"Ben niteliksiz adamım, sadece kimse bunun farkında değil. Bütün iyi, biçimsel duygulara sahibim, nasıl davranacağımı elbette biliyorum, ama içsel özdeşleşme yok." (1928) Musil-Tereke, Dosya II 4, s. 120 Franz Kafka, James Joyce ve Hermann Broch ile birlikte yirminci yüzyıl romanının büyük ustaları arasında yer alan Avusturyalı yazar Robert Musil (1880-1942), 1921 yılından başlayarak ölünceye kadar Niteliksiz Adam üzerinde hemen her gün çalışmış ve romanın ilk kitabı 1930'da, üçüncü kitabı ise 1933'te yayımlanmıştır. Tamamlanmadan kalan dördüncü ve son bölümün yayımlanması ise ancak aradan neredeyse yirmi yıla yakın bir süre geçtikten sonra gerçekleşebilmiştir. Niteliksiz Adam, gerçek anlamda bir çağ ve geçiş dönemi romanıdır. Yazar tarafından "İmpkralya" diye adlandırılan, gerçekte 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında artık çöküş sürecine girmiş olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nu simgeleyen bir ülkede Musil, modernizm sürecindeki bir toplumun ve bireyin tüm çalkantılarını sergilemeyi amaçlar. Bu çalkantılar, romanın başkişisi, yani "niteliksiz adam" olan Ulrich'in kimliğini aracılığıyla sergileniyor. Ulrich, bir ayağıyla eski'de, öteki ayağıyla yeni'de durmaktadır. Bütün sorun, onun bu geçiş konumunun doğal sonucu olan çelişkilerin üstesinden gelip gelemeyeceği sorusunda odaklanır. Niteliksiz adam Ulrich'in kişisel çatışmaları aracılığıyla Avrupa'nın Birinci Dünya Savaşı'yla birlikte başlayan tinsel çöküşünü anlatan Musil, geleneksel tarzdan uzaklaşarak, romanın olayları anlatım örgüsüyle de okuru şaşırtır. Yaşanan bunalımı ele alış ve aktarış tarzıyla çağdaş edebiyatın başyapıtlarından biri olarak kabul edilen Niteliksiz Adam'ın birinci cildi Ahmet Cemal'in çevirisiyle şimdi Türkçede.
He graduated military boarding school at Eisenstadt (1892-1894) and then Hranice, in that time also known as Mährisch Weißkirchen, (1894-1897). These school experiences are reflected in his first novel, The Confusions of Young Törless.
He served in the army during The First World War. When Austria became a part of the Third Reich in 1938, Musil left for exile in Switzerland, where he died of a stroke on April 15, 1942. Musil collapsed in the middle of his gymnastic exercises and is rumoured to have died with an expression of ironic amusement on his face. He was 61 years old.
NA1 : Beni neden buraya getirdin Oğuz? Oğuz : Ben senin içindeki cümleleri bu kafede çizik çizik ettim NA1. İçindeki matematiksel bir düzenle kurulmuş, bilimsel formül gibi oluşmuş ve bugüne kadar hiç duymadığım betimlemeli cümlelerden bazılarını okurken işte burada sesli bir şekilde şaşırmış ve insanları kendime baktırmıştım istemeyerek de olsa. Hiçbir insan bana bugüne kadar böyle olağanüstü şeyler dememişti, çok ciddiyim. Bugüne kadar hiçbir kitaba yapmadığım şeyi sana yaptım 16 gündür beraber olduğum arkadaşım. Ben de bunun için sana çay ısmarlamaya geldim. NA1 : Teşekkür ederim fakat bizim Viyana'da Melange adında bir kahve vardır, biraz daha niteliklidir sizin Türk kahveniz ya da çayınız gibi olamasa da. Onun için senin beni okuma cesareti gösterme niteliğine karşılık ben yine namıdiğer niteliksizliğimle bu çayı içmeyeceğim, üzgünüm dostum.
NA1 : Oğuz, kalk gidelim buradan... Beni kimse okumak istemiyor gibi bir duyguya kapılıyorum. Çetin bir kitabımdır ben, öyle hemen anlayamazsın içimdeki bazı şeyleri. 3-4 kere okusan da çözümlemekte zorlanabileceğin çetin cümleler içeririm. Oğuz : Şurada bildiğim bir kahvehane var. Okumak nitelikli bir eylemdir, seni daha çok niteliksizleştirmemi ister misin? NA1 : Bayılırım.
Oğuz : Mutlu musun? NA1 : Hiç olmadığım kadar. Zaten okunmuyordum, en azından dışarıdaki insanların bensizken ne yaptığını öğrenme fırsatı buldum. Oğuz, buradan da gidelim. Yalnızlığım bastırdı yine iyice. Oğuz : Peki.
NA1 : Şu an şu salıncakta sallanıp nitelikli zevklerimi doyurmak yerine insanların göz ardı ettiği, giriş paragrafımda bile yazılan Atlantiğin üzerindeki barometrik minimumlarımın Rusya üzerinde biriken maksimuma dönüşünün bu salıncakta sallanışıma etki edeceği merkezkaç kuvvetini düşünüyorum. Böyle akıl dolu şeylerle rahatlayabilmek ve aklını kullanmak varken neden sallanayım Oğuz, ben manyak mıyım? Siz insanlar nasıl etrafınızda böyle şeyler olup bitiyorken hiçbir şey olmuyormuş gibi sallanabiliyorsunuz? Oğuz: Ne desen haklısın NA1. NA1 : Anne ve babamı özledim ben Oğuz, beni onların yanına götür.
Oğuz : İşte geldik. NA1 : Nasıl yani? Ben bu göğe uzayan uzamlar sayesinde mi okunabiliyorum yani? Oğuz : Tabii ki de, ne sandın? Bak, sizin gibi kitapları okuyan insanlar böyle yeni yeni fidanlar diktiği için sen şu an yaşıyorsun. Fakat benden, seni meyve ya da sebzeymiş gibi toprağa ekip de yeni basımının çıkacağını da bekleme. Sen edebiyatın Elvis Presleyi gibi bir kitapsın. Aslında gövdeler senin yazarın Musil ya da Proust, Joyce, Dostoyevski, Broch gibi isimlerden meydana gelir ve sizden etkilenen diğer yazarlar da bu ağacın göğe doğru giden yemyeşil uzamlarına benzerler NA1. NA1 : İşte buna gerçekten şaşırdım...
Oğuz : Bak NA1, işte senin memleketin Viyana. Sen neredeyse 100. doğum gününü kutlayacaksın ve aslında oraya aitsin. İçinde bahsettiğin Avusturya Macaristan İmparatorluğu'nun en önemli kentlerindendir Viyana. Aslında Viyana, içinde bahsettiğin gerçeklik ile düşün olasılıkları arasındaki gidip gelişleri, beynin sağ ve sol lobunun iki ayrı kutbu gibi içerisinde hem tarihi bir dokuyu hem de modernizmi taşır. Aslında sen de içinde bunları anlatmak istemiştin, değil mi? NA1 : Şu Viyana gözlerimde tütüyor Oğuz, ne yalan söyleyeyim. Burjuvazinin çöküşüne şahit oldum ben. Varmayı istemek ile kurtulmayı istemek arasında gittim geldim aynı senin gibi. Atonal bir müzik parçasıyım ben Oğuz. Düzensizlikler arasında bir düzen oluşturucuyum, zaten sen de beni okudun bunları görmüşsündür. Her zaman tercih edilen nitelikler arasında bir niteliğe sahip olmaya ihtiyaç duymayan bir sonrasızım ben. Akıl ve ruhun senteziyim. Barok üslubunda bir kitabım aslında, değil mi? Oğuz : Evet, kesinlikle. Doğru kelimeler Barok, bulanıklılık ve sonrasızlık. Barok mimarisinin o göz alıcı süslü dünyasını hatırlıyorum da, gerçekten de senin kitabında boşluğun o göz alma ihtiyacı hissetmediği mistik Barokluğunu öğrendim ben NA1. Kendimin sahip olduğu bulanıklığa sende de şahit oldum. Sen Paralel-Eylem'i anlatırken burjuvazinin de bir bakıma toplumda tikel bazda rol alan bireylerin çöküşü gibi çökmesini izledim yavaş yavaş.
NA1 : Şu an bana gösterdiğin şehir hayatı ve insanların burjuvazi tavırları sadece çok fazla gerçek. Anlıyorsun beni değil mi Oğuz? Ben bundan bunalıyorum işte. Yapmacık gerçekliklere hiç gelemem. 244. sayfada demiştim sana, bu kadar tamamlanmış ve eksiksiz gözüken bir dünyanın içerisinde, kiliselerin, binaların, üzerindeki gök kubbenin, bütün bu ağaçların, insanların içerisinde en ilgisiz kalan, en muhtaç soluk insandır. İşte bundan sonra Ulrich, niteliksiz adam olmayı istemişti, biliyorsun.
En azından beni okurken beyninin eski bir makine odası çalıştırıldığında o odadaki makinelerin tozlarından arındırılarak tekrar çalışmaya başlaması gibi çalıştığını biliyorum. İçimdeki fiziksel, düşsel, sosyolojik, etimolojik ve edebi dünyayı bu şehirde bulamazsın sen Oğuz. Oğuz : Haklısın. Zaten ben seni okurken aklımda hep tek bir düşünce vardı : "1984 hamdım, Şibumi piştim ise Niteliksiz Adam 1 yandım seviyesidir." NA1 : Beni evime götür Oğuz.
NA1 : Oh my Ulrich! Bu kitaplıkta yer kalmamış bana Oğuz? Sen, bana verdiğin değeri böyle mi gösteriyorsun yani? Oğuz : Şey, kusura bakma NA1. Sana daha özel bir yer düşünmüştüm. NA1 : Nasıl yani? Oğuz : Diyorum ki, sen beni bugüne kadar en çok etkileyen sadece kitaplardan değil "şey"lerden birisin NA1. Onun için artık benle dolaşmanı ve dünyaya da senin içindeki o kendini tekrar tekrar okutan cümlelerle bakmak istiyorum. NA1 : Tamam, sen bilirsin.
Oğuz : Artık damarlarımdasın NA1, hani iliklerime kadar işledin derler ya bizim Türkler, işte bunu hissediyorum. 316. sayfada altını çizdiğim alıntından anlamıştım bunu. En azından senden sonra gelen kitapları senin gözünle anlamlandırabilmek için bir başlangıç yapmış oldum senin sayende. Bunun için çok teşekkür ederim.
Ulrich sana benim için en özel şarkılardan biri olan şu şarkıyı hediye ediyorum, çünkü hem senin bulanıklığını, hem de benim bulanıklığımı, ikimizin de gerçeklik ile düş arasında gidiş gelişlerimizi, ikimizin de insanları ve hayatımızdaki olguları matematiksel olarak anlamlandırabilme eşiklerimizi hatırlatıyor bana tekrar :
"Çünkü dünya benden ibaret Öyle olmayaydı şayet Kafatasımın içinde ne diye dolanıyo Bütün bu güzellik bütün bu rezalet Hepsi benim hepsi bana ait"
Okurken hem çok keyif aldım hem de belirli noktalarda devam etmek için kendimi zorladım. Dili oldukça ağır, özeleştiri yapmak gerekirse hakkını vererek okuyamamış olabilirim. Oldukça koptum bazı bölümlerinde. Fakat Ahmet Cemal’ in çevirisi tartışmasız muazzam.
Çok emek harcadım, yavaş yavaş okudum, tüm enerjimi bu kitaba verdim ancak... Yok arkadaş olmadı, hiç bir şey anlamadım. Dünyanın en ağır felsefe kitabı yahu.
Evet, dört ay sonra buradayım. Musil’i okumuş olmak, Musil’i bitirmek demek değildir. Sanırım hislerimi en kısa yoldan bu şekilde ifade edebilirim. Kitabın içindeki tümceler ve kelimeler bitti, geriye anlamlar ve irdelenmesi gereken binlerce düşünce kaldı. Daha önce bu kadar not aldığım başka bir kitap hatırlamıyorum. Yani henüz hiçbir şey bitmedi... Hem daha ikinci cilt var.
*Uzun cümleler konusunda Hannah Arendt’le yarışan -sanırım onu geçen- Robert Musil Bey’i kutluyorum. Müzik dinlerken okuyayım diye deneme yaptım, olmadı.
"Eğer bir kimsenin her istediğini yapmasına müsaade edersen çok geçmeden şaşkınlıktan kafasını bir yerlere çarpar. Veya şöyle derdi: Her istediğini gerçekleştirebilen biri, çok geçmeden ne isteyeceğini bilmez olur."
"İnsan ne kadar budalalık olursa olsun eskiden yapabildiği bir şeyi artık beceremiyorsa bu, tıpkı ellere ve ayaklara felç inmesi gibi bir his uyandırıyordu."
"Bir adam en çok, nereye gittiğini bilmediği zaman ilerler!"
"Ne var ki hayat bir yerdeki taşları sökmeden başka bir yerde bir şeyler inşa etmez."
"Ulrich inatla açıklamaya devam ediyordu: "İnsanın hayatta ihtiyaç duyduğu şey, işlerinin komşusununkilerden daha iyi gittiğine emin olmaktır, o kadar. Yani, senin resimlerin, benim matematiğim, bilmem kimin çoluk çocuğu; hiçbir şekilde sıradışı bir şey olmadığı ama bu şekilde, asla sıradışı bir şey olmama konusunda kolay kolay benzerlerinin bulunmadığı noktasında insanı temin eden her şey!""
"Ama böyle kolaylıkla şirazeden çıkan insanların son derece nahoş olduklarını anlatmak istiyorum sana. Aslında insan ancak darbeyi yiyen bir başkasıysa, ona karşı tarafsız davranmaya kalkışabilir. Ama o zaman da bu insanlar şefkatimizi alabildiğine sömürürler, güya toplum düzeninin veya kaderin kurbanlarıdırlar. Hatalarına, işleyenin gözüyle bakınca kimsenin hataları için ayıplanamayacağını sen de itiraf etmelisin; hatalar insan için, en kötü ihtimal, birer yanılgı veya bir bütündeki o bütünü daha az iyi bir hâle sokmayan kötü niteliklerdir ve elbette hata sahibi de tamamen haklıdır!"
Bu kitap benim kitaplara olan toyluğumun bitişi niteliğinde. Bana kattığı düşünme stili yanında sayfaların bir bütününden doğacak şekildeki, anlatımıyla yer yer 2 sayfa bile olsa 1 saatimi harcadığım ve harcamaktan son derece keyifle verim aldığım, yoğun yazıtından ve hikayesinden insan olmanın temelinde yatan mantalitenin kaotik ve kıvrak formülünü anlayabilmiş bulunmaktayım.
Aslına bakarsanız çok fazla olay olmadığı için tam olarak roman olarak nitelemek doğru değil. Bana göre kurgular arası, kişiler arası geçişlerin çok keskin olduğunu düşünüyorum. Kitap parça parça oluşuyor ve siz bir parçadan diğerine geçtiğinizde bambaşka bir olay örgüsü ve kişiyi okuyorsunuz. Bu benim için kitabın okumasını güçleştirdi. Kitabın benim açısında olumlu tarafı ise hani derler ya bir kitabı bitirdiğinizde okumadan önceki kişiyle aynı kişi olmamalısınız diye, tam olarak öyle bir eserdi. Çok fazla altını çizdiğim, fikirlerime değer kattığını düşündüğüm yerler oldu. Evet okunması güç, bir roman değil bence ama size çok fazla değer katacak bir eser. ## BU KISIMDAN SONRASI TAMAMEN KENDİME KİTAPTAN ALINTILADIĞIM VE YORUMLAYACAĞIM KISIM OLACAĞI İÇİN YER YER SPOİLER İÇEREBİLİR.## - Her istediğini gerçekleştirebilen insan kişi, kısa süre sonra ne istemesi gerektiğini bilmez olur. ( Günümüz toplumunun aslında o zamandan kalma bir tasviri. Özellikle tüketim toplumumun egemen olduğu bu dönemde istediğimiz çoğu şeye sahip olabiliyoruz da, sahip olduklarımızı gerçekten istiyor muyuz? İktisadın açıklama kısmında denildiği gibi kıt kaynaklarla sınırsız ihtiyaçlarımızı mı karşılıyoruz yoksa isteklerimizi mi?) -Güçlerin egemenliğindeki bir ortak yaşamda, insan fazla duraklamadığı ve düşünmediği takdirde, her yol iyi bir hedefe götürür. ... erişilen, ruhu biçimlerken, erişilmeyecek olanı istemek ruhu yalnızca çarpıtır; mutluluk açısıdan insanın ne istediği çok az önem taşır, tek önemli olan, istenene ulaşmaktır. -Bir ülkede yaşayan kişinin biri mesleki, biri ulusal, biri devlete ilişkin, biri sınıfsal, biri coğrafi, biri bilinçli, biri bilinçaltı, belki bunların dışında biri de özel olmak üzere, en aşağı dokuz karakteri vardır; o kişi bunları kendinde birleştirir, ama aynı zamanda da o karakterlerin içinde erir... ( Bu kısımda bence çok önemli. Bir insanı aslında sadece milliyetiyle veya ekonomik durumuyla nitelendirmek çok doğru değil. Özellikle günümüzde ve bizim ülkemizde bireylerin kişilik olarak duruma göre farklı davranışlar sergilediğini ve bunun aslında gerek toplumsal, gerek ekonomik gerek se siyasi sonuçları olduğu aşikar.) -İnsanlık gerçekliği kazanırken düş denilen şeyi yitirdi. İnsan artık bir ağacın altına uzanıp, ayağının baş parmağı ile ikinci parmağı arasından gökyüzünü seyredemiyor, fakat bir şeyler yaratıyor; ayrıca becerikli olmak isteyene insanın aç kalmasına ve düşlere dalmasına izin yok. Ruhtan biraz anlamak zorunda olan herkes, ruhun matematik tarafından yıkıldığına ve matematiğin insanı bir yandan yeryüzünün efendisi kılarken öte yandan da makinenin kölesi yapan kötü bir aklın kaynağı olduğuna tanıklık ediyor. ( Burada tam olarak bir sanayileşmenin insan üzerine etkisinin tartışılıyor. Özellikle paragrafın devamında insanoğlunun ayrıntılar çölündeki korkunç terkedilmişliği, tedirginliği, kötülüğü, para hırsı gibi özellikler irdeleniyor. Bizi bir neden- sonuç ilkesine götürüyor. ) - Ulrich'te Nietzsche'nin deyişiyle, ''hakikat uğruna ruhsal açlık çekmeyen'' insanlardan nefret ediyordu. Ancak hakikatın ne olduğu konusunda bile emin değildi. - Kendini sıradan bir yetişkinin dar sınırları içerisine hapsetmiş bir insanınki kadar, içinden sıyrılıp çıkılamayacak bir durum yoktur; kaderin sillesini falan yemeden, yalnızca kendisi için önceden belirlenmiş bir daralmaya gitmek! ( Aslında hepimiz gerek toplumsal, gerek ekonomik ve sınıfsal sınırların içerisinde yaşamıyor muyuz? ) - Devlet yalnızca taçtan, halktan ve onların arasında yer alan yönetim mekanizmasından ibaret değildir; Devlette bunlardan başka bir şey vardır ki, o da düşüncedir, ahlaktır, fikirdir! - Hakiki inanç, hakiki ahlak ve hakiki felsefe diye bir şeyin hiçbir zaman olmadığını tarihten bilmeniz gerekir; ama bunlar yüzünden alevlenen savaşlar, alçaklıklar ve nefretler yine de dünyayı korkunç bir hale getirmiştir.
Robert Musil'in "Niteliksiz Adam"ını bitirdim. Yaklaşık bir aya yayılan bir okuma oldu. Musil kitabın üçüncü cildini bitiremeden, neredeyse açlıktan ölmüş. Düzenlenmemiş, fragmanlar halindeki üçüncü cildin Türkçe çevirisi yok. Bu sebeple "Niteliksiz Adam" yarım kalan bir okuma serüveni. Kitabı bitirdikten sonra kitabın birinci cildindeki önsözü bir daha okudum. Musil için edebiyatta önemli olan, söz söylemek. Olayı, kurguyu, karakteri söylenecek söz biçimlendiriyor. Roman "söylem" açısından tıka basa dolu. Antikalarla, sanat eserleriyle, gösterişli tablolarla insanın aklını başından alan bir saraya benziyor kitap. Viyana'daki Schönbrunn Sarayı gibi. Başlarda dolaşmak keyifli ama bu gezinti uzadıkça türlü antika, sanat eseri, tek tek bakmaya doyamayacağınız o kadar nesne bir araya gelince üstüne üstüne geliyor insanın. Niteliksiz Adam'da da böyle bir söylem bombardımanı var. Söy söylemek mi hikaye anlatmak mı? Saroyan ve Musil okumaları arka arkaya gelince, iki yaklaşımın da ne yöne düştüğünü karşılaştırmalı anlayabiliyorsunuz. Musil otuz küsur yılını vermiş "Niteliksiz Adam"a. 🍀 Üç eksen var romanda. Birincisi Habsburg Hanedanlığı'nın yıkılması, ikincisi vahşet çağına yaklaşırken insanın var oluşu ve üçüncüsü de çağın ürettiği felsefi yaklaşımlar. Bu üç ayak üzerinden romandaki her karakter Habsburg Hanedanlığı'nın ve insanın çöküşünden ne kadar sorumluysa o kadar rollerini oynuyorlar. Her karakteri ince ince düşünülmüş, büyük çaba çok büyük bir emek var. Bazen metni anlayabilmek için metnin sesini duymayı bilmek gerekiyor. Böyle olmayınca "hımmm bu kitap bende hayal kırıklığı yarattı, beğenmedim" sığlığında yaklaşımlar oluyor. Belli ki Niteliksiz Adam'ın hakkını verebilmem için kim bilir kaç fırın ekmek yemem gerekecek. Edebiyat güzel şey. İyi okumalar 🍀😊 #robertmusil #niteliksizadam #kazımtaşkentklasikyapıtlardizisi #zorbakitabevikafe #neokudum #neokusam #bookstagram #instagram #dünyaedebiyatı #almancaedebiyat #roman #kitap #kitaplık
Kitap harika bir paragraf ile başlıyor. Bütün kitap boyunca eleştirilen akılcılığa, bilimselciliğe, hakikatçiliğe ancak böyle harika bir giriş paragrafı ile başlanır. Dilindeki 'humor' daha ilk paragrafla başlar ve kitap boyunca devam eder. Musil'in sarkastik ama güçlü bir mizah duygusu barındıran, humorlu anlatım tarzı bu müthiş felsefi çözümlemeler barındıran kitabı okumayı kolaylaştırır. Okuması hayli eğlenceli bölümler mevcut. Bu humoru daha ilk bakışta bölüm başlıklarından anlayabilirsiniz.
Kitap baş karakter Ulrich ekseninde devam eder. Ulrich, akılcılığın bataklığında sürünen, müthiş bir potansiyele sahip, etkileyici ama bir türlü tam olamayan, 'eksiklik' hissiyatı veren bir karakterdir. Neredeyse kitapta geçen pek çok kadın karakter ondan etkilenir, cazibesi yüksektir ancak bu cazibenin tam olarak nereden geldiği meçhuldür. Bir yerlere gelmiş, bir şeylere 'ulaşmıştır' ama bu başarıya nasıl ulaştığı muallaktır. Kitaptaki bütün karakterler ve hatta Avusturya, Ulrich'in çektiği anlam yoksunluğu içerisindedir. Hepsi bu yoksunluğun giderilmesi amacıyla, çeşitli yollara-anlam arayışlarına- başvurur. Ve işte tam burada Musil'in çözümlemeleri başlar; her bir karakterin, kendi geçmişiyle birlikte neden ve nasıl anlamsızlık içerisine düştüğü ve bu anlamsızlığı nasıl bertaraf etmeye çalıştığını bitmek bilmeyen çözümlemeler ile anlatır.
Musil’in büyüklüğü bu çözümlemelerin gerçekliğinden gelmektedir. Çağının analizini, kurumların zayıflığını, kavramlara edilen zulmü ve başıboş, savruk biçimde bir anlam kırıntısı uğruna sağa sola tutunmaya çalışan kişileri ‘humorlu’ diliyle anlatır.
Okuması yorucudur çünkü hikaye bir anda kesilip paragraflar süren çözümlemeler başlar. Kimi zaman bu yüzden konu zayıflar ve anlaşılmazlığa sürüklenir.
Kutsal kitaplarin vermesi gerektigini dusundugum derinlik ve yogunluk seviyesine sahip; ve benim dusuncelerimin de otesine asan muazzam bir felsefe/deneme soleni. Yani belirli zaman ve mekanlarda yasamis olsaydik kendisinin yazdigi bu sahaneyi hak dini olarak kabul edebilirdim anlamina da geliyor! "20. yuzyilin anit romanlarindan biri" ovgusunu bile 'yetersiz' kilabilecek gozlemler, realiteler, tasvir gucu, zamana hakim olma gibi yiginla faktor var. Kitabin, ilk yumrugu yediginiz klas acilis paragrafindan son cumlesine kadar her seyin Musil'in kontrolu altinda oldugunun bilincindesiniz.
10 yil once Beyoglu'ndaki YKY dukkanindan aldigim kitabi goturdugum/okudugum yerlerin sayisini cikarabilmem guc. Bohemya topraklarinda, besin diyetimde onemli bir alan isgal eden 'Franz Josef' marka ton baliklarini tuketirken; "yahu demin surada 70. yil jubilesini bekledigimiz imparatorun dustugu duruma bak" diye hayiflaniyorum. Bu da yasamin bir ironisi, evet! Zaten kitap ironi zenginlikleriyle kisiyi paramparca veya ters yuz ediyor. Yine de boyle gevezelikler edince kendimi iyi hissetmiyorum. Bu eseri okumak basli basina mukaddes bir deneyim.
Mantık kafasında yazılmış olup birçok cümlesinde insanın insan tarafını yani insanın duygusal gerçekliğini (insan psikolojisini) hiçe sayan ve yazar onlarak bu durumdan bihaber olduğunu düşündüğüm (bakınız düşüncelere duygu diyor), haber anlatır gibi insanın üstüne sürekli fikir boca eden fikir/mantık manifestosu ve edebi görünümdeki (!) bu kitabın tam bir zaman kaybı olduğunu düşünüyorum. Edebiyat bu olmamalıdır. Bu sebeple 2 yıldız verdim. Eser, anlaması zor diye veya edebiyat yapılmış (!) ayağına boş yere göklere çıkarılmamalıdır. Öteki ciltleri okumaya gerek bile yoktur. Niteliksiz adam yerine; insanın niteliksizliğini anlamak ve/ya hissetmek adına Aylak Adam, Oblomov, Yeraltından Notlar çok daha 'nitelikli' durmaktadır.