Kimsecik, “dağları bekleyen” korkunun yıkıcı gücünün, üç kitaplık dev efsanesidir. Korku insanın benliğini parçalarken, bu insanlık durumundan büyük bir trajedi doğar. Ama çocuklar korkuya yenik düşmez, üstüne yürürler.
Üçlünün ilk kitabı Yağmurcuk Kuşu bir cinayetin yarattığı korkuyla şekillenir. Roman katliamların nedenleri ile sonuçları arasındaki ürpertici ilişkiyi açığa çıkarırken, bir yanıyla da bir köy çocuğunun masum ve cesur dünyasının nasıl belirdiğini ortaya koyar. “Doğu dünyasının eşiğinden günümüzün dev yazarlarından biri bize ulaşıyor. Yaşar Kemal, hem Western hem Yunan tragedyası sınıflamasına giren destanlar yazıyor.” L’Événement du Jeudi, (Fransa) “Yaşar Kemal modern Türkiye’nin dünyaya armağan ettiği en yetenekli yazar ve aynı zamanda savaş sonrasının en çekici yaratıcılarındandır. Bu güzel dramın getirdiği yenilik, çocukluk döneminin çeşitliliği ile zengin ve çekici sahneleridir.” Alain Bosquet, Magazine Littéraire, (Fransa) “Yaşar Kemal, nefis bir biçimde betimlenmiş bir Anadolu ortamında geçen Yunan tragedyasını tüm inceliği ve kaderciliği içinden yeniden canlandırmaktadır.” Christian Guidicelli, Lire, (Fransa)
Yaşar Kemal, asıl adı Kemal Sadık Gökçeli. Van Gölü’ne yakın Ernis (bugün Ünseli) köyünden olan ailesinin Birinci Dünya Savaşı’ndaki Rus işgali yüzünden uzun bir göç süreci sonunda yerleştiği Osmaniye’nin Kadirli ilçesine bağlı Hemite köyünde 1926’da doğdu. Doğum yılı bazı biyografilerde 1923 olarak geçer.
Ortaokulu son sınıf öğrencisiyken terk ettikten sonra ırgat kâtipliği, ırgatbaşılık, öğretmen vekilliği, kütüphane memurluğu, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptı. 1940’lı yılların başlarında Pertev Naili Boratav, Abidin Dino ve Arif Dino gibi sol eğilimli sanatçı ve yazarlarla ilişki kurdu; 17 yaşındayken siyasi nedenlerle ilk tutukluluk deneyimini yaşadı. 1943’te bir folklor derlemesi olan ilk kitabı Ağıtlar’ı yayımladı. Askerliğini yaptıktan sonra 1946’da gittiği İstanbul’da Fransızlara ait Havagazı Şirketi’nde gaz kontrol memuru olarak çalıştı. 1948’de Kadirli’ye döndü, bir süre yine çeltik tarlalarında kontrolörlük, daha sonra arzuhalcilik yaptı. 1950’de Komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla tutuklandı, Kozan cezaevinde yattı. 1951’de salıverildikten sonra İstanbul’a gitti, 1951-63 arasında Cumhuriyet gazetesinde Yaşar Kemal imzası ile fıkra ve röportaj yazarı olarak çalıştı. Bu arada 1952’de ilk öykü kitabı Sarı Sıcak’ı, 1955’te ise bugüne dek kırktan fazla dile çevrilen romanı İnce Memed’i yayımladı. 1962’de girdiği Türkiye İşçi Partisi’nde genel yönetim kurulu üyeliği, merkez yürütme kurulu üyeliği görevlerinde bulundu. Yazıları ve siyasi etkinlikleri dolayısıyla birçok kez kovuşturmaya uğradı. 1967’de haftalık siyasi dergi Ant’ın kurucuları arasında yer aldı. 1973’te Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kuruluşuna katıldı ve 1974-75 arasında ilk genel başkanlığını üstlendi. 1988’de kurulan PEN Yazarlar Derneği’nin de ilk başkanı oldu. 1995’te Der Spiegel’deki bir yazısı nedeniyle İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandı, aklandı. Aynı yıl bu kez Index on Censorhip’teki yazısı nedeniyle 1 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûm edildiyse de cezası ertelendi.
Şaşırtıcı imgelemi, insan ruhunun derinliklerini kavrayışı, anlatımının şiirselliğiyle yalnızca Türk romanının değil dünya edebiyatının da önde gelen isimlerinden biri olan Yaşar Kemal’in yapıtları kırkı aşkın dile çevrilmiştir. Yaşar Kemal, Türkiye’de aldığı çok sayıda ödülün yanı sıra yurtdışında aralarında Uluslararası Cino del Duca ödülü, Légion d’Honneur nişanı Commandeur payesi, Fransız Kültür Bakanlığı Commandeur des Arts et des Lettres nişanı, Premi Internacional Catalunya, Fransa Cumhuriyeti tarafından Légion d’Honneur Grand Officier rütbesi, Alman Kitapçılar Birliği Frankfurt Kitap Fuarı Barış Ödülü’nün de bulunduğu yirmiyi aşkın ödül, ikisi yurtdışında beşi Türkiye’de olmak üzere, yedi fahri doktorluk payesi aldı. 28 Şubat 2015 tarihinde vefat etti.
Yaşar Kemal was born as Kemal Sadık Gökçeli in 1926 in the Hemite village of Kadirli, Osmaniye, where his family, originally from the village of Ernis (present-day Ünseli) near Lake Van, had settled after a long period of immigration caused by the Russian occupation during World War I. With his amazing imagination, grasp of the inner depths of the human soul, and lyrical narrative, Yaşar Kemal became one of the leading name not only of Turkish literature, but of world literature as well. Translated into more than forty languages, Yaşar Kemal is the recipient of many awards in Turkey and more than twenty international awards including Prix mondial Cino del Duca, Commandeur de la Légion d'Honneur de France, Commandeur des Arts et des Lettres of the French Ministry of Culture, Grand Officier de la Légion d'Honneur de France, Premi Internacional Cataluña, Peace Prize of the German Book Trade, as well as seven honorary doctorates—five in Turkey and two abroad. The last award Kemal received was the Bjørnson Prize given by the Norwegian Academy of Literature and Freedom of Expression (Bjørnson Academy) on November 9, 2. Yaşar Kemal died in İstanbul on February 28, 2015.
Şimdiye kadar okuduğum Yaşar Kemal kitapları arasında betimlemesi en yoğun, metaforlarla dolu iç hikayelerin çokça yer aldığı kitabıydı.
Cumhuriyet’in ilk zamanlarında Van’dan Çukurova’ya göç eden bir ailenin hikayesini anlatıyor bize. Ağalık, beylik sistemini yine iliklerimize kadar hissettiriyor üstelik.
Anadolu insanının, gerçeğini bilmediği bir konu üzerinde yaptığı ‘işine gelir şekildeki’ yorumlarını öyle güzel aktarmış ki, köylü kurnazlığının nereden çıktığını anlıyorsunuz. Üstelik bu cehalet, acımasız olayların yaşanmasına sebep oluyor.
*Otobiyografik roman özelliği ile kendi hayatı ile ilintili bir hikaye olduğunu da eklemek isterim. İyi ki Yaşar Kemal’i kendi dilinde okuyabiliyor, bu muazzam tadı alabiliyorum.
Her bahar bir Yaşar Kemal okuma serüvenimin bu yılki tercihi Kimsecik üçlemesi. Yine çok vurucu bir hikaye, muazzam bir anlatım. Bir, İsmail Ağa'nın Van'dan zorunlu göçünü, iki, Mustafa ve Memet'in tarcılarla kaçışını, üç, Zalımoğlu Halil'in hikayesini dönüp dönüp okuyabilirim.
Yaşar Kemal’in ailesinin zorunlu göçlerinden, başlarından geçenlerden izler taşıyan harika bir kitap. Daha önce Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor’u okuyunca bu kitap daha da etkiledi beni. Haşmet Beyi, Zaloğlu Halil’i ve tabi ki İsmail Ağa’yı hiç unutmayacağım.
"Kör olasın Salmaaaan! Toprak bile kabul etmesin seni Salmaaaan! Nasıl elin vardı da Ağa'nı, o koca Ağa'yı, İsmail Ağa'yı, babanı! Nasıl ettin Salmaaan! Kendi böğrüne de saplayaydın ya o hançeri de geberip gideydin oracıkta, köpoğlu! Soyu sopu belirsiz, imansız it! Hayınlar hayını!'
Muhteşem bir yönetmenlikle bir film izledim sanki bu kitabı okurken. Kadirli'de büyümüş biri olarak onca ağacın otun çöpün adını bu kitapla öğrendim. Yaşar Kemal her şeyi, her yeri nasıl da tanıyor nasıl da özümsemiş de romanı okurken sizin de gözünüzde canlanıveriyor bütün mekanlar. O dil benim dilim, annemin, anneannemin, dedemin, atalarımın dili, bana öyle tanıdık bir dilde olan bu kitabı okumak çok etkileyici oldu. Hele hikayesi.... Çukurova dedeme, dedem gibi ağalara zenginlik getirdi bolca. Bereket arsızı derdim onlar için. Faiz orda, dedikodu orda. Ama Yaşar Kemal'in anlattığı Çukurova bir ölüm ovası! Ne feci ne feci!
Unutmamalı Onnik'i, onun peşine cennet için düşen soysuzu, Zero'nun kendini adayışını, yaşlı ananın bilgeliğini, Haşmet Ağa'nın dostluğunu, Mustafa ve diğer çocukların korkusunu ve tabi Salman'ı ve yiğit, dürüst, ahlaklı, çalışkan, Allah korkusu olan İsmail Ağa'yı. Çukurova'da yiğidi bulmak hem çok kolay hem de çok zordur.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Gittikçe hayranlığım artıyor Yaşar Kemal’e...o yıllara gidip gelmek,acılar,sanrılar,göçler,kıyımlara şahit olmak tarifsiz duygulara gebe bırakıyor insanı..
"Yağmurcuk kuşu som mavidir. Kara gözleri ürkek, kadife gibi yumuşacıktır. Başı, gövdesine göre az daha koyu mavidir, biçimli, güzeldir. İncelerek gagasıyla birlikte uzar. Hiçbir kuşun başı böyle biçimli değildir. Ne sarıasmanın, som sarıdır, koyu, yumuşak, hafif, açık turuncuya varır bir kısım yerleri, sırtı, kanatlarının kökü iyice turuncudur, başı bile yağmurcuğun başı kadar güzel değildir, ne de sığırcığın, ibibiğin...
Yağmurcuklar uçtuklarında sular, çakıltaşları, gün ışığı bir mavide ipince dağılarak, çoğalarak aydınlanır. Hiçbir çocuk yüreği hoplamadan yağmurcuğun som mavisine, kadife gözlerinin ürkek ılıklığına ürpermeden dokunamaz, bakamaz. Bir yağmurcuğu yakalayan çocuğun kıvançlı dünyası mavilenir. Ilık bir mavi gelir yumuşacık dünyasına oturur. Başında püren kokulu mavi yeller eser. Mavi kelebek bulutları akar aydınlığın içinden bir uçtan bir uca. Uykuları, düşleri mavileşir. Gün som mavi doğar, ışıklar mavi vurur dağların sırtına, suların dibine... Balıklar mavi mavi ipileyerek kaçışırlar. Yağmurlar mavi yağar. Tanyerlerinin ışıkları şırlayıp akarak, çın çın mavi öter. Yağmurda daha mavi uçuşurlar buğulanarak, yöreye masmavi bulutlar döşeyerek. Yıldızlar bir uçtan bir uca mavi akar, şimşekler mavi çakarlar. Tanyerlerindeki iri kuyrukyıldızı, kendi yöresinde yalp yalp ederek dönerken ışıklar toprağı, dağları suları, maviye göğü maviye bular."
Yağmurcuk kuşunda yukardaki gibi yüzlerce anlatının arasında İsmail Ağanın, Zalimoğlunun, Salmanın, Mustafanın hayatlarına misafir oluyoruz. Yaşar Kemal ustalıkla, romanın her anında zamanı ve ortamı büyüleyici bir üslupla gözümüzün önünde canlandırıyor, sonrasında da yeri geldiğinde dilediği gibi bu iki boyutu esnetiyor. Gerçekten büyüleyici.
Romanın son kısımlarında ise aksak bir tempo ile okuma deneyimi zorlaşıyor. Etraftaki kişilerin dedikoduları ve romanın bir sarmala girmesi zor ve durağan bir bölümle bizi finale taşıyor. Tam bunun rehavetine kapılmışken gelen büyüleyici kapanış ise hemen ardından ikincisini okumaya teşvik ediyor.
Son not olarak da Yaşar Kemal'in, karakterlerin iç huzursuzlukları, tüm romana hakim olan korku ve endişeyi bu kişilere yedirmesi ise fazlasıyla etkileyici. Günün sonunda yaşayan ve her anıyla gözümüzde canlanan bir eser var önümüzde.
Daha önce sadece İnce Memedi okuduğum için bir köy-ağa ilişkisi beklentisi içerisinde kitabı okumaya başladım. Yanıldığımı daha başlarda anladım. Kitapta bir göç hikayesi ve özellikle bizim topraklarımızdan yine bizim topraklarımıza olan bir göç hikayesi anlatılıyor. Tabi ana karakterimiz aslında de sürekli değişiyor. İsmail, Mustafa, Salman, Halil. Hepsinde değişmeyen tek şey var: korku. Bir çocuk bir yetişkin ve bir ergen açısından olaylar değişiyor ama korkular değişmiyor. Çok katmanlı bir kitap ve beni etkiledi. Tek sıkıntım köy ağzıyla yazılmış ve sayfalar süren konuşmaları bir tık uzun ve sıkıcı buldum. Onun haricinde kimse neden bu kitabın bir otobiyografi olduğundan bahsetmedi!!!!
İsmail Ağa, Zalımoğlu Halil, Salman, Mustafa, Kuş Mehmet…Zihnimde inanılmaz bir tat bıraktı. Kitabı 1990 da almış, 50. sayfada bırakmışım. Yıllarca kütüphanemde boynu bükük kendi zamanını beklemiş. Neden Yaşar Kemal romanları insanın içine işler ? Mekân, insan tasvirlerindeki kuyumcu ustası titizliğimi ? İnsanlığın kusurlarını hiç eğip bükmeden ortaya koyması mı ? Mavi mavi balkıyan yağmurcuk kuşlarına selam olsun.