Kıyıda ise üç direkli, iki güverteli ve 58 toplu bir kalyon, o karanlıkta usturmaçalarını puta edip iskeleye palamar vermişti. Yelkenlerin sarılı olduğu serenler hisa edilmiş ve tez zamanda yola çıkacağını ilân için mizana direğine mavi bayrak çekilmişti. Esrarengiz adam, kalabalığı yarıp elinden tuttuğu İsrâfil'le iskeleden gemiye doğru yürümeye başladı. Kalyonun dikmesinin palangalarına asılan ve tıraka tutan gemicilere vardiyan, "Yisa, sizi gidi sütü bozuk sünepeler! Yisa beraber! Varda ruhsuzlar! Varda! Bre aman! Laşka! Laşka!" diye feryat ediyor ve hurçların, sandıkların ve fıçıların ambarlara usûlünce istifine nezaret ediyordu. Güneşin doğmasına 7 saat kala esrarengiz adam, sürme iskeleden kalyonun çukur güvertesine çıkmak istedi. Fakat eline ne kadar asılırsa asılsın Eşek İsrâfil yerinden bir türlü kımıldamıyordu. O karanlıkta eline son bir kez daha asılıp "Gel yâ mübarek!" diye nida eyledi. Bunun üzerine çocuk her nedense inat etmekten vazgeçti. Ne var ki, sürme iskelenin kayganlığından dolayı düşmemek için midir, İsrâfil'in kuşağına 40-50 yaşlarında, iri yapılı, sırma işlemeli siyah kaput giymiş biri yapışmıştı. İşte bu adam kuşağı bırakıp küpeşteye tutundu ve güverteye ayak bastı. Bunun ilâhî düzenin bozulması demek olduğunu hiç kimse bilmeyecekti.
Türk yazardır. Lisans, master ve doktora eğitimini Ege Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde yaptı. Aynı okulda öğretim üyeliğinden emekli olmuştur.
Her bir kitabının çok uzun araştırmalardan sonra yazıldığı içerdikleri ağır tarihi bilgi ile göze çarpar. Eserleri pek çok küçük hikâye etrafında örülmüş büyük bir roman biçimindedir.
Yazın biçim göndermeler içerir. Kabaca birkaç örnek vermek gerekirse Amat'taki İsrafil adlı çocuğun gemi borazancısı olup diriliş düdüğünü çalışı islamiyette kıyamet haberi olan borazanı çalacak meleğe, alt ambar toprak altına ve mezara göndermeler ya da modellemelerdir. Bu üslup okuyucuyu hem yetiştirir, hem geliştirir. Umberto Eco bu biçimde gelişen okuru ampirik okurdan ayırmaktadır. Her gerçek yazar aslında bu tip incelikli ve becerikli okurlar isteyecektir. Anar ise kendi okurunu kendi yaratmaktadır.
Puslu Kıtalar Atlası 20'den fazla dile çevirilmiş ve Kültür Bakanlığı tarafından tanıtılmıştır. Anar, 2009 yılında Erdal Öz Edebiyat Ödülü'nün sahibi oldu.
Çok beğendim. Belki Puslu Kıtalar Atlası'ndan bile güzeldi. İhsan Oktay Anar'ın hayal gücüne ve romancılığa şapka çıkarmamak elde değil. Yazım tekniği çok hoşuma gitti. Hikaye ilerlerken hikayenin bütünlüğünü bozmadan karakterlerin geçmiş hikayelerinin anlatması muhteşem..
Böyle bir yazara sahip olduğumuz için çok şanslıyız. Tavsiye ederim.
Puslu Kıtalar Atlası, Kitab-ül Hiyel ve Efrâsiyâb'ın Hikâyeleri'nden sonra okuduğum dördüncü İhsan Oktay Anar kitabı. Bu sebeple okuduğum diğer kitaplarıyla kıyaslayabileceğim yalnızca.
Amat, az önce adını andığım diğer romanların içinde en bütünlüklü olanı bence. Kitab-ül Hiyel ve Efrâsiyâb'ın Hikâyeleri'ni romandan saymak pek mümkün değil zaten, teorik olarak roman diye isimlendirsek de. Anar'ın kendi seviyesinin dahi altındaki bu iki kitaptan sonra, ki Efrâsiyâb'ın Hikâyeleri ciddi anlamda kötüydü, Amat ile birlikte tekrar Puslu Kıtalar Atlası seviyesine çıkıyor. Ondan daha iyi diyemesem de, onun seviyesine yakın diyebilirim. Hatta -çoğu kişi buna katılmayacaktır, ben Amat'ın konusunun, hikâyesinin Puslu Kıtalar Atlası'nınkinden daha iyi olduğunu düşünüyorum. Muhteşem bir roman hikâyesi esasen Amat'ınki; o kadar güçlü bir roman çıkmaması yazarın konuyu biraz kolay harcamasından kaynaklanıyor.
Haliyle bu tatsız konuya geliyoruz: Bu romanda da kronik Anar sorunları devam ediyor. Roman mühendisliği konusunda yetersiz olduğunu düşündüğüm Anar, bu romanda da neye odaklanması gerektiğini zor kestiriyor. Romanın esas konusu, alt metni uzun süre arka planda bırakıldıktan sonra olmayacak yerlerde ortaya çıkıyor: Çok tehlikeli olduğu bildirilen bir çarpışmadan hemen önce, bir anda zamanın döngüselliği üstüne bir tartışma okuyoruz. Aynı şekilde zaman zaman elli sayfa unutulan bu meselelerin kitabın sonunda bir çırpıda anlatılmasını da kolaycı buluyorum. Büyük ihtimalle gemicilikle ilgili uzun araştırmalar yapan Anar'ın bu meselelere neden hep böyle sabırsız yaklaştığını anlamıyorum.
Devam eden bir diğer problem de yazarlık problemi. Yani evet, bir yazarın yazarlığını geliştirmesi genelde en zor yapacağı iştir, ama Anar'ınki fazla amatör duruyor. Bazen neredeyse bir sayfa boyunca her cümleye "ama", "fakat", "lakin", "buna karşın", "bununla birlikte" vb. kalıplarla başladığını görüyoruz. Akıcılığı öldüren bu alışkanlık, genelde yazmaya yeni başlayanlarda görünür.
Karakterler her zamanki gibi yine iki boyutlu. Masalsı atmosfer illa böyle iki boyutlu karakterlerle sağlanmak zorunda değil. Bkz: Benim Adım Kırmızı.
Belki de hepsinden kötüsü ise kurguculuk. Dandik dergilerde hikâyeler yazan gençlerin yazdığı şeyler tadında şeyler görüyoruz bazı yerlerde. Örneğin gemideki işçiler Ali Reis hakkında atıp tutarken, yemek gelince övmeye başlıyorlar, yemek bitince de yine aynı şekilde eleştiriyorlar; Çiçek Taksi tadındaki bu gibi olaylar kitabın içinde bolca var ne yazık ki.
Bu kadar eleştirdiğim halde üç yıldız veriyorum, çünkü zamanın döngüselliği, günâhkarlar gemisinin cehennemî yolculuğu bugüne kadar gördüğüm en güzel hikâye fikirlerinden biri.
Son olarak, gemicilik terimleri meselesinin abartıldığını düşünüyorum. Ben olsam kitabı böyle yazmazdım, kimse gemicilik terimlerini bilmek zorunda değil ve hatta bilmesinler de, bu kadar lüzumsuz bir şeyle kimse vakit kaybetmesin mümkünse. Ama hikâyenin de önüne geçmiyor. Okurken çok sıkıntı yaşamadım açıkçası.
Yakaladığı dili ve hikayeleri döndürüp dolaştırıp birbirine bağlama şeklini seviyorum İhsan Oktay Anar'ın. Ama Amat sanki kopuk kalmış, fragman fragman hikayelerden oluşuyor. Bir anlatıya girip derinleşmeden başka bir anlatıya dalıveriyor. Bu da tatminsizlik yarattı biraz.
"Gördüğüm kadarıyla kitaplara düşkünsün. İnsanoğlunun öğrenme isteğini hep takdir etmişimdir."
👉Amat, İhsan Oktay Anar külliyatında okuduğum altıncı kitap oldu. Eseri okumadan önce okuyucuların yorumlarından dolayı olsa gerek Amat’ı ertelemiştim. Çünkü gemicilik terimlerinin fazla olması zorlamış gibi bir intiba oluşmuştu bende. Fakat yanılmışım. Terimler olmasına rağmen bence Amat, Anar’ın en akıcı kitaplarından bir tanesiydi. Ara ara ben de açıp bazı kelimelerin anlamlarına baktım fakat okuma keyfi bölünmedi. Amat, Osmanlı dönemine ait birçok topun bulunduğu savaş gemisi. Ve denizlerde Amat ile yolculuk ediyoruz. Ara ara düşman gemileri ara ara limanlarda karşılaşılan Venediklilerle mücadele sürüyor. Karakterler her zamanki gibi ilginç şahsiyetler. Kırbaç Süleyman, Şaşı İsmail Ağa, Kaptan Diyavol Paşa hemen hepsi hem belalı hem de garip kişiler. Onları biraz da olsa yakından tanımak güzeldi.
Yazarın kullandığı dil çok başarılı. Atmosfere hemen giriveriyorsunuz. Dinden ve mitlerden gelen atıflar ise başlı başına bir zenginlik. Böyle bir yazara sahip olduğumuz için şanslıyız bence. Geriye okunmamış olarak “Yedinci Gün” ve “Galiz Kahraman” kalıyor. Tiamat hariç diğer kitaplarını büyük keyifle okudum.
Amat İhsan Oktay Anar'dan okuduğum ikinci kitap. İlki lisede okuyup hayran kaldığım Puslu Kıtalar Atlası'ydı. Amat'a en az Puslu Kıtalar Atlası kadar iyi bir kitap okuyacağım düşüncesiyle başladım. Bu yüzden beklentimin altında kaldı. Denizcilik terimlerine hakim olmadığımdan o kısımlar pek zevk vermedi. Aslında dipnot olarak terim anlamları iliştirilse güzel olurmuş, veya başta ya da sonra bir terimler sözlüğü olabilirmiş. Beklentimin altında dedim ama kitabın efsunlu olduğu bir gerçek. Efsanelerde geçen yaratıkları yolda yanımızda yürüyebilecek doğallıkta gösteren kitapları seviyorum. Amat da bunlardan biri. Bana göre o gemideki herşey gerçekti. Keşke Puslu Kıtalar Atlası'ndan sonra yazarı çok ara vermeden okusaydım. Çünkü ilk okumamın etkisi yıllarla doğru orantılı artarak İhsan Oktay Anar'ı gözümde büyücü - yazar konumuna getirdi. Kendisinin büyücü olmadığını kabullenerek diğer kitaplarına çok ara vermeden devam edeceğim.
Kitabı okurken deniz tuttu desem abartmış olmam sanıyorum. Amat’ın içinde deniz havasıyla başımız dönerken yine harika bir hikâye okuduk. Söylemem gerek okuduğum diğer kitaplarına nazaran Amat’a geç ısındım. Hem terimler hem de konuya çok uzak olmam sebebiyle hikâyenin heyecanlanacağı kısma kadar biraz yoruldum. Değdi mi derseniz tabii ki değdi. İhsan Oktay okuyup da anlatılan mekanda kaybolmamak mümkün değil. 🍃
Abla kitap gitmiyor, ilerlemiyor, on saat geçiyor meğer daha ikinci sayfa bitmiş. Ben mi anlamıyorum, bu bey ne güzel kitaplar yazardı oysa. Bir de ağır bir dil, uydurma bir tarih olduğu için de anlaşılması zor. Yazar kendi anladığı gibi yazmış ama bilememiş sanırım aynı beyni paylaşmıyoruz. Üzüldü yani ben.
Amat, İhsan Oktay Anar’ın okuması zor olan kitaplarından bir tanesi. Bunun nedeni hem kullandığı denizcilik terimleri hem de içinde barındırdığı çok fazla sayıda olan sembol ve göndermeler. Bu nedenle de zor olmasına rağmen okunduktan sonra insanda bıraktıkları çok fazla oluyor, hikâyenin genelini anladıktan sonra da insan o sembol ve göndermeleri daha iyi anlayabilmek için bir defa daha okumak istiyor.
Konu olarak İstanbul’dan kalkıp Akdeniz de yolculuk yapan Amat isimli gemi ile ilgili denizcilik kitabı gibi. Yer yer insana Karayip Korsanları’nın ortamında geçen bir hikâyeyi anımsatıyor. İbrahimi dinlerden birçok karakterin ismiyle birlikte davranışları ve temalarına rastlıyoruz kitap içinde.
Kitabı okuyup bitirdikten sonra aklımızda birkaç karakter özellikle yer etmekte Kaptan Diyavol Paşa, Kırbaç Süleyman, Ali Reis, Emilio Santos, gemiyi yapan marangoz Nuh ve borazanı üfleyen İsrafil.
Reviewed on October 20, 2014 Plot 8/10 Characterization 9/10 Style 9/10 Setting 9/10 Entertainment 8/10 Overall: 4.3/5.0
inançlarımı yitirip iyice akılcılaşmiş olduğumu ve hayatın ruhunu kaybettiğini düşünerek bunaldıgim, uzun süredir bir anar kitabı okumadım diyerek amat'a başladığım ve Anar'in sokak röportajının viral olması aynı günlere denk geldi. Anar röportajında bilmeyi tercih ederim diyor ama tüm Amat boyunca Kutsal kitap göndermeleri yapıyor. Amat'i okurken gerçekliği değil inanmayı istediğimi bir kez daha farkettim. Hatta mitlere, masallara ve efsanelere bile inanmak istiyordum. Yasak bilim meyvesini yiyerek dünyayı cehenneme çeviren modern insanin, hurafelere inananları onların cahilliği ve aptallığı olarak gormesine karşın hurafelerin dünyayı şenlikli hale getirdiğini düşündüm. İnsan hurafelerle, dünyayı daha çekilir kılıyordu. Mesela lohusa depresyonu ile al basması aynı şeydi ama birisinin şenlikli ritüelleri ve ilginç hikayeleri vardı. Amat bir gemi macerası, insanın tüm akılcılığı ve sağlamcılığına savaş açarak maceralara katılması istediğini uyandırıyor. Ayakları yere basmayanlarin okuması yasaklanmalı.
Yazarın okuduğum üçüncü kitabı. Üçüncüyu okuyorsam yazarı çok beğenmişim demektir. :) Kitaplarında anlatım mükemmel, hikayeler de çok sürükleyici. Ancak diğer okuduğum kitapların sonları biraz hayal kırıklığı yaratmıştı bende. Amat'da ise pek böyle olmadı. Sonunu Kitab-ül Hiyel ve Puslu Kıtalar Atlası'na göre daha iyi kurgulanmış buldum. Predestination filmini izlemiş miydiniz ? Onun gibi kafa karıştırıcı, yoruma açık, biraz *twisted* bir tarzı var. Denizcilik terimleri biraz fazla, evet, ama onları biliyormuş gibi okuyarak geçiyorsunuz, pek sorun olmuyor. Bazılarına alışıyor anlıyorsunuz bile: "Alesta tiremola.." :)
Yazarın okuduğum üçüncü kitabı.Üstelik “Puslu Kıtalar Atlası” benim en sevdiğim romanlar arasında...Bu da onun kadar efsunlu geldi bana ama denizcilik terimleri (birçok okuyucuda olduğu gibi ) bana da fazla geldi.Onlar olmadan da bu muhteşem hikaye gayet güzel anlatılabilirmiş.Görmezden gelerek okumaya çalıştım şahsen.İçinde sembollerin yer aldığı bir kitap olunca dikkatli okumak gerekiyor ama bir yerden sonra,hikayenin akıcılığıyla bu dikkat kaybediliyor maalesef ( bende öyle oldu ).Bunun dışında zaman döngüsü büyükbaba paradoksunu ve Predestination filmini anımsattı. ( İzlemeyen varsa mutlaka izlesin.)Onun dışında X-Files s4b12’deki bir olaydan esinlenilmiş bir konuşma olduğunu da okudum.Dizinin o bölümünü de izlemeli.Sonuç olarak kitabı bir gün içerisinde bitirmem kitabı beğendiğim anlamına gelebilir.Yine de bu şahane hikaye işlenirken daha güzel işlenebilirdi diye de düşünmeden edemiyorum.
Kötülükten yapılmış,kötülük yüklü bir Osmanlı kadırgasında ölümün gündelik yaşamın sıradan bir parçası olduğu tarihsel dokuda ,ölümsüzlük arayışının hırs ve açgözlülükle harmanlanmış şiirsel hikayesi.
Sanıyorum ki Amat, uzun zamandır okuduğum en müthiş Türk edbeiyatı eseri olabilir. Kitabı nasıl tanımlasam bilemiyorum, muhteşem sözcüğü falan eksik kalacak sanki.. Yazarın hayran kalınası zekası ve kültürüyle ördüğü, sonsuzluğua hapsolmuş gibi dönüp duran, size bir sonuç, bir açıklama vermeyen; yalnızca anlatılan ve dinlenen bir hikaye bu. İslam mitolojisi, tarih ve feslsefenin, günümüzün post-modern fantastik anlatımıyla çok başarılı harmanlanmış bir hâli... Bazen Evliya Çelebi gibi bir anlatı havası var, bazen sanki bir tezkire üslubunda, bazense taa eski çağlardan kalma mitolojik bir metin gibi, bazen de Gaiman'ın tarzını andırıyor, ama daha kaliteli. O kadar absürd şeyleri o kadar doğal anlatıyor ki, eskilerin en olmadık efsanelere nasıl da kolayca kandıklarına hayretten vazgeçiyor insan... Çünkü Anar da, bu kitapta, Amat'ın hikayesiyle bizi öyle güzel kandırıyor. Tekrar tekrar okunası bir kitap, insan bitirip bitirip başa dönmeli tıpkı Amat gibi... Sonsuzluğun bu güzel, ürkütücü tasvirine ne desem az, keşke bu kitap dünya çapında tanınan bir eser olsa-çünkü hak ediyor. Anlatılan hikayenin üstünde sanırım kitaplar yazılabilir, ama yine de bir şeyler eksik kalır. Hamamcı Musa'nın dediği gibi... "Amat ne kadar gerçekse, bu hikaye de o kadar gerçek." İhsan Oktay Anar'a dair bir tereddüdüm vardı başlamadan önce, bir ön yargı aslında; yaladım yuttum, pek de memnun kaldım. Özellikle fantastik sevenlere tavsiye ediyorum, meşhur fantastikler genelde Batı mitolojisi kökenlidir, bir de Doğulu okuyalım derseniz, buyrun... Okuyup da, anlayıp da pişman olacak olduğunu sanmam. Ama ağır mı, ağır bir kitap, onu belirtmeli.
"İbni Parmen adındaki bu filozof Fisagorcular denilen cemaati terk etmiş, fakat onların ilginç bir fikrini reddetmemişti. Fisagorculara göre zamanın sonsuz olmasının yegâne yolu onun döngüsel olmasıydı. Risâlede bu bahsi izah etmek için şöyle bir örnek verilmişti: Sözgelimi Amr, belli bir tarihte doğup zamanla büyüdüğü vakit Zeyd ile arkadaş olduktan sonra, arkadaşına ihanet ederek onun tarafından öldürüldüğünde, zaman döngüsel olduğu için tekrar doğacak, yine Zeyd ile karşılaşacak, yine ona ihanet edecek ve yine öldürülüp yine doğacaktı. Bu döngü sonsuza kadar sürecekti. İşte, zaman döngüsel olduğu için sadece geçmişi değil, geleceği hatırlamak da mümkündü. Kısacası hatırlama ile kehanet aynı şeydi."(s:117)
Kurgularına, üslûbuna ve diline hayran olduğum Anar’ın bu kitabı tam da hikâyedeki gibi bir müphemiyet esnasında okunduğu için hep hatırımda kalacak. Her ne kadar biraz ilgim ve alakam olsa da, denizcilik terimlerinin ne olduğuna baka baka okumak epey yordu, hatta zaman zaman kitaptan da kopardı. Okuduğum için mutluyum lakin henüz Anar okumamış birine önereceğim bir kitap olmayacak.
Oldukça güzel bir kurgusu olmasına rağmen denizcilik terimlerinin bu denli yoğun kullanılması bir noktadan sonra romanı yorucu hale getirmiş. Yine de bu durum bütünlüğü bozmuyor ve ana hikayeyi anlaşılmaz hale getirmiyor. Bu da tabii ki yazarın ustalığı.
İhsan Oktay Anar’ı çok seven ama son iki romanına tutunamayan biri olarak, nedense bir türlü sırası gelmeyen Amat’ı şimdi okuduğum için mutlu oldum. Çok özlediğim, terimleri anlamasam da okumakta zorlanmadığım Anar kitapları gibi, mis gibiymiş Amat.
Yazarın bazı eserleri gerçekten bana hitap ediyor. Bu eserinde de, ölümsüzlük üzerine bir hikaye ele alınmış. Oldukça zevkli bir anlatım, sona yaklaştıkça sıkıcılaşan bir konu. Fakat son bölüm ile bence en doğru, en ilgi çekici bitiriş. Bir Suskunlar değil ama Puslu Kıtalar Atlasını da arkada bırakmış bir eser. Tek eleştirim, acaba Karayip Korsanları hikayelerinden esinleniş var mıdır? Olsa da oldukça iyi oturmuş bir hikaye. Zevkle okudum.
Yine mükemmel kurgusuyla kendini okutan bir İhsan Oktay Anar kitabı. Zamanın kendini tekrarı, Amat'ta küçük bir evren prototipi oluşturulması, iyi kötü ayrımı, okundukça daha anlaşılır gelmeye başlayan onlarca denizcilik terimi ve daha bir sürü detay...
Elinizden bırakamayacağınız bir kitap; hatta tekrar okumak isteyebilirsiniz. Bazı bölümlerde denizcilik terimleri sizi yavaşlatabilir ama çok fazla takılmadan, sadece sık tekrarlananları öğrenerek ve diğerleri hakkında da tahmin yürütürek bu sorunu aşabilirsiniz.
Amat, yeni yüzyılda Türk romanının içinde bir süre kalacağı anlayış ve yapıyı göstermesi bakımından ve de piyasa türü eserlerden ayrılan felsefî göndermelerinin zenginliği ile dikkate değer bir romandır. Roman postmodernin epistemoloji ve ontolojiyi oyuna dönüştüren anlayışını taşır. Eğlenceli ve yazarın Puslu Kıtalar Atlasından sonra ciddiye alınacak ilk romanıdır. Dili oldukça sadedir, daha kolay tasavvur edebilmeniz açısından, bilmiyorsanız, denizcilik terimlerini öğrenmenizde yarar var.
This book is an amazing one!Such a great story that I'm sure it required lots of research about Ottoman Empire era, and took a lot of time for Anar to write. I admire the way Anar uses old-Turkish or Arabic-oriented words.He must have done a huge research in order to have known so much about sailing at the times. A book I'll never forget.
Yine bir İhsan Oktay Anar klasiği.Öyle bir çekiyor insanı içine Amat...Birçok yazarın kalemini dokundurduğu bir konuyu o kadar farklı ve güzel anlatmış ki İhsan Oktay Anar,hep yazsın,biz okuyalım demekten başka bir şey söylemeye gerek kalmıyor.
Amat la birlikte siz de o gizemli kalyonla, açık denizlerde dolaşıyorsunuz. Çok boyutlu, gizemli, zaman zaman komik, zaman zaman felsefi muhteşem bir anlatım.Bazı bölümlerde okumakta zorlansanız da kesinlikle benzersiz, farklı ve ilginç.