On yedi yaşındaki Çağlar İyice konuşuyor. Kız kardeşi Çiğdem'i, onu meşhur etme ümitlerini, belediye başkanı dayısını, yakın arkadaşı Mikrop Cengiz'i, taşra muhabbetlerini, depresyonun eşiğindeki annesini, eski sevgilisini, hiç unutamadığı dedesini, hatırlarken kahrettiği babasını anlatıyor. Deliduman, dermansız ve güdük bir ilçeden haykırmaya başlıyor, İstanbul'a uzanıyor. Çocukluğumuzun, hatıralarımızın ve bütün sokaklarımızın üzerinden dangır dungur geçen imar ve para iştahına lanet! Riyakâr dünyaya, Allahsız sermayeye, martılara, küçük bir kızın kalbini kıranlara isyan ediyor. Barikatların arkasında, soluk soluğa, yapayalnız, erken kaybeden bir delidumanın öfkesini çemkiriyor. Emrah Serbes, zamanın ruhunu, Gezi'nin isyancılarını, hürriyetleri için öksürenleri, yerinde duramayanları, küfredenleri, ağlamayı unutmak için yumruğunu sıkanları resmediyor. Deliduman, büyük zamanın ve her zaman kenarda kalanların romanı.(Tanıtım Bülteninden)
Emrah Serbes was born in Yalova, Turkey. He graduated from the theater department of Ankara University, and he currently writes for newspapers, magazines, and television. His short story collection, Erken Kaybedenler (Predestined Losers), was published in 2009. Serbes’s novels include Her Temas İz Bırakır (Every Touch Leaves a Trace) and Son Hafriyat (The Last Excavation), both noir mysteries set in Ankara and later developed into the hit television series Behzat Ç., followed by the film Behzat Ç.: Seni Kalbime Gömdüm (Behzat Ç.: I Buried My Heart). His newest novel, The King of Taksim Square, is his English debut.
Yazik ki bekledigim gibi cikmadi. Yazik ki ilk 200 sayfayi okudugumda “ne oluyor yahu” demekten kendimi alamadim. Emrah Serbes’in onceki kitaplarini okumus olmasam, kalemini, yazim uslubunu bilmesem “Isim benzerligi” diyecek dikkatsizce aldigim kitap icin kendimi suclayacaktim.
Daha sonra hikayede bazi seyler yerine oturdukca bir nebze daha rahat okumaya basladim diyebilirim.
Yazarin daha onceki kitaplarinda karakterlerin gercekleri tokat gibi yuzumuze vurulurdu, yazdiklarinda kendi hayatimdan bir seyler bulacagimi bilirdim. Bu biraz daha kopuktu, hayatin icinde olmaktan cok kenarinda bir hikayeydi diyebilirim. Deliduman da Caglar Iyice karakteri yerine kiz kardesi Cigdem karakterinin hikayesi daha one cikarilabilirdi. Ki kitabin sonunda onunla ilgili net bir final olmayisi icimde huzun olarak kaldi-kalacak.
Cigdem karakterinin (9 yasinda bir kiz cocugu) arada sarf ettigi bazi sozler dusundurucuydu, o cok sevdigim Emrah Serbes uslubundan izleri hep onun cumlelerinde yakaladim.
Gezi’ye dair pek cok sey de bir seyleri gorur ama dokunamaz, hissedemezsiniz ya boyle bir tutuklukla islenmisti.
Yazarin partilere verdigi isimlere tebessum ettim diyebilirim son olarak.
Şeytan diyordu ki, vefasızın birine aşık ol o tatlı havada, ondan sonra da kollarını göğsünde kavuşturup hayatını bombok edişini gülümseyerek seyret bir kenardan...
Ergen romanı olmuş bir miktar. Memlekette ne "popüler" ve güncel anlamak için okunabilir. Selim İleri'nin övgüsü biraz abartılı sanki; ileride gereksiz taramalardan kaçınırsa birşeyler olacak, sebat etmeli ve edilmeli...
Emrah Serbes'in bugüne kadar okuduğum bütün kitaplarını beğendim. Zaten Bahzat Ç serisini çok başarılı yazmış ama Erken Kaybedenler'i de beğenmiştim. Bana Murat Menteş tarzına kayan her kitap çok itici geliyor. Bu kitap da itici olmasa da pek çekici de diyemeyeceğim bir nitelikteydi.
Mesela kitabın başındaki markalar hikayeye birşey katmadığı gibi neden katıldığını da anlamadım. Aynı Murat Menteş'in Ruhi Mücerret kitabındaki gibi. Mesela bu cümle o kitaptan: "Sony televizyonumun karşısında, IKEA kanepeme kurulmuş, üzerimde Pierre Cardin robdöşambr, ayağımda Twigy terliklerle otururken daha ne isteyebilirim?.. Hah! Mandalinalı Schweppes!"
İkincisi Çağlar'ın içsesi yer yer fazla uzadı. Bunu ne diye okuyorum ki diye düşündüm. Bazı diyalogları zoraki geldi. Kardeşine neden bebeğim, aşkım, sevgilim diyordu anlayamadım. Geziye gittiğime sevindim beni gerçekten o günlere götürdü.
Özetle sevdim ama bayılmadım. Emrah Serbes'in en iyi kitabı değildi.
Kitabı özetlemem gerekirse gezi olaylarının gölgesinde romanın kahramanı Çağlar İyice'nin dramı diyebilirim.. Beğenmediğim kısımlardan başlıyayım.. Yaklaşık 50 sayfası editörün elinde kırpılabilirmiş, yer yer metnin uzunluğundan sıkıldığım oldu.. İkinci eleştirim ise gezi kitabı olarak lanse edilmesine.. Satış rakamlarını etkilediğine eminin ama aynı şekilde değerlendirmelerdeki mutsuzluğa da sebep olmuş.. Çağlar İyice 80 döneminde yaşasaydı ve darbe olduğunda geçseydi olaylar bu kitabı 12 eylül romanı sayacakmıydık.. Zannetmiyorum.. Gezi burada Çağlar'ın dramını besleyici ve tetikleyicidir bence.. (Kitapta Gezi ile ilgili geçen kısımları da bu minvalde okursanız neyin ne kadar doğru aktarıldığına takılmazsınız.. Çağlar olabilir, olup biteni onun gözünden görebilirseniz anlamlı oluyor.)
Kitabı 2 günde bitirmiş olmam da uslubun akıcılığı ve hikayenin kendisini okutması olarak yorumlanabilir.. Yine de 5*a gitmedi elim..
Beğendiğim kısımlara gelecek olursam öncelikle parti ve kuruluşlara Çağlar'ın verdiği adları söylemem gerekir. Yazar çeşitli sebeplerden açık açık yazamadıysa bile ifade ediş şekli hikayeye son derece uymuş, yer yer gülümsettiğini de söylemeliyim.. Bir kaç örnek verirsek: Dedemi Kanser Eden Parti Ya Kime Vereceksiniz Mecbur Bize Partisi Erkek Erkeğe Kadın Kadına Her Çeşit Öpüşme Hakkı Derneği Ağaç Diye Geldik Az Kaldı Devrim Yapıyorduk Dayanışması
Bunun dışında bugün yaşamımızın bi parçası olarak birçok şeyi reklama girer mi demeden yazmasını da sevdim (migros, idefix, iphone vb)
Despite my love of Turkish food, I have a lack of familiarity with Turkish literature. Perhaps that explains why I just could not get into or appreciate this book. The narrator is an older boy (although I spent most of the book trying to figure out how old he was, it turns out he's about seventeen), who believe his sister walks on water, his mother is a useless excuse for a human being, and his dad has abandoned him for political causes. The characters in the narrator's life are universally boring, self-centered, and slimy creatures, with a vocabulary filled with curses and insults. I wanted to like this book, but I couldn't. Even though I understand why a nine-year-old might wondering why the Turkish protests of 2013 could so unfairly interfere with her efforts to win youtube fame, it wasn't enough to hold me.
Yok olmamış bu kitap, çağlar, kız kardeşi, yaşadıkları bana hiç bir şekilde hitap etmedi. Daha güzel bir hikaye bekliyordum, hayal kırıklığına uğradım. Yer yer güldüm. Yere yer üzüldüm ama bütün olarak eh iştenin ötesine geçmedi maalesef.
Çağlar, çok sevdiği kız kardeşinin dans yarışmasına katılması için onu destekler, ayrıca belediye başkanı olan dayısı Altan’da yardım eder. Ancak kız kardeşi elemeleri geçemeyecek ve televizyona çıkma hayalleri gerçekleşmeyecektir. Kendisini göstermek için farklı arayışlara girecektir. Bunlardan biride Gezi parkında dans etmektir. Böylece Çiğdem, Çağlar’en sıkı arkadaşı Cengiz’in de yardımıyla kaçmak isteyecektir, Çağlar çok sevdiği kız kardeşini ararken uzun süredir görmediği babası ile kendisini Gezi olaylarının arasında bulacaktır.
Sevemedim, hep bi tikandim... Gezi romani olarak lanse edilmesi basli basina bir yanlis, orasi ayri konu... Kisa copu cekerek yazarin yanlis romanindan basladim sanirim..
Polisye hekayələrindən sonra Emrah Serbesi hekayələrlə görmək qəribə gəldi, doğrusu. Hələ ki, tamamilə başqa mövzularda. Hekayələr sanki tamamlanmayıb. Elə bir hiss bağışladı ki, sanki müəllif roman yazmaq istəyib, lakin ardın gətirə bilmədiyi üçün hekayə edib. Ümumilikdə, yaxşı idi.
Bir kere baştan belirtebilirim ki, bence "gezi eylemleri üzerinden prim yapmaya çalışmış" klişesi ile alakası yok Deliduman'ın. Kurgunun içinde günümüzü yansıtan çağdaş bir roman olmuş denilebilir. "Ve"! fakat kurgu biraz zayıf kalmış Serbes'in diğer romanlarıyla kıyaslayacak olursam. Daha çok yer tasvirleri, hafiften siyasi eleştiri okları, Çağlar'ın takıntılı iç hesaplaşması ve nihayetinde gezi direnişinin bazı detayları bu eserin kurgusunun ana öğeleri olmuş adeta. Bir olay örgüsü sadece "süs" olsun diye, çerçeve niyetinde resimden sonra oluşturulmuş gibi duruyor. Yine de okumaktan keyif aldığımı söyleyebilirim. Aklımda en çok kalan cümlesi ise; zaman kavramı üzerine Çağlar İyice'nin babasıyla yaptığı konuşmada geçiyor. Şu teleskop ve mikroskop ilişkisini ortaya koyduğu cümle. Bir de gezi parkında Çağlar İyice'nin revire götürülürken zafer işareti vermesi hoşuma gitti, epey bir gülümsetti o detay. Tebrik ederiz efendim son kitabınızı, sayın Serbes.
Emrah Serbes'in yazdıkları aklımın edebiyatın dışında bir yerleri düşünen parçasına dokunuyor sanırım. Iskalayanları öyle güzel anlatıyor ki, yenilgiyi öyle büyük bir zafere dönüştürüyor ki, insan onun yazdıklarını okurken tabiri caizse bir tuhaf oluyor. Deliduman da öyle bir roman olmuş. Çağlar anlattıkça, insanın dinleyesi geliyor. Yan karakterlerin hepsi bir yerlerde yaşamışlar sanki, hiçbiri yan değillermiş gibi, dopdolu hayatlarının sadece bir kısmını görmüşüz sanki biz. O yüzden hem Çağlar, hem de çevresinden geçtiği bütün o hayatlar için, hepsinin, hepimizin kısa bir süre parçası olsak da ıskaladığımız güzel anlar için, Deliduman'ı okumak lazım.
"Siz niye bağırmıyorsunuz evladım? "Mustafa Kemal'in askerleri değiliz ki biz amca." "Ya neyin askerisiniz?" "Biz neyin askeriydik Mikrop?" "Uykusuz gecenin askerleriyiz reis."
"Ulan senin neren dindar betonatapan!"
Bu ve bunun gibi sayısız cümle. Her bir kavram için kullandığı benzetmeler, yaptığı kodlamalar. Hepsi o kadar tanıdık, o kadar içimizden ki. Birçok defa "ben bunu bir yerden hatırlıyorum" diyerek okudum kitabı; ve son bir yılda yaşananları bir kez daha canlandırarak. Emrah Serbes Türkiye'nin romanını yazmış aslında. Ve tabi ki bunu yine samimi ve gülümseten üslubuyla yapmış.
İnsanı gezi dönemine götüren enteresan bir kitaptı. O eylemleri destekleyin, karşısında durun farketmeksizin herkesin özlediği birşeyler vardı o günlerde. Haylazlık mı desem, farklıydı işte. Emrah Serbes bu romanında ana karakteri biraz hayalci ve ayakları tam yere basmayan bir genç olarak tasarlamış. Aslında o döneme ve anlatılan ortama uyan bir tarafı sa bu kitabın. Diğer taraftan bu karakteri aynı zamanda biraz da apolitik davrandırarak ne etliye ne sütlüye karışayım demiş Emrah Serbes. İyi de olmuş. Sonuçta her şey kararında güzel.
Goodreads'te hakkında en çok yorum yazılanlardan biri herhalde bu kitap. Okuyan herkes bir şeyler söylemek istemiş. Bu biraz da daha okurken kendimizde o hakkı görmemizden kaynaklandı bence. Çünkü okumadan önce yapılan abartılı tanıtımların, Emrah Serbes kitapları hakkıdaki daha önceki tecrübelerimizin, ülkemizde gelişen olaylara bakış açımızın falan hepsisinin etkisi vardı bu tutumumuzda. İşte bu nedenledir ki baş karakter Çağlar İyice'yi pek bi kayırdık. Roman boyunca elinden tutmaya çalıştık. Gel gör ki başına buyruk kahramanımız kurgunun içinde yerinde duramıyordu. Yaşının verdiği heyecanla büyük laflar ediyor, büyük işlere kalkışıyordu. Kız kardeş Çiğdem hikayede hakkı yenmiş bir karakter olarak kaldı. Belki de bu yüzden Çağlar tomaların karşısında tıpkı kardeşinin hayalindeki gibi dansa kalkıştı. Çiğdem ertafında dönen kurguya rağmen, Çağlar baş rolde kalsın diye.
Bir şeyler eksik duygusuyla okudum kitabı. İlk başlarda fikirlerine değer verdiğim iyi okuyucuların yorumları elbette biraz negatif ön yargı yarattı bende. Bunu itiraf etmeliyim. Ama okudukça hak verdim onlara. 350 sayfanın her satırında bir derdi var yazarın. Evet. Ama bu derde ne kurgu ne de karakterler bir çare bulmaya çalışıyor. Belki de amacı buydu. Hesaplaşma arzusu yoktu yazarken. Öyle olduğunu bile düşünsek, hatta 17 yaşındaki birinin dünyasına uygun bir dille yazıldığı için edebi değerlendirmesini ona göre yapsak bile, Selim İleri'nin ''şimdinin romanını yazmak zor, siz onu başarmışsınız'' övgüsüne bile saygı duysak da yerinde huzursuz duran taşlar var romanda. ( Bu arada Selim İleri'nin romanın henüz 15 bölümünü okumuşken yazdığı o övgü dolu yazıyı da hala anlayabilmiş değilim ( http://kitap.radikal.com.tr/makale/ha... ) )
Emrah Serbes'in alışmış olduğumuz ucu sivri ama zeka örneği gösteren diyaloglarının hikayeye katkısı büyük. Bence o yaştaki bir karakteri de başarıyla anlatmış. Toplum, aile, siyaset ve birey çatışmalarının psikolojik etkisi karakterimiz Çağlar İyice'nin üzerine yakışan bir giysi gibi cuk oturmuş diyelim. Ama bütün hikaye boyunca bu giysi içinde çok rahat olduğunu hissedemedim. Ara sıra bulunduğu yerlerde burada ne işim var kokusu gönderdi okuyucuya.
I was hooked by the MC's unique voice right away. Çağlar İyice has an interesting perspective of life and translates his views into often hilarious, sometimes biting, commentary telling his small story against the backdrop of the larger, historical events in Turkey in the Spring of 2013. I am sure I am not the only person to call him the Turkish Holden Caulfield, but that is the comparison that kept running through my mind. I remember watching the events unfolding online, especially Twitter, so I loved how Çağlar talks about the reality of social media and how he uses it as his own outlet. He does not hold back opinions or caustic thoughts about anything, from media to government to his family, and some of his observations, and therefore the author's social commentaries, are so on target, I found myself rereading passages just to soak in some of the profundity. I don't know anything about the book's reception in Turkey, but I like to think of it being passed around by young readers for generations as their tale, the one that makes them think about their own place in the larger world. Do not think that he is only an angry teen trying to tear down corruption, though. At the heart of his story, Çağlar İyice is just a brother who wants to make his little sister happy. He has his own struggles, especially within their family, but as he tells us many times, he only cares for her and helping fulfill her dream of dancing like Michael Jackson on TV and eventually YouTube. This story is just being introduced to English-reading audiences and I hope some of our disenchanted and/or curious teens also embrace it. I did learn more about the Taksim Square occupation as well as the teen culture of Turkey. One thing our society needs is more awareness of others. And more voices like Çağlar İyice's.
Başlarda sinirlendim ne bu reklamlar sürekli diye ama yarıdan sonra Gezi'de geçen bir roman halini alınca çok duygulandım. Hikaye kurgu zayıf filan diyenler olmuş. Beni gezi ortamına döndürdü, sağ olsun. Güzel duygular bıraktı.
öncelikle kitabın lansmanının "gezi direnişi hakkında" şeklinde yapılması çok yanlış olmuş. çünkü bu kitap çok mikro başka bir hikaye anlatıyor, gezi direnişini de kitabın büyük kısmında dekor olarak kullanıyor. emrah serbesi direnişi kitabında kullandı diyerek eleştirmek, vedat türkali'yi 80 darbesini kitaplarında kullandı diye eleştirmeye benziyor, ki mantıksız. adam yaşadığı, tanık olduğu bir şeyi yazmış. direniş üzerinden prim yapma amacı bence yok.
emrah serbes diğer kitaplarında yaptığını yapmış ve sokakta rastlayacağımız, tanık olacağımız şeyleri anlatmış. hikayedeki aile herhangi birimizin kapı komşusu olabilecek kadar gerçek. bu kadar gerçek bir de direniş gerçekleriyle birleşince insanın üstüne üstüne geliyor. okuması pek "keyifli" değil ama bu dönemleri hatırlayabilmek için gerekli. üzerinden daha uzun zaman geçtiğinde belki daha rahat okunabilir.
hikayeyi erkek bir ergenin ağzından dinlediğimiz için beni pek sarmadı ama karakteri sevememek de kitabın başarısıdır diye düşünüyorum.
This is a bit like a Turkish Catcher in the Rye. The main character is a teenage boy in a small town in Turkey. His 9-year old sister is about to enter a talent show as a Michael Jackson impersonator, his father left the family a few years prior, and the protests in Istanbul (in Taksim Square) are about to begin. Lots of humorous passages, and I enjoyed the satire. That said, I wanted to like the book more than I ultimately did. It needs a good editing, particularly once the setting shifts to Taksim Square during the protests. Too many digressions into the boy's rants on different subjects, and a complete lack of focus in the final twenty percent of the book.
Recommended for those who are tired of reading the same thing and want to break out of rut.
Başıma bir iş gelmeyecekse bu kitap emrah serbese yakışmamış demek istiyorum. Elbette ki anlatılan şeyler yazılanlar çok güzel söylenen çoğu şey içimizden birinin söylediğini düşündürüyor okuyucuya. Ama edebiyat bu mudur sorusunu sorunca biraz havada kalıyor sanki bu kitap. Yayımlanan bütün kitaplarını, Afilli Filintalardaki neredeyse tüm yazılarını okuduğum Emrah Serbes'i düşününce Deliduman sanki Gezi'yi anlatmak için aceleye getirilmiş gibi. Kızkardeşin kaybolduğu yerden sonra anlatılanlar beni tam olarak tatmin etmedi. Ama tabi ki bunlar Emrah Serbes'e olan sevgimi gram azaltmayacak bu da yadsınamayacak bir gerçek.
Emrah Serbes'i seviyorum, Hakan Günday ya da Murat Menteş gibi tövbeli olduğum yazarlardan olmayacak hiçbir zaman kendisi, ama kişisel tarihindeki en uzun kitabını dünyanın en gereksiz ergeni Çağlar İyice'ye adamasaydı keşke. Belki ben hiç bir zaman 17 yaşında ergen bir erkek olmadım ondandır ama olmamış bu hikaye, yer yer çok yordu beni okumak; ımmppff diyerek burnumun alnım ile birleştiği yeri işaret parmağım ve baş parmağım arasına alarak sıktım. Uzaklara martılara baktım ama olmadı vaz geçtim.
Kitabımızın konusu Kıyıköy’de geçiyor. Esas oğlan belediye başkanının yeğeni Çağlar İyice. Daha en başta Çağlar’ın hastalıklı kardeş sevgisi dikkat çekiyor. Kitap ilerledikçe Çağlar’ın tek manyaklığının kardeş sevgisi olmadığını öğreniyoruz. Çağlar gevezenin önde gideni. Çoğu zaman Çağlar’ın anlatımı iç bayıyor. Sanki biri yazara “kitabı azıcık uzun tut, biraz pahalıya satalım, para kazanalım” demiş gibi. Konu sürekli uzatılıyor, lastik gibi çekiliyor da çekiliyor. http://ucalisan.blogspot.com.tr/2015/...
Durmadan Düşler Ülkesine koşan, oraya akın eden, şehirlerini kuşatıp egemenliği altına almaya çalışan, gerçeklere gözünü kapamış hayali bir ordu var Çağlar'ın arkasında... Salt gerçekliğin kimseyi tatmin etmeyişini benim kadar Çağlar da biliyordu ancak kaçılamayan bir şey var ki oda gerçekliğin insanın yüzüne devamlı vurulması. İşte, gerçekliği devamlı olarak yüzünde bir tokat gibi bulan birinin hikayesini, Çağlar'ın hikayesini okuyoruz...
Haziran 2013'ü, özellikle ilk iki haftasını, o dönemde yaşadığım heyecanı ve umudu bana tekrar hatırlatan roman oldu. Mekansal ve zamansal olarak direnişin ortasında yazıldığı o kadar belli ki... Çağlar İyice'nin ergen öfkesinden yorulsam da zaman zaman, keyif aldığım bir romandı.
Kitapla alakasız olacak ama... Harun Komiserimden gelsin: - Seviyorum, merkez !
Bizde yıkılmadık bir yer kalmadı. Bizde bizi yıkanlara sövmek için kullandığımız sözlerden başka söz kalmadı. Bizde biz kalmadık, siz hep öyle gaddar, öyle hain kaldınız. Bir biz kalamadık kendimizden geriye, siz hep kendi pisliğinizde kaldınız.
deliduman yer yer kahkahalara boğabilir- sonra gene emrah sebres'in hüzün-karamsarlık karışımı diyebileceğim üslubu baskın çıkar. bütün kitap bu iki hissiyatın arasında geçiyor aslına bakarsak .
I am about 60 pages in. I have no idea what is going on or why I should care. I am moving on with life. This is a weird book. I think there may be some cultural things that are not translating well.