenirliginin guzel bir sekilde kurgulandigi bir roman. Son ana kadar merak uyandirmaya devam eden hikaye duygusal ve psikolojik dengenin ucunda gidip geliyor. Hos ve keyifli bir okuma.
Orta sınıfın doyumsuzluğu üzerine nefis bir lanetleme. Arkan roman sanatının incelikleri üzerine de oldukça kafa yormuş görünüyor. Okurken kelimenin tam anlamıyla kendimdem geçtim bazı bölümlerde. Toplumcu gerçekçi romanın zaman zaman can çekiştiğini düşünürüm. Estetiğe yeterince önem vermez bazı toplumcu gerçekçi yazarlar. Yazdıkları gerçeğin devrimci niteliğinin romanı kurtaracağını düşünürler. Oysa romanın estetiğidir de sanat emeğini devrimci kılacak olan. Arkan bu tartışmanın çok ötesinde tabii. Güzel okuma anlarınız olsun.
Kendi gerçeğimizi yaşadığımızdan emin misiniz? Kendi yarattığımızı zannettiğimiz gerçeklik oburların dünyasıysa ve biz onları doyurmak için varolmak zorundaysak ?Geçmişi, bir yumağın kopuk ipleri ile tanımlarken o yumağı bizim saramadığımızı anladığımız siyasi, polisiye ve psikolojinin iç içe işlendiği değişik bir roman. Ezgi’nin Günlüğü grubu solisti Hüsnü Arkan’dan
Anlamsızlığın bir anlamı vardı, bir adı vardı; hayat diyorlardı buna. Her sıradan sözcük gibi, içine girince, yineleyince bir şey ifade etmiyordu. Sıradan olmayan sözcükler arıyordum. Yoktu...
Yaşanmamış hayat kanını yerde bırakmaz, öcünü alır...
Yaşam kurgudur, gerçek düştür. Bir şey yaşarsınız ama aslında yaşadığınız başka bir şeydir. Hıçkırarak ağlarsınız ama aslında kahkahalar atmışsınızdır. Sevgi, mutluluk, zafer, hepsi birer yanılsamadır. Yaşam kurgudur, gerçek düştür. Yalnızca inancınızla biçimlenen bir avuç hamur. Neye inanıyorsanız, gerçek odur.
Husnu Beycim guzel anlari oyle tatli anlatiyor ki, onun o meyhanesi, o sofralari, gunesin dogup batmalari, o arkadas sohbetletlero sanki hepsi benim de anim oluyor. kafamda oyle donup duruyor. saolsun ve hep yazsin