Osmanlı İmparatorluğu'nda değişim rüzgârları 19. yüzyıl başından itibaren güçlenmiş, çağdaşlaşma gereksinimi giderek vazgeçilmez bir hal almıştır. Sultan III. Selim'le başlayan bu süreçte önemli kilometre taşlarını oluşturan Islahat ve Tanzimat fermanları; onların peşinden gelen Jön Türk hareketi ve II. Meşrutiyet devrimi, son noktada Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet devrimleriyle taçlanırken altı yüzyıllık bir imparatorluktan modern bir devletin doğuş öyküsü de şekillenmiştir. Ama bu öykünün içinde ileriye doğru her adım büyük mücadeleler ve acılar pahasına atılmış, reform ve hürriyet coşkularını istibdat dönemleri, görece istikrar ve huzur umutlarını bitmek bilmeyen yıkıcı savaşlar izlemiş, devrimler ve karşı-devrimler peşpeşe sıralanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihi de gelgitlerle ilerleyen bu çağdaşlaşma serüveninin parçası olmuştur.
Yakın tarihimiz ve İttihat ve Terakki üzerine değerli çalışmalarıyla tanıdığımız Prof. Dr. Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi'nde, 19. yüzyıl başındaki ilk reform çabalarından 2000'li yıllar Türkiye'sine kadar uzanan bu çalkantılı süreci son derece kolay okunan ve akılda kalan bir özet halinde okuyucuya sunuyor.
Tarihini okuyarak bugününü anlamak isteyenler için bir başucu kitabı...
Gerçekten adı gibi, kısa Türkiye tarihi. Bİr insanın genel kültürüne yardımcı olacak, çok fazla detaya boğulmadan dönemlerin birer genel tarihini okumak isteyenler için güzel bir kitap.
Sina Akşin'in "kemalist" tezler perspektifinden ele aldığı Türkiye modernleşme tarihi. Oldukça sorunlu bölümleri olduğu gibi tarihçiliğin nasıl yapılmamasını gösteren bir tarih kitabı örneği olarak da okunabilir.
Tarih okumayi seven ve cok okuyanlar icin basit gelecek, ama akici bir dilde yazilmis ve kolaylikla okunacak bir kitap. Bazi bakis acilari biraz safca kalsa da genel olarak tarihi gelismeleri ve donum noktalarini iyi irdelemis yazar. Bircok yorumcunun "Kemalist tarih yazmis" yorumlari ise bana komik geldi, hala kendi tarihini dinamiklerini anlamayan sozde aydinimiz cok olsa gerek...
Kitabın oldukça sorunlu kısımları var. Ama ben faydalı gördüğüm yanlarını aldım. Hiç Türkiye Tarihi ile ilgili bir okuma yapmadıysanız ben iyi bir giriş kitabı olduğunu düşünmüyorum.
Kitap için, İttihat ve terakki'den başlayıp günümüze uzanan bir özet diyebiliriz. Kemalist jargon ve fikirler kitabın tümüne hakim. Bu açıdan söylediği yeni bir şey yok.
Sina Akşin'in Kısa Türkiye Tarihi zevkle okuduğum bir kitap oldu. Akşin dil ve yorumlama bakımından Niyazi Berkes'i andırıyor; ikisi arasında benzer veya ortak bir dünya görüşü olduğu sanırım muhakkak. Açıkçası, bu kitapla ilgili yapılmış bazı yorumlar son derece abartılı ve bir yazarı dünya görüşünü dayatmak istemekle suçlarken aslında kendi dünya görüşlerini dayatmak istediklerinin farkında değiller. Belki de farkındalar ama farkında değilmiş gibi yazıyorlar. Öncelikle şunu söylemeliyim: Türk siyasi hayatının demokratikleşme tarihi ve serüvenini baştan sona ve genel bir ölçekte okumak isteyenler için son derece faydalı. Bu kitap sayesinde bilmediğiniz isimler, olaylar ve kavramlar daha tanıdık bir hale gelecektir. Bunun dışında kitabın ilgimi çeken en önemli kısmı İttihat dönemiyle ilgili bölümü oldu. İttihat ve Terakki dönemi bizim tarih yazını ve eğitimimizde çoğunlukla bahsedilip geçilen bir dönemdir, kimi ayrıntılarıyla üstünde pek durulmaz. Bu kitapta İttihat ve Terakki dönemini okuduğunuzda, bu dönemin aslında Cumhuriyet'e giden süreçte ne kadar önemli bir basamak olduğunu ve Cumhuriyet'i kuranları ne kadar etkilediğini görmüş olacaksınız. Bunun dışında Sina Akşin'in kitap için yararlandığı kaynakça son derece geniş ve bu açıdan takdir edilmesi gerekiyor. Akşin ayrıca kimi noktalarda Cumhuriyet döneminden sonra yönetimde etkin rol oynamış insanları da gerektiğinde eleştirmekten geri durmuyor. Pekiyi, o halde kitaba neden 4 yıldız verdim? Yukarıda bahsettiğim bazı abartılı yorumlarda belirtildiği gibi yazarın anlatısı genellikle Kemalizm'e uygunluk esasına göre tasarlanmış. Ben de kimi yerlerde bu vurgunun pek anlamlı olmadığını ve gereğinden fazla kullanıldığını düşündüm. Tarih, İlber Ortaylı'nın da dediği gibi elbette "geçmişi yorumlama sanatı"dır. Yorumlayanlar arasında yorum farkının ortaya çıkması şüphesiz ki kaçınılmaz. Bu noktada Akşin'in dünya görüşünü eleştiriyor değilim, sadece bu görüşün bazen fazlaca vurgulanmasının doğru gözükmediğini belirtmek istiyorum. Bunun dışında kitaptaki bir diğer eksiklik ise 80'lerden itibariyle anlatının epey hızlanması ve çabucak bitmesi. Türkiye'nin son 40-50 yılı üzerinde daha uzunca durulabilirdi. Ama her halükarda kendisinin kitaba emek verdiği ve bunun özenli bir çalışma olması gerçeği değişmiyor. Kısacası Türkiye siyasi tarihini merak ediyorsanız mutlaka okumanız gereken bir kitap.
Modern Türkiye’nin kısa bir tarihi. Aynı dönemi anlatan diğer kitaplardan farklı olarak 2000’li yıllar Türkiye’sine hatta AKP’nin seçilişine kadar anlatılıyor.
Yazar, resmi tarihe oldukça yakın bir anlatı seçmiş. Buna ek olarak bazı noktalarda anlatıyı bırakıp kendi görüşünü ortaya koyuyor. Bu durum sanki olan bitene bir “savunma” görüntüsü veriyor. Ben daha soğukkanlı bir anlatım beklerdim açıkçası.
Türkiye tarihiyle ilgili bazı kırılma noktalarının tarihini anımsamak için derli toplu bir kaynak (olabilirmiş). Fakat tabii ki kitap Kemalist perspektiften bir tarih okumasına dayanıyor. Öyle ki yazarın belge dayanağı göstermediği kimi şahsi yorumlarıyla kitabın tarihsel olguları kontrol etmeye / anımsatmaya yönelik muhtemel faydası da geri plana düşüyor.
Kitap, bizlere okullarda okutulmayan yakın tarihimizi, sıkıcı olmayan bir dille anlatıyor. Sıkıcı olmayan bu dil de öznel bir bakış açısı ve de ister istemez anlatıcının dünya görüşüne paralel yorumlarla geliyor. Ben safi bilgi istiyorum diyorsanız başka kitaplar denemenizi tavsiye ederim.
Bu kitap Osmanlı Devleti'nde Çöküş sürecinden başlayıp günümüze değin yazılmış gerçekten tarafsız bir kitap tarihi sevenlerin bu kitabı okumaları lazım
Olmuş mu? Olmamış. Bu tür kitaplar, doğası gereği "genişletilmiş Wikipedia" formatını aşamadığında başarılı olamıyor. Zaten yazarın kendi yorumunu kattığı bölümler oldukça sınırlı; o da yer yer yüzeyde kalıyor. Genel olarak derleme ağırlıklı bir kitap olmuş. -----------------------------------------------
İbn Haldun “Yasa’sının Etkileri: 14. Yüzyılda Mısır’da yaşamış olan ve kimilerince toplumbilimin babası sayılan Tunuslu İbn Haldun, Mukaddime adlı yapıtında İslam tarihini inceleyerek çok dikkate değer sonuçlara ulaşmıştır. Ona göre bu toplumlar iki düzenin çatışmasına sahne oluyordu: medeniyet (medine, kent anlamındadır) ve bedeviyet (oymak ve boy olarak örgütlenmiş göçebe kandaş toplulukları) Bedeviler asabiyet denen yüksek bir dayanışma duygusu içindedirler. Savaşkan, dürüst, kaba insanlardır. Medeniler yerleşik, tarıma dayalı, kentleri olan topluluklardır. Medeni devletler sürekli bedevilerin saldırılarına uğrarlar. Zayıf düştükleri zamanlar bu saldıralara yenik düşerler, bedeviler devleti ortaya çıkar. Bedeviler, yıktıkları devletin ülkesinde, kentlerinde yavaş yavaş medeniyeti öğrenirler. Medeniyetler arttıkça, savaşkanlıkarını ve asabiyetlerini yitirirler. Dört kuşak sonra, yani 100-120 yıl sonra devlet, yeniden bedevilere yenik düşecek derece yumuşamış olur. Tarih böylece tekrarlanıp gider” (s.16)
“Niyazi Berkes’e göre Osmanlı Devleti” İbn Haldun tipi” bir devletti. Buna göre 100-120 yılda yıkılması gerekirken, bölgede yeterince günçlü bir akın yapabilecek bir bedevi topluluk kalmadığı için “doğal” bir sonu olamamıştır. Osmanlı Devleti’nin karşısındaki Avrupa devletleri İstanbul ve Boğazları’ı içlerinden birinin kapması istemedikleri için Osmanlı Devleti’ni yıkmamışlar, sömürmekle yetinmişlerdir. Böylece Osmanlı Devleti, bir türlü ölemeyen yatalak ihtiyarlar gibi varlığını sürüklenerek sürdürmüştür” (s.16)
“Müslüman Osmanlı eğitiminin yetersizliğini belirtmek bakımdan ilginçtir ki, yeni yüksekokullarda okuyabilecek yeterlikte gençler bulunamadığı için, bu okullar kendi orta, hatta ilköğretim birimlerini oluşturmak durumunda kalmışlardır. Öyle ki, 1834’te kurulan Harbiye ilk mezunlarını ancak 14 yıl sonra, 1848’de verebilmiştir.” (s.28)
“1853’ yılında Kudüs’te kutsal yerler sorununu bahane eden Rusya, Osmanlı Devleti’ni Avrupa’nın ortak uydusu durumundan çıkarıp, kendi uydusu yapmamk istedi” (s.33)
“Bu zamana kadar hürriyet sözcüğü yalnızca köle olmama durumunu anlatırken, şimdi yavaş yavaş siyasal bir anlam kazanmaya başlıyordu. Namık Kemal gibi gazeteciler için hürriyet öncelikle basın özgürlüğünü çağrıştırıyordu. Bizde kimileri Batı’dan gelen her şeyim, kravat ve blucin gibi basit bir taklit olduğu eleştirsiini öner sürerler. Gerçi dedikleri gibi kravat ve blucin basit taklittir, ama, bu anlatılanlardan, siyasal özgürlük anlayışının, Batı’dan esinlense bile, bir ihtiyaçtan doğduğu ortaya çıkmaktadır” (s.35)
“A.J.P. Taylor, Avusturya, Macaristan ve Osmanlı İmparatoruklarının karışık etnk yapıları yüzünden değil, I. Dünya Savaşı’nda yenildikleri için dağıldıklarını söylüyor. Bu, üzerine durulması gereken bir düşüncedir” (s.37)
“II. Meşrutiyet’in büyük önemi şüphe götürmz. T.Z. Tunaya’ya gmre bu dönem Cumhuriyeti’in “siyaset laboratuvardır” Yani Cumhuriyet’in başardığı pek çok şey, II. Meşrutiyet döneminde tartışılmış olan konulardır. Mustafa Kemal’in bu dönemde faal olarak siyasetle ilgilendiği, İT hareketinni içinde yer aldığı düşünülürsse, söz konusu düşüncenin isabeti de anlaşılır.”(s.55) “Vahdettin ortaçağcıl, feodal bir zihniyetin gereğini yapmaktadydı. Bir adam çağdışı olduğu için hainlikle suçlanamaz. Çağdışı olmak belki bir suçtur, ama başka bir suçtur. İkinci olarak iç savaşı başlatıp sürdürmesi var. Buna da gaddarlık, kan dökücülük gibi suçlamalar getirilebilir ama, mutlakiyetçi hükümdarlığa innamış bir hanedanın demokrasiye kılıç çekmesi, bu uğurda mücadele etmesi bir bakıma olağandır. Ne var ki, iç savaşın düşman istilası sırasında çıkartılması, işin rengini değiştiriyor. Burada işte, hainlik vardır.” (s.175)
“1929’da Arapça ve Farsça dersleri lise programlarından çıkarıldı” (s.203)
“Günaltay hükümiet CHP grubunun daha önce almış olduğu bir karar doğrultusunda ilkokullara seçmeli din dersi koydu” (s.246)
Köy Enstitüleri 1940'a gelindiğinde kırsal kesim genellikle Cumhuriyet'in nimetlerinden pek az yararlanabilmiş, yaşama biçimi, teknolojisi, zihniye-tiyle büyük ölçüde ortaçağ, hatta belki ilkçağda kalmış bir kitle ola-rak duruyordu. Nüfusun %81'i köyde oturuyordu, yani nüfusun bü-yük çoğunluğu bu geri düzeydeydi. 1935 nüfus sayımına göre Türki-ye'de erkek nüfusun %23,3'ü, kadın nüfusun %8,2'si okuryazardı. 40.000 köyden (sonradan köy ya da kırsal yerleşim birimi sayısının 60.000 olduğu anlaşılacaktı) 31.000'inde okul yoktu. Var olan köy okullarının çoğu 3 yıllık okullardı. Cumhuriyet yoksul olduğu için, köyler çok engebeli geniş bir ülkede, çok dağınık oldukları için yol, okul, elektrik götürülememişti. Pilli radyo köylünün edinemeyeceği lüks bir aletti. Okul yapılsa, kentli öğretmeni köyün o günkü çok il-kel koşullarında tutmak çok zordu. Onun için daha Atatürk zama-nında askerliğini onbaşı ya da çavuş olarak yapmış köylülerden köy öğretmeni yetiştirmek uygulaması başlamıştı. Köy enstitüsü tasarısı bu başlangıcı daha esaslı biçimde kısa zamanda yaygınlaştıracak bir uygulama olacaktı.
17 Nisan 1940'ta kabul edilen Köy Enstitüleri Kanunu ile birlikte Tarım Bakanlığı'nın saptadığı 11 değişik yörede köy enstitüleri açıldı. 1937-38'de açılmış olan 3 öğretmen okulu da enstitüye dönüştürül-dü. Enstitüye alınacak çocuklar 5 yıllık köy okullarını bitirenler arasından seçiliyorlar. Enstitüde 5 yıl okuyorlar, fakat bu öğrenimin yane kohus yansı teknik tarım oluyordu. Teknik-tarım dersleri uy gulamah oluyor, öğrenciler yapı yapmaston, marangozluğu enstitü bi nalarını yaparak, tarım ve hayvancılığın yeni yöntemlerini öğreniyorlardı. Kizlar ve erkekler birlikte okuyor, birlikte çalışıyorlardı. Mezun olanlar geldikleri yörede bir okula atanıyorlardı. Öğretmenin gelecegi 3 yıl onceden ilgili köye bildiriliyor, köyün okul ve öğretmen evi yapması isteniyordu. Devlet öğretmene kendi gereksinmelerini karşı layacak ve tarım derslerinde kullanılacak kadar toprak, tarım aletleri ve 60 TL. sermaye veriyordu. Ilk 6 yılda yalnızca 20 TL aylık alıyor lardı. 1948'e değin enstitü sayısı 21'e çıkarıldı. 1942'de Hasanoğ lan'da 3 yılık bir yüksek bölüm açıldı. 1954'e değin 25.000 enstitü la öğretmen yetiştirildi. Bu büyük başarı İnönü, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Ton-guç'un eseridir. Bu denli kısa sürede, savaş şartlarında, yokluklar için-de, Türkiye'nin değişik köylerinden 25.000 öğretmen yetiştirilmiş olması başlı başına bir başarıdır. Bunların içinden Fakir Baykurt, Mah-mut Makal, Talip Apaydın gibi ünlü yazarlar çıkmıştır. 25.000 ilkel köye, Atatürk devrimine inanmış, çağdaş insamn gelmesi ise önemli bir olaydır. Bunlar hem öğretmen, hem çağdaş tarımcı, hem yapı ve marangozluktan anlayan, asgari sağlık bilgileri olan, köylünün hükümet kapısındaki işlerini çözebilecek, üstelik kendisi de yöre köylüsü olduğu için köylüleri anlayacak, onlarla iletişim kurabilecek insanlardı. Bugün Atatürk devrimi Türkiye'de kök salabilmişse, ülkemiz şim-diki gelişmişlik düzeyine ulaşmışsa, bunda köy enstitülerinin önemli payı yadsınamaz.syf238
Kitabı elime aldığım zaman tarafsız bir tarih kitabı okuyacağımı sanmıştım. Özellikle 1938’den sonraki dönemden sonrasında savunduğu ideolojiyi parlatmış, eksiklerini görmezden gelmiş veya bahsetti ise de bahanesini sunup, şartların öyle gerektiğinden vs bahsetmiş. Karşısında bulunduğu ideoljiyi ise fazlasıyla yermiş, olumlu yanlarını üstünkörü söyleyip geçmiş. Tarih bilmesek inanacağız :) Yazarın ideolojisine uygun olan kısımları daha öne çıkarmasa çok daha güzel olurmuş.
Kitap genel hatlarıyla Türkiye tarihi hakkında Hunlardan başlayarak günümüze kadar gelmesine rağmen daha çok Osmanlının son dönemleri, Cumhuriyetin kuruluşu ve sonrasından günümüze kadar olan olayları ele alıyor.
Okullarımızda yakın Türkiye tarihi ile ilgili eğitim verilmiyor maalesef bana göre de asıl verilmesi gereken kısımlardan bir tanesi. 1938 den sonraki kısmı göremiyoruz. Ben kpss çalışırken ve daha sonra kendi araştırmalarımdan öğrenmeye çalıştım. Kpss nin bana en büyük katkılarından birisi yakın tarihimizi öğrenmek oldu.
Kitabın bana en büyük katkısı 1960 lardan sonra Türkiye’nin siyasi açıdan ne kadar istikrarsız ve başarısız olduğunu tekrar idrak etmem oldu sanırım. O kısımları okurken çokça üzüldüm ve sinirlendim.
Adı gibi "kısa" bir tarih kitabı. Akıcı ve akılda kalıcı bir şekilde, duru bir Türkçe ile anlatmış. Genel Türkiye tarihi hakkında bilgi sahibi olmak adına okunabilecek bir kitap. Tekrar söylüyorum taraflı yazılmış bir kitap. Sadece bu kitaptan okuyarak doğru bir tarih okuması yapmış olmazsınız.
Sina Akşin'in "Kısa Türkiye Tarihi" adlı eseri faydalandığı kaynakların akademikliğine bakınca ilk başta insanın gözünü korkutuyor fakat kullandığı dili görünce gayet anlaşılır sadelikte olduğu ve tarihi çok da detaylara boğulmadan anlatmasıyla okuruna yeterli geliyor.
Özellikle yakın tarihi hiç ele almayan bir tarih eğitimimiz olduğu için daha da ilgi çekici bir kitapla karşılaşmış oluyoruz. Yazarın birtakım meselelere olan öznel yaklaşımlarından önce bunları özellikle belirtmesine rağmen yine de eleştirilerden kendini kurtaramıyor.
Yapmış olduğu çoğu tespitten sadece bir tanesini detaylı incelemek yeterli olacaktır: Bütünsel kalkınmayı şiar edinen Atatürk'ten sonra gelenlerin, bunun yerine maddi kalkınmaya öncelik verilmesi ve sonrasında yaşanan süreçler aslında Atatürk'ün ne kadar büyük bir devlet adamı olduğunu kanıtlamaya yetiyor.
Yazar Türklerin tarih sahnesinde ilk görünüşünden 2004’e kadarki tarihi çoğunlukla yorum katarak, çıkarımlarda bulunarak anlatmış ki bana göre bu kitabı değerli yapan bu yorumlar. Kitap Atatürkçü bir yazar tarafından, bu bakış açısıyla olaylar yorumlanarak yazılmış, bu belki farklı siyasi görüşten kişileri rahatsız edebilir ancak tarihçiliğin de bu kitaptaki çıkarımlara karşı görüşleri olanların da yazacağı kitaplarla gelişeceğini düşünüyorum. Atatürkçülüğün bu şekilde formüle edilmesinin ve yazarın 1919-1950 arası Atatürk devrimi dönemi, 1950- günümüz kısmi karşı devrim dönemi şeklindeki sınıflandırmasına ben de katılıyorum, kitabın 2004’e kadar ilerlemesi bence büyük talihsizlik, yazarın 2007 Anayasa değişikliği süreci, yetmez ama evetçiler, Gezi Olayları, Erdoğan’ın kesintisiz iktidarı konularındaki değerlendirmelerini de okumak isterdim.
Türkiye'nin Nizamıceditten 2005 yılına kadar olan modernleşme sancısının güzel ve net bir özeti olduğu kanaatindeyim. Yazarın dilindeki bir nevi zorlama Öztürkçe kelimelerin yoğunluğu okuma deneyimini biraz olumsuz yönde etkilemiş olsa da kitabın muhtevası yönündeki sağlamlığına gölge düşürememiştir. Fakat yazarın büyük bir Atatürkçü (Atatürkyanlısı) olduğu bütün argümanları kuruş biçiminden apaçıktır ve Atatürk'ün ulus tanımından bir adım bile taviz vermemesi kendisinin klasik bir Ulusalcı(?) çizgide olduğu izlenimini vermektedir. Bununla beraber yazarın Türkiye'deki ana çatışma odağının Laik-Şeriatçılar çizgisinde tesis etmesi klasik Atatürkçülüğüne yorulabilse de irticai iktidarların nasıl ülkeyi uçuruma ve tam bağımsızlıktan mahrum bıraktığına dair olan tespitler son derece isabetli ve değerlidir
Kitap, tarih meraklıları için başlangıç aşaması olarak değerlendirilebilecek özet bir eser. Dili de okuyucu dostu bir formda yazılmış. Bu nedenle genç okuyucular için de iyi bir tercih olabilir. Tabii ki de her tarih eserine tıpkı belgesellerde olduğu gibi %100 doğru gözüyle bakılamaz. Bütün kitaplarda olduğu gibi bu da yazarın bakış açısından geçerek oluşturulmuş bir eser. Yazarın kendince yorumlamaları oldukça fazla ve doğal da. Sonuçta tarihsel olayları farklı kaynaklardan karşılaştırarak okumak gerekir.
Osmanlı'nın son dönemlerinden başlamak üzere günümüze yakın bir tarihe kadar bu toprakların gidişatını anlamak için önemli bir kaynak olmuş. Konulara çok derinlemesine girmeden, harika bir bilgi aktarım yöntemi var. Her bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının ülkemizin tarihini anlaması bakımından okuması gereken bir eser. Bu kitabın sonunda eksik kalan kısmı da bizler yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz.
Şahane bir kitap. Akşin’in tarihi olayları çok iyi değerlendirdiğini düşünüyorum, kişisel yorumlarının çoğuna katılıyorum.
“27 Mayıs hareketi darbedir, ama aynı zamanda devrimdir. Türkiye’de Atatürk ve İnönü’nün kurmuş oldukları demokrasi temellerini genişletip pekiştirmiştir. Karşı-devrimci 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbeleri 27 Mayıs’ın getirdiği kurum ve anlayışları kısıtlamışlar, sulandırmışlar fakat ortadan kaldıramamışlardır.”
Bu bir tarih kitabi degil. Turklerin tarih sahnesine cikisindan yakin gunumuze kadar yazarin yer yer yorumlamalariyla, kendi gorusuyle harmanladigi Turkiye'nin gercek hikayesi. Tarih derslerinde ogretilmeyen kisimlar da iceren bu kitabin sonu oldukca acikli ama bir o kadar da gercek, Spoiler istesem de veremem cunku yasadik ve yasamaya devam ediyoruz.
Kronolojik akışında Cumhuriyet tarihi ile ilgili asgari ve yeterli bilgi verilmiş. Bu kitap belli ki tarih okumaya yeni başlayanlar için yazıldı. Elbette ki Sina Akşin öz perspektifini aktarmıştır, ama; her seferinde bunun kendi yorumu olduğunu belirtmiştir.
Çok beğendim sıkmadan yormadan herşeyi anlatan bir kitap. Tek eksiği yazım tarihinden kaynaklanan bir şekilde Türkiye nin son 10 senesinde yaşanan tahribata yer verememesi. Bence bir dahaki basima ek yapılmalı...
okuması en kolay kitaplardan biri. ders kitaplarının yanına öğrencilere tavsiye niteliğinde bir eser. yoksa daha ileri düzeyde okumalar yapan kişiler için çok basit
Bu bir tarih metni değil. Tarih metni vasfına hiç yakışmıyor. Tarihi anlatıp kendi görüşlerini ayrıca vermiyor. Öyle olmasında bir sakınca olmazdı. Bunun yerine tarihi kendi görüşleriyle anlatıp tekrar tekrar sövüyor. Robert Kolej mezunları genelde daha liberal ve daha az kaprisli olurlar. Yazar ise kin ve nefret dolu. Yazara göre geçmişte iyi bir şeyler varsa bunlar istisna, tesadüf. Kapitalizmi bir ideal olarak görüyor. 1938 anlaşmasını çok ilginç bir kafayla yorumlayarak özetle kapitalizme geçilmesi engellendiği için modernleşemediğimizi söylüyor, oysa ki o kapitalizm için pazar bizdik. Sultan M. Reşat'ı seviyor. Neden mi dersiniz? Çünkü siyasete dahil olmamış ve iyi niyetli, babacan bir insanmış. Yahu bu nasıl bir cümle? Tarih kitabında denecek şey mi? 5 çayına misafir olarak mı ağırlayacak? Abdülaziz intihar etti diyor, 1960 darbesini övüyor. Hatta İtalyanların işgalinin uygarca olduğunu söylüyor. Topraklarımızın işgalini diğer işgalcilerle kıyaslayarak "daha uygarca" diyebilen bu kitabı ciddiye alamasam da bir bakış açısı daha okumuş oldum.
Adı üzerinde, ''Kısa'' Türkiye Tarihi kitabın adı. Çok ince detay bulamazsınız, evet ama en azından bu kitapta geçen genel Türkiye bilgisine hakim olmak, kendini Türk olarak tanımlayan herkes için gereklidir. Ayrıca içerisinde çok ince ve doğruluğu kesin kanıtlara dayanmayan detayların bulunmaması okuyucuyu da fazla sıkmıyor, rahat bir okuma sağlıyor.
Kitaptan Türkiye Tarihini öğrenmek mümkün değil. Türkiye tarihini zaten biliyorsanız Sina Akşin hakkında bir fikir edinmenize yarayacaktır. Kitabın elle tutulur tek faydası kemalist apolojileri derli toplu bir şekilde sunması. Özellikle 30'ların tarih teorisini yalan ve yanlışlarla dolu olduğunu bile bile savunmaya devam etmesi bana dikkate değer geldi.